17 Ekim 2012 Çarşamba

KOPENHAG

Kopenhag
Altmışlı yıllarımın düşü, 
bu günümün gerçeği…

60’lı yılları ikinci yarısı; bıyıklarımın yeni yeni terlediği zamanlar…
 Dünya, barış döneminde, insanlığın o ana dek yaşamadığı kadar hareketli. Fransa’da öğrenci hareketleri, Sovyetlerin  Çekoslovakya’yı işgali, Vietnam savaşı…Çiçek Çocukları: Hippiler…

Küçük Deniz Kızı
Ve hippilerin dünyaya açık toplumlarda yankılanan sloganları: ’’ savaşma seviş’’.
Savaş karşıtı bu kural tanımaz gençlerin seslerini en çok duyurdukları yer ise Danimarka ve başkenti Kopenhag. Dünya yeniden şekilleniyor sanki. Bende bir merak,bir merak sormayın…Benim için Adana’nın dışına çıkmanın bile zor olduğu  o günlerde Danimarka’ya gitmek  en büyük düşüm.…Dedim ya ;zaman, fark edilsin diye şişe mantarını yakıp ,siyahıyla belirginleştirdiğim bıyıklarımın (!) terlediği,kanımın dellendiği zaman…

Danimarka’ya birkaç kez gittim. Gitmeyi düşlediğim o günlerdeki gibi mi buldum Kopenhag’ı? Yanıt kısa. Ben ne 45 yıl önceki Yaşar’ ım, ne de o günlerde düşlerimin davetli konuğu olan kent , o günkü Kopenhag.
Hajbro Plats-Osmanlı Kiosk'u
Sakin ve huzurlu…
Kopenhag, huzurla yaşayabileceğiniz dünyanın sayılı kentlerinden biri. İnsanları yardımsever, kuzey ülkeleri insanlarından önyargılı olarak  beklediğiniz soğuk duruşları yok .  Yabancı olduğunuzu hissettiklerinde yardım etmek için ellerinden geleni yapıyorlar.
Kopenhag, tipik bir kuzey kenti.  Ama bu kenti ötekilerden ayıran en önemli özellik, kentteki yapıların büyükçe bir bölümünün kırmızı tuğlalardan yapılmış olması. Buna saraylar, kiliseler ve anıtsal binalar da dahil…
En büyük düş kırıklığı…
Kopenhag’a gitmiş olanların mutlaka ziyaret ettikleri, resim çektirdikleri bir heykel vardır. Öyle ki; adı anıldığında akla hemen Kopenhag gelir. Aslına bakarsanız yapıldığı 1913 yılından bu güne, deyim yerindeyse başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi. Kolu mu koparılmadı, başı mı kesilmedi, defalarca boyaya mı bulanmadı… Bir keresinde burka bile giydirildi ona. Ama tüm bu olanlara karşın hala yer yerli yerinde.  Yalnız heykeli yapan Edvard Eriksen, kızcağızın başına gelecekleri bilirmişçesine başını hafifçe öne eğik ve yüzünü kıyıya değil denize dönük yapmış. Bir tür protesto tavrı yani… Başlığı neden ‘’en büyük düş kırıklığı’’ diye attım diye sorabilirsiniz. Sorunun yanıtı ise; bir kayanın üzerine oturmuş, topu topu 125 cm boyundaki bu küçük bronz heykelin koca bir kentin önüne geçmesini bir türlü anlayamadığım için olsa gerekir. Bu ‘’küçümeni’’ her yıl ziyaret eden yıl 20 milyon kişi bu konuda ne düşünüyor acaba?
Parlamento
Heykele gitmenin birkaç yolu var. Ya Nyhavn limanının hemen yanından, sahili izleyip  yürüyüşünüze bağlı olarak 30-35 dakikada, ya da aynı limandan kalkan bir tur teknesi  ile turun bir parçası olarak deniz kızına ulaşabilirsiniz. Ben size yürümenizi öneririm. Çünkü  tekne ile gittiğinizde deniz kızını denizden görüp sadece resmini  çekebilirsiniz. Karadan gittiğinizde ise; hem yolunuzun üstündeki muhteşem opera binasını görür, kafesinde bir şeyler içer, hem de kıyıya yaklaşık bir metre uzaklıkta bir kayaya oturmuş olan kızımızın oturduğu kayaya tırmanıp samimi bir şekilde  resim çektirirsiniz. Kayaya tırmanırken dikkat! Kızla fotoğraf karesinde yer alacağım diye kayalardaki yosunlara basıp düşmeyesiniz.

Nyhavn

Konges Nytorv Meydanı
Langelina Limanındaki küçük deniz kızı heykeline yaklaşık 150-200 metre mesafede, onca görkemine ve sanatsal değerine karşın bu ‘’küçümenin ‘’ gölgesinde kalmış olan, 4 boğanın çektiği savaş arabasını kullanan bir savaşçının betimlendiği, fıskiyelerden çıkan suyun güneşle oluşturduğu renk cümbüşü içindeki muhteşem görüntüsü ile Gefion Fontain anıtını mutlaka görmelisiniz. Bu anıtın yanında, yeterli yardım alamadıkları için  bir süre sonra kapatmak zorunda kalacaklarını anlatan İngiliz papazın  yönettiği karataştan yapılmış küçük İngiliz  St.Alban’s kilisesini de gezebilirsiniz.

Citadel ise İngiliz Kilisesi ile duvar duvara komşu. Fredrikhave  Citadel olarak da bilinen bu kale 1664 yılında yapılmış. Yıldız biçimli ilginç bir planı var. Turistlerin uğrak yerlerinden biri.
Kopenhag’da gezip görülecek birçok yer var: Tarihi binalar, müzeler, heykeller, botanik bahçeleri, saraylar… Yeter ki gezmek isteyin.


Belediye Meydanı-City Hall
Burada,  bunların önemli birkaç tanesinden söz edeceğim.
Tivoli Parkı. 1843 yılında Georg Carstensen in yaptığı bu park, kentin merkezinde. Ana tren istasyonu ile belediye binasının arasında genişçe bir alana yayılmış bu eğlence merkezinin ana giriş kapısı Kopenhag’a özgü kırmızı tuğlalardan yapılmış. Parkta hem çocuklara hem de yetişkinlere yönelik gösteriler var. Akşamları çeşitli ışık gösterilerinin yapıldığı parkta konserler de düzenleniyor.
Nyhavn'dan başka bir açı

Amagertorv -Alışveriş Merkezinde Bir Meydan


Nyhavn,  ilk görüşte ‘’ aaa! Burası Kopenhag olmalı!’’ diyeceğiniz, her iki kıyısında yer alan  ‘’fotograflık’’evlerin arasına sıkışmış gibi duran dar bir ’ ’ limancık ‘’ . Liman ve çevresi, size ‘’iyi ki buraya gelmişim, helal bana’’ dedirtecek kadar güzel, güzel olduğu kadar da ilginç bir yer. Yaz mevsiminde, hemen her yarım saatte bir,  tur teknelerinin kalktığı bu küçük limanın özellikle sol yakasında yer alan restoranlarda ve kafelerde hoşça vakit geçirebilirsiniz. Fiyatların biraz pahalıca olduğunu söylemeliyim ama siz yine de bunlardan birine oturun. Bir yandan gelip geçenleri izler bir yandan da yer içersiniz.

Serbest Kent-Christiania Girişi
Aralarında, H.C Andersen’in yaşadığı evin de bulunduğu, adeta bir ressamın fırçasından çıkmış gibi rengârenk boyalı evlerin her açıdan resmini çekmenizi öneririm. Sadece buranın fotoğrafını çekmek, tüm Kopenhag’ın fotografını çekmeye değer bence.
Bu arada limanın girişinde ki meydanda yer alan Andersen anıtını da gözden kaçırmayın.
Anıta byaklaşık 100 metre mesafede üzerinde magazin du nord yazan bir alışveriş merkezi göreceksiniz.Binanın aman aman bir özelliği yok.Yok da neden gezi notlarımda ondan söz etme gereği duydum? Kopenhag'da metro yapımı sırasında bir istasyonun  tam bu binanın altına yapılması gerekiyormuş.Bina tarihi,istasyon elzem.Ya yardan geçip binayı yıkacaklar ya da serden geçip istasyon yapımından vazgeçecekler.Ama Danimarkalılar her ikisinden de vazgeçmeyip, kolonlarını keserek bir tuğlayı bile ''zayi'' etmeden binayı bir kaç  santim havaya kaldırıp askıya almışlar.İstasyonun yapımı bittikten sora koca binayı yerli yerine oturtmuşlar. Gene bir parça tuğla yitirmeden...Şimdi durun ve bu satırları  dikkatle okuyun!Bu inşatlar sürerken alışveriş merkezi çalışmaya devam etmiş...
Our Savivors'dan kuş bakışı Kopenhag
Oster Voldgade caddesinin ortaladığı parkın bir yanı türlü bitkilerin açıkta ve seralarda yetiştirildiği Botanik Bahçesi, öte yanı ise Rosenberg  Sarayı’nın  yer aldığı kraliyet bahçesi.. Rosenberg Sarayı, XVII. yy başlarında Kral IV. Christian tarafından Avrupa’daki Kraliyet Saraylarına öykünerek yapılmış. Aman aman bir güzelliği yok ama sarayda,  Danimarka Kraliyet Ailesi’nin mücevherleri sergileniyor. Giriş paralı.
Şansınız varsa; Rosenberg Sarayı’nın hemen yanı başında bulunan askeri birlikte görevli askerlerin ilginç nöbet değişim törenlerini izleyebilirsiniz.
Kristalgade ile Kobmagergade caddelerinin kesiştiği noktada bulunan Round  Tover,  eski bir gözlem evi.  Christian lV tarafından 17.yy’ın ilk yarısında yaptırılmış. Kule ,Trinity kompleksinin bir parçası.Kulenin
yüksekliği yaklaşık 35 metre ama çıkmak kolay. Kuleye tırmanırken bir ara mola verip kulenin bitişik olduğu binada yer alan sergi evini ve kütüphaneyi gezebilirsiniz.  
Farklı kubbe yapısı ile Kopenhag’daki öteki kiliselerden ayrılan Frederik’s Church,  1740 yılında Mimar Nicolai Eightved tarafından yapılmış… Mermer ağırlıklı bir yapı olan bu kilisenin bir adı da Mermer Kilise.
Dragor'da bir sokak
Kopenhag, irili ufaklı kanalların yer aldığı bir kent. Bu kanalların çevrelediği bir ada olan Christianshavn,  Kopenhag’ın ilginç yerlerinden biri. Burada Christian’s Church, Kraliyet Donanma Müzesi ve bunlardan çok daha önemli olan Our Saviors Church yer almaktadır.
Yapımına 17. yy’ın sonunda başlanan barok tarzlı bu kilise, XVIII. yy’ın ikinci yarısında bitirilmiş. Kilisenin en önemli özelliği 90 metre yüksekliğindeki altın gibi parlayan kulesi… Kuleye çıkmak da, kuleden inmek de zahmetli;

hele ziyaretçi sayısı çoksa… Merdivenler dik ve dar. Ama zahmete değer. Çıktığınızda tüm Kopenhag’ı neredeyse kuşbakışı görebilirsiniz.
Geifon Fontain
      Özgür kent:Christiania
Şimdi sıkı durun az sonra tanıtmaya çalışacağım yer ilk gençlik yıllarımın, artık sisler arasında kalmış özlemlerinden bu güne kalabilen Christiania. Bu yeri ve öyküsünü turist rehberlerinin gezi listesinde bulamayabilirsiniz. Nedenini bilemem. Size kısa öyküsünü anlatayım, belki bu sorunun yanıtını öykünün içinde bulabilirsiniz.
Yıl 1971, ‘’68 kuşağı ‘’diye tarihe geçen gençlik hareketlerinin hala ses getirdiği günler…Bir


grup’’ çiçek çocuğu ‘’ terk edilmiş bir askeri kışlayı işgal eder..Orayı serbest  kent ilan edip bir komün oluştururlar… Elbette yerel yönetimin böyle bir oldubittiyi kabul etmesi beklenemez; kent içinde kent… Ancak Belediye işgalcilerle başa çıkamayınca 1989 yılında buranın statüsünü belirleyen bir yasa çıkarıp, buranın ‘’free town’’ olduğunu resmen kabul ederler.
Christiania, bugün etrafı çevrili yaklaşık 84 dönüm araziden oluşuyor ve içinde yaklaşık 1000 kişi yaşıyor. Ana kapısının üzerinde kocaman bir yazı var.’’Christianiaya hoş geldiniz.’’ Oradan ayrılırken de aynı kapıda bu kez ‘’Avrupa Birliğinine hoş geldiniz yazıyor’’ . İlginç değil mi? Christiania’da belli bir bölüme kadar fotograf çekebilirsiniz.  Ama kasabanın içinde yasak. Burası uyuşturucu ticaretinin açıkça yapıldığı bir yer. Restoranlarda,  kafelerde uyuşturucu kullanmak serbest.  Her türlü uyuşturucuyu oradaki dükkânlardan alıp kullanabilirsiniz.  Uyuşturucu ticareti gibi çok para getiren bir iş olur da çatışma olmaz mı?  Chiristania, zaman zaman buranın ticaretini ellerine geçirmek isteyen grupların arasında el değiştiriyor. Orayı hangi grup ele geçirirse, doğal olarak uyuşturucu ticaretini de yönetiyor. Burada her kes kendi aleminde.  Bazıları esrar tüttürüyor, kimileri başka bir uyuşturucu ile hem hal. Ama kimse kimseye’’ gözünün üstünde kaşın var’’ demiyor.’ Bir köşeye çekilip içkinizi yudumlarken çevrenizdeki insanları izleyebilir,  pek istekli olmasalar da onlarla sohbette edebilirsiniz. Ben, bir çok sanatçı bilim adamı ve emekli olmuş bürokratlarla tanıştım. Hepsi de aklı başında görünüyorlardı. Yani sizin ve benim gibi ben-i âdemler anlayacağınız. Unutmadan söyleyeyim buranın kendine özgü bayrağı da var. ‘’Kırmızı üzerine barışı, umudu ve aşkı betimleyen üç tane sarı renkli güneş. Resmi dilleri; Danca, kuruluşları 1971, örgütsel yapıları anarşist: Yönetim biçimleriyse komünal...
Chritians Brygge adasında parlamento binası, borsa binası, askeri cephanelik  ve ulusal tiyatro görülecek yerlerden. Ulusal müze de bu adanın hemen karşısında.
Kopenhag, bir İsveç kenti olan Malmö’ye trenle yarım saat. Tren merkez istasyondan kalkıyor. Malmö küçük bir İsveç kenti. Oraya trenle giderken iki ülkeyi birbirine bağlayan dünyanın en uzun köprüsünü de görme şansı elde edersiniz. 2000 yılında İsveç Kralı XVI. Güstav ile Danimarka Kraliçesi II. Margret tarafından açılışı yapılan Oresund Köprüsü, 16 kilometresi deniz üstünde olmak üzere toplam 24 kilometre. Köprü 2 katlı; alt kattan trenler, üst kattan ise otomobiller ve öteki motorlu araçlar gidiyor. Köprüyü daha yakından görmek isterseniz, merkezdeki Norre Volgade Caddesinden kalkan 350-S numaralı belediye otobüsüne binip bir kıyı kasabası olan Dragor’a  gitmenizi öneririm. Yolculuk yaklaşık 30 dakika sürüyor. Hem marinasında yüzlerce teknesi olan, ilginç evleri ile güzel bir sahil kasabasını seyahat listenize katmış olur hem de Oresund köprüsünü daha da yakından görmüş olursunuz.  Dragor, sakin bir kasaba. Sakın! otantik restoranlarında balık yemeden dönmeyin.
Opera'da Mola

Tivoli Park'ın Girişi
Yemek deyince; size Kultorvet Meydanındaki küçük ama leziz yemekler yapan bir restorandan söz etmeliyim. Kultovert, hemen hemen tarihsel geçmişi olan tüm Avrupa kentlerinde rastlaya geldiğimiz meydanlar gibi. Eskiden bu meydanlar,  kent halkının ve civardaki yerleşim yerlerinden gelen insanların alışveriş ettikleri pazarlara evsahipliği yaparlarmış. Meydana 3 giriş var. Kabmargergade girişinde Kultovert-2 adlı bir restoran var. Burayı,  Danimarka’ya yıllar önce yerleşmiş bir türk  olan Gürsel Belgin işletiyor. Yemekleri çok leziz ve uygun fiyatlı.  Ben size soslu antrikotu öneririm. Yemek servisi yapan kişi ,bu yemeğin sosunu hazırlamanın birkaç günlerini aldığını söyledi. Yemek yemezseniz, meydana bakan masalardan birine oturup, soğuk biranızı içerken meydanı ve gelip geçenleri seyredersiniz.
Kentte dolaşırken bir çok yerde dikkatinizi bazen gazetelerin bazen de ‘’fast food’’ların satıldığı, bizim mimarimizden izler taşıyan büfeler göreceksiniz. Bunların en ünlüsü Hajbro Platz’da bulunan kiosk. Kiosk bildiğiniz gibi köşkten türetilmiş bir sözcük. Kioskların biz Türklerle ilgisini öyküleştiren birkaç söylence var. Bunlardan biri şöyle: Yaklaşık 500 yıl kadar önce zamanın Osmanlı Hükümdarı, bir kiosku Danimarka Kralına hediye etmiş. Ancak kiosk bir süre işlev gördükten sonra kapanmış. Aradan yıllar geçmiş ve bundan yaklaşık 10 yıl kadar önce Kraliçe Margret II tarafından sembolik olarak bir kaç saatliğine yeniden açılmış ve açılışta Kraliçe bir gazete satın aldıktan sonra yeniden uzun süre kapalı kalmış.

Rosenberg Şatosu
La Glas. Bu ismi bir yere yazın ve sakın unutmayın! Muhakkak birçok yerde, birçok çeşit pasta yemişsinizdir. Bundan hiç kuşkum yok. Ancak; Skovborggade Caddesi’ndeki bu pastanenin pastasını yedikten sonra bu konudaki ısrarımın nedenini anlarsınız sanırım.
Alış veriş için size önereceğim birkaç cadde var. Bunlardan en önemlisi hiç kuşkusuz Frederiksberggade.
City Hall’ı arkanıza alıp Andersen Bulvarı’ndan ve Vestervolgade caddesinden karşıya geçin. Frederiksberggade burada başlıyor. Caddenin sağına ve soluna sapan sokaklarda da alışveriş yapacağınız dükkanlar var. Ama başka bir amacınız yoksa bu yoldan ayrılmayın derim. Cadde, birkaç yüz metrede isim değiştiriyor olsa da Andersen heykelinin bulunduğu meydana kadar ulaşıyor.  Cadde boyunca sıralanmış dükkanlardan alış veriş yapabilir,ara sıra karşınıza çıkan meydanlarda küçük grupların gösterilerini izleyebilirsiniz.Alış veriş ederken  fiyatlara dikkat! Buraya özgün bir şey satın almak istiyorsanız, Baltık Denizinden çıkan amber almanızı öneririm. Fiyatları da uygunca…
Daniska
Bu yazıyı sonlandırmadan bizim dilimize de yerleşmiş bir sözcük olan ‘’daniska’’nın hangi anlama geldiğini açıklayayım. Sözlüklere göre daniska,  bir Alman kenti olan Danzig’den türetilmiştir. Bir başka anlamı da kaliteli, katmerli ve en iyi demek. Peki daniska sözcüğünün Danimarka ile ne ilgisi var? Daniska :Danimarka işi demekmiş.Danimarkalılar o kadar sağlam makine yaparlarmış ki;benzeri bir makine ile karşılaşan biri ‘’bu da makine mi, bunun daniskası var ‘’derlermiş. Ve daniska sözü kalite anlamında kullanılırmış. Bana anlatılana göre; 1800’lü yılların ikinci yarısında yapılmış bir un değirmeni hala çalışıyormuş. Bu açıklamamın sözlük maddesi yazanlara bir yararı olur belki…
Aklınızda bulunsun...
Aklınızda tutun havaalanından kente gitmenin 2 yolu var. Trenle ya da taksi ile. Tren sizi doğrudan kent merkezindeki ana istasyona getirir. Yolculuk süresi yaklaşık 15 dakika. Taksi ile de gelebilirsiniz. Ancak taksi fiyatı tren fiyatının 6-7 katı.
.Kenti yürüyerek de dolaşabilirsiniz; ben öyle yaptım. Ama bisiklet kiralayarak da kenti gezebilirsiniz. Endişe etmeyin Kopenhag dümdüz bir yer. Ayrıca, hava açık, yağmur yoksa üstü açık tur otobüslerine binmek de kenti dolaşmak için başka bir yol. Kopenhag’ı bir de denizden göreyim derseniz; Nyhavn’dan tekne turu alabilirsiniz. Yaklaşık 6 USD
.Eğer Kopenhag Kart alırsanız hem kamu taşıtlarında bu kartı kullanırsınız hem de birçok müzeye ücretsiz girersiniz. Kartı almadan önce iyice düşünün. Nerelere gideceksiniz ve kaç gün kalacaksınız? Yoksa kart pahalıya gelebilir.
.1 USD yaklaşık 5.80 dkk.
.THY karşılıklı olarak günde üç kez uçuyor.
.Türkiye Elçiliği’nin adresi: Rosbaeksvcy 15 2100 Kopenhag
Tel:+45 392 027 88,  Faks:+45 392 051 66
e-posta:embassy.copenhagen@mfa.gov.tr
(Ekim 2012)