29 Ocak 2013 Salı

Domates Salçası ve Püresi Tebliğ Taslağı Üzerine Görüşler

Domates Salçası ve Püresi Tebliğ Taslağı üzerine görüşler
Geçtiğimiz aralık ayının içinde Gıda tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Türk Gıda Kodeksi-Domates Salçası ve Domates Püresi Tebliği(Tebliğ no:2012/Taslak) başlıklı bir tebliğ yayınladı. Bu tebliğde domates salçası ve püresinin üretim esasları yeniden belirlenirken, bu ürünlerde bu zamana kadar başarılı bir şekilde kullanılan plastik kavanozların kullanılması da yasaklanması yoluna gidiliyor. Bu yasak yetmiyormuş gibi Taslak Tebliğ’de, gelişmiş ülkelerde bu tip üretimlerde ambalaj olarak kullanılması aşırı fiyatları ve yüksek oranlı karbon ayak izleri nedeniyle gün geçtikçe azalan ambalaj malzemelerinin kullanılması zorunluluğu getiriliyor. Tebliğin 11. Maddesi şu şekilde kaleme alınmış :(1) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünlerde 29.12.2011 tarihli ve 28157 3 üncü mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Gıda ile temas Eden Madde ve Malzemeler Yönetmeliğine uygun cam ve metal esaslı ambalaj malzemeleri kullanılır. Plastik esaslı ambalaj malzemeleri kullanılamaz.
İfade aynen bu şekildedir.  Bakanlık,  bir yanda plastik esaslı gıda kaplarının domates salçası ve püresinde kullanımını yasaklarken öte yanda hangi gıda kaplarının kullanılacağını  ‘’malzeme’’ adı vererek zorunlu hale getiriyor.
Elbette bu bir taslak; uygulaması zorunlu bir kural şimdilik ortada yok. Bu nedenle konuya ilişkin görüşlerimi, taslağı hazırlayanların dikkatine sunmayı sektöre yaklaşık 30 yıldır hizmet veren biri olarak görev edindim.
Tebliğ Taslağı’nda genel anlamı ile plastiklerin yasaklanmasından söz ediliyor. Bu Taslağı hazırlayan Bakanlık yetkilileri de dâhil olmak üzere, ‘’ev tipi salça pazarının’’yapısını bilen herkes, Taslakta ‘’plastik esaslı ambalaj malzemesinden ’’kastedilenin aslında PET kavanozlar olduğunu iyi bilirler.  Yaklaşık 20 yıldır ‘’ev tipi domates salçasında’’ başarılı bir şekilde gıda kabı olarak kullanılan PET kavanozlar neden birden bire yasak kapsamına alındı?
Ülkemizde yıllar içinde, özellikle su ambalajı olarak kullanılan PET şişeler aleyhine belli kesimler tarafından olumsuz kampanyalar yürütülmüştür. Bunların sonuncusu ise, yaklaşık iki yıl kadar önce bir ‘’sanayi ve medya patronu’’nun, denetimindeki gazete ve televizyonda PET şişelere karşı yürütülen kampanyaydı. Bu süreçte PET şişe satışlarında her hangi bir düşüş olmamasına karşın,  kampanya sonucu birçok su şişeleme firması, bu gün büyük bir bölümü atıl durumda olan ya da çok düşük kapasitelerle çalışan cam şişe dolumu için yatırımlar yapmışlardı. İlgili Bakanlık ve Ambalajlı Su Üreticileri Dernekleri,  bilimsel araştırmalara dayanarak yaptıkları açıklamalarla, bu olumsuz algının önüne geçmişlerdi. Bütün bunlar olup biterken, aynı medya patronunun Bilecik’te PET şişeye rakip, bir cam şişe tesisi kurmakta olduğunu basından öğrendik.
Cam ya da metal esaslı ambalajlar da plastik esaslı malzemeler kullanılmaz mı?
Bu kısa açıklamadan sonra konumuz olan Tebliğ’e dönelim.
Bakanlık Tebliğ’in 11 maddesinde özetle  ; ‘’domates salçası ve püresi, plastik esaslı malzemelerden üretilmiş ambalajlara konamaz ancak cam ve metal esaslı ambalajlara konur ‘’diyor. O zaman Bakanlığa şu soruyu sormak kaçınılmaz oluyor.
‘‘ Salça üretiminde kullanılmasını zorunlu hale getirdiğiniz cam ve metal esaslı ambalaj malzemelerinde plastik esaslı malzeme kullanılmakta mıdır ?’’
Sorunun yanıtını biz verelim. Evet!  Cam ya da metal esaslı salça ambalajlarında plastik malzeme koruyucu olarak kullanılır. Oksijen geçirgenliğini önlemek için cam ambalaja kullanılan metal kapakların contası plastik esaslıdır. Kapaktaki bu plastik conta,  cam ambalajın içindeki salçanın bozulmaması için gereklidir. Kapaktaki plastik esaslı malzemenin üretim-tüketim sürecinde salça ile teması ise kaçınılmazdır.
Bakanlığın bu Tebliğ taslağı ile kullanımını zorunlu kıldığı metal esaslı salça ambalajlarına gelince: Hangi tür salça olursa olsun bu gün bu sektörde kullanılan metal esaslı ambalajlar doğrudan doğruya içindeki salça ile temas etmez. O halde, metal esaslı ambalaj, salça ambalajı olarak nasıl kullanılmaktadır?  Bu sorunun yanıtı da kısadır: Plastik esaslı bir malzeme ile sıvanarak. Özetle salçada ister cam,  ister metal esaslı ambalaj kullanılsın muhakkak plastiğin eşiz özelliğinden yararlanmak zorunludur.
Durum böyle iken Bakanlık neden domates salçası ve püresi üretiminde plastik esaslı ambalajı, daha açık bir ifade ile PET kavanoz kullanımını yasaklamak istiyor?
PET kavanozların ‘‘fabrika tipi ev tipi domates salçasında ’’ ambalaj malzemesi olarak kullanılmasının geçmişi yaklaşık 20 yıl öncesine dayanır. Ev tipi domates salçası üretimi bir gereksinimden doğmuştur. Bilindiği gibi, ülkemizin Batısından Doğusuna kadar hemen her yerinde, geleneksel olarak ev tipi tuzlu domates ya da biber salçası üretimi genelde evlerde yapılır. Domates ezilir, kırmızıbiber kıyılır. İçlerine bozulmayı önleyecek kadar tuz konduktan sonra güneş altında bir kaç gün bekletilir. Daha sonra bu salça başta PET olmak üzere plastik malzemeden yapılmış kavanozlarda saklanır, ta ki yeni sezon gelinceye kadar. Saklama kabı olarak teneke ambalaj salçanın içindeki tuz nedeniyle kolayca paslanacağı için, cam ise bir yıllık süre içinde kırılma olasılığını yüksek olması nedeniyle tercih edilmez. Halkımızın bu tüketim alışkanlığını iyi değerlendiren kimi girişimciler, ev tipi salçayı fabrika ortamında üretmeye başladılar ve bu günlere gelindi. Hepimiz evimize metal esaslı ambalajlara konmuş domates salçası almışızdır ve almaya da devam ediyoruz. Bu ambalajları açtığınızda, ister dışarıda, ister buzdolabında tutun,  birkaç gün içinde salçanın küflendiğine tanık olursunuz. Bu istenmeyen küfü önlemek için ya üzerine 2 parmak sıvı yağ koyarsınız ya da içine sofra tuzu karıştırırsınız.  İşte bu nedenlerden dolayı ‘’ev tipi domates salçasının’’ pazar payı o günden bu güne hızla artarak salça pazarının yaklaşık pazarın yaklaşık % 35’ine ulaştı. Bu da yaklaşık yılda 60 bin ton salça eder. Elbette’’ev tipi domates salçası ve püresinin’’pazar payındaki bu hızlı artıştan, bu tip üretim yapmayan öteki üreticilerin rahatsız olması doğaldır.
‘’Ev tipi domates salçası ve püresinde’’ ambalaj olarak PET kavanozların kullanılması, bu tür salçaya talebi olan ülkelere dışsatımı da kolaylaştırmıştır. Yıllar önce gıda üreticisi firmalar, dışsatım yapmak için uygun gıda kabı bulamamaktan şikâyet ederlerdi. Klasik ambalajlar malzemeleri pahalı olmalarının yanında ya ambalajladıkları gıdanın ağırlığı kadar ağırdılar ya da çabucak kırılıyorlardı Bu gün Bakanlıkça yasaklanmak istenen PET kavanozlar sayesinde özellikle Türkler’in yoğun olarak yaşadığı ülkelere ‘’ev tipi tuzlu salça’’ dışsatımı yaklaşık bu tür salça üretiminin %25-30’una ulaşmıştır. Burada ilginç olan şu hususu belirtmekte yarar var. Bizde yasaklanmak istenen dışsatıma konu PET kavanozdaki ‘’ev tipi’’ salçanın önde gelen alıcısı yaklaşık 3,5 milyon Türk’ün yaşadığı Almanya’dır. Alman Devleti, tüketicisi Türkler (!) bile olsa sağlığa zararlı (!) olduğu iddia edilen ‘’PET kavanozlardaki ev tipi salçanın’’ ithalatına izin verir mi dersiniz?

Benzerlerine göre daha fazla çevreci…
Bu gün dünyanın tüm gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerinde PET şişeler ve kavanozlar, güvenilir gıda kabı olarak kullanılmakta ve hızla klasik gıda kaplarının yerini almaktadır. Bunun kuşkusuz en önemli nedeni bu kapların kullanım kolaylığı, fiyatlarının aynı işi gören gıda kaplarına göre çok düşük, ağırlıklarının rakipleriyle kıyaslanmayacak kadar hafif olması ve benzerlerinden çok daha kolay olarak şekillenmesinin yanı sıra yaratılmak istenen tüm olumsuz algılara karşın sağlıklı bir gıda kabı olarak kabul edilmesidir. Tüm bu özelliklerinin yanı sıra, çevrenin korunması açısından; bilinenlerin aksine  ‘’geri dönüşümünün’’ kolay, ‘’ karbon ayak izinin’’benzerlerine göre daha az olması nedeniyle PET’in sanılanın aksine çevre dostu bir ambalaj malzemesi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Dünyadaki gelişmeler de bu savımızın doğruluğunu göstermektedir. Cam ambalajlar çevre ve can güvenliği açısından AB’de inceleme altında olup yasaklanması konusunda çalışmalar yapılmaktadır. Söz gelimi Fransa ve İtalya’da cam ve metal esaslı ambalaj malzemelerinin özellikle kantinlerde, lokanta mutfaklarında, fast-food restoranlarında kullanımına sınırlar getirilmesi yönünde çalışmalar başlamıştır. Buradaki amaç; cam kırılması nedeniyle oluşan kazaları en aza indirmektir. Bu gün ülkemizde bazı uluslar arası fast-food restoranlarına cam malzemenin girmesi yasaktır. Bu yasak kararını her hangi bir bakanlık değil, firma kendisi almıştır.
PET gerçekte nedir? Ne değildir?
PET’in açılımı Polyethilentereftalat’tır. Burada PET’in birkaç özelliğinden bahsetmenin tam sırasıdır.
PET içerisine katılan ve gıda ile temasta hiçbir sakıncası bulunmayan oksijen bağlayıcı katkı malzemeleri sayesinde dış ortamdan ambalaj malzemesine girecek oksijen en aza indirilmekte ve aynı zamanda ambalaj içerisindeki oksijen aktif olarak emilmekte ve gıdanın oksijenden etkilenerek bozulmasının önüne geçilebilmektedir. Günümüzde bu katkılar, özellikle meyve suyu, bira, ketçap ve domates sosunun konulduğu PET ambalaj malzemelerinde kullanılmaktadır.
UV ışınlarını tutan katkı malzemeleri PET içerisine katıldıklarında, gıdaların UV ışınlarından etkilenmesi azaltılmakta ve bu sayede gıdaların UV etkisinden dolayı bozulmasının önüne geçilebilmektedir.
Çok katmanlı(multilayer) PET ambalaj malzemeleri sayesinde, ambalaj içerisinde hem karbondioksit kaybı hem de dış ortamdan oksijen girişinin en aza indirilmesiyle gıdanın ya da içeceğin raf ömrü uzatılabilmektedir. Bu teknoloji ile çok farklı ‘’bariyer’’ malzemeleri kullanılarak gıda ve içeceklerin raf ömrü uzatılmış, diğer ambalaj malzemeleri yerine PET malzemeleri kullanılmaya başlanmıştır. Bu teknoloji ile üretilmiş PET şişeler ve kaplar hem Avrupa’da hem de dünyada yaygın bir biçimde çok farklı gıdalar için kullanılmaktadır.
Sıcak doluma uygun “Hot Fill “ olarak adlandırılan PET kaplar ve şişeler sayesinde, sıcak olarak doldurulan gıda ve içecekler de PET kaplara konulmaya başlamıştır. Bu teknoloji ile 92 C dereceye kadar dayanabilen kaplar üretilmekte ve bu sıcaklıkta dolum ve pastörizasyon yapılan gıda ve içecekler PET ambalaj malzemeleri sayesinde raflarda yerini almaktadır.
Son yıllarda PET ve plastik ambalaj sektöründe yeni teknolojilerle birlikte katkı malzemeleri, APPE tarafından geliştirilip, patente bağlanmıştır. İnsan sağlığına aykırı hiçbir madde içermeyen bu yeni katkı malzemesi ile üretilen PET kaplar, Avrupa’da raflarda yerini almaya başlamıştır. 
Plastik esaslı kaplar Cam ambalajdan çok üstün ( çok düşük karbon ayak izi ) özelliklerine sahiptir ve dünyada cam ambalajın yerini büyük bir hızla plastik ambalaj almaktadır. Cam ambalajlar can güvenliği açısından AB'de inceleme altında olup yasaklanması düşünülmektedir. Örneğin Fransa ve İtalya’da cam ve metal esaslı ambalaj malzeme kullanımının bırakılması konusunda yasal çalışmalar sürdürülmektedir. 
Ayrıca; Gıdayla temas eden plastik esaslı malzemeler ile ilgili 10/2011/EU sayılı “ Gıda ile Temas Eden Plastik Madde ve Malzemeler Üzerine Komisyon Tüzüğü”  Avrupa’da yürürlüktedir. Gıdalarda kullanılacak plastik esaslı ambalaj malzemelerin uygunluğunun tespit edilmesi için benzerleri migrasyon testleri söz konusu tüzükte belirtilmiş olup, kap içerisinde konulacak gıdaya göre ambalaj malzemesinin uygunluğu bilimsel olarak tespit edilmektedir.
Buraya kadar anlattıklarımızın sonuna bakanlık yetkililerine şu sorulara yöneltmek isterim.
1-Ev tipi domates salçası ve püresi üretiminde PET kavanozlar kullanıldığında; ‘’salça’’ ile PET’in arasında insan sağlığı için tehlike oluşturan kimyasal bir alış verişin varlığını saptayan bilimsel bir araştırma var mıdır?
2-Türk Gıda Kodeksine göre; PET ‘i ambalaj olarak birçok gıdada (gazlı içecek, şalgam suyu, reçel, limonata vb.) belli sınır ve oranlarda koruyucu kullanılmaktadır. Bu koruyucuların, PET kavanozları ambalaj olarak ‘’ev tipi domates salçasında’’ kullanıldığında insan sağlığını tehlikeye sokacağını iddia eden Bakanlık bunu hangi bilimsel araştırmaya göre saptamıştır?
3-Taslak Tebliğ’in 11.Maddesi 1. Bendinde’’…Plastik esaslı ambalaj malzemeleri kullanılamaz’’ derken yine aynı maddenin aynı bendinde ‘’…cam ve metal esaslı ambalaj malzemeleri kullanılır’’ hükmünü getirirken; camın metal kapağındaki contanın, metal esaslı ambalaj malzemelerinin de iç yüzeyinin sıvanmasında da (laklama) plastik esaslı malzemelerin kullandığını fark etmemiş midir?
4-Bizim Bakanlığımız ‘’ev tipi salçada’’ PET’in ambalaj malzemesi olarak kullanılmasını yasaklamak niyetindeyken, Türkler’in yoğun olarak yaşadığı başta Almanya olmak üzere gelişmiş birçok Avrupa Ülkesi, PET kavanozlarla ambalajlanmış ‘’ ev tipi domates salçası ve püresinin’’ülkelerinde satılmasına neden izin vermişlerdir.
5- Bakanlık,‘’ev tipi domates salçası ve püresi’’ üretimde, ihrcat yapan firmalara yukarıda saydığımız özelliklerinden dolayı önemli maliyet avantajı sağlayan PET ambalajın kullanılmasını yasakladığında ihracat gelirimizdeki azalmanın miktarını hesaplamış mıdır?
6-Tüm bunların yanı sıra, bu Taslak aynen kabul edilirse;  Bakanlık, bu sektörde çalışanların ve e sektöre ürün veren domates üreticisinin karşılacakları sorunlar için bir plan yapmış mıdır?
Ne yapmalı?
Öncelikle yeni tebliğ hazırlanırken PET’e ve öteki plastiklere ilişkin ‘’olumsuz algı’’ bir yana bırakılmalı, AB’deki gelişmeler dikkate alınmalıdır. Ayrıca Bakanlık, kendi uzmanlarının yanı sıra, konuyla ilgili akademisyenlerin, plastik üreticilerinin üye olduğu derneklerin ve  ‘’ev tipi salça’’ üreten sanayiciler ile bu sektöre ambalaj malzemesi sağlayan PET üreticilerinin de katılacağı geniş tabanlı bir toplantı düzenlenmelidir. Bu görüş alış verişi Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğü bünyesindeki Ambalaj İhtisas Alt Komisyonu’nunda yapılabilir.

22 Ocak 2013 Salı




Hayret! nasıl  anladılar ki?

80’li yılların sonu, aylardan Adana’nın ağustosu: Hava sıcak, nemli, vıcık vıcık..
Sasa’nın Beyaz Sarayı’nda, büyük toplantı salonundayız. Konuklarımız ise; Coca Cola’dan başta Muhtar Kent ve çalışma arkadaşları ile Fruko Tamek(Pepsi)Yönetim Kurulu Başkanı Melih Sipahioğlu ve çalışma arkadaşları…
Konu: O yıllarda talebi çığ gibi artan pet şişelere gelecek yıllarda yapacağımız yatırıma miktarı.

Beyaz Sarayın büyük toplantı salonu yaklalaşık 25-30 kişiyi rahatlıkla alabilecek büyüklükte.Masa düzeni; bir kenarı açık dikdörtgen biçiminde. Bir başka ifadeyle; köşeli‘’U’’ gibi.’’U’’’nun tabanına gelen bölümünde, ortada Rahmetli Özdemir Sabancı, her iki yanında bizden yetkililer ve ben…Bize göre salonun sol tarafında, sıra başında Muhtar Kent ve Coca Cola Grubu, sol tarafta ise yine sıra başında Melih Sipahioğlu ve arkadaşları oturuyorlardı. Klasik hal hatır sorma işi bittikten sonra, ben salondan dışarı çıkıp odaya servis yapacak görevliyi çağırmaya gittim.
Odacı Bilgin, Özdemir Sabancı Adana’ya geldiği zaman ona hizmet eden , Sasa’nın eskilerinden biriydi.
     ''Buyur Yaşar bey'' dedi aksanlı Türkçesiyle…
     ''Bilgin, içerdekiler önemli kişiler, sipariş alırken dikkatli ol, siparişleri karıştırma. En iyisi odanın planını çiz  ona göre sipariş al'' dedim.
Yüzüme, ''ben bu  işi  yıllardır yapıyorum beyim, bana işimi öğretme'' der gibi baktı. Ama yanıtı yüz ifadesinden daha yumuşaktı.
      ''Merak etme Yaşar Bey, karıştırmam''.
      ''Aman ha!
Önde ben, arkada odacı toplantı salonuna girdik. Ben yerime geçerken odacı elinde bir kağıt ve kalem, siparişleri almaya başlamıştı. Gözüm odacı'da,  kulağım ona fısıltıyla sipariş veren konuklarımızdaydı.   Coca Cola temsilcileri Coca Cola ve firmanın ürettiği öteki içecekleri, Fruko temsilcileri ise Pepsi ve firmalarının ürettiği öteki markaların siparişini verdiler. Odacı tüm siparişleri kağıda geçti. Konuklardan sipariş alma işi bitince;  Özdemir Sabancı’ya  döndü.
    ''Siz ne içersiniz efendim?''
Günlük yaşamımızda gazlı içecek konusunda tercihimiz ne olursa olsun burada yansız olmak durumundaydık ve ne de olsa Türkiye’nin iki içecek devi ile aynı anda, aynı salonu paylaşıyorduk.
Bakışlar Özdemir Sabancı’ya odaklandı. Konuklar,  Özdemir Sabancı’nın vereceği siparişi merek ediyorlardı sanırım. Özdemir Sabancı,
    ''Çay''dedi. Patron çay deyince, biz de doğal olarak ''Çay'' dedik. Her iki içecek firması arasında yanzız olmalıydık.
Aradan 10-15 dakika geçmişti ki; toplantı salonunun kapısı yeniden açıldı; önde Bilgin, arkasında 2 tane yardımcı içeri girdiler.  Bilgin, elindeki listeye bakarak siparişleri dağıtmaya başladı. İçecek servisi yapılırken konuşmalar devam ediyordu. Ben dikkatlice konukları izliyor, ilk kimin önündeki bardağa uzanacağını ve tepkisini merak ediyordum. Anlaşılan her iki taraf da protokol sırasına göre içmeye başlayacaktı, öyle de oldu.
Muhtar Kent, önündeki bardağa uzanınca, ona odaklandım. Soğuktan buğulanmış bardaktan küçük bir yudum aldı. Aldı almasına da yüzünde, sıcak havada soğuk bir şey içen insanın yüzündeki mutlu ifadeden eser yoktu. Bırakın mutlu ifadeyi, belli belirsiz yüzünü buruşturdu. ve bardağı masaya bıraktı. Öteki Colacılar da bardaklarına uzandılar kimi bir yudum aldı bıraktı, kimi içmeden bardağı şöyle bir  koklayıp bıraktı… Benzeri davranışları Melih Sipahioğlu ve arkadaşları da yineleyince,
     ''Eyvah! bizimki siparişleri karıştırdı anlaşılan.''
Toplantı bittiğinde, biz Sasalılar, çaylarımızı içmiş, bardaklar boşalmıştı. Ancak meşrubat bardakları, servis edildiği gibi söyleyişi ile ' sile sip', yani ağzına kadar doluydu. Çünkü kimse önündeki bardaklara bir daha el sürmemişti.
Toplantı bitti.
Özdemir Sabancı,
    ''Arkadaşlar, on beş dakika sonra odama gelin de bir durum değerlendirmesi yapalım''  deyip, odasına girdi. Ben de onbeş dakikalık arayı fırsat bilip, toplantı salonuna geri döndüm. O sırada Bilgin, yanında bir yardımcı ile salonu toplamaya, 'boşları(!)' almaya  geldi. Önce dolu bardaklara, sonra bana baktı.
    ''Kolaların heç birini içmemişler; hayret!'' dedi.''
    ''İçmezler tabi. Colacılar'a Pepsi, Pepsiciler'e Coca Cola verirsen tabi ki içmezler…''
Şaşkın şaşkın yüzüme baktı, nasıl yanıt vereceğini tartarmış gibi biraz bekledi ve az duyulur bir sesle,
    ''Hayret yani nasıl anladılar ki? Ne farkı var ki? Ben her ikisini de içerim.…''
    ''Sen ne Pepsi’nin ne Cola’nın patronusun'' demek istedim ama bu yanıtının onun için bir anlam ifade etmeyeceğini düşündüğümden bir şey söylemeden salondan çıkıp  Özdemir Sabancı’nın odasına yöneldim; kulaklarımda  hep o sözleri çınlıyordu:
     ''Hayret nasıl anladılar ki?''
-----

İntihar Eden Şişeler…

Yaz sıcaklarının dayanılmaz olduğu , odamdaki klimanın bile yetersiz kaldığı bir gün , Antakya’da meşrubat üretimi yapan bir müşterim ziyaretime geldi. Kahve  ve çay ikramından sonra müşterim,
-‘’Yaşar Bey ‘’dedi. ‘’Biliyorsun havalar çok sıcak. Şişe  şiparişlerim zamanında gelmiyor. Bir hafta önce sipariş verdim ama ne şişe geldi ne bişe(bir şey)…Bayiler kapının önünde yatıyor. Onları oyalamak için yapmadığım kalmadı. Sabah kahvaltı, öğle yemeği , akşam yemeği;  yetmezmiş gibi Harbiye’de geceleyin eğlence… Vallahi evin yolunu şaşırdım. Kardan vazgeçtim;  böyle giderse bayileri oyalayacağım diye  top atacağım.  Medet senden Yaşar Bey!

Ben elimden geldiği kadar neden siparişleri zamanında gönderemediğimizi açıklamaya çalıştım.
-Haklısın ama benim de yapabileceğim bir şey yok. Talep çok fazla, üretimimiz maalesef bu aşırı talep karşısında yetersiz kalıyor. Olsa dükkan senin…
O sırada odamın bir köşesinde sergilediğimiz numune şişelerden birini eline aldı.
-‘’Bu ne şişesi ?’’
-‘’Meşrubat ağızlı yağ şişesi, kısaca VAŞ diyoruz.’’
-‘’Vaş, yaş farketmez . Elinizde var mı?’’
-‘’Var ama…’’
-‘’Aması maması yok Yaşar Bey.Hemen  bir kamyon sarın’’  dedi.
Şişe ,meşrubat kapağı ile kapatılıyordu ama gaz basıncına dayanamaz , bir süre sonra dibi şişip, yarım küre olur ve rafta durmaz devrilirdi.Ben olmazlandıkça, Nuh dedi peygamber demedi. Sonunda;
-‘’Bak R.. Bey’’ dedim ‘’. Sana bir kamyon veririm ama dibi çıkarsa geri almam haberin olsun’’.
-‘’Razıyım. Ben şişelere daha az karbondioksit gazı koyarım dibi çıkmaz. Yoksa bu ayda bayilerime mal veremezsem halim duman olur.’’
….
Aradan birkaç gün geçti. Sekreterim,
-‘’Yaşar Bey ! Antakya’dan R.. Bey sizi arıyor’’ dedi.
-‘’Bağla !’’.
-‘’Allooo !’’ dedi telefonun öteki ucundan R..Bey, o tatlı Hatay aksanıyla.
-‘’Alloo ! ‘’diye yanıtladım.
-‘’Yaşar Bey bizim şişeler intihar ediyor.’’
-‘’Nee !...Nasıl yani? Şişeler intihar eder mi yahu!’’
-‘’Vallahi de billahi de  intihar ediyorlar’’.
-‘’Üzüldüğün şeye bak! Bu sıcaklara can mı dayanır ? Ben bile kafayı bozdum. Klima yetersiz kalıyor ben bile intiharı düşünüyorum’’ deyip işi şakaya vurmaya çalıştım .
-‘’Allah vekil , intihar ediyorlar. Raflardan teker teker aşağı atlıyorlar; bir nevi toplu intihar,  vallah  gözlerimle gördüm’’!
R.. Bey,  bizden aldığı şişelere , söylediği gibi  gazlı meşrubat koymuş. Fabrikada bir sorun çıkmamış. Ama bayi ve bakkallara dağıtıldıktan bir süre sonra sıcağın da etkisi ile  tabanları şişen şişeler, dengelerini kaybedip, bakkal raflarından aşağı düşmeye başlamışlar. Bakkallarda fabrikayı arayıp bu garip intihar olayından söz etmişler.
-‘’Valla yapacak bir şey yok. Ben seni daha önce uyarmıştım’’.
-‘’Bir çözüm bulurum’’ dedi ve telefonu kapadı.
İki gün sonra ben aradım
-‘’Alloo ! R .. bey intihar eden şişeleri ne yaptın, geri topladın mı?’’
-‘’Olur mu Yaşar Bey.Bu sıcakta hemşehrilerimi gaoz(gazoz) dan mahrum edemem. Onlara bu meşrubat şişelerinin dik durmak için üretilmediğini, raflara yatık konmak üzere özel bir üretim olduğunu söyledim.’’
-‘’İkna oldular mı ?’’
-‘’Bu sıcakta ikna olmayıp ta ne yapacaklar.’’
-‘’Peki bir kamyon daha göndereyim mi onlardan?’’
-‘’Aman  ! dedi. Bir haftada bu kadar intihar vak’ası yeter. Sen bana gene o eskiden verdiğin özel olmayan (!) meşrubat şişelerinden gönder.’’




TİFLİS

TİFLİS
Sıcak suların kenti
Her kentin olduğu gibi Tiflis’in de  kuruluşu ile ilgili bir söylencesi var. Bu söylenceye göre ;Tiflis'in  çevresinde yer alan ormanlık alanda avlanan Kral Vahtang,  sülün avlamak için yetiştirdiği atmacası avdan geri dönmeyince , atmacasını aramaya koyulur. Ne ki; atmacası ava giderken avlanmış,  avladığı sülünle birlikte sıcak bir suyun içine düşmüş. Atmaca ve sülün sıcak suya düşünce ; doğal  olarak '' atmaca ve sülün  haşlama''olmuşlar. Kral, bu sıcak sudan dolayı buraya  Gürcü dilinde sıcak su anlamına gelen Tbilisi adını vermiş. Öykünün devamında kralın  haşlanmış atmaca ile sülünü ne yaptığına  dair  bilgi yok. Tarihçiler ,Tbilisi için bu kadar öykü yeter demişler ama bana göre söylence yarım kalmış. Devamını ben getireyim:  Kral , çok sevdiği atmacasının cesedini sıcak ılıca suyundan çıkarıp , mumyalaması  için  mumyacı başına teslim ettikten sonra , iliklerine kadar haşlanmış sülünü ,ölen atmacasının acısını unutmak için bir şişe  Gürcü Şarabı ile afiyetle yemiş .Onlar çıkmış kerevetine biz dönelim gerçeklere...
Arkeolojik araştırmalar Tiflis’e (Tbilisi) ilk yerleşimin İsa’dan önce 4000 yıllarına kadar dayandığını gösterse  de yukarıdaki  söylence  İ.S  5 yy gerçekleşiyor. Türkiye’den doğup Gürcistan’ı baştan başa kat ederek Hazar Denizine dökülen Kura  (Mtkvari) Nehri’nin her iki yakasında yer alan Tiflis’in İpek yolu üzerinde olması, ‘’yeter ki balın olsun sineği Bağdat’tan gelir’’ deyişini doğrularcasına  tarih boyunca yabancı toplulukların iştahını kabartmış, Kent yıllar içinde bir çok devletin işgaline uğramış. İranlılar, Bizanslılar ,Araplar Selçuklular, Osmanlılar , Ruslar ve sonunda da  gerçek sahibi olan Gürcüler … Burada şunu söylemeliyim. Gürcüler'inki işgal değil,  yurtlarına yeniden egemen olmak...
Eski Bir Tiflis Evi
Özgürlük Meydanı
                        

Uzak geçmişi şimdilik bir yana bırakıp yaklaşık 100 yıl geriye gidelim. Yıl 1917 :  Dünya, ilk kez sosyalist diyeceğimiz bir devrimle çalkalanıyor. Rusya’da Çarlık yıkılmış, Çarlık Rusya’sı egemenliğindeki Gürcistan,  Ermenistan ve Azerbaycan , başkenti Tiflis olan, Transkafkasya  Cumhuriyeti adı altında yeni bir devlet kurmuşlar. Bu yeni Devlet’in ömrü çok kısa sürmüş, Tiflis bu kez  1918’de  Transkafkasya Sovyet Federe Devleti’nin, 1936’da ise ; Sovyet Gürcistanı’nın başkenti olmuştur.
Yüzü Gerçekten Gülmeyen Bir Kent Mi?
Nüfusu yaklaşık 1.5 milyon olan Tiflis’e ilk kez gittiğimde karmaşık duygular içindeydim. Eski kent,  Osmanlı’dan esintiler taşıyor gibiydi. Türk tipi hamamlar, küçük kiliseler, cumbalı evler, Arnavut Kaldırımlı parke taşlı, daracık sokaklar, bir küçük mahalle camisi… Görece yeni sayılan mahalleler ise; soğuk, renksiz ve  ruhsuz   tipik Sovyet Mimari biçemi ile yapılmış bakımsız evler ve sokaklardan oluşuyordu.  Kura Nehri’nin her iki yanındaki Caddeyi ve Rustavelli Caddesi dışındaki caddeleri bir yana bırakırsak ,  geriye kalan  cadde ve sokaklar, mahalleler ve parklar ,tüm yoksulluğu ile ‘’duvarın’’ yıkılmasından sonra Doğu Bloku’nda yaşanan değişimin ve dönüşümün şaşkınlığını yaşıyor gibiydiler. Tiflis o yıllarda,  insanda’’işimi bir an önce bitirsem de Türkiye’ye dönsem ‘’isteğini kamçılayan ‘’yüzü gülmez, soğuk bir kentti’’.

Kalenin  Görünüşü
Opera Binası
Değişim Başlıyor…
Son 10 yılda Tiflis’e bir çok kez gittim. Her gittiğimde daha bir başka buldum, yeniden tanıdım bu sıcak sular kentini. Savaştan çıkmışcasına  delik deşik olan yollar, kent merkezinden başlayarak yenileniyor, tarihsel  binalar, kiliseler onarılıyor, bakımsız parklar çiçeklerle bezeniyordu. Kısaca  Tiflis  ,  yıllar geçtikçe adeta yeniden doğuyordu. Başlangıçta insanda kaderine küsmüşlük duygusu uyandıran Tiflis, gün geçtikçe yabancıya kapalı olan kapılarını aralıyor, kalın ve yüksek duvarların ardındaki gerçek  yüzünü gösteriyordu. Gündüzün sakin ve yoksul  görünümlü kent, geceleri kimlik değiştiriyor;  yabancılara , gazinoları, barları, lokantaları ve eğlence yerleri ile’’iyi ki gelmişiz yahu !’’ dedirtiyordu.
Bu gün Tiflis,Sovyet Dönemi nedeniyle ‘’ yitirilmiş ‘’ saydığı 70 yıllık arayı kapatma derdinde.
Nerelere Gidilir?
Kura (Mtkvari) Nehri Tiflisin ortasından  geçiyor. Bir başka ifade ile nehir kenti ikiye bölmüş. Her iki yaka bir birine köprülerle bağlı. Nehrin Güney batı kıyısı karşı kıyıya göre daha renkli . Önemli caddeler , anıtlar, eğlence yerleri, tiyatro  ve opera binaları bu kıyıda. Kura nehrinin bu kıyısı aynı zamanda bir yürüyüş alanı. Eğer hava yağmurlu değilse, kıyı yolunda (Marjvena) hemen her gün  turistik bir bit pazarı kuruluyor. Burada yağlıboya resimler,eski; antika diyeceğimiz eşyalar, Gürcistan’a özgü el sanatlarından örnekler bulabilirsiniz. Özellikle boynuzdan yapılmış şarap kadehleri ilginç. Ayrıca Çarlık Rusyası’ndan kalan yemek takımları, gümüş çatal bıçaklar, kristaller uygun fiyatlı. Burada ,Sovyet döneminde ''devlete'' üstün hizmet sunan sivillere ve askerlere verilen  ''onur''madalyalarının devir değişince sahiplerinin yakalarından , işporta tezgahına düştüğünü görünce içinizin acıyacağını sanıyorum. Çok değil, bundan 25 yıl kadar önce,  kimin yakasında ise ona toplum içinde saygınlık kazandıran madalyalar bu gün,  kendilerini  yakalarına takmak için olmasa bile duvarlarına bir çerçeve ile asmak için 5 Lari'yi gözden çıkaracak alıcılarını bekliyorlar. Her neyse, hiçbir şey almaya niyetiniz yoksa bile burayı ziyaret edin derim.

Kartpostallardaki Tiflis
Sameba Kilisesi

 Tiflis’n en ünlü caddesi Rustavelli ‘dir. Cadde,  Tiflis’in alamet-i farikası. Caddenin  her iki yanını, 19 yy Rus ve Gürcü mimarisinin bu güne kalan güzel binalar süslüyor. Shota Rustavelli  Dram Tiyatrosu, opera ve bale binası, Griboedov Tiyatrosu , Kashveti Kilisesi bu caddede. Rustavelli gündüz sakin ama akşam üzeri adeta kimlik değiştiriyor. Çoğu ikinci el olduğunu sandığım jipler, otomobiller burada adeta resmi geçit yapıyorlar. Cadde’nin her iki yanındaki geniş kaldırımlarda gençler, yaşlılar, çocuklar ve Tiflis’in olmazsa olmazı dilenciler piyasa (!) yapıyorlar. Rustavelli  üzerindeki kafelerde, geleni gideni bir  bardak nefis  Gürcü Şarabı yudumlayarak  izleyebilirsiniz.
Kaleden Eski Tiflis


Özgürlük Meydanı, Rustavelli Caddesi’nin Doğu ucunda. Belediye Binası bu Meydana bakıyor. Meydan’ın ortasında bir sütunun üzerinde altın melek heykeli bulunuyor.''Gül Devrimi'' olarak anılan ve ikdidarın el değişmesine yol açan ''özgürlük hareketi'' bu alanda , belediye binasının önünde başlamış. Rustavelli Caddesini izleyerek Kura Nehrin’e doğru yürürürseniz Eski Kent’e ulaşırsınız. Eski Kent, Kura Nehri'nden  kalenin bulunduğu tepenin eteklerine kadar uzanan bir alanda kurulmuş. Kısa  sürede,  bu yüzyıldan birkaç yüzyıl geriye gitmek şaşırtıcı. Evler cumbalı, sokaklar , yer yer dişlenmiş mısır gibi bir kısmı sökülmüş parke taşlı, hamamlar kubbeli, kiliseler tipik kümbet şeklide… Ve  adeta ‘’burada ne işim var’’ ? diye gecikmiş bir soruyu  kendine soran , sokağın bir köşesinde eğreti duran yaşlı,  küçük ve  bakımsız bir mahalle camisi. Sordum, ‘’Şah Abbas Camisi’’ dediler. Azeriler yaptırmış. Koskoca Şah ve yaptırdığı cami… Ne diyeyim sana Şah Abbas?
Lisi Gölü

Eski Mahalleyi kuş bakışı gören tepede bir kale var. Yaya olarak tırmanması biraz zahmetli ama görmeye değer. Kalenin içinde neredeyse tüm Gürcistan’daki kiliselerin bir benzeri olan Narikala Kilisesi var. Burayı birkaç kez ziyaret ettim; Kilise kimi zaman açıktı, bazen de kapalı. Kale tüm Tiflis’i kuş bakışı görmek için ideal bir mekan. Özellikle Tiflis’in  Kura’nın karşı kıyısında kalan bölümü buradan çok güzel görünüyor. Dilediğinizce fotograf çekebilirsiniz. Kale’nin hemen yanı başında ama  Kaleden biraz daha yüksekçe bir tepede,  elinde bir kılıç tutan Gürcü Ana Heykeli var. Gürcü Ana’ya Kale’den bir patika ile yürüyerek geçebilirsiniz.
Kale’den Tiflis’i kuş bakışı görmek sizi kesmediyse Sololaki de bulunan Mtatsminda Parkı bunun için biçilmiş kaftan.Oraya kamu taşıtları gidiyor ama siz bir taksi ile gidin.Taksi pahalı değil ama pazarlık şart. Bu park 2000 li yılların başında çok bakımsızdı. Şimdi ise ailelerin hoşça vakit geçireceği bir dinlence ve eğlence alanı kimliğine bürünmüş.
Klasikle Modernin Sentezi
Tiflis’e kışın giderseniz Vake Park’ta kış sporları yapabilirsiniz. Öteki mevsimlerde ise piknik alanı olarak kullanılıyor.

İlginizi çeker mi bilmem ama kalenin bulunduğu tepenin hemen eteklerinde uzanan vadide bir de botanik bahçesi var. Ziyaret edilmeli mi? Ben gittim ama size önermem.

Hayvanat bahçesi ise Varaziskhevi Caddesi ile Chikovani Caddesi arasında. Fazla zamanınız varsa gidin.
Buraya kadar geldim, tipik bir Gürcü  köyü göremiyecek miyim diye hayıflanmayın. Böyle bir köy var, üstelik çok güzel korunmuş. Köy ,Vedzisi bölgesinde. Girişi paralı. Burada bir köy yaşamında ne varsa görebilirsiniz. Tarım gereçleri, ahırlar, evler, ünlü Gürcü Şarabını ürettikleri şaraphaneler, toprağa gömülü şarap saklama küpleri…Mutlaka görmelisiniz.
Buraya kadar geldikten sonra, arabayla birkaç dakika ötede, dağ başında olimpik yüzme havuzu irisi  bir göl var. Adı  Lisi . Göl’ün çevresinde Gürcü Şaraplarını ve Biralarını içeceğiniz bir   kafe var. Ayrıca göle girebileceğiniz  bir de küçük kumsal… Öneririm...
Rustavelli Gece

Karşı kıyıya birkaç köprü ile geçiliyor. Siz Metekhi Köprüsünü kullanın. Köprü'nün başındaki Kral Vakhtant Heykelinin yanından geçerken  Metekhi Kilisesi'ne uğrayın. Pişman olmazsınız. Kura Nehri’nin karşı kıyısında ziyaret edilecek en önemli eser, Avrupa’nın en büyük üçüncü kilisesi olduğu söylenen Sameba Kilisesi( Holly Trinity Chatedral)... Kilise, Elia Tepesi’ndeki eski bir Ermeni Mezarlığı ve Kilisesi’nin yıkıntıları üzerine yapılmış.Yapımı sırasında Ermenilerle Gürcüler arasında olaylar çıktığı söyleniyor.  Kilise'nin yapımına 20. yy sonlarında başlanmış, 2005 yılında tamamlanmış. Kilise daha önce ziyaret ettiğim kiliselerin daha büyüğü. Gürcistan’da kilise  mimarisi yüz yıllardır hep kendini yinelemiş. Bu konuda  Gürcülerle benzer yanımız var mı derseniz? Yanıtım evet olur. Biz camilerimizi yaparken Mimar Sinan’ı nasıl aşamamış, yeni yapılan selatin camilerin yapımında bile  Sinan’ın bilmem kaçıncı türevini uygulayıp, dinsel mimaride bir adım bile ilerleyememişsek, Gürcüler de bizim gibi , yüzyıllar öncesinin kilise mimarisini yineleyip durmuşlar.
Eğlence…
Tiflis’te gece hayatı özellikle son yıllarda daha da renklendi. Sovyet Dönemi bir daha açılmamak üzere tarihin sarı sayfalarında kalınca; Tiflis’de gece  hayatı da canlandı. Bu canlanmada biz Türkler’in önemli payı olduğunu söylemeliyim. Sovyetler Birliği dağılınca buraya ilk gelen yabancılar Türklerdi. Yeni iş olanakları arayan bu ‘’öncü kuvvetler’’, Gürcü Ekonomisi’nin dışa açılmasında en büyük etken olurken gece hayatı ve  eğlence sektörününde gelişmesine katkıda bulundular. Bu doğal bir gelişme; ‘’nerede Türk varsa orada hareket vardır ‘’ deyip,  fazla ileri gitmeden konuyu kapatalım. Ama illa bir isim isterseniz, Diva'nın adını verebilirim. Kostova st. 37. Eee ! Ne diyeyim iyi eğlenceler...
Ne Yemeli ?
Gürcüler boğazlarına düşkün. Hem yemeyi hem de içmeyi seviyorlar. Onlar için sofrada oturmak,  sadece karınlarını doyurmak ya da  içip sarhoş olmak  değil. Sofra başı , toplumsal yaşamın önemli bir parçası. Eğer Gürcüler'in konuğuysanız ve  içki içmiyorsanız; bu tür sofralardan uzak durmanızı öneririm. Bunun nedeni; Gürcü Sofralarının ritüeli;  yani dinsel bir inanç gibi benimsenmiş yemek yeme kuralı.
Size bu konuyla ilgili bir anımı anlatayım. Tiflis'e ilk kez gittiğimde firmamızın Gürcistan Acentası  , oradaki müşterilerimizden birinin yemek davetine gitmemiz gerektiğini söyledi.

Gürcü Ana

-‘’Gidelim’’ dedim, gittik.
Kocaman bir masa,masanın etrafında biz de dahil yaklaşık 15 kişi ...Masada yok –yok. Mezeler çeşit çeşit, içkiler her cinsten…Herşey tamam olduktan sonra davet sahibi eline şarap bardağını alıp, ayağa kalktı: Gürcüce konuşmaya başladı. Ne söylediğini hemen yanımda oturan Acentamız Türkçe'ye çevirdi. Adam , sınır komşusu olmalarına karşın Türkiye ve Gürcistan'ın yıllarca birbirene uzak durduğunu,artık komşuluğu anımsamanın zamanının geldiğini,bizi tanımaktan mutluluk duyuğunu, işbirliğimizin devamını dilediğini ...Anlayacağınız böyle bir yemekte ne söylenecekse onları söyledi ve elindeki şarap kadehini onurumuza kaldırıp içmeye başladı. Masadaki herkes gibi ben de davet sahibine uyup kadehimdeki şarabı içtim. İşin ilginç yanı bundan sonra başladı. Masadaki   herkes sırayla kalkıp benzer  şeyler söyledi ve elindeki bardakta bulunan şarabı son damlasına kadar içti, doğal olarak öteki davetlilerle birlikte ben de... Sıra bana geldiğinde art  ardına içtiğim şaraplardan başım  dönmeye, midem bulanmaya başlamıştı.Yaradana  sığınıp, güçlükle ayağa kalktım. Ve ritüel gereği Türk Gürcü dostluğu üzerine bir şeyler söyledim. Konuşurken dilim dolanmasa da pek de rahat sayılmazdım.  Güçlükle de olsa konuşmamı tamamlayıp, yine ritüel gereği kadehimi Türk Gürcü dostluğu onuruna kaldırdım…
Alkışlar… alkışlar…

Old Tbilisi Restorantın Bahçesi

O gün bu gündür bu tür toplantılara gitmiyorum. Kıssada hisse: ''Bilmediğin suya girme''.

Bu arada şunu da anımsatmak isterim: Gürcistan'da masaya gelen tabaklar boşaldığında garsonlar onları kaldırmayıp , yeni servis tabaklarını eskilerinin üzerine koyuyorlar. Eğer yemek biraz uzun sürerse , üst üste yığılmış tabaklardan karşınızdakini göremeye biliyorsunuz. Benden anımsatması...
Tiflis’de Gürcü mutfağını denemenizi isterim. Baş yemekleri hamur işi ve etlerden oluşuyor. Hamur işlerinin en ünlüsü bizim mantının dev anası iriliğinde olanı . Adı hinkal ya da hınkal. Bir başka ünlü yemekleri ise peynir ağırlıklı bir tür börek olan haçapuri. Bunların yanında kebaplarını da tatmanızı öneririm. Şaşlık en ünlü olanı. Bu yemekleri geleneksel biçimde dekore edilmiş restoranlarda yiyebilirsiniz. Şimdi, birkaç restauran ismi vermenin tam sırası. Tisistvili-Mtkvari nehri kıyısında, Maidan,  Iron Line'da, Pastoral; Belishvili Caddesinde.
Şarap konusunda hiç endişeniz olmasın hemen tüm şarapları çok güzel. Sek şaraplarnın yanında yarı tatlı kırmızı şaraplarını da tatmanızı öneririm.  Benim Favorim Kings Maruli ve Seperavi. Birada ise, Kazbegi ve Natakhtri...
Ulaşım…
Tiflis’de metro 2 hatlı. Kamu taşıtları ise pek yeni sayılmaz. Bir yere gitmek için taksi kiralayın derim.Fiyatı ucuz ama pazarlık şart.
Uyarı…
Gürcistan’da rüşvet yasak. Diyeceksiniz ki bizde de yasak ama  sonuçta bir şey olmuyor. Valla siz bilirsiniz. Sorgusuz sualsiz 7 yıl hapis cezası veriyorlar. Hapishanelerinin halinin  içler acısı olduğu söyleniyor. Bu hapishanelerdeki  misafirlerin (!)  çoğunluğunu da rüşvete verilen 7 yıllık cezaya inanmayan Türkler oluşturuyor , bilesiniz...
Türkiye Büyükelçiliği
Adres: 35, Chavchadze Avenue 0162 Tbilisi
Tel:+995 32 225 20 75
Fax:+995 32 222 06 66
 Türk Hava Yolları'nın haftanın her günü 2 kez karşılıklı seferi var.
Gürcistana’a Batum'dan giriş yaparsanız pasaport gerekmiyor; nüfus cüzdanı yeterli. Ama Hava alanından girişlerde pasaport şart ama vize yok.
1 Gürcistan Larisi , 0.606 Usd, 1.067 TL(ocak 2013)



Hinkal(fotograf Google'dan alınmıştır)



Rustavelli Caddesi



Klasik Bir Gürcü Evi


Kale İçi-Narikala Kilisesi