22 Ağustos 2015 Cumartesi

Gerçek Bir Yaşama Dönüş Öyküsü





 BİR YAŞAMA DÖNÜŞ ÖYKÜSÜ

Geçen hafta sonu Dikili’deki yazlık evimdeydim. Dikili’de yaşayan kardeşlerim, onların çocukları, torunları, Adana’da yaşayan yeğenim, onun eşi; kısaca kalabalık bir gurupla tekne gezisi yapmaya karar verdik.
Tekneyi, Dikili’de yaşayan kız kardeşimin eşi Aslan ayarladı. Tekne sahibi çocukluk arkadaşıymış.

-‘’Abi teknenin en güzel yerinde 12 kişilik yer ayırttım. Tekne saat 11.00'de hareket edecek ama siz her ihtimale karşı saat 10.30’da orada olun. Ben senin araba için liman içinde park yeri de ayarladım’’dedi.

Bundan iyisi Şam’da kayısı. Dikili'de, özellikle bu mevsimde kent merkezinde park edecek yer bulmak hemen hemen imkansız gibidir.
...
Hava alabildiğine sıcak; nefes alınacak gibi değil. Tekne turu, sıcaklardan hiç olmazsa 7-8 saat kurtulmak için iyi bir fırsat… 

Saat 10.30’dan önce limandaydık. Arabamı gösterilen yere park ettim. Aslan, yerlerimizi önceden ayırttığı için rahat hareket ediyoruz, acelemiz yok. Tekneye son binenler bizdik sanıyorum. Tekne tıklım tıklım…
O ne ? Güvertede bize ayrılan, gölgelikli, yere  bir Alman  turist grubu yerleşmiş.
Adamlar bizden önce gelmişler, uyaran olmayınca da teknenin en güzel yerine kurulmuşlar.
Aslan, yerleştirme işiyle ilgilenen kişiye ‘’yeri çok önceden ayırttığını, bu nedenle Alman turistlerin bize ayrılan bölümü terk etmeleri gerektiğini’’ söyledi.Görevli,
‘’Valla benim haberim yok Aslan abi. Her halde ben yokken gelmişler, bir de öteki çocuğa sorayım’’ deyip kayboldu. Bu kez bir başka görevli geldi. Aslan durumu bir de ona açıkladı.
Yanıt, organizasyon özürlü olanlara özgüydü:
‘’ Aslan abi, sizin yer ayırtdığınızı bize söylemediler. Bu yüzden Almanları kaldıramayız, siz en iyisi teknenin burnuna doğru geçin ‘’.

Bize gösterdiği yer, tura katılanların güneşlenmek için kullandıkları, plastik yataklarla kaplı teknenin burnuna yakındı. Düşünün, Dikilinin sıcağından kaçıp, birazcık serinlemek niyetiyle yola çıkıyorum ama tekne çalışanlarının işini savsaklaması nedeniyle, üstüne üstlük fazladan para ödeyerek 7-8 saat güneşin altında sözüm ona tekne turu yapacağım. Aslan’ın arkadaşı olan teknenin sahibi ve kaptanı ise henüz görünürlerde yok.

Aslan uzun yıllar Almanya’da yaşadığı için Almanca biliyor. Almanlara durumu açıklamaya çalışıyor. Almanlar, haklı olarak itiraz ediyorlar. Tartışma büyüme eğiliminde…
Oldum olası bu tip düzensizliklerden hoşlanmam. Tartışma uzayınca, sıcak havanın da etkisiyle sinir katsayım ivme kazanmaya başladı. Kızdığımı belli etmeden,
-‘’Aslan olayı büyütmeyin ben iniyorum, çocuklar devam edebilir, inşallah başka bir zaman tekneye bineriz’’ dedim. Benimle birlikte karım, kızım ve ortanca kız kardeşim de hareketlenince Aslan,
-‘’ Abi sabret ben halledeceğim '‘.
Aslan ne konuştuysa, birkaç dakika sonra Alman turistler, olay çıkarmadan ( çıkarabilirlerdi) mutsuz yüz ifadeleriyle ama olgunlukla bize ayrılmış olan yerden ayrılıp tekneyi terk ettiler.
Anlam veremediğim suçluluk duygusuyla, Almanların boşalttığı koltuklardan birine oturdum.
Deçemko kumsalında verilen ilk moladan bir süre sonra, teknedeki kulaklara ziyan ses yükselticisinin bile sesini bastıran bir çığlıkla irkildim. Bir kadın,
-‘’Kalp krizi, geçiriyor, kalp krizi geçiriyor! Aspirini olan yok mu?’’ diye bağırıyordu. Ses teknenin alt salonundan geliyordu. Teknede bir kaynaşma başladı.  Aspirin yok mu diye sağa sola koşuşturanlar, su dökün; soğuk su dökün iyi gelir,  bileklerini de ovuşturun diyenler, açılın kardeşim adam hava alsın deyip de açılmayanlar… Anlayacağınız her kafadan bir ses.
Ben de yıllar önce böyle bir durumla karşılaştığım için belki bir yardımım dokunur diye aşağıya indim. Kalabalığın arasında, oturur vaziyette, sağ eli kalbinin üstünde, beti benzi atmış kırklı yaşlarda bir erkeği zar zor seçtim. Adamın görünüşü hoşuma gitmedi, aşırı yorgun görünüyor ve güçlükle nefes alıyordu. Belli ki, adam gerçekten de kalp krizi geçiriyor.
Kalabalığı yardım, birileri adamın başına soğuk su döküyor, bir kadın da aspirin içirmeye çalışıyordu.
Hemen yanıbaşımda duran bir kadın,
-‘’Dil altı olan varmı? Dil altııı…’’ deyince. O sırada olanları merak edip yanıma gelen eşim,
-‘’Yaşar sende dil altı olacaktı’’ dedi.
Gerçekten de ilaç kutumda her zaman bir kaç tane dil altı bulunurdu. İlaç kutuma doğru seğirttim, kutu eşimin çantasındaydı, 5-10 saniye süren telaşlı aramadan sonra kutuyu buldum, içinde 2 tane dil altı vardı. Hızla hastanın bulunduğu salona geçtim. Dil altının birini hastaya, diğerini de hastanın karısı olduğunu sandığım (çünkü çok telaşlı ve üzgündü) kadına verdim.
Durumdan haberi olan kaptan, önce sahil güvenliği arayıp, bir yolcunun teknede kalp krizi geçirdiğini, bu nedenle en yakın iskele olan Kalem Adası’nın karşısındaki Bademli İskelesine yanaşacağını, iskeleye acil olarak bir can kurtaran gönderilmesini istedi. Bulunduğumuz tekne iskeleye yanaşamayacak kadar büyük olduğu için, Kalem Adası’ndaki bir tanışını arayıp, hastayı kıyıya taşıyacak bir motor rica etti. Motor birkaç dakika içinde teknedeki hastayı alıp kıyıya çıkardı. Oradan da ambulansı beklemeden, iskelede bekleyen gene adaya ait bir araçla hastayı Dikili Devlet Hastanesine doğru yola çıkardılar.
Kriz geçiren adam hastaneye doğru yol alırken, teknemiz de ikinci mola yerine gitmek için demir aldı.
15 dakika öncesi kulak zarı düşmanı ses yükselticisinden yayılan şarkılarla dans edenler, dans edenlere el çırpanlar, şarkıya eşlik edenler, müziğin sesini bastırıp karşısındakine bağıra çağıra bir şeyler anlatmaya çalışanlar gitmiş, tekne derin bir sessizliğe gömülmüş, Ege’nin turkuaz sularında yol alan teknenin motor gürültüsünden başka bir şey işitilmez olmuştu. Herkesin keyfi kaçmış, kriz geçiren adamın akıbetine dair yorum yapıyorlardı.
Aradan bir saate yakın zaman geçti, geçmedi. Müzik, kulakları sağır edercesine kaldığı yerden yeniden başladı.  ''Bu ne saygısızlık'' demeye kalmadan; adamın hastaneye salimen ulaştığını öğrendik.
Tur bittiğinde saat akşamın yedisiydi. İskeleye park ettiğim aracıma yöneldim. Aracı çalıştırdım, bizimkilerin gelmesini bekliyorum. O sırada bana doğru gelen, henüz orta yaşla tanışmamış bir kadını fark ettim. Hafifçe gülümsüyordu.  
-‘’ Size ne kadar teşekkür etsem azdır’’ dedi. Doğrusu şaşırmıştım. O şaşkınlıkla,
-‘’ Sizin için teşekküre değecek ne yaptım ki?’’ dedim.
-‘’Ben kalp krizi geçiren hastanın baldızıyım. Hastamız sizin verdiğiniz dil altı sayesinde hastaneye ulaşmış, iki damarına stent takmışlar. Operasyonu yapan doktor dil altı almasaydı hastaneye ulaşmadan hastayı kaybedebilirdik’’ demiş.
Kadına hiçbir şey söyleyemedim, gerek de yoktu zaten. Onun yüzündeki mutlu ifadeyi hiç unutmayacağım sanırım.

Şans yoğunlaşmış rastlantı mıdır?

Şimdi başa dönelim. Eğer Alman turistler, bize ayrılan yeri terk etmemek için ayak direselerdi, ben, eşim, kızım ve ortanca kız kardeşim tekneden ayrılacak dolayısı ile kalp krizi geçiren hastaya dil altı veremeyecektim. Ben bu satırları yazarken de muhtemelen o kişinin evi, yaslı ailesine başsağlığına gelenlerle dolup taşacaktı.
Alman turistler tekneden ayrılırken mutsuzdular. Güzel bir gün geçirme beklentisi ile bindikleri tekneden basit bir karışıklık nedeniyle gönülsüzce ayrılmalarını (bu ayrılışın bir kişiyi yeniden yaşama döndürmede vesile olduğunu bilmeden)yakınlarına olumsuz bir tatil anısı olarak anlatacaklardır, bundan kuşkum yok. Ama tekneden ayrılışlarının bir kişiyi yaşama döndürmeye vesile olduğunu hiç bir zaman bilemeyecek olmaları ne kadar kötü.
Ya teknede Alman turistler yerine bir Türk turist grubu olsaydı?
O adam yaşar mıydı?
Yanıtı sizde.