28 Ekim 2015 Çarşamba

SAKIZ






SAKIZ

Özellikle son yıllarda reklamlarda rastladığımız, artık basmakalıp olmuş bir tümce var: ''Size bir telefon kadar yakınız…'' Bunun halk dilinde anlamı:’’ Birader artık fark et! Burnun dibindeyiz yahu!’’ demek. Burnumun ucunu göreme sıkıntım olmamasına ve daha önce gidenlerin de övgü dolu sözler etmesine  karşın Sakız Adasına bu güne kadar gitmemiş olmamı pek anlamış değilim.
-' Gideyim mi? Gidersem hangi mevsimde gideyim?'' ikirciklerindeyken aniden kararımı verip eşime,

-‘’Haydi! Kurban Bayramından tatilinde Sakız’a gidip 2-3 gün tatil yapalım'' dedim.
Feeribottan Sakız

Tarihte Kısa Bir Yolculuk
Geçmişi İÖ 6000 yılına kadar uzanan Sakız Adasına ilk kimlerin yerleştiği bilinmiyor. Eğer inanmak isterseniz kadim Yunan Söylencesine göre Sakız’a ilk gelen Dionysos’un oğlu olan Oinipion’muş. Adanın Yunanca’daki adı olan Chios ise bu zatın kızı Chion’dan geliyormuş.
Adada önce İyonlar daha sonra da ’’yeter ki balın olsun sineği Bağdat’tan gelir’’ sözünü doğrularcasına Helenler, Romalılar, Bizanslılar ve Osmanlılar egemen olmuşlar. Osmanlılar Sakız’ı 1566 topraklarına katmışlar. Ancak, Trablusgarp savaşını bahane eden İtalyanlar, 1912 yılında Sakız’ın da içinde bulunduğu 12 adayı işgal etmişler. II. Dünya savaşından İtalyanlar yenik çıkınca savaşı kazananlar, Türkiye’nin olmazlanmasına karşın Sakız’ı öteki 11 adayla birlikte Yunanistan’a hediye (!) etmişler.
Kordon

Nerelere gidilir
Sakız küçük bir ada. Eğer benim gibi dağ bayır gezmeyi, kartal yuvası gibi tepelere kurulmuş köyleri ziyaret etmeyi, sakin plajlarda denize girmeyi seviyorsanız; Sakız’da gezip görecek çok yer var. Derdiniz; ’’ Oh Sakızı da gördük’’ deyip seyahat çizelgenize bir çentik daha atmaksa, bir gün kalmanız yeterli. Biz Sakız’da 3 gün kaldık. Bu nedenle görülebilecek yerlerin büyük bir bölümünü gördük diyebilirim.
Kale Kapısı
Saat 09.30’da Çeşme Marina’ya el sallayan feribotumuzdan saat 10.30 gibi Sakız limanında indik. Yaklaşık 45 dakika süren pasaport kontrolünden sonra doğrudan otele gidip valizlerimizi bıraktıktan sonra Sakız’ı dolaşmaya başladık. Kent küçük; iyi bir planlamayla akşama kadar ayak basmadık yer bırakmaya bilirsiniz. Önce araba kiralama acentalarına uğradım. Fiyatlar günlük 30-40 euro arasında değişiyor. Europe Car ile akşam 17.00’de almak ve 2 gün sonra aynı saatte teslim etmek üzere bir Nissan Micra kiralamak üzere anlaştım.
Kale İçinde Osmanlı Hamamı
Sakız’daki ilk ziyaret ettiğimiz yer kale idi. Kale kentin kuzeyinde ve deniz kenarında. VIII. yüzyılda Bizanslılarca yapılmış. Daha sonra Sakız’a egemen olanlarca eklentiler yapılmış. Kale tarihi boyunca ayrıca yerleşim yeri olarak da kullanılmış. Zaten kalenin dar ve taş döşeli sokaklarında dolaşmaya başladığınızda bunların izlerini görebilirsiniz. Özellikle Osmanlı döneminde bir- çok çeşme, ev, cami yapılmış. Bunlardan hala ayakta olan Bayraklı Camisini, Türk hamamını ve Osmanlı mezarlığını ziyaret edebilirsiniz. Bayraklı Camisi, 1881 depreminde yıkılan bir kilisenin temelleri üzerine yapılmış. Eklektik bir mimari biçemi olan caminin girişinde Sultan Abdulaziz’e ait olduğu söylenen bir tuğra var. Mezarlıkta ise Kaptan Ali Paşa ile Sakız’ı yöneten önemli Osmanlı Memurlarının mezarları bulunuyor. Ayrıca Soğuk Çeşme(Kria Vrisi), Av. Giorgios Kilisesi, Justiniani Sarayı(Palataki İustinani) ve Zindan (Skotini Filaki) kalenin içinde yer alan görülmesi gerekli yerlerden birkaçı…
Kale-Osmanlı Evleri
Kaleyi dolaşırken küçük bir meydana ulaşıyorsunuz. Osmanlı Mezarlığının karşısında bulunan meydanın adı İliastra. Burada,  yürüyüşünüze ara verip dinlenirken bir şeyler yiyip içeceğiniz 2 kafe var. Ben adı Frapa olan Destina’nın kini önereceğim. Destina, sıcak kanlı ve hoş sohbet. Kırık Türkçesiyle size iyi bir ev sahipliği yapıyor.
Osmanlı Mezarlığında Destina Yol Tarifliyor
Kaleden çıktıktan sonra kentin, özellikle kale ve parkı ile liman arasında kalan bölümündeki en önemli Osmanlı eseri Mecidiye Camisidir. Cami 1847 yılında Sultan Abdülmecit tarafından yaptırılmış. Yapılış sebebi 1822 yılındaki Sakız halkının ayaklanmasını kanlı bir şekilde bastıran Osmanlı’nın ''gönül alması'' olarak gösteriliyor. Bu gönül alma işine aklım takıldı. İsyanı bastırdıktan sonra hırıstiyanların gönlü cami yapılarak nasıl alınıyormuş ? Bana tuhaf geldi doğrusu. Camide Abdulmecid’in tuğrası var. Cami ibadete kapalı. Sakız’ın merkezi olarak adlandıracağımız bu bölümde, Osmanlı eserlerinden 1881 depreminden sonra yapılan Osmaniye Camisi, Abdulhamit Çeşmesi ve  klaşik biçemli mimarisiyle 1768 olan Melek Paşa Çeşmesini görebilirsiniz. Ayrıca burada hoş bir kent parkı da var.
Kent Park'ında Suriyeli Göçmenler

İşgal Altındaki Park
Sakız’ın merkezinde bulunan park Suriyeli mültecilerle ( adeta değil) adam akıllı işgal edilmiş. Onlarca çadır ve bu çadırlarda yaşayan çoğunluğu genç erkeklerden oluşan yüzlerce insan... Top oynayanlar, uyuyanlar, çocuk emzirenler, sohbet edenler… Parkı dolaşırken yaşları 18-20 arasında olan gençlerden oluşan bir gurupla sohbet ettim. Önce İngilizce başlayan konuşmamız, Türk olduğum anlaşılınca Türkçe sürdü. Çoğu Suriyeli Kürt ve Arap. Irak’dan gelenler de var. Oralardan can güvenliği nedeniyle kaçtıklarını söyleyip Esad’a ver yansın ediyorlar. Önce Türkiye’ye gelmişler, uzun süre kampta kaldıktan Ege kıyılarından bindikleri botlarla Sakız’a atmışlar kendilerini... Buradan gemiyle Pire’ye, oradan da öteki Avrupa ülkelerine gideceklermiş.

Umuda Yolculuk-Suriyeli Mülteciler

-‘’ Neden Türkiye’de kalmadınız? Türkiye can güvenliğinizi sağlamadı mı?’’ Diye sordum. Soruma bir birlerine baktıktan sonra, Türkçesi düzgün olan gülerek;
-‘’Can güvenliği tamam ama Türkiye’de iş yok. Biz ya Almanya ya da İsveç’e gitmek, oralarda iş bulup daha sonra ailelerimizi de yanımıza alarak yeni bir hayat kurmak istiyoruz ‘’diye yanıt verdi.
Mülteciler Çamaşırı Heykeller Üzerinde Kurutuyor
Bu kısa sohbet, yaklaşık 2 milyon 500 bin mültecinin ülkelerini sadece can güvenliği nedeniyle terk etmediklerini, bu kitlesel göçün nedenlerinden birinin de ( bir çok aydının bilip de dile getirmediği/getiremediği gibi) ekonomik nedenlerden kaynaklandığını özetleyiverdi.

Başka Nerelere Gidilir
Sakız Adası’nda Chios’un dışında görülecek pek çok yer var. Buraları görmek için de direksiyonun başına geçip turunuza Daskalopetra’dan (Öğretmen Taşı) başlamanızı öneririm. Adayı tanıtan hemen her yazıda Homeros’un Sakızlı olduğu yazılır ve onun açık hava şiir okulunu görmeniz önerilir. Ben de kent dışı turuma oradan başladım. Daskalopetra kentin hemen kuzeyinde deniz kıyısında küçük bir yerleşim yeri.


Daskalopetra-Homeros Şiir Okulu
Şiir okulu deyince; gözünüzün önüne kapısı, bacası ve çatısı olan bir okul gelmesin. Homeros’un Şiir Okulu küçük bir seki üzerine bulunan 30-35 metrekarelik bir alan. Bu alanın ortasında, Homeros’un nasıl oturabildiğini hala anlayamadığım, oturanı rahatsız edecek bir kaya var. Homeros’un kürsüsü (!) sandığım bu kayanın hemen karşısında ise; ancak 3-5 kişinin oturacağı, sıra şekli verilmeye çalışılmış başka bir kaya bulunuyor. Öğrenci sayısı, sıra şekli verilmiş kaya da oturulacak yer sayısı ile sınırlı ise; ya Homeros’un şiir okulu aşırı pahalıydı ya da o dönemde şiir sever sayısı çok azdı. Her neyse. Bu açık hava sınıfının hemen altında ise; bereket tanrıçası olan Kibele’nin Kutsal Yaşam Alanı var. Sakız halkı, bulunduğumuz bu alanda Kibele için İÖ VI. Yüzyılda bu gün yerinde yeller esen bir tapınak yapmışlar. Bu tapınakta Kibele’den yurtlarına bereket getirmesini diliyorlarmış. Ben görmedim ama alanda bulunan harnup(keçiboynuzu) ağacına bazı turistler bereket getirsin diye kredi kartlarını ve para cüzdanlarını sürüyorlarmış.
Bu arada Chios Daskalopetra arasında deniz kenarına yapılmış, bugün hala ayakta kalan 4 adet yel değirmeni var.
Daskalopetra Yolunda Yel Değirmenleri
Daskalopetradan sonra adanın en ünlü manastırı olana Nea Moni’yi görmek için Karyes’e yöneldik. Karyes ile Avgonyma arasında bulunan manastırın geçmişi 11. Yüzyıla kadar dayanıyor. Meryem Ana’nın Göğe Yükselişi’ne adanan manastır, 1056 yılında tamamlanmış.Yunanlılar, UNESCO tarafından dünya kültür mirası listesine alınan manastırdaki bir şapelde bulunan kafatası ve kemiklerin, Türkler tarafından öldürülen hırıstiyanlara ait olduğunu iddia edince, bizimkiler buna bozulmuşlar.
Nea Moni Manastırı
Sonuçta iki taraf orta yolu bulup, hırıstiyanları katledenlerin Türkler değil, Osmanlılar olduğu husunda anlaşmışlar. Bu anlaşma için ‘’Ha ali veli, ha veli ali’’diyenleriniz olabilir. Ama dış ilişkilerde buna ‘’diplomasi(!) ''deniyor. Manastırda en ilginç şey keşişlerin yemek yedikleri yaklaşık 8-10 metre uzunluğundaki taş masa ve masayı çevreleyen taş oturma sıralarıydı. Manastırdaki görevli rehber, bunun dünyada eşi olmadığını söyleyince; Kapadokya’yı ziyaret edip etmediğini sordum. Etmemiş. Eğer Kapadokya’yı ziyaret etmiş olsaydı, oradaki peri bacalarının içinde ilk hıristiyanların yaptığı küçük kiliselerin mutfağında bu tür masaları görürdü.
Manastır da bir de müze var. Hediyesi 2 euro.

Ortaçağ Köyleri
Sakız adasında Orta Çağdan kalma genelde tepelere kurulmuş birçok köy var. Evlerin dışa bakan duvarlarının bir kale duvarı oluşturacak şekilde bir birlerine bitişik olarak inşa edilmiş olmaları, köylerin ortak özelliği… Bu tip yapılaşmanın nedeni sakız bitkisini ve ondan elde edilen sakızı, korsanlardan ya da yabancılardan  korumakmış. Evler, bölgede bulunan kara taştan birbirlerine omuz vermişçesine küp şeklinde yapılmış. Sokaklar dar ve taş döşeli…
Bu köylere en iyi örnek Anavatos.
Anavatos


Biz Anavatos’a daracık dağ yollarından kıvrıla büküle ulaştık. Şimdilerde 25-30 haneden oluşan köy, yüksekçe bir tepede kurulmuş. Uzaktan bir kartal yuvasını andırıyor. Köyün girişinde küçük bir kilise var. Daracık bir-iki sokağın iki yanında sıralanmış, küçük pencereli, bir birine sırtını dayamış, kara taştan yapılmış evler tepeye kadar uzanıyor. Tepenin üstünde ise bir kale var. Köyde yaşayan yok gibi. Kendi yaptığı eserleri küçük bir dükkanda satan kadın sanatçıdan başka kimseye rastlamadık. Köy ile ilgili bizi de ilgilendiren bir söylence var. 1822 ayaklanmasında Osmanlılar köyü kuşatmışlar. Ancak teslim olmayı kendilerine yediremeyen Anavatoslular tepedeki uçurumdan atlayıp, topluca intihar etmişler. 1822’de 400 hane olan köy o tarihten sonra terkedilmiş. Söylence böyle; inanıp inanmamak size kalmış.
Avgonyma
Anavatos’dan dönüşte yol üzerinde olan Avgonyma’ya uğradık. Köy denizden yaklaşık 500 metre yükseklikte olan bir tepeye kurulmuş. Evler ve konumları Anavatos’daki gibi; birbirlerine sırtlarını dayamışlar ve savunma amaçlı yapılmışlar. Köyün kuruluşu XI. yüzyıla kadar gidiyor. Köyü, Nea Mani manastırının yapan keşişler kurmuş dediler. Köye ulaşmak için kullandığımız yol çam ormanlarının içinden kıvrıla kıvrıla geçiyor. Manzara çok güzel. Köyde yaşayanların sayısı 2 elin parmaklarını geçmiyor. Ortalama yaş ise 70 civarında. Köyün sokaklarında dolaşırken bir tavernaya öğle yemeği için girdik. Ben tam garsona sipariş verirken 70 yaşlarında biri,
Ben,Stan,Gail,Niko ve Eşim,
-‘’İsterseniz size tercümanlık yapıp ne istediğinizi söyleyebilirim’’ dedi.
Nazikçe teşekkür edip bir masaya oturduk. Garson sipariş alırken az önce bana yardım öneren kişinin birkaç masa ötede tek başına oturduğunu görünce; yerimden kalkıp masamıza davet ettim. Önce rahatsız etmeyeyim falan dedi ama sonra masamıza geldi.
-‘’ Adım Yaşar ‘’ dedim.’’ Ben bira içeceğim, siz ne içersiniz?’’
-‘’İzninizle ben rakı içeceğim’’.
Hikayesi bildik: Adı Niko’ymuş. Cihangir’de doğmuş. 1963 senesinde Kıbrıs’da Rumlar’ın 364 Kıbrıs Türkü’nü katletmesinden sonra Türk Hükümeti, Türkiye’de yaşayan Yunan yurttaşı binlerce Rum’u sınır dışı edince;19 yaşında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2. sınıf öğrencisiyken İstanbul’u terk etmek zorunda kalmış bizim Niko.
Ailesi Yunanistan’a yerleşirken o, Kanada’ya gitmiş. Yarım bıraktığı eğitimini tamamlayıp savcı olmuş. Emekliliğini ise Sakız’da geçiriyormuş.
Changirli Niko
-‘’Ya çoluk çocuk ?’’
-‘’6 Çocuğum var, hepsi Kanada’da yaşıyor. Karı ölünce ben buraya yerleştim.’’
-‘’Gençlik yıllarında Türklerle aranız nasıldı?’’ diye sordum.
-‘’Onlarla mahalle maçı yapardık. Maçta mutlaka kavga çıkar, bir birimize girerdik. Ama ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi yeniden toplanıp, top oynardık. Aslına bakarsan Yaşarcığım bizim Türklerle, Türklerin Rumlarla bir alıp veremediğimiz yoktu. İşin tadını kaçıran her iki tarafın siyasetçileridir. Ben bunu bilir bunu söylerim.’’
Patates ve Nohut Köftesi
Biz Niko ile sohbet ederken, adaya onu ziyarete gelen İngiliz( Stan),ve  Amerikalı’yı da (Gail)) da masamıza davet ettim. Önce bize katılıp katılmama hususunda tereddüt ettiler ama sonunda birer sandalye çekip oturdular. Arkadaşları onun Yunan vatandaşı olduğunu biliyorlar ama benim Türk olduğumu öğrenip, Niko ile samimi bir şekilde konuştuğumu görünce şaşırdılar:’’ Nasıl olur da iki düşman ülkenin yurttaşları bir birlerine bu denli yakın olabilirler’’ diye düşünmüş olmalılar. Durumu anlayan Niko, halklar arasındaki düşmanlığa her iki tarafın siyasilerinin yol açtığını, aslında Türklerle Yunanlıların, özellikle gurbette birbirlerini dost bildiklerini anlattı.
Tavşan Yahnisi
Hatta benle Türkçe konuşurken bir ara dalıp onlarla Türkçe konuşmaya başlayınca,
-‘’Niko rakıdan iki yudum alınca özüne döndün. Adamlarla Türkçe konuşuyorsun’’ dedim.
Gülüştük.
Niko’nun tüm ısrarına karşın onları masama davet ettiğim için hesabı ben ödedim. Bu işe tavernanın sahibi Yorgo’da şaşırdı.
Niko’yla, birbirimizi sanki 40 yıllık dostmuşçasına kucaklayıp vedalaşırken, Stan ve Paul sanki gördüklerine inanamıyorlarmış gibi bizi izliyorlardı.
Ah şu emperyalistler!…
Volisos

Volisos, adanın kuzey bölgesinde yer alan üzerinde Bizans döneminde yapılmış bir kalenin bulunduğu tepenin eteklerinde kurulmuş, taş döşeli daracık sokaklarıyla neredeyse terk edilmiş bir yerleşim yeri. Biz İzmir diye biliriz ama Sakızlılar Homeros’un doğum yerinin Volisos olduğuna inanmışlar. Sokaklarında dolaştım, bolca fotoğraf çektim ama insan bir kedi bile göremez mi? İnanın sokaklarda soluk alıp veren bir canlı görmek nasip olmadı. Benim Volisos’u dolaştığım sırada bura sakinleri belki siestadaydılar. Kim bilir?
Sakız’da Ortaçağ'dan günümüze kadar gelmiş 3 önemli yerleşim yeri daha var. Bunlar Pyrgi, Olimpi ve Mesta.
MestaSakız Adası’nın en iyi korunmuş köylerinden birisi. 12. Yüzyıldan kalma yapılar bulunuyor. Mesta korsan saldırılarından korunmak amacıyla öteki köyler gibi inşa edilmiş. Onlardan farkı; yaşayanların yaş ortalaması 70'de olsa burada yaşam var. Taş döşeli, kemerli,daracık sokaklarında dolaşırken, sakız ayıklayan, örgü ören kadınlarla karşılaşıp, ’’kalimeramıza’’ içtenlikle söylenen çokça ‘’kalimera - günaydın‘’ ile karşılık aldık. Burayı görmeden Sakız’dan ayrılmayın.
Pirgi
 Mesta’nın hemen yakınında görülmesi gereken köylerden biri de Pirgi. Anlatıldığına göre burası sakız üretiminin merkeziymiş. Daracık sokakların iki yanına sıralanmış olan taş evlerin en önemli özelliği dış duvarlarının geometrik şekillerle süslü olması.
Mesta
Burada da yaşam var. Kadınlar sokaklarda, erkekler ise küçük kahvelerde tavla oynayıp sohbet ediyorlar. Mesta'da dikkatimi çeken bir şey oldu. Kadınların çok büyük bir bölümünün kara giysiler içinde olduğunu fark edip, nedenini sordum. Kocası ya da bir yakını ölen kadın, bu kapkara giysileri( kara çarşaf değil) yas tuttukları sürece giyerlermiş. Çoğu yaşlı kadınların yas tutma süresi ölünceye kadar devam edermiş. İlginç. Pirgi’de de ortalama yaş 70. Bir kez daha anımsatayım dedim.
Issız Pirgi Sokakları
Kesinlikle görülmesi gereken ‘’üçlemenin’’ son köyü ise Olimpi. Düz bir alanda kurulmuş Sakız köylerinden biri olan Pirgi'yi dolaşırken labirent benzeri yolumuz küçük bir meydana çıktı. Meydanda birkaç masalı bir taverna var. Baktım bir masada köyün yaşlı papazı ile orta yaşlı biri oturuyor. İzin isteyip yanlarındaki bir sandalyeye oturdum.
Olimpi

Papazla, kendisi  İngilizce bilmediği için, adının Costa olduğunu öğrendiğim bir Olimpi’li aracılığı ile sohbet ettim. Daha sonra Michael de katıldı. Papaz Yorgo’nun Cemaati yok denecek kadar azmış. Zaten köyde kışın kendi ve birkaç yaşlıdan başka kimse kalmazmış.Costa ne içersiniz diye sordu,
-‘’ Türk Kahvesi’’ dedim.
Müşterisizlikten olacak, başımızda dikilip bizi dinleyen tavernanın sahibesi,
-‘’Bizde Türk Kahvesi yok’’ diye söze girince,
-‘’Ne yapalım ben de Türk Kahvesi olan bir yer bulur orada içerim’’.
Sonuçta bana, bize özgü bol köpüklü bir Türk Kahvesi servisi yaptılar.
Costa,Ben,Papaz Yorgi ve Michael- Olimpi'de Türk Kahvesi
Eğer Olimpi’deki tavernada sohbete doğrudan ya da dolaylı katılanlar, söylediklerinde içtenlikli iseler-ki ben söylediklerimde içtendim-, iki ülke arasındaki bu düşmanlığın nedenini kolaylıkla politikacılara bağlayabiliriz.
Olimpi’de görülmesi gereken yerlerden biri de, köye yaklaşık 5 km uzaklıktaki sarkıt-dikit mağarası. Magara, bizdekilerin benzeri. Ancak buraya kadar gelmişken uğrayıp, görün derim. Hediyesi 5 euro.
Elinda
Sakız’da görülecek yerler bu kadar değil, Söz gelimi; Chios’un dış mahallesi sayılabilecek kadar, Chios’a yakın olan Kambos bunlardan biri. Buraya yerleşim 14. Yüzyılda başlamış. Narenciye bahçeleri arasında, yüksek duvarlarla çevrili villalarda yörenin zenginleri yaşıyormuş. Elinda tam kartpostallık bir köy, ayrıca Agio Galas daracık sokakları, taş evleri ile tipik bir Sakız köyü. Daracık sokaklardan, taş evlerden gına geldi diyorsanız gitmeyin. Ama köyde görmeyi arzulayacağınızı sandığım mağaralar da var. Bu arada Aigos Galas yolu çok dar. Gidiş yolunuz ile tali yolların kesiştiği köşelerde yansıtıcı aynalar var. Ansızın bir araba ya da at çıkabilir dikkatli sürün.
Kumsallar,Kumsallar,Kumsallar...
Yazının başlığını kumsallar yerine plajlar diye yazsam daha gerçekçi olurdu. Çünkü denize gireceğiniz plajların bir kaçı dışında tamamına yakını irili ufaklı çakıl taşlı. Ama hepsi tertemiz ve denizi pırıl pırıl. Deniz suyu benim gibi Adanalı olanlar için birazcık soğuk sayılır ama suya girince çabuk alışıyor insan; denizden çıkmak istemiyorsunuz. Plajların çoğunda tesis yok. Ama yanızda havlunuz varsa ve sessizliği seviyorsanız doğrusu tesise de gerek yok.
Limenas Plajı
Ben Sakız’da kaldığım 3 gün içinde günün değişik saatlerinde 5 kumsalda (plajda) denize girdim. Hepsi de çakıllıydı. Nedense kumlu plajları pek sevmem. Kumsallarda denizden çıkınca, su dökünseniz bile vücudunuzdan kum eksik olmuyor.
Kumlu sahilleri sevenler için hemen Chios’un yakınındaki Kambos plajını önerebilirim. Plajın hemen yakınında tavernalar ve kafeler var. Olimpi köyü yakınındaki Aia Dinami plajı küçük çakıllı ve kumlu. Mesta yakınındaki Apothika plajında ise dalış dersleri veriliyor. Glari plajı kum çakıl karışık. Tavernası olan Lihti plajı ise kumlu. Sakız’daki plajların bana göre en ilginci Emborio Limanı’nın yakınındaki Mavra Volia plajıdır.
Karataşlı Plaj-Mavra Volia


Plajın ilginçliği sahilindeki volkanik, siyah renkli çakıl taşlarından kaynaklanıyor. Bir tane soyunma kabini olan plajda denize girip çıkarken düşebilirsiniz. Dikkat edin. Mavra Volia plajına 5 dakikalık mesafedeki Komi  plajı ise ‘’beach’’ tarzında. Güzel de bir baalık restoranı var.
Ne Yenir Ne İçilir
Sakız’da yenebilecek en iyi şey taze deniz ürünleri. Ben oradayken sardalyenin sonuydu. Limanı çevreleyen kordonda bulunan sahibi Keşanlı Yusuf’un yeri Greek Fish Taverna’da yediğim dil balığının, ahtapotun ve kalamarın ve karidesin tadı hala damağımda. Abartmıyorum; özellikle ahtapotu Türkiye’de ancak sayılı balık restoranında bu kadar lezzetli yaparlar.
Kalamar,Karides,Ahtapot ve Alfa Bira
Deniz ürünleri dışında size yaban tavşan yahnisi ve keçi güvecini önerebilirim. Ben bunları Avgonyma’daki Pirgos taverna da yedim, hani Niko’yla karşılaştığımız taverna. Bu arada yerel mezelerden nohut ve patates köftelerini ve gerçek keçi peynirini de deneyebilirsiniz.
Keçi peynirinin ızgarası olan mastello, bizim çoban salatanın üzerine beyaz peynir konmuşu olan Greek Salat, dağ koruğu turşusu tadabileceğiniz mezelerden.
Kahvaltı için kordondaki Liman Kafe’yi tek geçerim. Sahibi İskeçeli bir Türk olan Rıdvan. Ayrıca sakızlı dondurmalarını da tatmanızı öneririm.
Bu arada soğuk içilen frape adlı bir de kahveleri var. Hoş bir içecek, deneyin.
Sakız’da uzoların yanı sıra oraya özgü şarapları da deneyebilirsiniz. İdioniros (kırmızı-tatlı) ,Evodiatos( sek-beyaz), Theikos( kırmızı-sek) ben tatlı şaraptan hoşlanmadığım için son ikisini denedim, öneririm.
Bizim rakının Yunancası olan uzo onların ulusal içkisi. Ben Apolarina markalı olanı içtim fena değildi. Buraya özgü olduğu söylenen iki bira var. Alfa ve Mytos. Her ikisi de hoş içimli.
Kordonda birçok taverna ve kafe var. Keşanlı Yusuf’un yeri dışında deniz ürünü yemek için Adalılar nereye gidiyorsa oraya gidin derim.
Balıkçılarda, bir bardak şarap, bir duble uzo ya da bir şişe bira dahil deniz ürünleri, nerede yerseniz yiyin kişi başı 25-35 euro arası. Chios dışındaki köylerde aynı yemekler için biraz daha az euro ödersiniz.
Alış Veriş
Sakız’da illa da şunu alın diyeceğim şeylerin sayısı sınırlı. Seramiğe meraklıysanız Pirgu’ya giderken yolunuzun üstündeki Armolia’da buraya özgü seramikler satın alabilirsiniz. Ancak Sakız’a adını veren ya da adını Sakız’dan alan ‘’mastika-damla sakızı ''buranın her şeyi.  Nasıl Gaziantep’de her şeye, kebaba bile (Iıghh !) fıstık konuyorsa; burada da sakızın konmadığı bir yiyecek yok gibi. Sakız rakısı, likörü, kahvesi, dondurması, simidi, sütü, köftesi, yüz ve vücut kremi, meşrubatı… Anlayacağınız damla sakızı burada her derde deva dibi.
Bir de çeşitli meyvelerden yapılmış reçelleri de ünlü Sakız’ın. Size fıstık (Antep Fıstığı) reçelini öneririm, değişik bir reçel. Türkler reçeli nedense kordon boyuna paralel olan bir sokakta dükkanı olan ''Reçelci Rena'dan'' alıyorlar. Ben başka dükkandan aldım.
Reçelci Rena'nın Dükkanı
Bu saydıklarımın fiyatlarına gelince; eeehh! diyebilirim sadece.
Nelere Dikkat Etmeli
·   Sakız’da yollar dar,ancak düzgün. Trafik ve yer tanımlayan levhalar yeterli. Çok virajlı kesişen yollarda ayna var.
·   Ada halkı dindar. Kiliseleri gezerken sessiz olmaya gayret edin.
·   Sakız Adası’nda, özellikle köylerde yaşayan nüfus yaşlı. Türkçe bilen biri bulursanız sohbet edin, ilginç şeyler anlatıyorlar.
·   Taverna denince bizler buralarda müzik yapılıyor sanıyoruz. Oysa taverna lokanta demekmiş. Büyük tavernalarda sadece hafta sonu müzik var.
·    Sakız Adası sakinleri Midilli’de yaşayanlar gibi güler yüzlü. Bunda adalı olmalarının rolü var sanki.
·   Alış verişlerinizde pazarlık etmeyin. Fiyatlar zaten ehven. Zaten pek de alışkın değiller.
.Pazar günleri açık dükkan bulamazsınız. Sadece tavernalar açık. Hafta içinde de öğle uykusunda oldukları için dükkanlar gene kapalı.
·   Türk ehliyeti ile araba kullanabiliyorsunuz. Ama kaza yaparsanız sigorta kapsamına girmiyorsunuz.siesta
·    Araba kiralamada rayiç günlük 30-40 euro. Ben günlüğü 30 euro’ya Nissan Micra kiraladım. Buranın dar yolları için küçük araba ideal. Motosiklet kullanabiliyorsanız adayı motosikletle de dolaşabilirsiniz. Yok ben turla gezmek istiyorum derseniz günlük ada turları var ama doğrusu önermem.
·   Bahşiş kabul ediyorlar, miktarı size kalmış.
·   Chios'da park yeri bulmak sorun. Araba kiraladıysanız, arabanızı iskelenin hemen karşı ucunda bulunan Chios Chandris Oteli’nin arkasındaki sokaklara park edebilirsiniz.
·   Aklınızda bulunsun. Sakız’da çoğu yer nakit çalışıyor, kredi kartına itibar etmiyorlar.

Nasıl Gidilir
Sakız’a gitmeden önce biraz kitap karıştırdım. Kitap karıştırmak lafın gelişi; internette biraz süre at koşturup, adanın Çeşme sahillerine 6 km mesafede olduğunu öğrendim. 6 km, tam techizatlı piyade yürüyüşü ile yaklaşık 1 buçuk saat eder. Siz Musa, ahvadınız da İsrail Oğulları olmadığı için denizi yarıp Çeşme’den sakıza yürüyerek gidemeyeceğinize göre en iyi seçenek feribot oluyor. Sezonda Sakız’a karşılıklı iki sefer var. Biri saat 09:00’da diğeri ise; saat 09.30’da. Feribotlardan ilki Çeşme’den Sakıza, bindin-indin 1 saat. Hızlı olanının süresini ise bilmiyorum. Daha pahalı olduğu için 15-20 dakika önce gidiyor olabilir.  Sakız’dan dönüş ise; 18.00’de. Feribot sınırlı sayıda otomobil ve motosiklet de alıyor. Yolcu başı gidiş dönüş 42.40 Euro ödüyorsunuz.
-------
Eylül 2015
       
Mecidiye Camisi

Damla Sakızı Ayıklama

Pirgi

Mesta
Melek Paşa  Çeşmesi


Daskalopetra

Olimpi'deki Sarkıt ve Dikitler




27 Ekim 2015 Salı

ÇEVKO Ambalaj Atıklarını Geri Dönüştürerek Ekonomimize Katkı Sağlıyor-Drinktech





ÇEVKO AMBALAJ ATIKLARINI GERİ DÖNÜŞTÜREREK EKONOMİMİZE 

UCUZ HAMMADDE SAĞLIYOR(*)

Bu sayımızda ÇEVKO Çevre Koruma Ve Ambalaj Atıklarını Değerlendirme Vakfı İktisadi İşletme Genel Müdürü  Sayın Yaşar Nadir Atilla ile ÇEVKO ve çevre sorunları ile ilgili bir söyleşi yaptık.

*Sayın Atilla, okuyucularımıza öncelikle ÇEVKO’yu tanıtır mısınız? ÇEVKO kimler tarafından, ne zaman ve ne amaçla kuruldu?

-ÇEVKO, Türkiye’nin önde gelen 14 büyük firması tarafından 1991 yılının 1 Kasım’ında kuruldu. Kuruluş amacımızı özetle;’’ ambalaj atıkları için sürdürülebilir bir geri kazanım sisteminin oluşturulmasında, yönlendirilmesinde paydaşlarımızla birlikte etkin rol oynamak, çevre konusunda eğitim vermek, bu konuda yapılacak bilimsel araştırmalara destek olmak’’ diye özetleyebiliriz.

*ÇEVKO,  ambalaj atıklarının değerlendirilerek ekonomiye yeniden kazandırılmasını amaçlayan ülkemizdeki ilk vakıftı. Kurulduğunuz günden bu güne neler yaptınız? Ne kadar ambalaj atığını geri dönüşümünü sağlayarak ekonomiye kazandırınız? Çevre eğitimi konusunda ne gibi etkinlikleriniz oldu? Üyesi olduğunuz uluslararası kurumlar var mı?


-Sorularınızı sırayla yanıtlamaya çalışayım. Kurulduğumuz günden bu güne yaklaşık 24 yıl geçti. İlk yıllarda ambalaj atıklarının ekonomiye yeniden kazandırılması konusunda birçok yerel projeye imza attık. 2005 yılında çıkan Ambalaj Atıkları Kontrolü Yönetmeliği ile ÇEVKO, ilgili bakanlık tarafından ‘’Yetkilendirilmiş Kuruluş (YK)’’ olarak görevlendirilince; ülke genelinde daha etkin görevler ve projeler üstlendik.
*Sırası gelmişken sorayım:’’ Yetkilendirilmiş Kurulu’’ nedir, ne anlama geliyor?
- 24 Ağustos 2011 tarihli yönetmelik ile bundan önce çıkmış olan ambalaj atıkları yönetmelikleri, piyasaya ambalajlı ürün süren firmalara, piyasaya sürdükleri her birim ambalajlı ürünün belli bir oranını toplamak ve geri dönüştürmek zorunluluğu getirmiştir. Bu zorunluluğun yanı sıra bu firmaları sürdürülebilir bir çevre politikasının oluşması için tüketicilere eğitim verme, onları bilinçlendirme konusunda da yükümlü kılmıştır. Takdir edersiniz ki; bir firmanın böyle bir organizasyonu yurt çapında tek başına gerçekleştirmesi hem güç ve hem de pahalıdır. Onun için bu firmalar, bakanlıkça kendilerine getirilen yükümlülükleri bir YK’ya devrederek yönetmeliğin gereğini yerine getirirler. YK da yükümlülüğünü üstlendiği firmalar adına hareket ederek, bakanlıktan lisans almış toplama ayırma ve geri dönüşüm firmaları ile anlaşmalar yapıp, yönetmelikte belirlenen orandaki ambalaj atığını toplatır bunları belgeleterek/belgeleyerek hammadde olarak ekonomiye kazandırılması organizasyonunu gerçekleştirir. Bu bağlamda ÇEVKO olarak 2014 yılında 1759 firmanın yükümlülüğünü üstlendik.




*Ambalaj atıklarının geri dönüştürülmesi sonucu elde edilen hammaddenin, orijinal hammaddelerden daha ucuza mal edildiğini, bu yolla da ekonomik anlamda önemli miktarda tasarruf yapıldığını biliyoruz. Söz gelimi ÇEVKO olarak 2014 yılında ne kadar ambalaj atığı topladınız ve bunun karşında ülkemiz ekonomisi ne kazandı?

-ÇEVKO olarak 2014 yılında yaklaşık 555 bin ton ambalaj atığını belgeli olarak ekonomiye kazandırdık. Bunun Türk Ekonomisine katkısı 1,4 milyar TL olmuştur. Olaya çevresel açıdan bakarsak 2014 yılında geri dönüşümünü sağladığımız kağıt ve kartondan dolayı 4 milyon yetişkin ağacı kesilmekten kurtardık. Orman fakiri olan ülkemiz için bu da yaklaşık 400 bin dönümlük orman alanı demektir. Yine aynı yıl kağıt-karton ve kompoziti ambalajın geri dönüşümünden 6 milyar 300 milyon litre temiz su tasarrufu sağlanmıştır. Bu bir anlamda Aydın İli’nin yaklaşık 40 günlük su ihtiyacı demektir. Plastik ambalaj atıklarının geri dönüşümü ise, ülkemizde akaryakıtın 117 milyon litre daha az kullanımı sonucunu doğurmuştur. Bir başka deyişle 2,6 milyon otomobilin deposunu dolduracak kadar akaryakıt tasarruf edilmiştir. Bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Ancak olay sadece ambalaj atığını geri kazanarak yaptığımız tasarrufla bitmiyor. Bildiğiniz gibi CO’ çevreyi kirleten etmenlerin içinde en tehlikeli olanlardan biridir.  ÇEVKO, 2014 yılında geri dönüşümünü sağladığı ambalaj atıkları sayesinde 682 bin ton CO2’ye eş değerde sera gazının atmosfere yayılmasını önlemiştir.



*Doğrusu verdiğiniz bu rakamlar beklentimin bir hayli üzerinde. Bu nedenle şahsınızda tüm ÇEVKO çalışanlarını kutlarım. ÇEVKO’nun bu başarılı çalışmalarının temelinde bilgi ve deneyiminizin önemli rolü olduğunu düşünüyorum. Deneyimlerinizi paylaştığınız ya da deneyimlerinden yararlandığınız uluslararası kurum ve kuruluşlar var mı?

-Çevre konusunda uluslararası bilgi birikimi ve bu bilginin paylaşılması çok önemlidir.  Ülkenizden yüzlerce kilometre uzakta olan bir ülkede oluşan bir çevre felaketinin size mutlaka olumsuz etkisi olacaktır. Bu nedenle dünyayı tek bir çevre olarak ele almak zorundayız. Dolayısı ile çevre sorunlarınıza çözüm getirmek için elbette yurt dışındaki deneyimlere ihtiyacınız olacaktır. Bu düşünce ile ÇEVKO, 2003 yılında Pro-Europe’nin (Packaging Revovery Organisation-Europe) üyesi oldu. Bu kuruluşa Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 31 Avrupa ülkesi üyedir ÇEVKO, üye olduğu günden bu güne Pro-Europe’un birçok komisyonunda başarılı çalışmalar yapmıştır.  ISWA(International Solid Waste Association) ise ÇEVKO’nun üye olduğu dünya çapında etkinlik gösteren bir başka kuruluştur. 2013 yılında kurulan ve kurucuları arasında yer aldığımız, biz dahil 22 Avrupa Ülkesinin üye olduğu EXPRA’nın da (Extended Producer Resposibilty Alliance) yönetim kurulu üyesiyiz.

*Bu kuruluşlarla ne gibi ortak çalışmalarınız oldu?

-Bu kuruluşlarla ülkemizde ve yurt dışında önemli ortak çalışmalarımız oldu. Ama ben size son bir yıl içinde yaptığımız iki önemli çalışmadan söz etmek isterim.  Bu toplantılardan ilkini geçen yıl Bükreş’de, ikincisini ise bu yılın Mayıs Ayında İstanbul’da düzenledik.  EXPRA ile işbirliği yaparak düzenlediğimiz uluslararası katılımlı bu toplantılara Balkan Ülkelerinin yanı sıra EXPRA’ya üye kimi ülkelerin temsilcileri katıldı. Ülkemizdeki toplantıya ayrıca Brezilya’dan da katılım oldu. Her iki toplantının teması ise ‘’sokak toplayıcılarının mevcut sisteme nasıl dahil edileceğiydi.’’

*Hazır yeri gelmişken uzun yıllardır toplumsal bir sorun haline gelen sokak toplayıcılarına ilişkin bir soru sorayım. Bildiğimiz kadarıyla sokak toplayıcılarının yaptıkları iş mevcut yönetmeliğe aykırı. Sokak toplayıcılarını bu günkü koşullarda zabıta yöntemleri ile de önleyemeyeceğimize göre ne yapmalı da bunları mevcut sistemin bir parçası haline getirmeliyiz. Sizin bu konudaki görüşlerinizi merak ediyorum.

- Yukarıda sözünü ettiğim uluslararası toplantıları düzenlemeden önce ön hazırlık amacıyla, sokak toplayıcıları temsilcileri ve bazı belediyelerle ortak toplantılar yaptık. Daha sonra öncelikle Balkan Ülkelerinde bu konuda neler yapıldığını öğrenmek ve onların deneyimlerinden yararlanmak için bu toplantıları düzenleme kararı aldık. Her ülke deneyimlerini ve görüşlerini aktardı.  Benim kişi olarak bu toplantılardan çıkardığım sonuç şu: Sokak toplayıcıları yasal bir çerçeve içinde yer almak istemiyorlar. Sorun Türkiye’de de, Balkanlarda da Brezilya’da ’da aynı. Çünkü bu insanların aylık ortalama geliri 4 bin TL civarında. Asgari ücret ya da ona yakın bir ücretle çalışmak istemiyorlar. Resmi anlamda bir iş sahibi olmadıkları için devletten ayrıca sosyal yardım ve ücretsiz sağlık hizmeti de alıyorlar, esnek bir çalışma saatleri var. Dolayısı ile bu olanaklarından yoksun kalmak istemiyorlar. Gerçek bu olduğu için sokak toplayıcılarını sisteme dahil etmek zor. Zor ama imkansız da değil. Biz bu konuya çözüm getirmek amacıyla bir dizi çalışma yapmaya devam ediyoruz. Bu arada Brezilya bu konuda ilginç bir uygulama yapmış.

*Brezilya’da ki uygulamada ilginç olan ne?

-Brezilya 200 milyonu aşan nüfusa sahip, işsizliğin yoğun, gelir dağılımının adaletsiz olduğu ülkelerden biri. Orada bazı eyaletler, bu sektörde yasa dışı faaliyet gösteren insanları belli mahalle ve semtlerde kooperatifleşmeye yönelterek yasal sistem içine sokmaya başlamışlar. Uygulama belli bölgelerde başarılı olmuş ama orada da sistem dışı sokak toplayıcılığı halen devam ediyormuş.

*Sayın Atilla, anladığım kadarıyla bu sistemin önemli üç bacağı var. Belediyeler, lisanslı firmalar ve YK’lar ya da bunlara yetki veren piyasaya sürenler. Bu üç bacaktan biri olan belediyelerle olan ilişkilerinizden söz eder misiniz?

-Bu yönetmeliğin kapsama alanına giren 1360 civarında olan belediye var. Bunların yükümlülüklerinin ne olduğu AAKY’nin 8. Maddesin de tanımlanmış olmasına karşın bizim işbirliği içinde olduğumuz belediye sayısı bu gün itibariyle 167’dir. Bu da mevcut sayının yaklaşık %12’sine denk gelmektedir. Bizim dışımızdaki YK’ların çalıştığı belediyeleri de hesaba katsak bile bu oran % 20’yi geçmez.

*Çalışılan belediye sayısındaki bu düşük oranın sebebi nedir?

-Bunun değişik sebepleri var. Bu da ayrı bir söyleşi konusu olur. Ben en iyisi size ÇEVKO olarak sözleşmeli belediyelerle yaptığımız ortak çalışmalardan söz edeyim.
AAKY’nin 8. Maddesine göre; “ambalaj atıklarını kaynağında ayrı toplamak ve toplattırmakla yükümlü’’ olan ve bizimle sözleşme yapan belediyelere ÇEVKO olarak, o belediye sınırları içinde yaşayanlara eğitim desteği veriyoruz. Kapı kapı bilgilendirme olarak adlandırdığımız bu eğitimde, YK olduğumuz 2005 yılından bu güne yaklaşık 22 milyon kişiye ulaştık. Ayrıca belediyelerin önerdiği okullarda öğrenciler ve onların öğretmenlerine çevre ile ilgili eğitim programları düzenliyoruz. Belediyelerin ambalaj atıklarını kaynağında ayrı toplamalarını kolaylaştırmak ve etkinleştirmek için ambalaj atık torbaları, iç mekan kutuları, konteynerler ve cam ambalaj kumbaralarını onlara bedelsiz olarak sağlıyoruz. Özellikle cam ambalaj kumbaralarının temini konusunda Şişe Cam Firması’nın büyük desteğini de görüyoruz. Tüm bunların yanı sıra belediyelerin etkinliklerine olanaklarımız ölçüsünde katkılarda bulunuyoruz.

*Sivil toplum kuruluşları ile ilişkinizin düzeyi nedir? Kısaca söz eder misiniz?

-Çevre ve çevrenin korunması konusunda faaliyet gösteren, il ve ilçelerde konsey ve platform adıyla faaliyet gösteren STK’larla her zaman yakın ilişki içinde olduk. Ayrıca farklı alanlarda faaliyet gösteren vakıf ve derneklerle de ilişki içindeyiz. Söz gelimi, bu yılın bahar aylarında toprak aşınması ve ağaçlandırma çalışmaları yapan TEMA Vakfı ile ortak bir proje yapıp yükümlülüklerini üstlendiğimiz firmalar adına Denizli’nin Çal ilçesinde 3000 bin ağaçlık bir ÇEVKO ormanı oluşturduk.

*Son zamanlarda ‘’Çevre Dostu Mağazalar’’ konusu dillendirilmeye başlandı. Bu mağazaların mevcutlardan farkı nedir?
-  Sizin de ifade ettiğiniz gibi ‘’Çevre Dostu Mağazacılık’’ kavramı son yıllarda, özellikle gelişmiş batılı ülkelerde gündeme geldi.. Ancak burada çevre dostu mağaza derken sadece çevreye dost ürünler satan mağazaları kastetmiyorum. Çevre dostu mağaza, genel anlamıyla çevreyle barışık mağaza demektir. Bir mağazanın çevre dostu olarak kabul edilmesi için daha başlangıçta mağazanın yapımında kullanılan yapı malzemelerinden reyonlarına kadar birçok konuda çevresel faktörleri öne alarak, işleyişini ona göre düzenlemesi gereklidir. Mağaza mümkün olduğunca az enerji tüketecek yöntemlere aydınlatılır, ısıtılır ya da soğutulur. Bu mağazalarda müşterileri çevre konuşunda uyaran, onları bilgilendiren çeşitli görseller bulunur. Atıkların hem mağazanın mal kabul bölümünde, hem de tüketicin ulaşabileceği alanlarda ayrı olarak toplanabilmesi amacı ile kullanılabilecek konteynerler mevcuttur. Bu mağazalarda en az atık oluşturmak ve doğal kaynakların verimli kullanılması önde gelen amaçtır. Isı yalıtımı,  Kısaca ÇDM ‘’Yeşil Mağaza’’ demektir. Beklentimiz bu tür mağazaların ülkemizde de yaygınlaşmasıdır.

*5 Haziran Dünya Çevre Günü kapsamında ne gibi etkinlikler yapıyorsunuz?

-Yıllardır, sözleşmeli olduğumuz belediyelerin 5 Haziran Dünya Çevre günü kapsamında gerçekleştirdikleri çevre haftası etkinliklerine çeşitli desteklerde bulunuyoruz. Bu desteklerin bir bölümü onların organizasyonlarına teknik destek oluyor. Çocuklara yönelik, çevre temalı konuların işlendiği tiyatro oyunlarımızı anlaşmalı olan tiyatro grubumuzla bu etkinliklere katılıyoruz. Bu yıl ÇEVKO Çocuk Tiyatromuz aracılığı ile 5000 öğrenciye çevre bilinci aşılayan temsiller verdik. Ayrıca çocuklara tarafından çok sevilen sempatik kedimiz Çevki de bu etkinliklerde önemli görevler üstleniyor.

*163 belediye ile çalıştığınızı söylediniz. Bunların tümünün etkinliğine katılabiliyor musunuz?

- Birkaç ekiple çalışmamıza karşın, bir haftalık sürede hepsine katılmamız mümkün olmuyor Bu nedenle belediyelerin bazılarına etkinliklerini bir hafta içine sığdırmak yerine yıla yaymalarını talep ediyoruz

*ÇEVKO’nun etkinliklerinde birçok ünlünün gönüllü olarak yer aldığını biliyoruz. Ünlülerle yürüttüğünüz sosyal sorumluluk projeleri hakkında bilgi alabilir miyiz?

-Bildiğiniz gibi ÇEVKO olarak her yıl daha temiz bir çevre ve sürdürülebilir çevre politikalarına dikkat çekmek için kamu spotları hazırlıyoruz. Geçmiş yıllarda çevreye duyarlı çevre gönüllüsü birçok ünlü ile birlikte projeler geliştirdik. Söz gelimi 2014 yılında PET ambalaja ilişkin kamu spotumuzda Gripin grubu görev aldı. Cam ambalaj konulu bu yıl ki kamu spotumuz da ise ünlü sanatçı Emel Sayın oynadı. Bu yılki izlenirlik oranımız henüz belli değil. Ama geçen yılki kamu spotumuz en fazla izlenen kamu spotları arasında üçüncü olmuştu. <yine geçen yıl başlayan ve bu yıl da devam eden Zeytinburnu Belediyesi ile ortak yaptığımız ‘’Evlerden Evrene’’ konulu projede ise değerli sanatçı Zeliha Sunar ÇEVKO’nun yüzü olarak yer aldı. Gerçek bir çevre dostu olan Sayın Sunar, davet ettiğimiz her etkinliğe gönüllü olarak katılmaktadır. 

*Sizin PET ambalajların ülkemiz genelinde yaygınlaşmasında önemli roller üstlendiğiniz biliyoruz. Hatta içecek sektöründe ‘’PET’in Duayeni’’ diye anılıyorsunuz. Bu nedenle siz PET ambalaja ilişkin bir soru yönelmek istiyorum. PET ambalajın, özellikle içecek sektöründeki bu günkü durumu nedir, bunların geri dönüşümü nasıl sağlanıyor?

- Sektörden 2 yıldır fiili olarak ayrılmış olmama rağmen hakkımda düşündükleriniz ve iltifatınız için teşekkür ederim. Sizin de yakından bildiğiniz gibi PET ambalaj sektörün neredeyse başlangıcından bu güne 30 yıl hizmet ettim. Bu süre içinde PET konusunda birçok çevrede olumsuz görüş oluşturulmaya çalışılsa da PET’in kırılmaz, hafif, ikame ambalajlara göre ucuz ve en önemlisi kolay şekillendirilebilmesi kullanımının her yıl artması sonucunu doğurdu. Bu gün ülkemizde PET ambalaja olan iç talep yaklaşık 250-260 bin tondur. Bunun %85’i gazlı ve gazsız içecek sektöründe kullanılmaktadır. 30 yıl öncesi içecek sektöründe kullanılan PET miktarının 5-6 bin ton civarında olduğunu düşünürsek, PET’in gıda sektöründeki önemini daha net anlayabiliriz.
PET ambalajın toplanıp geri dönüştürülmesinde sistemden kaynaklanan kimi sorunlar var. Ancak buna karşın ÇEVKO olarak geçen yıl 60 bin ton kadar PET ambalajı dönüştürüp, büyük bir bölümünü sentetik elyaf sektörünün girdisi haline getirdik. Bizim dışımızda faaliyet gösteren öteki YK’ların ve sokak toplayıcıları tarafından belgesiz olarak topladığı PET şişe atıklarını da dikkate alırsak; yaklaşık 125-130 bin ton PET şişenin hammadde olarak ekonomiye kazandırıldığını söyleyebilirim.

*Sayın Atilla, 30 yıl PET şişe sattınız. Şimdi de sattığınız PET şişeleri toplayıp, değerlendiren bir vakfın, ÇEVKO’nun Genel Müdürüsünüz. Bunu kaderin bir oyunu olarak yorumlayabilir miyiz?

-Zaman zaman ben de böyle düşünmüyor değilim. Sen yıllarca PET sat, sonra dön onları  topla. Haklısınız galiba
.
*Sayın Atilla bize vakit ayırdınız. Verdiğiniz bilgiler ve bu güzel sohbetimiz için teşekkür ederim.
-----
(*)Bu söyleşi Drinktechmarket Dergisi'nin Ekim 97. sayısında yayınlanmıştır.