29 Eylül 2015 Salı

Bir Çullukla Göz Göze Gelmek

Bir Çullukla Göz Göze Geldiniz mi Hiç?

 

 

     Eşimle, elimizde tüfeklerimiz saatlerdir dağ, tepe dolanıp duruyoruz. Bunca zaman taban teptik; bırakın fişek yakmayı, nişan alabileceğimiz ne bir uçara, ne de kaçara rastladık.

     Ekim ortası olmasına karşın hava alabildiğine sıcak. Elimiz, yüzümüz toz toprak içinde; giyitlerimiz cımcılık (1), ter sırtımızdan aşağı akıyor. Güneş ufka devrilmeye başladı. Bu saatten sonra da yolunu şaşırmışların dışında fişek yakacağımız bir şeye rastlamamız mümkün değil. En iyisi; sabahın köründe bir akaryakıt istasyonuna bıraktığımız arabamızı alıp, eve yollanmak.

 

     Bulunduğumuz tepeyi aşınca, ana yola paralel, toza bulandığı için rengi yeşilden boza dönmüş çalılıkları gördüm. Çalıların dibinde, yol boyu uzanan bir dere olmalı. Gerçi ekim ortasında derelerde pek su bulunmaz ama gene de şansımı denemek istedim. Derede su bulursak, önce elimizi yüzümüzü tozdan, topraktan arındırır, biraz dinlendikten sonra da arabamızı, bıraktığımız akaryakıt istasyonundan almak için yola koyulabiliriz. Tüfeğimi, namlusu yukarı gelecek şekilde çaprazlama asıp, bana yaklaşık 100-150 metre gerimden gelen, bir av hayvanına rastlama umudunu yitirdiği için tüfeğini çok önceden omzuna çaprazlama asmış olan eşime dereyi gösterip, beni izlemesini işaret ettim. Tepeden aşağı çalılığa doğru paldır küldür yürümeye başladım. Toprak o kadar kuru, hava o kadar nemli ki; ayaklarımın altından kalkan toz bulutu bir süre havada asılı kalıyordu sanki…

Toz topraktan rengini kaybetmiş olan böğürtlen, hünnap ve ılgın çalılarının arasından geçip dere yatağına ulaştım. Derede umduğumdan fazla su vardı. Derenin genişlediği yerlerde oluşan göletlerin çevresinde kurumuş koyun, keçi ve sığırların ayak izleri ile bunların su içtikten sonra bıraktıkları pislikleri vardı. Derenin, nispeten temiz akan bir yerinden avuçladığım ilk suyu yüzüme çarparken eşim geldi.

Anlaşılan o benim kadar sıcaktan bunalmamış olacak ki; ilk sözü,

     ''Hünaplara bak! Amma da çoklar!'' Eşim hünnabı çok severdi.

     ''İstediğin kadar toplarız'' dememe kalmadan sert bir kanat sesi ile irkilip, sesin geldiği yöne döndüm. 'Ne oluyor?' dememe kalmadan, yaklaşık 20-25 metre ötemden irice bir kuş havalandı. Bu bir çulluktu. Yıllardır bir çulluğu havada görmemiştim. Anlaşılan o da bizim gibi susamış; tam su içiyorken, biz üstüne gelmişiz. Eğer susuzluğunu tam anlamıyla giderememiş ise, yeniden dereye inecektir. Dere içinde iken onun nereye konduğunu görmem zordu. Bu nedenle hızla karar verip, derenin içinden geçtiği tapıra (2) bir kaç adımda  çıktım.

     Çulluk dere boyundan ayrılmadan uçmaya devam etti. Yaklaşık 100 metre sonra alçalıp, yeniden dere yatağına kondu. Tüfeğimi omzumdan aldım; hafifçe öne doğru eğilip, sessizce dere boyunca yürümeye başladım. Eşime, beni izlememesi için işaret vermek amacıyla bir ara arkama döndüm. Eşim, benim ardımdan dereden çıkmış, uyarıma gerek kalmadan çoktan yere çömelmiş, olacakları izlemeye koyulmuştu.

     Tüfeğim elimde, parmağım tetikte…

     Çulluk, derenin içinden aniden havalandı. Aramızdaki mesafe çok az; çulluk nerdeyse namlumun ucunda…

 

     Tüfeği doğrulttum, göz, gez arpacık…

     Çulluk telaşlı; uzaklaşmaya çalışıyor…

     Uçtuğu yöne doğru namluyu çeviriyorum.

     Göz, gez, arpacık, çulluk…

 

     Parmağım tetikte…

     Tetiğin boşluğunu aldım…

     Çulluk bir an başını çevirip bana mı baktı? Yoksa bana mı öyle geldi? bilmiyorum.

     Elim tetikte, çulluk tam hedefimde.

 

     Arkamdan eşim bağırıyor.

    ''N’olur vurma, çok yazık!’’

 

                                                           ***

     Ortaokul sıralarındayken Mahmut Yesari’nin ‘’Çulluk’’ adlı öyküsünü okumuştum. Öykü, karlı bir kış günü, avcı tarafından canlı olarak yakalanan bir çulluğun, sevilip okşanmasına, yaşaması için özen gösterilmesine karşın, tutsaklığa dayanamayıp, avcıya diktiği kin ve nefretle dolu gözlerini  kapadıktan sonra yavaş yavaş ‘’ölüme uçuşunu’’ anlatıyordu.

 

     Nasıl oldu bilmem; çullukla göz göze geldiğimi sandığım anda birden o öykü geldi aklıma.

     Tüfeğimin namlusunu havaya kaldırdım; çulluğu hedefimden uzaklaştırıp tetiği çektim.

 

     Bir el, bir el daha…

 

     Tüfeğimin sesi, az önce bulunduğum tepede yankılanırken, çulluğun daireler çizerek uzaklaşmasını, o gözden kayboluncaya kadar izledim.

     Birkaç dakika sonra eşim yanıma geldi. Soluk soluğa;

    ''İyi ki vurmadın’’

    ‘’Elim gitmedi; vuramadım.’’

     O güne kadar birlikte avlandığımız eşim, üsteledi:

    ‘’Sahi neden vurmadın?''

    ''Önce derede elimizi yüzümüzü yıkayalım, niye vurmadığımı yolda anlatırım.'’

                                                       ***

     Bu olayın üzerinden yaklaşık yıllar geçti. O gün bu gündür bir daha canlı hedefe namlu doğrultmadım.

     Hala kendime sorarım: 'Çulluğu vurmayışıma sebep; eşimin ‘’yazık be vurma !’’ deyişi miydi yoksa Mahmut Yesari’nin  Çulluk Öyküsü müydü?'

     Bu soruların yanıtını o gün, bu gündür hala verebilmiş değilim.

 

     ‘’Sahi, şimdiye dek namlunuzun hedefinde olan bir çullukla göz göze geldiniz mi hiç?’’

------

İstanbul-2016

-----

1-Sırılsıklam

2-Tapır: Köylerin dışında, genelde tarıma elverişli olmayan, yüzeyi yer yer kayalık ve taşlık alan.


1 Eylül 2015 Salı

PORTO



PORTO

Bundan 9 yıl önce Portekiz’e ilk kez gittiğimde, çok arzulamama karşın Porto’yu ziyaret edememiştim. Gitmek bu yıl kısmet oldu. Birden çok ülkeyi kapsayan geziler söz konusu olduğunda, genelde tur acentelerini yeğliyorum. Tek bir ülke söz konusu olduğunda ise, tur programımı kendim yapıyorum. Bu kez de öyle oldu, turu kendim planladım. Hem daha fazla yer gezip gördüm hem de turlara ödeyeceğim paradan daha ucuza mal ettim seyahatimi...
Gaia'dan Riberia


Tarihte kısa bir yolculuk
Porto’nun tarih sahnesine çıkışı, bundan yaklaşık 2000 bin yıl öncesine dayanıyor. Kent, zamanın en büyük İmparatorluğu olan Roma’nın bir ileri karakolu olarak kurulmuş. Bu gün 330 bin kişinin yaşadığı Porto’nun Douro Nehri’nin kuzey tarafında yer alan Oporto-kent merkezi- UNESCO tarafından 1996 yılında ‘’Dünya Mirası Listesine’’ alınmış.
Riberia


Nerelere gidilir
Gezip görmeye meraklı olanlar bilir; ister internette, ister farklı ortamlarda olsun, bir kenti tanıtırken o kentin sülietini betimleyen fotoğrafı tanıtım yazısında en başa koyarlar. Newyork’u, Tallin’i, Kopengah’daki Nyhavn’u ve İstanbul’daki tarihi yarımadayı (9/16’dan sonra koyarlar mı, bilemem?) buna örnek olarak gösterebiliriz. Porto’yu tanıtan yazılarının başında mutlaka Oporto’nun fotoğrafı yer alır. Bu olağanüstü süliet, Porto’yu ziyaret etmeniz için sizi adeta tahrik eder…
Gaia'dan:Ortada Clerigos Tower, sağda Porto Katedrali
Porto’da 3 buçuk gün kaldık. Bu 3 buçuk günün iki günü, mayıs ayında olmamıza karşın ‘’ahmak ıslatan’’ türü yağmurlu geçti. Ama kentte görülecek o kadar yer var ki; yağmurlu geçen bu iki günü kilise, kale ve müze gibi kapalı alanlarda geçirdik.
Gn.Humberto Anıtı, Sağda Otelimiz, Geride City Hall
Otelimiz, kentin merkezinde; daha doğru bir deyişle Porto’nun kalbi sayılan General Humberto Delgado anıtının bulunduğu meydandaydı. Otelin bu konumu, Porto’yu yürüyerek, sindire sindire gezip dolaşmamızı sağladı. Otelden çıkınca, attığımız ilk adımda, geçmişi 20 yüzyılın başlarına dayanan Porto Belediye Binası (City Hall) ile nerdeyse burun buruna geldik. Avenida dos Aliados‘un üst yanında yer alan bu 3 katlı binada, üzerinde büyükçe bir saat bulunan 70 metre yüksekliğinde bir kule var. Belediye binasının önünde ise, etrafı ağaçlarla çevrili büyükçe de bir havuz yer alıyor. Havuzdan Delgado anıtına kadar, zaman zaman konserlerin yapıldığı büyükçe bir alan, alanı çevreleyen Avenida dos Alios Bulvarı’nın her iki yanında bulvara cepheli kafeler, restoranlar ve barlar bulunuyor. Meydanın alt başında ise, meydana adını veren asker ve siyasetçi General H.Delgado’nun at üstünde bir yontusu var. Bu arada Gn. Delgado’nun siyasi bir cinayete kurban gittiğini de notlarıma eklemeliyim.
Clerigos Kilisesi
Yağmur ufaktan çiselemeye başladı. Bu gün en iyisi kapalı alanlarda dolaşmak. Delgado Meydanı’nın bitiminden sağa sapıp, yokuş yukarı çıktığınızda, Porto’nun sembolü sayılan çan kulesi(Clerigos Tower) ve onun hemen yanı başındaki aynı adlı kilise ile karşılaşırsınız. Mimarı İtalyan Nicalai Nasoni olan Torre dos Clerigos Kilisesi’nin yapımına 1732 yılında başlanmış, 1750 yılında ise hizmete açılmış.
Clerigos Tower ve Katedrali
Mimar Nasoni,1763 yılında tamamlanan çan kulesinin de(Clerigos Tower-din adamları kulesi) mimarı imiş. Kule, okyanusta günlerce kara görmeden dolanıp duran Portekizli denizcilerin onu  görünce; Porto’ya yaklaştıklarını anlayıp,‘’Şükürler olsun sana göklerdeki babamız. Sonunda sevdiklerimize kavuştuk ’’ dedirtecek kadar önemliymiş. 75.6 metre yüksekliğindeki kuleye, okuduğum bir çok yazıda 240 basamaklı bir merdivenle çıkıldığı yazıyor ama ben erinmedim saydım; basamak sayısının 240 değil 197 olduğunu gördüm.
Clerigos Kilisesi
Ya ben yanlış saydım ya da birileri… Bacaklarınıza ve nefesinize güveniyorsanız kuleye çıkın. Manzara görülmeye değer. Porto ayaklarınızın altında gibi.  Haa! Bu arada bacak gücü ve nefesin yanında Messi kadar kıvrak da olmanız gerekiyor;. Merdivenler  o kadar dar ki; çıkarken de inerken de ya duvara ya da merdivende karşılaştığınız kişiye sürtünüyorsunuz. Duvara sürtmeniz neyse de, yanınızdan geçen bir kadınsa; abdestiniz  bozulduğu gibi nikahınız da  sakıt olur alimallah. Kule ve kilise her gün 09-19.00 arası açık. Çarşamba  günleri ise kapalı. Kışın ise açık olduğu saatler daha kısıtlı. Hediyesi 3 euro.

Clerigos’un hemen karşısında küçük bir park var. Parkta dolaşırken, parkı çevreleyen yolda uzunca bir kuyruk dikkatimi çekti. Merak saiki ile kuyruğun başladığı noktaya kadar yürüdüm. Kuyruk çok uzun; sanırsınız bedava yağ dağıtıyorlar. 40-50 adım sonra karşıma, yola cephesi yaklaşık 5 metre olan bir kitapçı çıktı. Sonsuza kadar yaşayası canım Türkiyem’de kuyruk deyince aklıma geçmişteki çay, şeker, yağ ve benzin kuyruğu geldiği için olacak şaşırmadım desem yalan olur… Ben ağzım yarı açık bir halde, kitapçı vitrinine şakın şaşkaloz bakarken, birkaç adım geriden beni izleyen karım imdadıma yetişti.
Livrario Lello Kitapevi


-‘’Burası çok ünlü bir kitap eviymiş. Sana burayı mutlaka ziyaret etmemiz gerektiğini söyleyecektim. İyi bir rastlantı oldu. Burayı görmeden gidersek, Porto’yu görmemişten sayarlarmış bizi’’ dedi.
Porto’ya gelmek için, onca para harcamışım, ''Porto'ya kadar gitti de Livrario Lello'yu görmeden döndü'' dedirtmem doğrusu kendime...
Çar naçar kuyruğun sonuna gidip vaziyet aldım.  Yağmur alabildiğine yağıyor. Kitapçıya belli sayıda insan aldıkları için, içeriden birileri çıkmadan, yenileri almıyorlar. Böyle olunca da yağmur altında yarım saat kadar beklemek zorunda kaldık. Kitap evinin adı Livrario Lello&İrmao. Kuruluşu 19.yüzyılın 2. Yarısına kadar gidiyormuş. Caddeye bakan yanı Art Nouveau ve Gotik biçemli olan kitapevi, yaklaşık 7x15 metre ölçüsünde ve iki katlı.
Livrario Lello
Yerden tavana kadar raflar kitaplarla tıka basa… İki katı birbirine bağlayan ahşap merdiven görülmeye değer. Öyle ki; merdiven üzerinde fotoğraf çektirmek için bile ayrıca sıraya giriyorsunuz. İçerde kahve ve içip pasta yiyeceğiniz bir kaç masalık küçük bir bölüm de var. Eşim kahve içerken ben rafları inceledim. Burada sadece kitap değil, tıraş losyonundan, sabuna, zeytinyağından kibrite kadar birçok şey satılıyor. Doğal olarak fiyatları da cep yakıyor. Eh! Olacak o kadar. Ama Porto Kartınız varsa; lütfedip, alış verişlerinizde %10 indirim yapıyorlar. Sizlere, ‘’burayı görmeden Porto’yu görmüş sayılmazsınız’’ diyecek değilim ama görseniz iyi olur.


 St.Ildefanso Kilisesi, Clerigos Kilisesinin bulunduğu tepenin karşısında, yaklaşık 1 km mesafesindeki başka bir tepede kurulmuş. Yapımına 1724 yılında başlanmış,1730 tarihinde ise bitirilmiş olan kilise barok biçemli. İki çan kulesi olan kilisenin en önemli özelliği ön yüzünü kaplayan mavi beyaz çinileridir.
St.Ildefanso
Görmeniz gerekli yerlerden biri de Aziz Francis Kilisesi olmalı. Geçmişi 13. Yüz yıla kadar uzanan kilise, sadece Porto’nun değil, Portekiz’in en önemli gotik biçemli dinsel yapısıymış. Üç şapelinden biri Vaftizci Yahya’ya adanan kilisenin içindeki ahşap oymalar ve 400 kg altın kullanılarak yapılan altın varaklı süslemeler görülmeye değer. Burada kullanılan altının kaynağının  gariban İnkaların, Azteklerin ve  Mayaların tapınaklarından ve hazinelerinden Portekizli sömürgeciler tarafından araklanan altınlar olduğunu anımsatmak isterim.
Aziz Francis Kilisesi
Kilisenin alt katında ise önemi kişilerin, din adamlarının mezarları ve bu kişilere ait kemikler bulunuyor. Kilise’ye bitişik bir de müze var. Kiliseye girişin hediyesi 7 euro. Aynı biletle müzeyi de geziyorsunuz. İçeride fotoğraf çekmek ise yasak.  Artık bu yasağı nasıl delersiniz bilemem, ben fotoğraf için telefonla konuşur gibi yapıp cep telefonumu kullandım.
Botanik Bahçesinden Gaia


Aziz Francis Kilisesi ile nerdeyse duvar duvara olan Borsa Sarayı (Palacio da Bolsa), Infante de Henriqe meydanına cepheli. Saray, kilise ile duvar duvara çünkü; Aziz Francisco Kilisesinin geçirdiği bir yangın sonrası kullanılamaz hale gelen bir bölümü üstüne inşa edilmiş. 19. yüz yılda kentin ticaretini geliştirmek amacıyla yapımına 1850 yılında başlanan neo klasik biçemli bu binanın ilk mimarı J.do Costa’ymış.
Palacio da Balsa
İç süslemelerinin ve yeni eklentilerin tamamlanması ile Saray, 1910 yılında hizmete girmiş. Çok güzel fresklerle ve sanat eserleri ile bezenmiş olan sarayda meclis odası, Arap Odası, mahkeme odası ve altın odası gibi odalar bulunmakta. Bunlardan en ünlüsü hiç kuşkusuz Arap sanatından esinlenilerek yapılan Arap (Magribi) Odasıdır. Bu oda şimdilerde kongre merkezi olarak devlet törenlerinde ve resepsiyonlarda kullanılmaktadır. Giriş için 7 euronuzu alıyorlar.
Porto’da kesinlikle ziyaret etmeniz gereken yerlerden biri de Church of Santa Clara’dır (Igreja de St. Clara). Kilisenin temeli 15’yy’da atılmasına karşın tamamlanması 18. yy’a kadar sürmüş. Buraya gelmeden önce bu kilise hakkında karıştırdığım seyahat notlarında, genellikle kapalı olduğu, bu nedenle ziyaretçilerin içeri giremeden geri döndüğü yazılmıştı.
Santa Clara(Fotograf Google'dan)
Dışardan pek de özelliği olmayan yalın bir yapı gibi görünmesine karşın kilisenin içi, sanatla ilgilenmeyenlerin bile hayranlık duyacağı kadar muhteşemmiş. Kilisenin içi tabandan tavana kadar boşluk bırakılmadan nakış gibi işlenmiş. Ahşap oymaları, ahşap heykelleri, altın varaklarla kaplı süslemeleri ve muhteşem tavanıyla bu küçük kilise, sanki loş ortamıyla sizleri başka bir boyuta taşıyormuş.
Kiliseye giriş ücretsizmiş. Pazartesiden Cumaya kadar saat 9 ile 17 arası açık. Öğle arası ise kapalı, Cumartesi günleri ise açılış saati 10.00'muş. Kilisenin dışının sadeliğine aldanıp da içerisine girmezlik etmeyinmiş.Miş,miş, miş...
Burada kurduğum tümcelerin hepsi dikkat ettinizse ''mişli geçmiş zamandaydı''.Çünkü  kiliseye ilişkin okuduklarımı yazdım. İki kez gitmeme karşın kilise yazılanlardaki gibi gene kapalıydı. Bi'daha ki sefere inşallah...
Porto Katedrali
Porto Katedrali (Se do Porto), kaldığımız otele çok yakın olduğu için, neredeyse otele her gidiş gelişimizde önünden geçiyorduk. Bu nedenle katedrali döneceğimiz gün ziyaret etmeye karar vermiştik. Katedral, Portoya hakim bir tepede kurulmuş.
Porto Katedrali

Bir yanında Douro öte yanda ise Oporto. Katedral Porto'nun en eski yapılarından biriymiş. Yapımına 12. yy’da başlanmış, tamamlanması ise,- sıkı durun- 627 yıl sürmüş. Katedral de yıllar içinde o kadar değişiklik yapılmış ki; başlangıçta romanesk olarak planlanan katedral zaman içinde yapılan barok ve gotik ulamalarla eklektik diyebileceğimiz bir biçeme ulaşmış.
Gaia'dan Solda Clerigos, Sağda Porto Katedrali
Kilisenin, merdivenlerle çıkılan ana giriş kapısının her iki yanında kare biçimli romanesk iki çan kulesi bulunuyor. Girişin üstüne ise gül deseni işlenmiş. Katedralin ilk halinden bu güne  sadece bu iki kule ve kapı alnındaki gül  deseni değişmeden gelmiş. Katedralin içinde kutsal sayılan kişiler adına yapılmış bir kaç şapel(dua odası) ve bunların içinde şapele adını veren kişilerin mezarları var.Katedrale giriş 3 euro. Ziyaret edin.
Pelourinho Sarmalı ve Porto Katedrali



Katedralin hemen önünde bulunan meydan, günün hemen her saatinde kalabalık. Meydan, çevresine göre nispeten yüksek bir yerde olduğu için buradan hem Oporto’nun hem de Douro nehrinin karşı kıyısında yer alan Gaia’nın fotoğraflarını çekebilirsiniz.
Katedralden Bir Ayrıntı

Başka Nerelere Gidebilirsiniz
Porto küçük bir kent. Kentin turizm açısından önemli olan yerlerini yürüyerek gezebilirsiniz. Söz gelimi Porto’nun geçmişine bir yolculuk yapmak isterseniz Porto Katedrali’nin hemen yanı başında bulunan merdivenlerden Douro nehrine kadar yürürseniz, daracık sokaklardan; bu sokakları çevreleyen, insanda  yapıldığı günden bu yana hiç el değmemiş duygusu uyandıran eski yapıları görebilirsiniz. Bu yürüyüşünüz sırasında kiliseden müzeye çevrilen Arte Sucra'ya da uğrayın. Müzede Portekiz sanatından ilginç örnekler var.
I.Luiz Köprüsü, Karşıda Gaia
Douro nehrinin karşısındaki Gaia’ya geçmek için Ponte de D. Luiz I köprüsünü kullanın. Köprünün yapımına 1881 yılında başlanmış ve 6 yılda tamamlanmış. Projesi Gustave Eiffel’e ait olan köprü iki katlı ve kemerli olarak yapılmış. Denildiğine göre bu köprü, 172 metre uzunluğu ile dünyanın en uzun kemer açıklığı olan demir köprüymüş. Köprünün toplam uzunluğu ise 385 metreymiş.
Gaia'dan Riberia


Hani Yahya Kemal’e sormuşlar,
-‘Ankara’nın nesini seviyorsun ?’ O da:
-‘’İstanbul’a dönüşünü’’ diye yanıtlamış.
İnsanları oyalayacak, şarap evleri, restoranları, kafeleri hatta sizi köprünün ikinci kat bağlantı noktasının bulunduğu  tepeye çıkan bir teleferiği olmasına karşın Gaia’nın en sevdiğim yanı Oporto’nun buradan görünüşüdür. İnsanda bir ressamın elinden çıkmış duygusu uyandıran, bir birine omuz vermiş, nehir boyuna dizili renk delisi  binaları, bunların hemen ardında yer alan kiliseleri  her açıdan fotograflayabilirsiniz. Bu güzellik karşısında ben ardı ardına fotoğraf çekerken eşim, her seferinde olduğu gibi gene geleneksel uyarısını yaptı:
-‘’Tanrı aşkına ! Otur bir yere de manzarayı doya doya seyret. Daha sonra çek çekebildiğin kadar.’’
Gaia
Gerçekten de böyle manzaralar karşısında kendimi tutamam. Sanki görüntü biraz sonra yok olacakmış gibi onu aceleyle objektife hapsetme derdine düşerim.
Gene de Gaia’nın hakkını yemeyeyim. Eğer yeterli zamanınız varsa küçük teknelerin, yelkenlilerin demirlediği kıyı boyunda dolaşarak,  Oporto manzaralı  restoran, kafe ve şarap evlerinde bir şeyler yeyip içerek hoşça vakit geçirebilirsiniz. Hatta bir akşam yemeğinizi burada yemenizi de öneririm.
Douro Kenarında Yüzen Kayıklar Ammann..
Gaia’da size az önce sözünü ettiğim tepeye çıkaracak bir teleferik var. Biletinizi gidiş- dönüş alırsanız; iki bardak şarap hediye ediyorlar. Tabi ki teleferik de değil, bir şarap evinde. Biz bileti gidiş dönüş aldığımız için hemen kordonun arkasında yer alan, bana hangardan bozma duygusu veren, genellikle korsan filmlerinde gördüğümüz meyhanelere benzeyen Guevedo adlı şarap evinde yudumladık bedava şaraplarımızı. Ee! Şarap da rakı gibi şişede durduğu gibi durmuyor. Anlayacağınız oraya gidince iş iki bardak bedava şarapla bitmiyor, uyarırım.
Teleferik biletiniz tek yönse; tepede göreceğiniz güzel bir park var. Ama en önemlisi Oporto’yu bir başka açıdan, hem de yüksek bir yerden bir kez daha görme şansınız olacak. Teleferik tek gidiş 5, gidiş-dönüş 8 euro.
Majestik Kafe

Unutmadan yazayım.  Celirigos Tower ve Livrario Kitap Evini gezip görmeden Porto’dan ayrılanlara ‘’Porto’yu Hiç Görmemiş Adam’’ muamelesi yapıyorlar. Ben bunlara bir de Majestik Cafe’yi eklemek istiyorum. Gerçekten de görülesi ve girip bir şeyler içilesi bir yer.
Kafe’nin geçmişi 19 yy kadar uzanıyor. Önceleri Elit diye anılıyormuş. Elit  Cafe diye anılmasının nedeni siyasetçilerin, yazarların, çizerlerin, sanatçıların uğrak yeri imiş. Orada toplanır şarap, çay ya da kahve içip, sanatı ya da Portekiz’i kurtarırlarmış(!). Adını nedendir bilinmez 1922 yılında Majestik Cafe olark değiştirmişler. Cafe bu güne gelinceye kadar bir açılıp bir kapanmış ama  köklü bir onarım geçirdikten sonra 1980’lerde ulusal miras ilan edilmiş. Biz Majestiğe yağmurlu bir günde gittik. İçeride öyle sanatçıya , siyasetçiye benzer birilerini görmedim, yağmurun dinmesini şarap, kahve ya da bira içerek bekleyen turistler vardı sadece. Bu arada kafede fiyatların önceki adına uygun şekilde’’elit’’ olduğunu söylemeliyim. Kafenin içi de dışı da süslü. Pahalı deyip bir şeyler içmeseniz de kapıdan kafanızı uzatıp içeriye şöyle bir göz atın. Bakmadan para almıyorlar. Kafe, Rua Santa Caterina ‘da.
II.Manuel Caddesinde Bir park


Queijo Kalesi, kentin dşında, Douro Nehrinin Atlas Okyanusu ile buluştuğu noktada kurulmuş, kara taştan küçük bir kale...Nehre giren çıkan gemileri kontrol amacıyla yapılmış. Kaleye giriş, 0.50 euro.
Ziyaret etmenizi önereceğim kiliselerden biri de Igrada de Carma. Klisenin yapımına 1756 yılında başlanmış, 1768 de ibadete açılmış. Rokoko biçemli kilisenin mimarı iseJose F.Seixas'mış.
I.de Carma Kilisesi


Ayrıca ilginç mimari yapısıyla Casa de Musica, Kristal Palas, Porto Katedraline yakın bir konumda olan Sao Bento tren istasyou, National Museum Porto'da görülmesi gereken yerlerden. Özellikle botanik bahçesinden değişik Porto fotografları çekebilirsiniz.

Kristal Palas

Queijo Kalesi

Eğlence
Porto’da eğleneceğiniz birçok yer var. Eğlence yerlerinin büyük çoğunluğu nehrin iki yakasında yer alan Gaia ve UNESCO tarafından kültürel miras olarak kabul edilen Riberia’da bulunuyor. Sizleri yanıltmış olamayayım ama Gaia’da bulunan mekanlar Riberia’dakilerden daha uygun fiyatlı gibi geldi bana. Bir çok yerde canlı müzik var.
Porto’ya gelip de Portekizlilerin geleneksel müziği olan fadoyu dinmeden gitmek olamaz, olmasına da biz fado dinlemeyi Lizbon programına(*) aldığımız için burada özel bir fado gösterisine katılmadık. Ancak bir çok kafe ve restoran da küçük çaplı da olsa bu müziği canlı olarak dinleme şansınız var.

Ne yenir Ne İçilir
Kahramanlar Anıtı
Lizbon’da ne yenir içilirse burada da onu yer içersiniz. Kısaca not edeyim sardalye, deniz ürünleri ve Porto şarabı... Yalnız sardalye konusunda sizi uyarmam gerek. Rastlantı mıdır nedir bilemiyorum, akşam yemeklerinde iki kez ayrı ayrı restoranlarda sardalye sipariş ettim. Her ikisin de de balıklar temizlenmeden pişirilmiş şekilde servis edildi. Garsonlarda,
-‘’ Bu turistler de bir tuhaf! Adam kalkıp Porto’ya gelmiş ama burada sardalyenin temizlenmeden pişirilip, servis edildiğini bilmiyor.’’ algısı yaratmamak için cesaret edip de nedenini soramadım. Zaman zaman herkes gibi benim de basiretim bağlanıyor.
Ortalama bir yemek ya da balık ve yanında bir bardak şarap için hemen her yerde yaklaşık 15 euro ödersiniz. (Bu seyahatim Mayıs 2015 de olduğundan fiyatlar o zaman bizler için uygun sayılırdı. O günden bu güne Euro TL’ye göre yaklaşık %20 değer kazandı).
Yemekler ve Fiyatları
Bu arada Portekiz'n okyanusa sadece batıdan kıyısı olmasına karşın Portekizlilerin dünyada en çok balık tüketen ilk üç arasında olduğunu buraya not düşüyorum. Bu arada ''Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan'' cennet yurdumuzun da üç tarafının denizlerle çevrili olduğunu, buna karşın kişi başına balık tüketimimizin yerlerde süründüğünü de yeri gelmişken anımsatayım.

Nelere Dikkat Etmeli
.Portolular gerçekten sıcakkanlı insanlar. Lizbon’u anlatırken yazdığım gibi Ülkenin Avrupa’ya sırtını dönmüş bir coğrafi konumda olması, burada yaşayanların geleceğini okyanus ötesinde aramalarına yol açmış. Bu durum,  aynı kıtada olmalarına karşın Portekizlileri ister istemez- klişeleşmiş deyişle- çoğu Soğuk Avrupalılardan ayırmış.
Porto'nun Dış Mahallesiesi
.Porto’yu, özellikle tarihi mekanların bulunduğu bölgeyi yürüyerek dolaşabilirsiniz. Ama  Porto’yu daha iyi tanımak, yürüyerek görme olanağını bulamadığınız yerleri de görmek isterseniz, istediğiniz durakta inip, istediğinizde yeniden binebileceğiniz otobüslerle yapılan günlük turları almanızı öneririm. Bu turu almak genellikle kentin dış mahallelerinde kurulmuş yeni Porto’yu tanımanız için de bir fırsat olacaktır. Hediyesi  2 gün için 15 euro.
.Porto’yu bisiklete binerek de tanıma fırsatınız da var. Bisiklet merakınız varsa; Douro nehrinin her iki kıyısı bunun için biçilmiş kaftan.
.Nehirde turistler için tur düzenleniyor. Özel bir ilginiz yoksa bu turu önermem. Tekne nehirde dolanıp duruyor. Teknenin rotası, zaten tur otobüsü ve bisiklet rotasının benzeri. Gene de siz bilirsiniz.
-Porto'da müzelerden, kimi restoranlardan ve kentsel ulaşımdan indirim almak isterseniz, size Porto Cart almanızı öneririm.1,2 ve 3 günlük kartaların fiyatları farklı.
.Taksilerin açılış tarifesi 3.90 euro. Ayrıca her kilometrede 1.6 euro yazıyor km saati.
.Porto’an Lizbon’a geçmek isterseniz tren biletiniz için 30.30 euro ödeyeceksiniz. Tren Campanha istasyonundan kalkıyor. Yolculuk süresi 3 saat.

(*) Portekiz seyahatimizde  önce uçakla Lizbon'a, oradan trenle Porto'ya gittik. Dönüşüm gene Porto üzerinden Lizbon'a trenle oldu. Seyahat planımı yaparken Porto'ya THY'nin doğrudan uçuşu yoktu, şimdi var.
-----------------------------------------------------
Quejio Kalesi
Livrario Lello
Ulusal Tiyatro
Porto Katedrali Önündeki Meydandan Oporto

Botanik Park

Aziz Francisco'dan Bir Ayrıntı
Santa Caterina Caddesi