18 Mayıs 2014 Pazar




BİR KAVANOZ ÖYKÜSÜ

Sasa'da işe başlayalı yaklaşık 1 ay kadar olmuştu. PET ile yatıp, PET ile kaltığım günlerdi. İşte o günlerden birinde dış kapıdaki görevli beni arayıp,
-''Yaşar bey, adının Fikret Ş. olduğunu söyleyen bir yağ üreticisi sizi görmek istiyor'' dedi.
 -''Gelsin''
Bir kaç dakika sonra, konuşmasından Karadenizli olduğu anlaşılan, orta boylu, beyaz tenli 40'lı yaşlarda olan Fikret Ş. karşımdaydı.
Kendini tanıttı: Trabzonluymuş, Afyon'daki  bir fabrikaya fason ay çiçeği yağı ürettiriyormuş. Günlerden bir gün rüyasında Hz. Muhammed'i görmüş. Aralarında nasıl bir konuşma geçtiyse; Peygamber ona,
-''Ürettiğin ay çiçek yağına ''Çıktı'' markasını koy '' demiş.
Kan ter içinde uyanmış. Kolay iş değil, Peygamber her faninin düşüne girmez. O da bunda bir hayır vardır deyip, ürettiği yağlarda Çıktı markasını kullanmaya başlamış. Ancak rekabetin çok yoğun olduğu bu pazarda başarılı olmak için yeniliğe ihtiyaç varmış, bu nedenle bizim 5 lt kavanozlara yağ koymaya karar vermiş.
Fikret Ş.'nun anlatıkları bana Evliya Çelebi'nin seyyah olma öyküsünü anımsattı. Bilinen öyküdür: Çelebi bir gün  düşünde Hz. Muhammed'i görmüş, onu görünce o kadar heyecanlanmış ki; eli ayağı, dili dudağı bir birine dolanmış,
-''Şefaat ya resulallah'' diyeceğine, ''seyahat ya resulallah'' demiş ve sonunda hepimizin bildiği gibi seyahatname sahibi bir seyyah olmuş.

Fikret Ş.nun öyküsünü ilgiyle dinledim. Doğrusunu söylemek gerekirse, önce kavanozda yağ satışı konusuna aklım yatmadı.Ama sohbet ilerledikçe kavanozun yağ ambalajı olarak kullanımının sektörde yeni bir çığır açacağnın ayırdına vardım. Bizim o gün itibariyle günlük üretimimiz  yaklaşık 8-8500  adet 5 Lt kavanozdu. Önümdeki listeden bir yıl önceki satışlara baktım; koca bir yılda toplam satış topu topu 27 bin adet olarak gerçekleşmiş, tamamına yakını da züccaciyeye...
Yani kavanoz makinesinin 4 günlük üretimi...
-''Bizim yıllık üretimimiz yaklaşık 3 milyon adet, bunun tamamını alabilir misiniz?''
-''İlk 3 ayda üretiminizin yarısını, daha sonra tamamını alırım. Bana sadece 3 ay izin verin'' dedi.
Baktım adam ciddi.Üretimin tamamını alacak gibi görünüyor. Ama bu kavanozlara koyacağı yağı üreteceği kendine ait bir fabrikası yok. Bir anlamda başkasının kayığına binecek. Deşeledim:
-''Bu kavanozları sadece tek bir fabrikada mı dolduracaksınız ?''
-''Hayır ! değişik fabrikalara da gönderip oralarda da dolum yapacağım.''
''Değişik fabrikalarda dolum yapacağım'' demesini, ''sizden alacağım kavanozları başka yağ firmalarına da satabilirim'' olarak yorumladım.
-''Konuyu araştırmak için bana bir hafta izin verin, bir hafta sonra bu konuyu tekrar görüşürüz''dedim.
O gün anlaşmayı imzalamamız konusunda ısrar etti ve kendini, işiyle ilgili konularda karar verme yetkisinde gören bir kişiye asla söylenmeyecek şu sözü söyledi: 

-'' Eğer bu konuda tek başınıza karar vermiyorsanız, konuyu Ömer Sabancı ile görüşmek isterim.''
...
Sonuç:Bir hafta sonra görüşmek üzere sözleştik.
...
Hemen ertesi gün  konuyu araştırmaya başladım. Olanaklar ölçüsünde konuya ilişkin bir pazar araştırması yaptım. Sonuç olumlu görünüyordu. Hem bu bilgileri paylaşmak hem de grubumuzdaki yağ firması olan Marsa'yı bu işe dahil etmek amacıyla  Marsa'nın satın alma müdürü Sedat B.'dan görüşme isteğinde bulunup, durumu anlattım.
O, ''bu tip satın almalarda satış ve pazarlamanın tercihleri önemlidir. Siz en iyisi satış müdürü ile görüşün'' dedi.
Marsa'nın o zamanki satış müdürü Özdemir T.'tu . Kısa bir hoş beşten sonra pazarda yaptığım araştırmalardan elde ettiğim bilgileri kendisiyle  paylaşıp, 5 lt kavanozun yemeklik sıvı yağ sektöründe kullanılmasının getireceği yararları  sıraladım. Bir karşılaştırma yaparak, PET kavanozun  pazarda halen kullanılan 5 lt teneke ambalajlara olan üstünlüklerini anlattım. 5 lt tenekeler, içindeki yağ boşaldıktan sonra evlerdeki 2. yaşamına genellikle çiçek saksısı olarak devam ediyorlardı. Ama kavanozda durum farklıydı:Boşalan kavanozlar turşu,salça, pirinç, un, reçel, bal vb.  gıdalar için saklama ve koruma kabı olarak kullanılabilirdi.Tüketiciler, bu özellikleri nedeniyle PET kavanozu tenekeye tercihte zorlanmıyacaktı. Ayrıca görüşlerine başvurduğum firmaların bu konuda istekli  olmaları da başka bir konuydu.Bu mealdeki görüşlerimi sıraladıktan sonra,
-''Ben kardeş kuruluş olarak Marsa'nın bu konuda öncü olmasını umuyorum'' dedim.

Bunun üzerine Özdemir T.un bana söylediği cümleyi hala unutmadım.
-''Yaşar Bey! Ona kaliteli bir yağdır, onu kavanoza koyarak sıradan bir  yağ konumuna düşüremeyiz.''
Bu söz üzerine bana, veda etmek kalmıştı.
......
Bir hafta sonra Fikret Ş. ile Ömer Sabancı'nın odasındaydık. Fikret Ş. ısrarla çıkan kavanozların tamamını istiyordu. Ömer Sabancı, kendisine daha önceden söylediğim için bir yıl önceki toplam satış miktarını biliyordu. Üretimin tamamının satılacağını duyunca gözleri parladı. 
-''Üretimin tamamını Fikret Beylere verelim'' dedi.
Bense; üretimimizin tamamını bir firmaya bağlamanın doğru olmayacağını, büyük firmaların kavanozu pazarda adı duyulmamış bir firma aracılığıyla değil doğrudan üretici firmadan yani Sasa'dan almayı tercih edeceklerini söyledim. Çünkü kısa sürede yaptığım araştırma sonucunda Fikret Ş.'nun kavanozların bir kısmını kendi markası  Çıktı için kullanacağını, büyük bir bölümünü ise; başka yağ firmalarına  belli bir kar oranı ile satacağı kanısına varmıştım. Yani niyeti üretim gibi görünse de işin aslı ticaretti. Bu durumda grup şirketimiz olan Marsa'nın bile bizden doğrudan mal alamayacaktı.
-''Peki dedi Ömer Sabancı, Fikret beyin önerisini kabul etmezsek; siz çıkan malın tamamını satabilir misiniz Yaşar Bey?''
Kendisinden malın tamamını satmak için 3 aylık bir süreye ihtiyacım olduğunu 3 aydan sonra ise çıkan malın hepsini satacağım garantisini verdim. Bu, Fikret Ş.nun malın tamamını almak için benden istediği hazırlık süresiydi.
Ben bu nu söyleyince; Fikret Ş. 
-''Ben hemen bu günden çıkan malın tamamını alırım''deyince, Ömer Sabancı,''eldeki bir kuş daldaki iki kuştan iyidir'' diye düşünmüş olmalı ki; öneriyi kabul etti. Ben ister istemez araya girip, gerekçeler göstererek kapasitemizin tamamını değil ancak % 80'ini vermemiz gerektiği husunda Ömer Sabancı'yı ikna ettim. Üstelik anlaşma da bir yıllık değil, 1985 yılının sonuna kadar, yani 8 aylık olmalıydı. Fikret Ş. bu önerime önce itiraz etti ama sonuçta dediğim oldu. Özellikle belli bir miktar vermedim. Kapasite oranı vererek elimi rahatlattım. O günlerde çalışanların deneyimsizliğinden kaynaklanan arızalar sıkça oluyordu. Miktar yükümlülüğüne girersem arızalar sonucu ortaya çıkan kapasite yetersizliği nedeniyle, hatırını kıramayacağım müşterilerime ve züccaciye dükkanlarına mal vermezdim.
Anlaşmayı imzaladık. Ama anlaşmanın üzerinden 1 ay bile geçmeden tüm yağ üreticileri kavanozu doğrudan bizden almak istediklerini, kendilerini bir ''aracıya'' mahkum etmemizin doğru olmayacağını söylediler ama nafile...Bir kere sözleşme imzalamıştık.
O yıl 5 lt kavanozdan çok para kazandık. Ancak taleplerine karşılık veremediğimiz müşterilerimizi de onların deyimi ile'' aracıya'' mahkum ettiğimiz için çok üzdük. Allahtan o günlerde tek üreticiydik de bizi ilerde zor durumda bırakacak sorunlarla karşılaşmadık.1984 'de, bir yıl içinde sattığımız 5 lt kavanoz miktarını, zaman içinde yeni rakiplerin pazara girmesine karşın, 2002 yılında bir günde satacak kapasiteye ulaşmıştık. Öyle ki; o yıllarda yaklaşık 80-100 milyon lt sıvı yemeklik yağ 5 lt kavanozlarda satılıyordu.
5 lt kavanozun bu gün hala yemeklik sıvı yağ sektöründe önemli miktarda kullanılıyor olmasında elbette benim büyük katkım olmuştur ama burada aslan payını Fikret Ş.na vermek gerekir.
..........
Marsa ne oldu ? diyenleriniz olacaktır.
Fikret Ş.ile anlaşmamızdan 3 ay sonra kapımızı çaldılar. İlk görüşmemizde sarf ettikleri sözlerin mahcubiyetinden olacak, benimle görüşmeden doğrudan Ömer Sabancı'ya gidip ayda 25 bin adet 5 lt kavanoz istediler. Ömer Sabancı her zamanki nezaketi ile bana bu miktarı verip veremeyeceğimi sordu.
Aylık 15 bin adette anlaştık...
Son söz: Marsa o günden sonra 5 lt yağ ambalajı olarak PET kavanoz kullandı diye de Ona'nın değeri düşmedi.

5 Mayıs 2014 Pazartesi

Malta'da 7 Gün






MALTA’da 7 gün

Malta’dendiğinde aklıma üç şey gelir.
İlki Malta kuşatması sırasında Turgut Reisin ölümüdür.
İkincisi; I. Dünya Savaşı sonrası İstanbul’u işgal eden İngilizlerinin Malta’ya sürdüğü 145 kişiden oluşan Osmanlı asker ve devlet adamının sürgünü,üçüncüsü ise; John Huston’un yönettiği, başrolünü Humphrey Bogart’ın oynadığı ‘’kara film’’ türünün en önemli örneği olan 1941 yapımı The Maltese Falcon-Malta Şahini- filmi.

-‘’ Bir de Malta Eriği  olacaktı’’ diyeniniz olabilir ama onun konumuzla ilgisi yok.

Koskoca cihan imparatorluğu, atlaslarda bile bulmakta güçlük çektiğim, Akdeniz’de ‘’cim karnında bir nokta olan’’ bu küçücük adayı aylarca kuşatma altında tutmuş,’’Hayat Mecmuası’nın’’ her hafta verdiği orta sayfa tablolarından birinden kopyaladığım resmini, müsvedde defterimde yıllarca sakladığım, çocuk dünyamın kahramanı Turgut Reis’in de aralarında bulunduğu binlerce kayıp vermesine karşın bir türlü ele geçirememiş.  Yıllar yılı, içinde kızgınlık barındıran bir merak duygusu ile çağının en güçlü devletini dize getirmiş olan Malta’yı, merak edip durdum.

Malta için geçmişe kısa bir yolculuk…
Tritan Fontain

Malta’nın geçmişi neolitik çağa kadar uzanmaktaymış. Bizim o kadar gerilere gitmemize gerek yok. Buraya ilk gelenlerin Gozo adasına yerleşen Sicilyalılar olduğunu, tarihsel süreçte, sırasıyla Fenikelilein, Kartacalıların, Romalıların, Arapların ve bir süre Fransızların egemenliğinde kaldığını, Roma İmparatorluğu döneminde Hırıstiyanlığı kabul ettiğini, en son İngiltere hakimiyetindeyken 1964 yılında bağımsızlığa kavuştuğunu, ve 2004’da da AB üyesi olduğunu ve başkentinin de Valetta olduğunu şimdilik bilmemiz yeter sanırım.
Hava alanına ayak basar basmaz ilk işimiz 7 günlük otobüs bileti almak(1) ve bizi Sliema’ya götürecek X2 numaralı otobüse binmek oldu. Yaklaşık 50 dakikalık bir yolculuktan sonra, deniz kıyısındaki otelimize ulaştık. Bir saat sonra ise; Sliema’yı tanımak için kendimizi sokağa attık.
SLİEMA

Sliema Malta’nın özellikle otel, alışveriş ve eğlence mekanlarının bulunduğu bir bölge. Gezip görülecek, görene;
- ‘’Aman aman dedirtecek’’ tarihsel anıtları yok.
 Ama bunuları yazarken Sliema’nın hepten gezi programı dışına alınası bir bölge olduğunu söylemek istemiyorum. Tur tekneleri ve yatları barındıran güzel koyundan, gelmeden Malta hakkında bir şeyler okuduysanız eğer,


Sliema'da Bir Kapı
-‘’İşte burası Malta olmalı ‘’diyeceğiniz, denize dik inen taş döşeli dar sokaklarından ve bu sokakları çevreleyen 2-3 katlı, Malta Taşından yapılmış kendine özgü renkli cumbaları ile birbirine yanaşık evlerinden söz etmezsem; Sliema’ya haksızlık etmiş olurum.
Sliema
Ocaktan çıkarıldığında ap ak olan, zamanla sararan; giderek sarının tonlarının dans ettiği Malta Taşı ile yapılan evlerin girişinde dikkatimi çeken ilginç semboller vardı. Ev numarasının yanı başında, o evde oturanların soyadları ya da bir azizin ve  azizenin adı yazılıyor. Çoğunda da adı yazılı azizin ya da azizenin kabartma seramikten bir süreti var. Maltalıların koyu Katolik olduğunu duymuştum. Bu kutsal kişilerin hanelerini koruduğuna can-ı gönülden inanıyor olmalılar.

Hava kararmaya başladığında Slieme’da bir hareketlilik başladı... Masaları  kaldırımlara  taşımış cafe, restoran ve barlarda bir hareketlilik, bir hareketlilik… Gençler genellikle Griza’ya yakın  mekanları, bencileyin uzaklarda kalmış gençliğine el sallayanlar ise; Sliema’daki yerleri yeğliyorlar.
İlk günün acemiliğinden olacak; güç bela bir yer bulup oturduk.

VALETTA

UNESCO’nun ‘’Dünya Mirası’’ listesinde yer alan Valetta, Malta’nın Başkentidir.  Buranın başkent oluşuna bizimkiler yol açmış; Osmanlı Malta’yı(üç şehri) kuşatırken burası yokmuş. Valetta’nın, Osmanlının Malta’dan çekilmesinin ardından, 1622’de Kanuni Rodos’u ele geçirdiği zaman  oradan kaçıp Malta’ya sığınan Hospitalier (St.Jean) Şövalyeleri’nden Büyük Usta Jean La Valetta tarafından kurulduğu söyleniyor.
Republica Street

Valetta, tarihiyle, yapılarıyla, müzeleriyle, artık  kanıksamaya başladığımız birbirini dikine kesen taş döşeli  daracık sokaklarıyla turistlerin gözde mekanlarından biri.
Küçük bir yarım adada bulunan, etrafı kalın ve yüksek duvarlarla çevrili Old Town’u dolaşmaya  Tritan Fontain tarafında bulunan City Gate’den girerek başlayabilirsiniz. Kapının açıldığı Republica Caddesi, Bu eski kentin en önemli caddesi konumunda. Yaklaşık 2.5 km uzunluğundaki bu cadde , Kale kapısından başlayarak  Fort St. Elmo’ya kadar uzanıyor. Valetta’da görmeniz gereken yerlerin çoğu bu cadde üzerinde yer alıyor.
Old Town'da bir sokak

İlk ziyaret edeceğiniz yer, doğal olarak karşınıza ilk çıkan Museum of Archaeology olacak. Müze’de sergilenen eserler ve izleyeceğiniz yaklaşık 15 dakikalık bir film ile Malta’nın geçmişine kısa bir yolculuk yapabilirsiniz. Müze ziyaretinden hemen sonra dünyanın en güzel barok kilisesi olduğu söylenen St. John’s Catedrali’ni  gezmenizi öneririm. Katedrale giriş paralı ve hediyesi 6.5 €. Giriş ücreti önce pahalı gibi geldi bana ama katedrali gezdikten sonra gördüklerim, ödediğim paraya değdi doğrusu. Hospitalier(St.John Şövalyeleri ) tarafından, Osmanlı kuşatmasının hemen ardından yapımına başlanan ve adını, kenti büyük bir başarı ile savunan Grand Master Jean Parisot De La Vallette’’dan alan bu kilise-manastırın yapımına 1566 yılında başlansa  da  insanı büyüleyen iç süslemelerinin, savaş ve din temalı duvar ve tavan resimlerinin yapılması,  yıllar sürmüş, bu günkü durumuna ise ancak 17 yy’ın sonlarında gelmiştir. Katedral, zemininde, oraya gömülmüş St.John Şövalyeleri adına yazılmış kitabeleri, pırıltısı göz alan şamdanları , renklerin dans ettiği vitrayları, alçının ve kireç taşının oya gibi işlendiği altın kaplama geometrik şekilleri ile insana adeta başka bir boyutaymış duygusu veren bir mekan.
St.John Katedrali'nde bir şapel
Katedralda 8 şapel(2) var. Bu şapellerden birinde ünlü İtalyan ressam Carravagio'nun (Michelangelo Merrisi) yaptığı birbirinden güzel tablolar var. Ben 12 adet saydım. Bunlardan hiç kuşkusuz en etkileyici olanı  St. John’un başının kesilmesini betimleyen tabloydu. Bu şapelde fotograf çekmek yasak olduğu için sizlerin de görmesini arzu ettiğimden  bu tabloyu halka açık bir siteden bulup  notlarıma ekledim.
Carravagio-St.John'un Başının Kesilmesi
16 ve 17 yüz yıllarda yapılmış halıların sergilendiği müze, hemen kiliseye bitişik. Duvarlara asılı halılar-goblenler gerçekten göz kamaştırıcı.
St. John'un Girişi

Kiliseden çıktıktan sonra birkaç adım atıp, ortasında fıskiyeler, köşesinde küçük bir çeşmenin bulunduğu Republic Meydanındaki bir sıraya oturup, gördüklerinizi sakin bir şekilde bir kez daha değerlendirmenizi öneririm. Ben öyle yaptım. 
Meydana açılan kemerli kapılardan birinden içeri girdiğinizde; Neptün heykeli, National Library ve Grand Masters Palece-Müzesini karşınızda bulacaksınız. Müzede, şövalyelerin zıhları, miğferleri, kılıç ve kalkanları ile fitilli tüfekle ve tarihsel anların betimlendiği tablolar sergileniyor. Kendinizi birden orta çağdaymış gibi hissediyorsunuz.
St.John'dan bir ayrıntı
Bu arada Grand Masters Palace, aynı zamanda Malta Parlementosu’na ev sahipliği yapıyor. Oturum olmadığı zaman burayı da gezebiliyormuşsunuz. Benim ziyaretim sırasında toplantı vardı: ’’ kabalık yapıp toplantıyı bölmek istemedim’’.
Republica Caddesinde yürümeye devam edip, Kraliçe Victoria anıtını geçin. Solunuzda Casa Rocco Piccola’ya ulaşırsınız. Burası Valetta’nın inşası sırasında yapılan ilk evlerden biri imiş ve geçmişi 16.yy kadar uzanıyor. Amiral Don Pietro La Rocca tarafından yaptırılan bu ev bugün Piro Ailesine ait ve müze olarak kullanılıyor. Evde çağa göre değişiklikler yapılmış. Söz gelimi 2. Dünya Savaşı sırasında evin bir bölümü sığınak haline getirilmiş. Ev'de gümüş mutfak takımları, yüz yıllara adeta meydan okuyan mobilyalar, tablolar, heykeller, Malta’ya özgü danteller sergileniyor. Kısaca; kendinizi birkaç yüz yıl öncesinde hissedeceğiniz bir ortam var burada...Bu arada, arazi yetersizliğinden olacak Valetta’da evlerde bahçe yapmak yasakmış. Ama La Rocca, ne edip-edip eve bahçe yapma iznini almış.
Çıkışta müze sorumlusuna sordum.
-‘’Neden Türkçe rehberlik vermiyorsunuz?’’. Yanıtı şaşırttı beni.
-‘’Yıllardır buradayım, bu soruyu soran 2. Türksünüz’’.
Müzeyi rehber eşliğinde gezmek 45 dakika sürüyor ve gündüz her saat başı tur var. Hediyesi 9 €.
Republic Square
Casa Rocco Piccolo’dan ayrıldıktan sonra birkaç küçük kiliseyi şöylesine gezip-aslına bakarsanız St.John Catedrali’ni gördükten sonra onları gezmeseniz de olur- Fort St. Elmo’ya ulaşırsınız. Burası Valetta’yı çevreleyen kalın surların üzerinde genişçe bir meydan ve Valletta yarımadasının tam uç noktası… Adeta, Akdeniz’in kendine özgü, insanı rahatlatan ışıltılı maviliğine saplanmış bir ok gibi... Ünlü Türk Denizcisi Turgut Reis, St. Elmo kalesini kuşatırken, karşıdan, Senglea’dan(İsla) atılan bir top güllesi ile burada vuruluyor. Surların ucuna yaklaşıp, top güllesinin acısıyla leventlerin kolları arasında yarı uzanmış durumda bulunan Turgut reisi düşündüm bir an.
Tugut Reis'in Ölümü-Giuseppe Cali


War Musseum'dan Our Lady of Carmel
Bu noktadan, daha sonra gezeceğinizi umduğum üç şehri değişik bir açıdan fotograflayabilirsiniz...
St. Fort’un hemen alt başında, yürüyüş mesafesinde War Museum var. Bu küçük müzede II. Dünya Savaşından kalma araç gereç ve silahlar sergileniyor. Herkese ilginç gelmeyebilir.

‘’Malta Experience’’ bir gösteri ve gezi paketi’; Fort St. Elmo’dan başlıyor. Paket iki aşamadan oluşuyor. İlk aşamada, küçük ama akustiği çok güzel bir salonda Malta’nın, yaklaşık 7000 yıllık tarihinden bugüne kadar geçirdiği evreleri anlatan 45 dakikalık bir film izleniyor.
St. ElmBarraca Gardens
İkinci aşamada ise; yer altı tünelinden geçerek, yapılış amacı hastane, özelikle aklından zoru olanları sağaltmaya yönelik bir hastane olarak tasarlanmış. Bu gün ise; toplantı ve düğün salonu olarak kullanılıyormuş. Turistlere hizmet eden bir çok yerde olduğu gibi, burada da cafe ve hediyelik eşya satan küçük bir dükkan var. Girişin hediyesi 15 €.
-‘’Burayı mutlaka ziyaret etmek gerekir mi ? Ya da bu ziyaret 15 € eder mi?’’ derseniz. Yanıtım olumsuz olur. Malta’nın geçmişini öğrenmek için Nartional Müze’deki 15 dakikalık gösteri yeter de artar bile, üstelik bedava.
Burası için ödediğim 15€’luk giriş ücretinin acısını  çabuk unuttum  Ne de olsa  serde turist olmak var. Turist demek; tavuk demek hem de altın yumurtlayan cinsinden. Her neyse… Buradan doğruca Aşağı(alt) Barraca Parkına doğru yürüyün. Park, aman aman bir yer değil. Ama yol üstü; uğramazlık etmemek gerekir. Parkın hemen yanında bulunan Siege Bell anıtını fotograflayın.
Anıttan birkaç yüz metre ilerde ise; Three Cities,'i (Birgu-Victtoriosa-,Senglea ve Kalkara)  rahatlıkla görebileceğiniz daha büyük Yukarı(üst) Barracca Parkına ulaşırsınız. Park’ın manzarası harika, güzel bir seyir terası da var. Terasda bir yere oturup, limana giren, limandan ayrılan tekneleri bir süre izlemek eğlenceli oluyor.
Riccosali Fortification- Büyük Liman Girişi
Yukarı Barraca Parkından yeniden Republica Caddesine yürürken Başbakanlık Binası, Merkez Bankası gibi kamu binalarını şöyle göz ucuyla gördükten sonra Kraliyet Opera binası önünden geçer, Merchan Caddesi’ne ulaşırsınız..
Merchant Caddesi, Republica’ya paralel, ondan biraz daha dar, daha renksiz ama sabahları Türkiye’de görmeye alışık olduğumuz hem sebze meyvenin, hem de tekstil ürünlerinin, gözlük benzeri aksesuarların satıldığı bir cadde. Cadde tıpkı Republica gibi Fort St Elmo’ya kadar uzanıyor. Merchant’dan , Fort St Elmo’ya doğru yürürseniz ; yolunuza barok tarzlı birkaç küçük kilise çıkar.Kapıları açıksa ziyaret edebilirsiniz.
St.Pauls Angilican Katedrali, önemli ressamların eserlerinin sergilendiği National Museum of Fine Arts, Manoel Theatre, Carmelite Church ise yine Republica’ya paralel olan Zeka Caddesi ya da bu cadde ile kesişen sokakların üzerinde.
St. Elmo'dan Siege Bell ve Barracca Gardens
Old Town, tıpkı Barselona’daki gibi birbirini dikine kesen cadde ve sokaklardan oluşuyor; kuş bakışı büyük bir dama tahtası gibi… Burası  denizden yüksekçe bir yarımada.  Cadde ve sokakların bir birlerini kestiği köşeler, güçlü rüzgarların  buluşma noktası gibi. Sokak köşelerine geldiğinizde eklerinize, şapkalarınıza ve varsa şemsiyelerinize dikkat!  Old Town’da sizlere alışveriş olanağı sunan bir çok hediyelik eşya dükkanı var. Dükkanlarda fiyatlar, farklılıklar gösterse de makul sayılır. Ama size önerim bir şeyi almadan önce onu birkaç satıcıdan test edin.
Akşam karanlığı çöktüğünde Old Town ıssızlaşıyor. Oturarak ya da ayak üstü bir şeyler yiyip içeceğiniz mekanların dışında açık yer bulmak olanaksız gibi. Karanlık çökünce kent uyuyor.

Triton Fountain’in birkaç yüz metre aşağısında, heykellerle süslü Maglio Parkı da görülmeye değer bir gezi alanı. Bu paraka paralel, Sarria Caddesi ile San Publiju caddesi arasında kalan, önceleri kentin tahıl ambarı olan, şimdi üzerleri kapatılmış 60’a yakın kuyunun bulunduğu bir alan var. Görmeye değer. Bu alana kısa bir yürüyüş mesafesinde ise; caddeyle aynı adı taşıyan San Publiju kilisesi ve Sarria Churc var. İçlerini görmek size kalmış.
THREE CITIES
Üç şehir, Kalkara, Birgu-Vittorosa- ve Senglea’dan oluşuyor. 1665 yılındaki Osmanlı kuşatmasının başarısızla sonuçlanmasında en büyük etmenin, bu kentleri kahramanca savunan az sayıdaki şövalyeler olduğu söyleniyor. Bu bakımdan 3 şehirin Malta tarihindeki önemi büyük.
Geziye Kalkara' dan başlayabilirsiniz. Tritan Fontain’den 3 nolu otobüs Kalkara’ya gidiyor. Kalkara, Malta’nın hemen her yanında görebileceğiniz taş binaların çevrelediği küçük bir koydan ibaret. Otobüsten inmenize gerek yok, devam edip Birgu durağında inin. Oysa ben tam tersini yaptım. Malta’ya gelmeden okuduğum yazılardan, Kalkara yolu üzerinde, dünyanın en büyük topunun Fort Rinella’da olduğunu öğrenmiştim.
Dünyanın en büyük topunun en küçük fotografı-Fort Rinelle, Kalkara
-‘’Buraya kadar gelmişken şu topu da göreyim’’ deyip  Fort Rinella’da otobüsten indim. Vay inmez olaymışım! Topu görmenin, ona dokunmanın(!) hediyesi, aklımda kaldığı kadarıyla 12 € idi.
-‘’ Turist’im, buraya para harcamaya geldim ama o kadar da değil’’ deyip, girmedim doğal olarak. Eee ! Buraya kadar gelmişim, topu göremeyecek miyim ? Ben de karargahın etrafını çeviren yüksek duvarın yanına park etmiş hurda bir kamyonun üzerine çıkıp, o dünyanın en büyük topunun en kötü fotoğrafını çektim. Çektim çekmesine ama asıl sorun bundan sonra başladı. İlk otobüs 1 saat sonra. Dağ başı; taksi de yok. Otostop denedim; kimse umursamadı. Çar naçar tabana kuvvet... O sıcakta  Kalkara’ya 35 dakikada yürüdüm.

Kalkara Koyu
Birgu, üç şehrin en güzeli. Kent’e, surların ana yola bakan tarafındaki ana kapıdan girebilirsiniz. Birgu, ikiz kenar üçgeni andıran küçük bir yarımada. Haritaya baktığınızda Birgu, Büyük Liman’a dil çıkarırmış izlenimi veriyor insana. Birgu’nun Senglea’ya bakan yüzü çok güzel. Buradaki marinaya demirlemiş yatlar bu küçük koya ayrı bir güzellik katıyor.

Eğer ışık uygunsa burada çok güzel fotograflar çekebilirsiniz.
Kentin içlerine doğru ilerledikçe, kiliseleri, müze işlevi verilmiş eski binaları, kent meydanı ile küçük bir ortaçağ kenti sizi adeta kucaklıyor. Birgu’da Couvre Porte/Malta War Museum, St.John Cavalier, Inquisitor(engizisyon) Palace ziyaret edilebilir.Bir kez daha anımsatmakta yarar var; Birgu, 1665 kuşatmasında Osmanlı’ya en çok direnen  kalelerin başında yer alıyor .
Senglea
Üç kent içinde Valetta’ya en yakın olanı Senlea’ya Birgu’dan yürüyerek 10-15 dakikada ulaşabilirsiniz. Ama otobüs de var. Ben yürümeyi yeğledim. Senglea, Birgu koyu ile Fransız koyu(French Creek) arasında yer alan  öteki kentler gibi küçük bir yarım ada. Burayı benim için önemli kılan St. Elmo’da karargahı olan Turgut Reis’in Senglea Yarım Adasının ucundan atılan bir gülle ile öldürülmüş olması. Güllenin atıldığı o buruna kadar yürüdüm. İnsanların hem dinlenmesi, hem de muhteşem manzarayı doyasıya seyretmeleri için olsa gerek, yarımadanın en ucuna küçük bir park yapmışlar. Burası, dev bir yolcu gemisinin ön güvertesi gibi. J.Cameron’un yönettiği  Titanik Filmindeki L.Di Caprio ile Kate Winslet’in kucaklaştıkları  sahnedeki  ön güverteyi anımsayın.
Senglea

Senlea'daki bu parkın  Malta’da şu ana dar gördüğüm en etkileyici yer olduğunu rahatlıkla yazabilirim. 
MARSAXLOKK (Marşaşlok)
Marşaşlok, Valetta’nın güney doğusunda yer alan yaklaşık üç bin beşyüz kişinin yaşadığı bir balıkçı kasabası. Kasabaya Valetta'daki terminalindn otobüsle ulaşabilirsiniz. Yolculuğunuz haritada gördüğünüz mesafeden daha uzun sürebilir. Ancak oraya ulaşırken Malta kırsalını da görmüş olursunuz. Malta'da onlarca dönüm tarlalar yok. Ağırlıklı olarak tahıl ve bakla ekilen teraslama yoluyla elde edilmiş küçük bahçeler var...
Marsaxlokk
Özellikle turistlerin ilgi odağı olan Marşaşlok’a Pazar günü gidin. Girişden kentin içine kadar tüm sahil boyunda bir pazar kuruluyor(Sunday Market). Burada, şarap, reçel, bal, peynir gibi yerel ürünlerin yanı sıra, tekstil ürünleri sebze ve meyve de satılıyor. Ama benim burada en fazla ilgimi çeken şey, üzerinde taze balık ve deniz ürünlerinin sergilendiği balıkçı tezgahlarıydı. Pazarın kalabalığından kurtulup kent merkezine doğru gidince oraya has irili ufaklı teknelerin demirlediği küçük koyu, uygunca bir yere oturup elinizde bir bira şişesi ile sindire sindire izleyebilir, bolca fotograf çekebilirsiniz. Buraya gelmişken balık yemeyi de ihmal etmeyin. Fiyatlar, balığın türüne göre farklıklık göteriyor. Başlangıç fiyatı 9 €. Bu küçük kente yarım gününüzü ayırmanızı öneririm.
Marsaxlokk'da Sunday Market
MDINA- Sessiz Şehir
Madina(3), Malta’nın eski başkenti. Geçmişi 4000 yıl öncesine dayanıyor. Kenti Fenikeliler kurmuş. Yüksekçe bir tepenin üzerine kurulu Mdina, eteklerinde başlayan ovadan baktığınızda insanda çok katlı bir düğün pastası izlenimini uyandırıyor.
Mdina'dan Rabat
Etrafı surlarla çevrili Mdina’ya, surların hemen bitiminde başlayan hendeğin üzerine kurulmuş bir kapıdan giriyorsunuz. Girer girmez sizi Mdina Zindanları(Mdina Duncans) ve Vilhena Palace’de bulunan doğal tarih müzesi karşılıyor. Bunların Birkaç adım ötesinde ise St. Peter ve St.Aghata Chapels karşınıza çıkıyor.
Mdina'da bir sokak
Şapeli arkanıza alıp merdivenlerin üzerinde durarak güzel fotograflar çekebilirsiniz.Taş döşeli daracık sokaklar bir bulmaca gibi. Hani bir yere peynir, bir yana da fare koyar, ikisinin arasına karmaşık yollar çizip, zavallı farenin peyniri bulmasını beklersiniz ya; Mdina’nın yolları da buna benziyor. Elimde harita peynire ulaşmaya çalışıyorum. Bulduğum ilk peynir Knigshts of Malta. Malta Şövalyeleri’nin tarihsel öyküsü, ışık ve sesle desteklenen , insanda ‘’bunlar canlı’’ duygusunu uyandıran’’ suretler eşliğinde anlatılıyor.Peynirin hediyesi 11 €.

Daracık sokaklardan geçtikten sonra, giriş kapısının tam aksi yönünde, Mdina’nın, aşağıdaki ovaya kuşbakışı baktığı ve surların en yüksek olduğu noktaya ulaşıyorum. Dik ve yüksek surların kenarına yaklaştığınızda, kendinizi bir uçağın penceresinden dışarı bakıyormış gibi hissediyorsunuz.
Mdina’da dolaşırken St.Rogue Chapel, Chadetral ve Chadetral Museum’u da ziyaret edersiniz umarım.Bir de Mdina Experience adlı bir sinevizyon gösterisi de var ama benim Malta Experience’den ağzım yandığı için bu deneyime ilgisiz kaldım.
Mdina’da, sur üstündeki teraslarda bulunan ve ovayı, Rabatı yükseklerden izlerken bir şeyler yiyip içeceğiniz cafeler, alış veriş yapacağınız hediyelik eşya dükkanları var. Anımsatmak isterim; hediyelikler bu tip yerlerde biraz daha pahalıcadır.

Bu arada meraklısına, Game of Thrones dizisini kimi bölümlerinin Mdina’da çevrildiği bilgisini vereyim. Bazı bölümleri de Valetta ve Gozo’da çekilmiş.

RABAT

Rabat’ı Mdina’dan bir park ve parkın hemen bitiminde başlayan bir yol ayırıyor.Eski tarihlerde Rabat, Mdina’nın bir dış mahallesi gibiymiş. Zaten sözcük anlamı da Arapça’da kenar mahalle demek. Rabat’ta görülmesi gereken en önemli yer hiç kuşkusuz St.Aghat’s & St. Paul’s Catacombs’du. Bu katakomplarda, çoğu çocuk mezarı olmak üzere yaklaşık 500 adet kayalara oyulmuş yer altı mezarı var.
Katakomb Yeraltı Mezarları-Rabat
Burada hırıstiyanların yanında Yahudilere ve paganlara da ayrılmış bölümler var. Kayalara oyulmuş mezarlar arasında dolaşırken ahirete gitmişim gibi hissettim.Kesinlikle ziyaret edilmeli.


Ayrıca Parish Square’ye cepheli  St. Agustin Kilisesi ziyaret edilebilir. Ben ziyaret edemedim ; kapalıydı.
Alış veriş yapmak isteyenlere ,burada üretilen cam eşyalardan almalarını öneririm. Pazarlık şart.
DINGLI CLIFSS
Rabat’a kadar gelmişken, 15-20 dakika mesafedeki Dingli Ciliffs’i görmemek olmaz deyip, Dingli’ye gittim. Malta seyahatimin beni en fazla düş kırıklığına uğratan yerlerden biriydi Cliffs… Malta’ya gelmeden hakkında iyi şeyler okumuş ve merak etmiştim. Hemen her yerde göreceğiniz bir deniz, denize doğru hafifçe meyilli kayalar, bir radar istasyonu ve  orayı görmek için harcadığım geri gelmesi mümkün olmaya 3 saatim.’’ Acaba ben mi yanılıyorum’’ dedim.  Ama eşimin de benim gibi düşündüğünü öğrenince; sorunun ben de değil, Dingli Cliffs’de olduğuna gönülden iman ettim .
BLUE GROTTO (4)
Malta’nın görülmesi gereken yerlerinden biri. Akdeniz’in hırçın dalgalarının milyonlarca yılda oluşturduğu bu bölgedeki kayaklıklar ve denizin içindeki mağaralar gerçek bir doğa harikası. Burada dalış yapılabilmekte. Eğer hava güneşliyse; mavinin burada ne kafdar farklı tonları olduğuna tanık olacaksınız; laciverten açık maviye, turkuvazdan mavinin fosforlusuna  … Mağaralarda gün ışığının suyla dansını ön sıradan izlemek isterseniz; kesinlikle tekne turu yapmanızı öneririm.
Bleu Grotto’da meraklısı için kayalara tırmanma olanağı da var.
2004 yılında vizyona giren Troy-Truva filminin kimi sahnelerinin burada çekildiğini de notlarıma ekliyeyim.
Blue Grotto’ya Wieg lz-Zurrieq’den gidebilirsiniz.Zurrieq’e Valetta’dan otobüs var..

Popaye Village-Temel Reis’in Köyü
Bu köy, Mellieha’nın batısında, oraya 5-6 km uzaklıktaki Anchor Koyun’da. Popaye Willage, 1980 yılında ünlü  yönetmen Robert Altman’ın çekip ,başrolünü Robin Williams’ın oynadığı müzikalin seti olarak yapılmış. Daha sonra, bencileyin meraklı(!) turistleri hediyesi 10 eurodan ağırlamaya başlamış. Yazın bu fiyatın arttığını söylediler. Giriş fiyatına 2 kartpostal, bir bardak ucuz şarap, filmin 15 dakikalık belgeseli ve tekne turu dahil…  Ancak, deniz dalgalı olduğu için tekne turu şansımızı yitirdik. Köy belki turizme ilk açıldığında gezenler için  ilginçmiş ama şimdi, deyim yerindeyse dökülüyor. Anlaşılan burayı işletenler de bu işten umudu kesmişler ki gelenlerle adet yerini bulsun diye ilgileniyor. Böyle giderse birkaç yıla kalmaz rehberler, gezi programlarından çıkarırlar burayı…

Popaye Village
Giriş için ödediğim paraya yanmadım; dedim ya turistim ama Valetta’dan buraya gelmek için harcadığım zamana değmedi doğrusu. Yarım günüm boşa gitti diyebilirim. Ama şunu da söylemeden geçmiyeyim. Köy, çok güzel bir koyda kurulmuş.
Kabasakal ve Temel Reis
Köy saat 09.00’dan itibaren açık, 17.30’da kapanıyor. Köye sefer yapan otobüsler saatte bir kalkıyor. Gidiş saatinizi otobüslerin saatine göre ayarlayın. Deyim yerindeyse dağbaşı burası, kaçırırsanız ya ana yola yürüyeceksiniz ya da  bir saat fazladan bekleyeceksiniz.

St. GULLİAN-St.Jullians

St.Julians, küçük koyları, koyları çepeçevre saran Malta’ın genelinde görmeye pek alışık olmadığımız çağa uygun yapıların sıralandığı sahil yolu ile tam bir eğlence merkezi konumunda.
St.Jullians
Beş yıldızlı oteller, şık restoranlar, gazinolar, barlar …Kısaca eğlenceye dair ne varsa burada bulabilirsiniz.St.Julians’a hava karardıktan sonra gitmenizi öneririm.

Marsa
Türk şehitliğinin bulunduğu Marsa, Valetta’nın güney doğusunda yer alıyor.
Şehitlik 1665 yılındaki Malta kuşatmasında ölen askerlerin anısına 1874 yılında zamanın padişahı Abdulaziz tarafından yaptırılmış. Şehitliği görmeye büyük bir heyecanla gittim ama demir kapı adeta bir duvar. Anlayacaınız kilitli;girmek olanaksız. Eskiden ana kapının bana göre sol tarafında yer alan bir açıklıktan içeri girilebiliyormuş ama şimdi ne hikmetse orayı da kapamışlar.
Türk Şehitliği-Marsa
Şehitliği demir kapının parmaklıklarından görmeye çalıştım. Şehitlikte bir cami var, mezarlar düzenli ve temiz.Ama neden ziyarete kapalı anlamış değilim.İlk fırsatta bu konuyu Malta elçiliğimize yazacağım. Kesinlikle ziyaret edin.

GOZO
Gozo, Malta’yı oluşturan üç adadan biri; digeri ise üzerinde yaşam olmayan Comino .
Gozo’ya gitmek için  önce Valetta’dan Cirkewwa’ya otobüsle gelecek, daha sonra da feribota bineceksiniz. Sizi Gozo’ya götürecek feribota 4.65 € ödemeniz gerekiyor. İşin tuhafı bu parayı gidişte değil Malta’ya dönüşte ödüyorsunuz. Feribot işletmesi,
-‘’Nasıl olsa kimse Gozo’da kalmaz. Malta’ya yüzerek gidemeyeceklerine göre parayı dönüşte de alsam olur’’ diye düşünmüş olabilir.
Azura Window-Gozo
Cirkewwe Gozo arası bindi-indi yaklaşık 30 dakika sürüyor. Mgarr’a(Gozo’nun limanı) gelince işiniz bitmiyor Rabat’a(Victoria) gitmek için araç bulmanız gerekli. Oraya sefer yapan taksiler var ama 1.5 euroya günlük bilet alarak bu sorunu çözebilirsiniz. Otobüslerin sefer saatlerine dikkat ederseniz bir sorunla karşılaşmazsınız.
Rabat'ta oyalanmadan doğrudan övgüsünü çok duyduğum Azura Window’a gittim.
Azura Window

Azura Window'a Rabat'taki merkez terminalden kalkan otobüslerle gidiliyor. Gerçekten görülmesi gerekli bir doğa harikası. Akdeniz'in güçlü dalgaları, kıyıdaki kayalara bin yıllarca çarpıp kayaları bir oya gibi işlemiş. Dalgaların, kayaların  üstünde açtığı çukurlara dolan deniz suları küçük gölcükler oluşturmuş. Buraya, rüzgarın sert, dalgaların güçlü olduğu bir zamanda gelip, denizle kayaların çarpışmasını izlemek hoş olurdu sanırım. Ama denizin sakin olması, deniz mağaralarına düzenlenen bir bot turuna katılmamıza yol açtı. Bot turu 20 dakika kadar sürüyor. Bu süre içinde ''grottolar'' arasında turluyor, mavinin burada sadece mavi olmadığının farkına bir kez daha varıyorsunuz.
Zamanlamayı iyi  yaparsanız; bir saat içinde hem doğa harikası kayaların güzel fotograflarını çeker, 20 dakikalık tekne turuna katılır, üstüne bir de kahve içecek vakit bulursunuz. Çünkü buraya otobüsler saatte bir geliyor. Ama ben burada daha fazla zaman geçirmek istiyorum derseniz; o başka...

RABAT(Victoria), yaklaşık 4500 kişinin yaşadığı bir kent. Dar sokakları, taş evleri , kaleleri ile tipik bir Malta kenti. Daha önce de belirttiğim gibi buranın ilk sakinleri Sicilyalılar.
Citadella kentin içinde, ondan biraz daha yüksekte kurulmuş bir kale.
Citadella'dan Rabat(Victoria)

Citadella
Citadella; daracık sokakları, taş evleri, kiliseleri ve müzeleriyle Mdina'nın küçük bir örneği.
Neler yenir, neler içilir.
Malta'da herkesin ağız tadına uygun yicekler var. Benim en fazla dikkatimi çeken pizzacıların çokluğu idi. Fiyatları da uygun. Ancak size Türkiye'deki restoranların yemek listesinde pek rastlamayacağınız bir yemeği yemenizi öneririm. Tavşan yahnisi, dolması ve kızarması... Gerçekten çok lezizler. Ayrıca Malta'da çok sık olmasa da Türk yemekleri yapan restoranlar da var.
Cısk, Malta'ya özgü bir bira. Bira içmekten hoşlananlar deneyebilir.
Eğer şarapla aranız iyi ise; size denediğim, Malta'ya özgü birkaç şarap markası veriyorum. Caravagio Chardonnay, La Valetta Blanc, Maltese Kinight ve Citadella White. Bu şaraplar hem güzel hem de Türkiye'deki gibi fiyatını gördükten sonra sipariş ettiğinize pişmanlık duymayacağınız kadar uygun fiyatlı.
Bir de Kinnie adlı alkolsüz bir içecekleri var. Fomülünün bir''sır'' gibi saklandığı söylenen bu içitin, talımtırak-acımsı bir tadı var. Aroması ise Malta'ya özgü bitkilerden elde edilmiş.Deneyin.
Nelere dikkat etmeli
Malta AB üyesi ve para birimi euro.(bu bilgiyi bazı AB üyesi ülkelerin hala € kullanmadıklarını anımsatmak için verdim)
.Malta'da benim gibi 1 hafta kalacaksanız haftalık otobüs bileti almanızı öneririm. Hediyesi 6.50 €. Bu biletle Gozo dışında tüm Malta'yı başkaca ödeme yapmadan dolaşabilirsiniz.
.Otobüsler dakik. Nereye hangi numaralı otobüsle gideceğinizi Valetta'daki Triton Fotain'in
yanındaki ana terminaldeki hareket memurluğundan alacağınız bir liste ile kararlaştırabilirsiniz. Zaten Bu terminalden Malta'nın her yanına otobüs kalkıyor. 
.Otobüs duraklarındaki levhalarda oradan kaç numaralı otobüsün saat kaçta geçeceğini gösteren bilgiler var. Eğer aynı duraktan dönecekseniz dönüş vaktinizi on göre ayarlar, boşuna durakta beklemezsiniz.
.Eğer müze gezmekten zevk alıyorsanız Heritage Malta kartı alın.Hediyesi 35 €(60 yaş üstü-seniorlar için 27 €). Bu kart Gozo ve Bazı katedral ve özel müzelerin dışındaki her müzede geçiyor.
.Bazı katedrallere özellikle kısa etekli ve omuzları açıkta bırakan kıyafetlerle girilmesi görevliler tarafından hoş görülmüyor.
.Hediyelik eşya alırken Türlkiye'de olmayanları yeğleyin. Malta magneti, şövalye biblolaı vb. Tekstil ürünleri Hindistan ve uzak doğudan...
.Malta'da İngilizce konuşuluyor ama onların kendine has dilleri var. Anladığım kadarıyla İtalyanca'nın üstüne bir cimcik Arapça, bir parça Fransızca ve gerektiği kadar da İspanyolca eklemişler.Biraz dikkat ederseniz duhl: giriş(entrance) gibi Türkçe'de de kullandığımız Arapça kökenli kelimelerle sıkça karşılaşırsınız.
Eğer siz de benim gibi Malta'ya gider ve bir hafta kalırsanız ikl önce Gozo'ya gidip onu aradan çıkarın. Valetta'yı ise sona saklayın.

THY'nin Malta'ya her gün karşılıklı seferleri var.

Türkiye'nin Valetta Büyükelçiliği


Posta adresi:

35, Sir Luigi Preziosi Square FRN-1154, Floriana, Malta.

Telefon:

00 356 21 22 34 24/ 00 356 22 48 77 15 (Konsolosluk İşleri)

Faks:

00 356 21 22 43 08

(l) Sayın İsa Sarı’ya Malta hakkında yazdıkları için teşekkür ederim; notlarının  bu seyahati gerçekleştirmemizde bize büyük yararı oldu.
(2) Katedral içindeki daha çok bir azizin adına yaptırılan küçük ibadet yerleri.Küçük kilise.
(3)Mdina Arapçada etrafı surlarla çevrili kent anlamına gelir.

(4)Deniz içinde dalgaların oyduğu mağara.


Senglea

Temel Reis'in Köyü

St.Jullians

Türk Şehitliği-Marsa
Katagomp Yeraltı Mezarları-Rabat

Ova'dan Mdina

Mdina Experience-Kuşatma'da Yeniçeri
Mdina
Rabat'ta Cam hediyelikler


Mdina'da bir sokak

















Zamanın Aşındırdığı Taş Duvar-Citadella