29 Aralık 2013 Pazar

Tallinn

TALLİNN

Bir masal kentinde 3 gün…

Baltık Ülkeleri gezimizin son durağıydı Tallinn.

Riga’dan Tallinn’e otobüsle geçeceğiz. Bu bir anlamda Estonya’yı  baştan başa görmek demek. Aylardan haziran; her taraf yem yeşil. Bizde buğday hasadı neredeyse bitmiş tarlalar sapsarı, burası ise baharı yaşıyor...
Küçük masmavi göller, göl kenarlarında biblo misali evler, arada bir göz kırpar gibi bulutların arasına girip çıkan kuzeyin yakmayan güneşi, haziran ayında bile yağıyor olmanın mahcubiyetiyle, adeta özür dilercesine inceden inceye yağan yağmur, uzaktan koyun sürüsünü andıran görüntüleriyle otlar arasında börtü böcek arayan leylekler...
  
Katedral Tepesi'den Tallinn


 Otobüsümüz yeşillikler arasında bir karayılan gibi uzanan yolda ilerlerken, gruptakilerden yaşlıca bir kadın çayırlıklarda leylek sayıyor...

-‘’Hayırdır! Neden sayıyorsunuz leylekleri’’ diye sordum.
-‘’Eğer 100 leylek sayarsam şanslı bir yıl geçirirmişim, arkadaşlardan duymuştum’’dedi.
Tallinn’e yaklaşıyoruz kadın daha 60’larda; 100’ü bulamayacak.
-‘’Benim saydıklarım da size yazılacaksa; saymanıza yardım edebilirim?’’
-‘’Olur ‘’dedi.’’ Maksat 100 leyleği saymak, benim adıma başkası saysa da olur’’.

Havada ve karada gördüğümüz leylekleri birlikte saymaya başladık. Bir süre sonra bize katılanlarla birlikte  Tallinn’e varmadan 100’ü geçtik.


Burası Fareli Köy mü? Kavalcı nerede?

Otelimiz  limana birkaç adım. Otel’deki danışmaya sordum, Eski Kent’e ve Toompea’ya 5 dakikalık yürüyüşle ulaşabilirmişiz. Aklınıza şu soru gelebilir:
-‘’Rehberiniz yok muydu?’’ Vardı ama fizik olarak vardı. Kız güzel; boylu poslu, 20 yaşlarında falan. Türkçe’yi  aksansız konuşan bir Litvanyalı.  Ama tur rehberliğine  eksi sonsuz kadar uzak. Litvanya’da kendi yurdu olduğu için idare ettik, Letonya’dan itibaren herkes başının çaresine bakmaya başladı.  Daha önce iyi hizmet aldığım için tur şirketinin adını burada vermeyeceğim.
Valizleri odaya koyar koymaz yola koyulduk. Ver elini Toompea(Katedral Tepesi)…
Katedral Tepesi'nden(Toompea) Eski Kent
On-on beş dakikalık yürüyüşten sonra lüks  otellerin, alış veriş merkezlerinin , iş merkezlerinin ve geniş yolların bulunduğu yeni kenti geride bırakıp, 13. yüzyıldan kalma  taş parke döşeli Arnavut kaldırımlı daracık  sokaklardan yavaş yavaş  Katedral Tepesi’ne tırmanmaya başladık. Tallinn’i kuş bakışı izleyeceğimiz Tepe’ye bir hayli yolumuz var. Ben de bu fırsattan yararlanıp size birkaç bilgi kırıntısı ile Tallinn’e ilişkin bildiklerimi aktarayım.
Tallinn’in kuruluşu 11. Yüz yıla kadar dayanıyor. Germen Şövalyeleri tarafından kurulan bir kalenin etrafında gelişmeye başlayan kent, Hansa Birliği'ne üye olduktan sonra, Kuzey Avrupa’nın önemli ticaret limanı olmuş ve önemini bu güne kadar sürdürmüş.
Geçmişte bir çok değişik adla anılan kentin adı 1918 yılında Tallinn olmuş. Tallinnden önceki son adı ise Revalmış. Bugün Estonya’nın Başkenti olan ve 1997’de UNESCO’nun Dünya Mirası Listesine alınan Tallinn’de yaklaşık 450 bin kişi yaşıyor.
Eski Kent'te bir meydan
Tallinn’in geçmişine ilişkin vereceğim bilgi bu kadar ama Tepe’ye hala ulaşamadık. En iyisi; zemini düzgün parke taşlarla döşenmiş, her iki yanı neredeyse 1000 yıl öncesinden gelmiş gibi duran kımızı katedral çatılı ahşap evlerle süslü, tepeye doğru çıkan daracık sokakları fotograflıyayım…
Sonunda Katedral Tepesi’ne (Toompea)ulaştık. Yokuş  çıkan insan öncelikle ne yapar? Birazcık dinlenir elbette. Ama ben öyle yapmadım; doğruca tepenin  doğu köşesinde bulunan Kohtuots Seyir yerine  gidip, bir masal kenti havasındaki eski Tallinn’i nefes nefese seyretmeye başladım.
Eski Kent'te bir sokak
Dünyada çok az kenti bir bakışta sülietinden tanırsınız.  Söz gelimi; denizden çekilmiş bir Manhattan fotoğrafı gördüğünüzde;
 –‘’Burası New York’’ dersiniz hiç düşünmeden.Topkapı Sarayı, Ayasofya Müzesi ve Sultan Ahmet Camisi’nın bulunduğu Tarihi Yarım Adanın Sülieti, şimdilik İstanbul’u getirir akıllara. Şimdilik diyorum çünkü; böyle giderse bu güzelim süliet, tarihe ve sanata düşman;''rant, daha çok rant, ölümüne rant'' diyenler yüzünden yok olacak.
Her neyse…
Eski Ken'ti dolaşıyoruz

Kırmızı katedral çatılı Orta Çağdan kalmış gibi duran binalar, yıldız toplar gibi gökyüzüne uzanan eller misali kuleler, limanda bembeyaz direkleri ile
-’’ Hey bizi de yazmayı unutma !’’ dercesine kuzey güneşinin altında pırıl pırıl parlayan tekneler,az ötesinde bizim denizlerin maviliği ile ilgisi olmayan tuhaf, Baltık Mavisi deniz ve Eski Kent…
Ve belleklerinizden silinmeyecek o muhteşem süliet…
Bu sülietin içinde en belirgin olanı hiç kuşkusuz 15.yüzyılda yapılmış olan  St.Olaf Katedrali’nin kulesi… İlk yapıldığında 159 metre ile Avrupa’nın en uzunu olduğu söylenen bu kulenin yüksekliği, yangınlar, yıkımlar ve sonrasında yapılan onarımlar nedeniyle bu gün 123 metreye kadar düşmüş.
Tepe’de Ortaçağdan kalma saray, ev, kaleyi oluşturan sur kalıntılarının yanı sıra hala ayakta kalan kale burçları var. Bakire Meryem Kilisesi ve Estonya Meclisi’nin de burada olduğunu sırası gelmişken söyleyeyim.
Toompea her dönemde Tallinn’i yönetenlerin yaşadığı yer olmuş.
Tepeye ilişkin son söz: Seyir terasında bir köşeye oturup bu Ortaçağ kentini gözleriniz yoruluncaya kadar, sindire sindire seyredin.

Eski Kent (Old Town)

Katedral Tepesi’ne çıktığımız yoldan, bu kez yokuş aşağı, istem dışı, hızlı adımlarla Old Town’a doğru yürüyoruz.
Eski Kent'te sadece turistler var

Eski Kent’i, yenisinden kale duvarları ayırıyor. Kale kapısına doğru yürürken sağımızda solumuzda çiçekçiler, hediyelik eşya satıcıları... Onlarla pek ilgilenmeden bir an önce kale kapısından Eski Kent’e yollanıyoruz. Kale kapısından Eski Kent’e  girer girmez kendinizi başka bir dünyadaymış duygusuna kaptırıyorsunuz. Gördüklerine inanamıyorcasına sağa sola şaşkın şaşkın bakan, ellerindeki kameralarla durmadan fotoğraf çeken  turistleri bir yana bırakırsak Orta Çağ’ın göbeğine düşmüş gibiyiz; yerel kıyafetli satıcılar, restoranlarına müşteri çekmeye çalışan çığırtkanlar…
Yerel giysili Estonyalılar
Kale kapısına yakın olan küçük meydanda oyalanmadan Eski kent’in Arnavut Kaldırımlı daracık sokaklarında kayboluyoruz. Sokaklarda, bizim gibi meraklı birkaç turist dışında tenha. Burada yaşanmıyor mu yoksa?
Yarım günümüzü  Eski Kent’in daracık sokaklarında Kent’i tanımaya çalışarak geçirdik. Bazen çıkmaz bir sokağın çıkmazındaki küçük bir birahanede oturup biralarımızı yudumladık, bazen ara sokaklarda kaybolmuş yerel sanatçıların atölyelerinden küçük alışverişler yaptık. Yorulunca, bir köşe taşına oturup dinlendik. Şirin restoranlar, hediyelikler satan küçük dükkanlar, Orta Çağ'dan günümüze gelen tüccar evleri, küçük meydanlar, manastırlar,   müzeler ve sanat galerilerinin bulunduğu bu büyüleyici  Orta Çağ kentinde saatler geçirdik.
Bom boş bir sokak-Eski Kent
Tallinn, 2. Dünya Savaşı’nda  bombalanmasına karşın pek zarar görmemiş. Özgün yapısını bu gün bile koruyor. Warşova’da olduğu gibi, Avrupa’da bir çok kentte gezdiğim ‘’old town’’ların tamamına yakını  savaş sonrası ,  eski  fotograflardan yaralanılarak aslına uygun olarak yeniden yapılmış.
Tallinn’de  gezip görülecek bir çok tarihsel yapı ve kilise de var. Bir zamanların Doğu Blok’u Ülkeleri'nde ulusal bir kahraman olarak kabul edilen Prens Alexandr Newsky adına  1894 yılında yapımına başlanan ve 1900 yılında bitirilen kilise bunlardan biri. Ayrıca, 123 metrelik kulesiyle St. Olaf Katedrali’ni de ziyaret edilecek yerler listenize almalısınız. Ayrıca  St.Nicholas Katedrali ve  St,Catherina Dominik Manastırı ,vakit ayırıp görmenize değecek kadar ilginç yerler.

Eski Kent’ten 5-6 dakikalık bir yürüyüşle Kadriorg Parkı’na ulaşırsınız.Park, tam olması gereken gibi; tam kafa dinlenecek,  hava açıksa; kitap olunacak, sohbet edilecek sakin bir yer. Yanı başında ise tarihi ahşap evler  sıralanıyor.
Tallinn’in sülietini bir de deniz tarafından görmek isterseniz -ki mutlaka görün- Eski Kent’ten denize doğru yol boyu ilerlerken, ahşap mimari örneklerini fotograflayarak Seaplane Limanı’na ulaşın. Liman yüzyıllarca balıkçılara hizmet etmiş. Buraya kadar gelmişken yaklaşık 3 km’lik kumsalı ile bisiklete binenlerin, yürüyüş yapanların kısaca spor meraklılarının favorisi olan Prita Tee’ye kadar yürüyün. İşte burada sırtınızı denize dönüp, Tallinn’in muhteşem sülietini bir de buradan görüntüleyin. Prita Tee adını buradan denize dökülen bir ırmaktan alıyormuş. 
Tallinn’in yeni yerleşim yeri, Eski Kent’e çok yakın; aralarında tampon bir bölge var sanki. Çağdaş bir kentte aradığınız hemen her şeyi bulabileceğiniz bir yer burası. Bana ilginç gelmedi; geçelim…

Nerede ne yenir 

Yeni Tallinn’de her hangi bir Avrupa kentinde olan restoranlardan bolca var. Ama benim önerim yemek ve içmek için Eski Kent’e gidin. Orada Orta Çağ ortamında yiyip içeceğiniz bir çok kafe ve restoran var...  Gözüme kestirdiğim bir restorana girip, siparişi verdim. Masaya gelen ekmek birkaç dilim ve patates cipsinden  biraz hallice… Daha yemeğe el sürmeden sepetteki ekmekleri bitirdim. Yemek bitinceye kadar birkaç kez daha ekmek sipariş etmek zorunda kaldım. Ve hesap geldi: Abartmayayım, yemek bedeli kadar ekmek parası ödedim. Onun için ne yerseniz yiyin ama fazladan ekmek siparişi vermeyin.


Eski Kent’te kale kapısına yakın küçük meydandaki  Old Hansa, yerel giysili garsonların hizmet verdiği otantik bir restoran , yerel mutfağın örneklerini bulacağınız Old Hansa’nın birasından da  tatmanızı öneririm.

Öneriler

*Tallin’de 2 günden fazla kalacaksanız, bir gününüzü Helsinki’yi görmek için ayırın. Limandan sabah kalkan feribotlar akşama dönüyor. Helsinki Tallinn’e yaklaşık 80 km.

 * Kentin başka yerleşim yerlerini ve çevresini görmek  isterseniz  otobüs  ve tramvay hatlarını kullanmalısınız. Bunun için Tallinn Cart satınalmanızı öneririm.  Bu kart kamu taşıtlarında geçerli olduğu gibi müze ve benzeri yerlerde de geçiyor. Günlükıulaşım için biletleri araç sürücüsünden satınalabilirsiniz.

*THY’nin doğrudan Tallinn’e haftada 3 gün karşılıklı seferleri var

*Türkiye’nin Estonya(Tallinn) Büyükelçiliği:

Adres: Narva mnt 30 10152, Tallinn
Telefon: +372 627 28 80
Fax: + 372 627 28 85



Toompea'dan Yeni Tallinn'e doğru


Eski Kent'te bir meydan


Old Hansa bu yanda


Bizi restoranına davet eden Estonyalı


Limanda gün batımı





3 Aralık 2013 Salı






PET AMBALAJLI SU SEKTÖRÜNÜN DÜNÜ BU GÜNÜ YARINI (6)


1-GENEL DEĞERLEME

Buraya kadar 2008 -2012 yılları arasında PET ambalajlı su sektörünü mercek altına almaya çalıştım. Bu bölümde ise genel bir değerleme yapıp bir sonuca ulaşmaya çalışacağım.

.2008-2012 yılları arasında Pet ambalajlı su pazarının gelişimi aşağıda gösterilmiştir.
(Tablo 1)*

Tablo:1 
Yıllar               0.33 Lt       0.5 Lt          1.5 Lt         5.0 Lt      8-10 Lt       19.0 Lt          Toplam(milyon Litre)  _____________________________________________________ ________       ______________
2008                   39.0        1.095.0      760.0       750.0        325.0            ---                   2 969.0
2009                   37.0        1.227.0      828.0        881.0       438.0         159.0                3.570.0
2010                   46.0        1.646.0      951.0      1.192.0     445.0         259.0                 4.539.0
2011                   50.0        1.736.0     1.033.0     1.208.0    499.0         259.0                 4.785.0
2012                   80.0        2.162.0     1.234.0     1.789.0    668.0         401.0                 6.334.0
 Toplam            252.0       7.866.0     4.806.0     5.820.0  2.375.0      1.078.0             22.197.0(*)
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
%                         1.13            35.43       21.65        26.23     10.70            4.86          =       1
_________________________________________________________________________________

Yukarıdaki tablo incelendiğinde PET ambalajlı su pazarının, 5 yıl içinde % 113 oranında geliştiği görülecektir. Bu da bir anlamda pazarın her yıl yaklaşık olarak % 22 oranında gelişmesi demektir. Ancak bu artış ortalama olup,  oran her ürün için farklıdır. Söz gelimi 0.33 Lt su şişesi satışı, 2012yılında 2008 yılına göre; yani son 5 yıl içinde  sadece  % 97 oranında  artmasına karşın, bu artış oranı 5.0 litrede %138’dir. 19.0 litrede ise, başlangıç yılına göre yaklaşık 6 misli bir artış görüyoruz.Bu arada sırası gelmişken ilk 5 firmanın bu süre içinde 19.0 litre PET şişelere uzak kalmaya devam ettiğini anımsamakta yarar var…

Aynı tablodan yararlanarak PET ambalajlı su pazarının yıllar itibariyle gelişimini çizim 1’de görebilirsiniz.
Çizim:1

.Aynı dönem içinde ülkemizde kişi başına tüketilen PET ambalajlı su miktarı 2008 yılında 41.4 Lt, 2009’da 49.3 Lt, 2010 ‘da 61.9 Lt, 2011’de 64.4 Lt ve 2012 ‘de ise 84.0 litredir (dışsatım dahil).
Çizim 2.

Çizim :2


.2008-2012 yılları arasında ilk 5’e giren firmaların pazara sunduğu PET ambalajların hacimlerinin yıllara göre dağılımı aşağıdaki tabloda gösterilmiştir: Tablo 2.

Yıllar /Milyon Lt.     0.33 Lt           0.5Lt           1.5 Lt           5.0Lt            8-10 Lt           Toplam(LT)
2008                           24.0              394.0          302.0          241.0            118.0                1.079.0
2009                          27.0               444.0          358.0           256.0           169.0                1.254.0
2010                          31.0               582.0          352.0           308.0           134.0                1.407.0
2011                          28.0               676.0          404.0           422.0           181.0                1.711.0
2012                          52.0               805.0          488.0           523.0           254.0                2.122.0
Toplam                    162.0            2.901.0       1.904.0        1.750.0         842.0                7.573.0(*)
     %                             2.14               38.30          25.16          23.10          11.30                    100.0
_________________________________________________________________________________Tablo incelendiğinde, pazarın lokomotifi olan ilk 5 firmanın nispeten küçük ölçekli ambalajlara yöneldiği ve bu durumun yıllar itibariyle de pek değişmediği görülebilir. 0.33 Lt ,0.5 Lt ve 1.5 olarak  pazara sunulan PET ambalajlı suların oranı, toplam ambalajların içinde % 65.71’idir. Biraz sonra göreceğimiz gibi, bu firmaların dışında kalan firmaların ürün gamında küçük ölçekli ambalajların payı ilk 5’e göre oransal olarak daha düşüktür.

.2008-2012 yılları arasında ilk 5 firmanın dışında kalan firmaların pazara sunduğu şişe hacimlerinin yıllara göre dağılımı aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. Tablo 3.

Tablo 3
Yıllar/milyon Lt         0.33Lt         0.5 Lt         1.5 Lt           5.0 Lt        8-10 Lt        19.0 Lt     Toplam
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- 
2008                             15.0              705.0        456.0            507.0         207.0            --           1.890.0
2009                             10.0              783.0        471.0            625.0         269.0          158.0      2.316.0
2010                             15.0           1.064.0        599.0            883.0        311.0           260.0      3.132.0
2011                             22.0            1.060.0       629.0             787.0       318.0           258.0      3.074.0
2012                             28.0            1.357.0       746.0          1.265.0       414.0          401.0       4.212.0(*)
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Toplam                     90.0            4.969.0       2.901.0         4.068.0      1.519.0       1.077.0  1 4.624.(*) 

         %                          -                  34.0              20.0               28.0            11.0              7.0           100


Tablo 3’den de görüleceği gibi ilk 5 dışında kalan firmaların 0.33,0.5 ve 1.5  PET şişelerde pazara sunduğu suyun, toplam satışlardan aldığı pay %54.43 tür.

.2008-2012 döneminde PET ambalajlı suyun ilk 5 ve ilk 5 dışında kalan firmaların toplam pazardan aldıkları pay tablo 4’de gösterilmiştir.

Tablo :4
Yıllar                     Toplam  /Milyon LT         İlk 5 Milyon/LT      %                İlk 5 dışındakiler Mil./Lt.    %
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
2008                             2.969.0                           1.079.0             36.34                    1.890.0                   63.66
2009                             3.570.0                           1.254.0             35.12                   2.316.0                    64.88
2010                             4.539.0                           1.407.0             30.99                    3.133.0                     69.01
2011                            4.785.0                            1.711.0             35.75                    3.074.0                     64.25 
2012                            6.334.0                            2.122.0             33.50                    4.212.0                     66.50
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------(milyon LT)          22.197.0                          7.573.0                                          14.624.0
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
5 yılın oransalı    %      100.0                                34.12                                              58.88
 ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Tabloyu incelediğimizde satış sıralamasında ilk 5’i oluşturan firmaların araştırmamızın başlangıç yılı olan 2008 yılında toplam pazardan aldıkları pay % 36.34'iken, bu pay 2012 yılında %33.5’e düşmüştür. Kuşkusuz bunun en önemli nedeni; araştırmamıza konu olan ilk 5 firmanın dışında kalan firma sayısının 2008 yılında 68 olan sayısının,2012 yılına kadar giderek artıp  105’e çıkmasıdır. Dolayısı ile ilk 5 firmanın yıllar içinde gelişen pazardan aldığı pay, pazardaki firma sayısı arttığı için bir düşüş eğilimine girmiştir ve bu doğal karşılanmalıdır. İlk 5 firmanın 5 yıllık süreç içinde pazardan aldığı en düşük pay, %30.99 ile 2010 yılıdır ve bu yıl pazardaki firma sayısında bir önceki yıla göre önemli bir artış olmamasına karşın ilk 5 dışında kalan firmaların kapasitelerindeki önemli artıştan kaynaklanmaktadır. 
 
Çizim 3’de, ilk 5’in ve ilk 5 dışında kalan firmaların pazar paylarının yıllık değişimi görülmektedir:
Çizim: 3
Çizimde, ilk 5 firmanın, pazara yeni oyuncular girmesine karşın Pazar paylarını % 30’lar düzeyinde tuttuğunu görebiliriz.

2-SONUÇ

PET ambalajlı su sektörünün son 5 yılını irdelediğimiz bu çalışmayı birkaç başlık altında özetleyebiliriz.
.Bu sektör, 5 yıllık süreçte yaşanan yerel ve küresel ekonomik krizlere karşın yatırım yapmayı sürdürmüş ve her şeye karşın yıllık ortalama % 22’nin üzerinde bir gelişme göstermiştir. Önümüzdeki yıllarda (en az 5 yıl) gelişimini, bir önceki yıla göre yaklaşık %10 oranında artarak sürdürecektir.
.5 yıllık süreçte pazarda satılan suların %35.43’i 0.5 litredir. Bu oran, ilk 5’de  %38.30, diğerlerinde ise %34’tür. 0.33, 0.5 ve 1.5 litrelik ölçüdeki suların pazar ortalaması toplamın % 58.21 iken, bu ortalama ilk 5’de % 65.60, diğerlerinde ise %54.43’dür. Bu oranlar dikkate alındığında ‘’markaların’’ ağırlıklı satışları, küçük ambalajlardadır. Ancak son yıllarda ilk 5’de dahil olmak üzere pazar genelinde, 5.0, 8-10 lt ve 19 .0 litrenin toplam satışlardaki oranı düzenli olarak artmaktadır. Sözgelimi 2008 yılında büyük ambalajın oranı, pazarın genelinde  % 36.20 iken bu oran 2012 yılında % 45.12’ye yükselmiştir.
.Sektör oyuncuları arasında, gelecek yıllarda pazara yeni firmaların (markalar) gireceği beklentisi yaygındır. Ama bu dönemde, geçmiş dönemde olduğu gibi çeşitli nedenlerle(yanlış yatırım, sermaye yetersizliği, düşük kapasite, pazar bilgisi eksikliği) pazardan çıkacak firmaların da olacağını akılda tutmak gerekir. Bu durumda, gelecek yıllarda pazardaki oyuncu sayında geçmiş yıllarda görülen hızlı artış beklenmemelidir. Hatta birkaç yıl sonra, pazardaki gelişime karşın pazardaki oyuncu sayısının azalabileceğini söyleyebilirim. Bu birleşmelerle, satınalmalarla ya da pazardan tümüyle çekilmekle olabilir.
.Sektörde haklı olarak ‘’marka’’ olanların, yurt genelinde yeni su fabrikaları kurmaları ya da mevcutlarını satın almaları devam edecektir. Yaklaşık  15 yıl önce  Hayat markasının Hendek’de faaliyet gösteren bir fabrikayı(Flora) satın aldığını, daha sonra Pınar,Sırma,Damla gibi markaların da aynı yolu izlediğini anımsamak gerekir.Yurt geneline yayılmanın en önemli nedeni hiç kuşkusuz ‘’markayı ‘’ tek bir merkezde üretip yurgeneline taşımanın yüksek maliyetidir. Ekonomik olan; iyi bir planlamayla ’’markayı’’ birkaç bölgede üretmektir. Bu uygulamayı ilk 5 marka yapmış ve başarılı sonuçlar da aldıkları için yapmaya da devam edeceklerdir. Bu uygulamanın pazara yeni firmaların girmesini güçleştireceği kanısındayım.
.İncelediğimiz 5 yıllık süreç içinde pazar lideri konumundaki  5 firmanın pazar payının en düşük olduğu yıl ve oran 2020 yılı ve %30.99 idi. Bunun nedenlerini yukarıda açıklamıştık. 2008 yılı bir yana bırakılırsa; bu firmaların toplam pazardan aldıkları pay ortalama olarak %34 seviyesindedir. Yukarıda pazarın geleceği ile yaptığım tahminler ışığında ve sektörde olağan dışı gelişmeler olmayacağı varsayımıyla; bu markaların pazar paylarının gelecekte de  % 30’ların altına düşmeyeceğini söyleyebilirim.
.İncelememize konu olan dönemde en dikkate değer husus, pazara yeni giren firmaların düşük kapasiteli yatırımları tercih etmeleridir. Ancak bu düşünceyle pazara giren firmalar, kısa sürede ya pazarı tamamıyla terk ediyorlar, ya da el değiştiriyorlar. Bunların bir bölümü ise  PET şişeli su üretiminden çıkıp PC  ya da PET bardak üreterek ayakta kalmaya çalışıyorlar. Son 5 yılda bu tür firma sayısı 20’nin üstündedir.
.Çalışmamızda, sadece pazara PET şişede su sunan firmaları ele aldık. PET bardak, PC damacana ve cam şişe konusuna girmedik. Ancak bu konuda kısaca görüş bildirmem gerekirse şunu söyleyebilirim. PET bardağın ambalajlı içme suyu sektöründeki (litre temelinde)pazar payı, tahminime göre %1’dir. Cam şişe ise özellikle ‘’marka’’ diye tanımladığımız 5-6 firma için sadece ‘’prestij’’ açısından önemlidir ve kanımca firma imajı için pazara sunulmaktadır. Ambalajlı su sektöründeki Pazar payı ,’’eser’’ miktardadır.

3-SON BİR KAÇ SÖZ

Yılların birikimi olan bu çalışmayı kağıda dökmek yaklaşık 3 ayımı aldı. Bazı konuları kağıda dökmeden önce kimi paydaşlarla bir kez daha tartışıp, son şeklini verdim. Her çalışmada olduğu gibi bu çalışmamda sektöre ilişkin akıllardaki soruların tümüne yanıt verme iddiasında olmadım. Bunun iki önemli nedeni var. İlki; bu bilgiler bana ‘’aramızda kalsın’’ koşuluyla verilmiştir. Bu nedenle hiçbir firmanın özeline girilmemiştir.
İkinci nedense; PET ambalajlı su sektörünün dününü, bugününü ve yarınını anlamak için daha fazla ayrıntıya gerek olmadığını düşünmemdir.
Umuyorum bu çalışma, pazardaki oyunculara ve bu pazara girmeye niyetlenenlere ışık tutar.
Şimdiye dek ,soranlara bildiklerimi  hiçbir karşılık beklemeden anlattım. Sonradan, kendilerine yıllar önce anlattıklarımı bana kendi düşünceleriymiş gibi aktaranları da sabırla dinledim. 

29 yıl böylece geçti.

Umarım bu gün sektörde görev yapanlar ve gelecekte  görev yapacaklar, bilgi ve deneyimlerini  hiç karşılık beklemeden paylaşırlar. Ne demişler ‘’bilgi verirseniz bilgilenirsiniz’’.
Son noktayı koyarken'' bu çalışmadan  sonra, sektöre olan borcumun bir kısmını ödediğimi umuyorum'' diyebiliyorum.
As good as it gets.
----------------------------
NOT:Bu çalışmamı hazırlarken gerekli düzeltmeleri çizimleri yapan Çevko Uzmanı Sayın Hande Sifoğlu Ünver’e teşekkür ederim.
----------------------------
(*)Rakamlar arasındaki küçük farklılıklar yuvarlamalardan kaynaklanmaktadır.



1 Aralık 2013 Pazar

AGRA



AGRA

Aşkın Delilik Hali…

Hindistan’daki ikinci durağımız Agra Kenti’ydi; hani bulmacalarda ‘’Tac Mahal’in bulunduğu kent’’ diye sorulan sorunun yanıtı olan… Çok ilginçtir; bir çok kimse Tac Mahal’i bilir de, bu anıtın bulunduğu kentin adını bir türlü anımsayamaz. Paris’i Eiffel’siz anımsayabiliriz ama Agra’yıTac Mahal’siz anımsamak zor; ben de anımsayamıyanlardanım. Agra’ya Jaipur’dan otobüsle gittik. Önce otele şöyle bir  uğrayıp, valizlerimizi bıraktıktan sonra ver elini Tac Mahal…

Tac Mahal’i ve onun hüzünlü öyküsünü anlatmadan önce bu anıt mezarın bulunduğu kent olan Agra’ya ilişkin kısaca bilgi vereyim.
Agra, kuzey Hindistan’da bulunan yaklaşık 1. 7 milyon kişinin yaşadığı bir kent. Yaşayanların % 40’ımüslüman ve Budistlerce kutsal sayılan 2 nehirden biri olan Yamuna Agra’da. Zamanında Babür İmparatorluğuna başkentlik yapmış olan kentte Tac Mahal’in dışında hayalet kent Fatehpur Sikri’yi, Agra Kalesi’ni  ziyaret edebilirsiniz. İşte okadar...

Neyse; Agra’yı sebeb-i ziyaretimiz olan Tac Mahal’e doğru yola koyulduk. Otobüste bir heyecan bir heyacan, sormayın… Her kes Tac Mahal hakkında bildiklerini yanındakine anlatıyor, rehberi dinleyen pek yok gibi. Özellikle kadınlar kıpır kıpır. Öyle ya dünyanın, bilinen en büyük aşklarından birinin somutlaştırıldığı bir yeri ziyarete gidiyoruz.
Tac Mahal'e giderken yol boyunca Hindistan, tüm çıplaklığı ile- gerçekten yarı çıplak insanlarıyla-pisiliği ile müthiş doğal zenginliğine karşın yoksulluğu ile bir kez daha belleğime kazınıyor.
Agra


Yüksek duvarlarla çevrilmiş Tac Mahal’e büyükçe, kızıl taştan işlemeli yüksek bir kapıdan giriliyor.Girişte kontrol var.İçeri girerken bazı yasaklara hazırlıklı olmanız gerekiyor. Söz gelimi; sırt çantası ile içeri giremiyorsunuz.. Sadece onla kalsa iyi. Makyaj malzemesi, parfüm,tarak, fırça, çakmak, sigara, şişe suyu ve yiyeceğe izin vermiyorlar. Ya kamera? İşte ona izin var. İçeri girerken ayakkabılarınıza  galoş takmanız gerektiğini de sırası gelmişken anımsatmalıyım.

Giriş kapısından Tac Mahal’in bulunduğu alana adımınızı atar atmaz, fotograflardan tanıdık gelen o muhteşem görüntü ile karşılaşıyorsunuz. Anıta yaklaştıkça, ne kadar usta fotograf sanatçısı olursanız olun; ışık, fotograf çekmeniz için ne denli uygun olursa olsun, bu görüntüyü bire bir yansıtmanız olanaksız. Hadi görüntüyü en gelişmiş kameranızla aslına uygun olarak yansıttınız diyelim… Ya o görüntüyü tamamlayan, dünyanın en görkemli aşk öyküsünün büyüsünü kameranıza sığdırabilir misiniz?
Tac Mahal Giriş Kapısı

Tac Mahal için muhteşem dedim. Son yıllarda ‘’muhteşem’’ sözcüğü o kadar sıradan şeyler için kullanılır oldu ki; bu sözcüğü ulu orta kullananların Tac Mahal’i bir kez ziyaret ettikten sonra, şapkalarını önlerine koyup, muhteşem sözcüğünü sadece Tac Mahal gibi gerçekten muhteşem olan yapıtlar için kullanmalarını öneririm.

Tac Mahal’nin hüzünlü öyküsüne gelince; Babür Hakanı Cihan Şah, üç karısı içinde en çok , Ecüment  Banu’yu (lakabı mümtaz) sever, onu ötekilerden üstün tutup, arapçada seçilmiş,diğerlerinden üstün tutulan anlamına gelen'' Mümtaz'' diye çağırırmış.. Gelelim öykünün devamına. Cihan Şah Mümtaz’ı o kadar severmiş ki; hiç yanından ayırmaz, savaşta bile yanından eksik etmezmiş. Çiftin 7’si doğum sırasında ya da çocuk yaşta ölen 13 çocukları olmuş. Mümtaz,1631 yılında 14. çocuğunu doğururken ölünce-tarihçiler 14. çocuğun yaşayıp yaşamadığı hakkında bilgi vermiyorlar-; Şah Çihan’ın da dünyası kararmış, biricik aşkı için dünyada eşi benzeri bulunmayan bir anıt mezar yaptırmaya karar vermiş.

Yer olarak da Hintlilerce kutsal sayılan Yamuna Nehri’nin kıyısını seçmiş. Anıt Mezar’ın mermerleri  Agra’ya 300 km mesafeden filler tarafından taşınarak getirilmiş. 1632 yılında yapımına başlan anıt mezar, 20 bin işçi ve ustanın yıllar süren çabasıyla 1652 yılında tamamlanmış. Rivayet o dur ki; Cihan Şah, benzerini yapmasınlar diye Tac Maha’li yapan ustaların ellerini kestirmiş.  Ben bu söylenceye ‘’şehir efsanesi’’ diyorum. Böylesine sevgi dolu bir aşığın,’aşkını somutlaştıran’  anıtı yapanlara bu cezayı reva göreceğini sanmıyorum. Geçelim…

Tac Mahal, 4 minareli ve yerden yüksekliği 82 metre olan bir kubbeden oluşuyor.Dışardan görünen bu ana kubbenin altnda 30 metre yükseklikte bir iç kubbe daha var ve bu kubbenin altında Cihan Şah ve onun biricik aşkı Mümtaz Mahal’in mezarları yer alıyor. Bu kubbenin altında bir ses 7 kez yankılanırmış dedi rehberimiz. Ama onca kalabalık ve gürültü içinde kendi sesimizi bile duyamıyorduk değil ki sesimizin yankısını.Oysa insan burada, dünyanın en büyük aşıklarının kabrinde sadece sesizliğin sesini duymayı arzuluyor.
Tac Mahal’in duvarlarında akik, sedef, firuze,inci, yakut gibi taşlar çakılmış  ama taşlar ''çakma'' değil, hepsi gerçek. 
Mümtaz Maha'lin Mezarı Sağda, Cihan Şah'ın Mezarı Solda.Şah Cihan sonradan gömüldüğü için kubbe merkezinden sola kaymış.M.Mahal'in Mezarı ise kubbe merkezinin altında
(Fotograf flaşsız çekildi)


Anıt'ın bahçe’si yaklaşık 180 dönüm; çiçekler, ağaçlar ve havuzlarla bezenmiş...
Bahçenin Tac Mahal'e yakın bir köşesinde ağaçların arasına gizlenmiş gibi duran, muhteşem Tac Mahal’e  mahcubiyetle bakan kahverengi, kızıl taşlarla yapılmış küçük bir saray gözüme çarptı. Neyin nesiydi bu yapı? Bahçeye ya da anıta göz kulak olanlar için yapılmışsa; onlar için gereğinden fazla gösterişliydi. Eni iyisi bunca kalabalığın arasından rehberimizi bulup sormak.

Tac Mahal'de Bir Saray
Sordum.

O da bilmiyormuş...

Tac Mahal’e giriş yaklaşık 5 USD.

Size son bir öneri :Tac Mahal’i karış karış gezdikten sonra ,Yamuda Nehrinin üzerinden güneşin batışını izleyin ve sevdikleriniz için neler yapabileceğinizi düşünün. Kendinizi rahatlamış hissedeceksiniz.

Fatehpur Sikri

Agra’da ziyaret edilmesi gereken yerlerden biri de Agra’ya yaklaşık 45 dakikalık mesafede olan hayalet  kent diye de bilinen Fatehpur Sikri’dir.
Doğuda her kentin bir öyküsü vardır. Hayalet Kenti’n öyküsü de şöyle: Babur İmparatorluğunun kurucusu olan Babür  Şahın torunu Ekber Şah, bir çok dinden ve ulustan kadınla evlenmiş olmasına karşın hiç çocuğu olmamış. Eee!  imparatorluk veliaht ister. Çare evliyalarda. O da  Selim Çisti adında bir evliyaya başvurur. Evliya, Şah’n üç çocuğu olacağını muştular. Bir süre sonra Ekber’in 3 oğlu olur. Bunun üzerine Şah, evliyanın dergahının yakınına bir kent kurar adını ‘’zafer kenti’ anlamına gelen Fatehpur Sikri koyar ve yaklaşık 10 yıl burada yaşar. Ancak kentin en büyük sıkıntısı susuzluktur.Çar naçar kent terk edilir ve burası hayalet kente dönüşür.

Fatehpur Sikri

Agra Kalesi (Agra Fort)

UNESCO'nun 1983 yılında dünya mirası listesine aldığı Agra Kalesi, kalenin yapımında kullanılan taşların rengi nedeniyle ''kızıl kale'' olarak da anılıyor.Yapımı yıllar süren kale 1648 yılında Şah Cihan tarafından tamamlanmış.Kale aslında etrafi yüksek duvarlarla çevrili güzel bir saraydan oluşuyor. Agra kalesini ilginç kılan TAC Mahal'le bağlantılı bir öykü. Öykü Tac Mahal'in yapılmasından sonra başlıyor.
Agra Kalesi
Cihan Şah karısının ölümünden yıllar sonra bile onun acısını içinden atamamış. Ona yakın olmak üzere Yumuna Nehri’nin Tac Mahal’e denk gelen karşı tarafına bu kez siyah mermerden kendisi için bir anıt mezar yaptırmaya karar vermiş. Başta veliahtı Evrengizip olmak üzere ileri gelenler, devletin böyle bir yükün altından kalkamayacağını, bu anıtı yapmakta israr ederse; imparatorluğun çökeceğini söylemişler, söylemesine ama  Şah ''Nuh demiş ama peygamber ''dememiş. Sen misin böyle diyen? Evrengizip babasını ,
-‘’Aşkın bu kadarı da cilde zarar’’ deyip , tahtan indirmiş ve onu yukarıda sözünü ettiğim saraya hapsetmiş. Sarayın özelliği; bir odasının Tac Mahal’i görmesiymiş. Cihan Şah’da ölünceye kadar bu odadan  karısının mezarının bulunduğu Tac Mahal’e bakıp durmuş…
Hatta öykü anlatıcıları,
- ''Cihan Şah, Tac Mahal'i görmek için pencereye gidemeyecek kadar hasta olduktan sonra bile yattığı yerden, özel olarak yaptırdığı bir ayna düzeneği ile karısının yattığı yere bakmayı sürdürdü'' diyorlar.
Cihan Şah'ın aşkı için yaptıklarını öğrendikten sonra ben, öykü anlatıcılarına inanmazlık edemem. Ne de olsa aşkın sonu, deliliğin başlangıcı sayılır. 
Restoranda Halk Dansı


Alışveriş
Agra'da özellikle el yapımı işlemeli yatak örtüleri,yastık kılıfları satın alabilirsiniz. Alışverişte sıkı pazarlık yapın gözünüzün yaşına bakmıyorlar.
Taklit takılardan da sakının.Bu işten anlamıyorsanız ve yanınızda anlayan biri yoksa mücevher işinden uzak durun.
-''Kardeşim ben turistim, buradan mutlaka mücevher almalıyım !'' diyorsanız, bari başlangıçta size önerilen fiyatın üçte birini verin. Satıcı sinirlenirse; aldırmayın. Rol yapıyordur.

Ne yenir
Jaipur'u yazarken Hint yemeklerinin çok baharatlı olduğunu , iyi restoranların dışında yemek yenilmemesini söylemiştim.
En iyisi kaldığınız otel de yemek, ya da turla gidiyorsanız; rehberinize uymak.

Nasıl gidilir
Agra'ya ülkemizden doğrudan uçuş yok.Ancak; THY ile Yeni Delhi'ye uçar, oradan da ya yerel bir uçak firması ile ya da otobüsle gidersiniz. Uyarı! Otobüsler ilk icat edilenlerden(!)
Trafikse; Buda'ya emanet (!)






Tüm kamyonların arkasındaki yazı:Korna Çalın Lütfen

Otelimizdeki Görevli 


Elişi


Agra'da Trafik(!)