13 Aralık 2016 Salı

Ağacı Ne Kurutur






AĞACI NE KURUTUR

Okullar tatil olmuş, Adana'nın, o ünlü boğucu sıcakları başlamıştı. Bir kaç günlüğüne Mestanzade  Mahallesinde oturan büyük babamlara gelmiştim.

Büyük babam,
-Yaşar, yarına hazır ol seni cuma namazına götüreceğim dedi.

O zamana kadar bir kaç kez bayram namazı kılmıştım ama cuma namazına ilk kez gidecektim; hem de büyük babamla. Gerçi büyük babamın en büyük torunuydum ama ne de olsa büyük babaydı ve torunlarına karşı her zaman mesafeliydi: Deyim yerindeyse, 'gölgesi ağır adamdı.'(1) Bağırıp, çağırdığını hiç görmedim. Az konuşur; öz konuşurdu. Okuduğu gazete ya da kitaptan başını kaldırıp, gözlüğünün üstünden baktığı zaman kızdığını anlardınız. Bırakın öteki torunlarını, en büyük olmama, adımı koyduğu ilk erkek torunu olmama karşın ben bile çekinirdim ondan. Bu çekinme; korkuyla iç içe bir saygıydı aslında.
Çevresine karşı hep mesafeli olan büyük babamın cuma namazına birlikte gitme önerisi beni çok heyecanlandırdı. Sonunda büyük babam tarafından adam yerine konulmuştum.

İlginç bir adamdı büyük babam...
Gençlik yıllarında Nazımla tanışmış, Orhan Kemalle arkadaş olmuş (2), 1930 yıllarda, o zamanki adıyla 'Seyhan Tarım Makinistleri Derneği Başkanlığı' yapmış, sultani mezunu, mesleğinin ustası bir sosyalistti. Kur'anı Arapça okur, orucunu tutar, cumaları kaçırmazdı. Müfrit(3) demokrat olan babama göre; büyük babam, 'sosyalist, mosyalist değil düpedüz komünistti.' Pek bir araya gelmezlerdi. Ancak babam, iki ayrı uçta olmalarına karşın büyük babama saygıda kusur etmezdi.
                                                                    
         ***
Cuma günü abdest alıp yola koyulduk.
Mayıs, mayıslığını yapıyor, hamamda gibiyiz.
Namazı, eski bir kiliseden dönüştürülmüş olan Yağ Camisi'nde kılacağız. Görende, birbirine yaslanmadan ayakta duramayacak duygusu uyandıran, gölgeleri bir birine karışmış evlerin arasından geçen, parke taşları yer yer sökülmüş, Arnavut Kaldırımlı, daracık sokaklarda, sıcak hava ve rutubetle karışık at fışkısını koklayrak camiye ulaştık. Yol boyu büyük babamın bir adım gerisinde kaldım. Camiye kadar hiç konuşmadık. Ne büyük babam beni cuma namazına götürme nedenini açıkladı, ne de ben ona sordum. Büyük babam, caminin Anadolu Selçuklu tarzı taş kapısından avluya girerken durup. bana dönüp,
     ''Yaşar. Namazdan sonra bana, camide ne hissettiğini anlatmanı istiyorum'' dedi.

Büyük babamın bu sözlerine şaşırmadım desem doğruyu söylememiş olurum. İnsan Allahın evi sayılan camide ne hissedebilir ki? Ancak; büyük babamın her zaman soran ve sorgulayan biri olduğunu iyi bildiğim için onun bu isteğini şaşkınlıkla karşılamamam gerekiyordu.
Namaz vaktine daha zaman vardı. Cami yarıya yakını boştu. Orta sıralarda yer bulup, diz çöktük.
Ak sakalı, kısa ve çember şeklinde kesilmiş hoca, minberden sesleniyordu. Kulak kesildim; hocanın söyleyecekleri benim sınav sorum(!) olabilirdi.
Hoca, oturduğum yerden kim olduğunu göremediğim birini eliyle işaret edip,
     ''Vayy Kemal bey! Uzun zamandır ortada görünmüyorsun? Nerelerdeydin kaç cumadır? Böyle gelecekseniz hiiiç gelmeyin kardeşim. Allahın sizin duanıza ihtiyacı yookk!''
Hoca hızını alamamış olacak ki; bir başkasına döndü. Küçük bir çocuğu azarlarcasına işaret parmağını sallayarak,
    ''Basmacı (4)Mus'taa efendi de bugün teşrif etmişler. Sonunda cuma günü namaz vakti dükkanını kapamak aklına geldi demek. Yalan dünyada kazanmak için ne yaptığın önemli değil Mus'taa efendi, ahretini kazanmak için ne yaptığındır önemli olan. Unutma  Efendiii! Yüce Allah üç cumaya gelmeyenin kalbini mühürleerrr...'' Hoca ne diyor? Cumaya gelmeyenin kalbini niye mühürlesin ki Allah?
Hoca bu şekilde konuşurken ben çekinerek, büyük babama baktım. Bir an göz göze geldik.
     ''İşte ne olduğunu görüyorsun'' der gibi başını hafifçe salladı.
Minberdeki hoca, birkaç kişiyi daha cuma namazlarına devamlı gelmedikleri için çocuk azarlar gibi azarladıktan sonra hutbeyi okudu.
                                                                       ***

Namaz bitti.
Yaklaşık bir saat önce adımladığımız sokaklardan eve doğru yürümeye başladık. Aynı yerde namaz kılmak beni onunla eşit konuma getirmiş gibi, bu kez büyük babamla yan yana yürüyordum.
Güneş gene tepemizde.
Terden sırıl sıklamım; her yanım vıcık vıcık; gömleğim sırtıma yapışmış...
Cami dışarısına göre nispeten daha serindi.
Bir süre yürüdükten sonra büyük babam,
     ''Camideyken neler hissettin? Hoca nasıldı? Anlat bakalım.''

Büyük babamdan böyle bir sorunun geleceğini başından beri kestirdiğim için hazırlıklıydım.
    ''Büyük baba'' dedim. ''Bunca sıcağa rağmen onca insan, cuma namazı kılmak için işini gücünü bırakıp camiye gelmiş. Ama hoca, önceki cumalara gelmeyenleri, bazı cumaları kaçıranları neden azarladı anlayamadım. Belki hastaydılar, belki Adana dışındaydılar. Ne bileyim? Camide tanışları varsa onlara mahcup olmuşlardır. Bence iyi yapmadı hoca...''
     ''O adamlar bir daha camiye gelirler mi dersin?''
     ''Bilmem. Belki gelirler, belki de gelmezler.''
    ''Hocanın yerinde sen olsan ne yapardın?''
    ''Onları kalabalığın içinde azarlamaz, namaz sonrası yanıma çağırır, daha önceki cumalara neden gelmediklerini, mazeretlerinin ne olduğunu sorardım. Dertleri varsa dertlerini dinler; aklımca öğüt verirdim.''

Büyük babam bu yanıtımdan hoşlanmış olmalı ki; gülümseyerek başımı okşadı.

    ''Acemi doktor candan, cahil imam dinden eder diye bir atalar sözü var. Ne Allaha inanmayanlar değil, dine en çok zararı bu cahil hocalar verir. Bunlar dinden imandan çıkarırlar adamı. Böyle  hocalar varken, kendilerine ben müslümanım diyenler, düşmanı dışarıda aramasınlar. Unutma ki, ağacı kurutan içindeki kurttur.''
''Ağacı kurutan içindeki kurttur.''

Bu sözü ömrüm boyunca unutmadım.
-----
1-Gölgesi ağır: Az konuşan, sinirli, soğuk görünümlü.
2-Büyük babam, yıllar sonraki bir görüşmemizde, ''Orhan Kemal, Bereketli Topraklar Üzerinde adlı romanındaki ağaya karşı ırgatlardan yana tavır koyan batöz ustasını benden esinlenerek yazdı'' dedi.
3- Müfrit: Aşırı, fanatik.
4- Basmacı: Genelde parça kumaş ya da yerli malı basma satan esnaf.















16 Ekim 2016 Pazar

İzlanda




İZLANDA


Buzlar Ülkesi

Altmışlı yılların sonları, lisedeyim. 61 Anayasasının getirdiği özgürlük ortamı... Çağı yakalamak için ülke sorunları üzerine yazılmış kitapları adeta yiyip bitiriyorum. Nazım hala yasak. Daktilo ile pelür kağıtlarına yazılmış, elden ele dolaşmaktan neredeyse okunmaz hale gelmiş şiirlerini ezberliyorum. Favorim ''Türk Köylüsü''. Öğrenci hareketleri henüz başlamamış, ama kıpırdanmalar var. Dünyayı tanımak istiyorum. İyi de buna iyi bir yabancı dil gerek. İngilizce dışındaki derslerim iyi, hatta iyi ötesi. İngilizce ise ucu ucuna. İngilizce kursu veren Amerikan Kültür Merkezi'nin önünden geçemiyorum; kurs  ücreti boyumu aşıyor. Dünyayı tanıma hülyası ile cebelleşirken yakın bir arkadaşım International Pen Friends(IPF) adlı bir kuruluştan söz etti. İsteyene yabancı dilde mektuplaşacağı kişilerin adreslerini gönderiyormuş.
Reykjavik-Hallgrimakırkja'nın Kulesinden Görünüş
Şıpınışı IPF'nin adresine yazdım. Bir kaç gün sonra mektuplaşacağım kişinin adı ve adresi geldi. Kızın adı Ingibjörg; İzlandalı. İzlanda nire Türkiye nire; bendeki şansa bak ... ''Almanya, malmanya olsaydı bari'' dememin yararı yok. Ya allah, ya fettah deyip çar naçar ilk mektubu, İngilizcesi benden iyi olan bir arkadaşımın yardımı ile yazdım. Zarfın içine bir de fotograf koymayı ihmal etmedim.  Mektubu postaladıktan sonra, haftada en az iki-üç gün uğradığım Ramazanoğlu Kütüpanesine yollandım. İzlanda ile ilgili bir şeyler okumalıydım. Kütüphane görevlisi bana aşina.

- ''İzlanda ile ilgili bilgi edineceğim kitap arıyorum'' dedim. İki kitap getirdi. Biri Pierre Loti'nin İzlanda Balıkçısı , diğeri de- tam anımsamıyorum ama- adı, İzlanda'da Türkler gibi bir şeydi. Kitapları bir çırpıda okudum. Haftasına kız yanıt verdi. Reyjavik'de yaşıyormuş, babası elektrik teknisyeniymiş, pul biriktirmekten hoşlanırmış falan filan...
Laugavegur St.


Mektuplarımız gidip gelmeye başladı. Yanlış anımsamıyorsam 3.ya da 4. mektuba onu sevdiğimi yazdım. Gençlik işte... Mektubu postaladıktan sonra heyecanla gelecek yanıtı beklemeye başladım. Bir kaç gün sonra yanıt geldi. Mektubun başını okumadan sonunu okudum. Yaşasın! Mektubunu o da ''ben de seni I love you ''diye bitirmişti. O mektubu, özellikle son cümlesini o kadar çok arkadaşıma gururla göstermiştim ki...
Geleneksel Tatlar- Balina ve Puffin Eti

 Yaşım 16, aklım bir karış havada. Bir yıl kadar bu minval üzre mektuplaştık Ingibjörg'le. Taa ki beni İzlanda'ya davet edinceye kadar... Ankara, Konya ve Mersin'i saymazsam o güne dek Adana'nın dışına pek çıkmamış biri olarak İzlanda'ya gideceğimi düşümde görsem hayra yormazdım... Maddi olanaksızlık nedeniyle ne davete icabet edebilir, ne de onu da Adana'ya çağırabilirdim. Umarsız; o günden sonra mektuplarımın sayısını azaltıp, yanıtlarımın süresini uzattım. İki yılın sonunda mektuplarla başlayan, sözcüklerle şekillenen aşkımız sonlandı. Ama kendime söz verdim. Bulabildiğim ilk fırsatta İzlanda'ya gidecek, belleğime kazıdığım adresi bulacak ve İngibjörg'e '' geç oldu ama sonunda geldim'' diyecektim...


Hallgrimskırkja Orgu 25 Ton

İsland Air'e ait uçağın tekerlekleri Kevflavik Hava Limanı'nın pisti ile sertçe buluşunca, ister istemez yıllar öncesine yaptığım düşşel yolculuktan günümüze geri döndüm. Pasaport işlemlerinden sonra, önceden ayarladığım kiralık araba ile ver elini ver elini Reykjavik...

İzlanda Hakkında Bir Kaç Bilgi Kırıntısı

İzlanda'da görmeniz gereken yerlere ilişkin bilgi vermeden önce, burada göreceklerinizi daha iyi anlamanızı ve yorumlamanızı sağlayacağına inandığım bazı bilgileri vereceğim.
-''Yok bu bilgiler beni ilgilendirmez, bir an önce sadede gel'' diyenleriniz olabilir. Onlar yazıyı bir kaç paragraf atlayarak okuyabilirler.

İzlanda, jeofizikçilerin, Orta Atlantik Sırası diye adlandırdığı, Antartika'dan başlayıp, Kuzey Kutbu'na kadar uzanan ve milyonlarca yıl önce oluşan derin bir çatlağın üzerinde yer alıyor. Ülkeyi güney batısından kuzey doğusuna yüzeyden ikiye bölen bu yarık, bir anlamda Amerika ve Avrasya'yı da bir birinden ayırmaktadır. İzlanda, 20 milyon yıl önce bir volkan patlaması ile oluşan küçük bir adacıkken, aradan geçen milyonlarca yıl boyunca büyüyüp genişleyerek bu gün yaklaşık 103 bin kilometre kareye ulaşmış ulaşmasına da büyüme durmamış. Ortasından geçen yarığın her yıl 2.5 cm açılması ile yıl be yıl doğu ve batı yönünde büyümeye devam etmekte, dolayısı ile toprak (kaya) kazanmaktaymış.
Austurstr


İki Düşman Kardeş: Ateşle Buzun Savaşı

Buzlar ülkesi diye bildiğimiz İzlanda, aslında 650 km derinde, 160 km uzunluğunda ve sıcaklığı 925  santigrad derece olan  bir ateş topunun üzerinde oturuyor.  Yüz ölçümünün sekizde birinin buzullarla kaplı olduğu düşünüldüğünde, ülke topraklarının bir ateş topu üzerinde bulunuyor olması garip bir çelişki gibi görünüyor. İşte bana göre İzlanda'yı ilginç kılan da bu çelişki: Buzla ateşin savaşı... Yakın gelecekte olamasa bile önünde sonunda ateş buzu yenecek  gibi görünüyor. Çünkü zaman zaman harekete geçen volkanlar, buzulları yavaş yavaş eritiyor.
Adının Buz Ülkesi olmasına karşın iklimi adıyla özdeş değil. Kuzey Amerika'nın doğu kıyılarını yalayarak kuzeye yol alan Gulfstream sıcak su akıntısı, iklimi nispeten yumuşatıyor. Adada çok sayıda volkan ve sıcak su kaynakları var.
Skolavördustigur'da Akşam


İzlanda'nın Geçmişine Kısa Bir Yolculuk

Grönland'ın doğusunda, Britanya ve Norveç'in kuzey batısında ve Atlas Okyanusu'nda yer alan İzlanda'yı ilk kez 861 yılında Norveçli denizciler keşfetmiş. Buraya ilk yerleşenler ise Vikinglermiş. İzlanda'yı yurt edinen Vikingler, dünyanın ilk parlementosu sayılan Alting'i kurmuşlar. Kurmuşlar kurmasına da zamanla aileler arasında çıkan anlaşmazlıklar sonucunda bu birlikleri dağılmış, 1262 yılında Norveç'in yönetimine girmişler.
Reykjavik
14. yüzyılda Norveç ile birlikte Danimarka'nın egemenliğine giren  İzlanda, 1843 yılında Althing'i yeninden oluşturmuş, 1904 yılında özerk bir yönetime kavuşmuş, 1918'de ise iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde Danimarka'ya bağlı bir devlet olmuş. 1941 yılında bağımsızlığını ilan eden İzlanda, 2. Dünya Savaşı sırasında bir süre İngiltere'nin işgaline girmiş, 1944 yılında yapılan halk oylaması ile cumhuriyet olmuştur. Nato'nun ordusu olmayan tek üye ülkesi olan İzlanda'nın nüfusu 320 bin, başkenti 160 bin nüfuslu Reykjavik'dir.

Rejkjavik

Reykjavik küçük bir kent. O kadar küçük ki; bir kaç gün kaldıktan sonra esnafla en azından göz selamı verecek kadar tanış oluyorsunuz. Planlı bir yürüyüşle kenti bir kaç saat içinde gezer, görür ve yaşarsınız. Hadi biraz abartayım; sizden en fazla yarım gün sonra gelenlere rehberlik edecek kadar kent hakkında bilgi sahibi olursunuz bu yarım günde. Güzün gitmemize ve havanın soğuk olmasına karşın kentte hava tertemiz. Bunun en önemli iki nedeni var. İlki; özellikle köşe başlarında denizden esen rüzgarın sizi tek başınıza dans ettirecek kadar güçlü esmesi. Diğeri ise, Reykjavik'in jeotermal enerji ile ısıtılıyor olması. Kentin 4 ana caddesi var. Bunlar Austurstr, Bankastraeti, Laugaveur ve Skolavordustigur'dur. Restoranlar, barlar, kafeler, mağazalar ve marketlerin tamamına yakını bu caddelerde konuşlanmışlar.

Hallgrimskırkja

Kentin en önemli yapısı, Skolaavordustigur üzerinde bulunan Hallgrimskırkja Kilisesidir.

Kilisenin  mimarı Gudson Samuelsson'dur. İzlanda'nın coğrafi yapısından etkilenilerek tasarlanmış kilisenin yapımına 1945'de başlanmış ve  41 yıl sonra hizmete açılmıştır. Kilise, İzlanda'nın hem en büyük kilisesi hem de en yüksek yapısı olup, 73 metre yüksekliğindedir.
Kilisenin en ilginç özelliği ise; 5275 borudan oluşan ve 25 ton ağırlığında olan bir orga sahip olmasıdır. Zamanınız varsa- yoksa da yaratın-; kilisenin sıralarına oturup bu orgdan çıkan muhteşem sesi dinleyin. Ben bu şansı kiliseyi ikinci ziyaretimde yakaladım. Müthişti.

Kilisenin kulesine mutlaka çıkın ve Reyjavik'i bir de oradan kuş bakışı izleyin.

Hediyesi 900 Kron.

Reykjavik'de görmeniz gereken yerlerden biri de kent merkezinin kuzeyinde yer alan küçük Tjörnin Gölü ve çevresidir. Aslında bir gölden çok, büyükçe bir yüzme havuzunu andıran Tjornin 
Gölün'nün çevresinde çağdaş sanatı yansıtan yontularla süslü parklar, İzlanda'ya özgü evler, kiliseler ve müzeler yer alıyor. Parklarda bulunan banklardan birine oturup, bu güzellikleri sindire sindire izlemenizi öneririm.
Okuyanı Rahatsız Etmedim. Tjörnin Gölü Kıyısı

Tjörnin Gölü
Başka Nerelere Gidilir

İzlanda -doğal ki-, sadece Reykjavik'den oluşmuyor. Yani Reykjavik'i görmekle İzlandayı görmüş sayılmazsınız. İzlanda'yı tanımak için kesinlikle Rekyjavik'in dışına çıkmanız gerekir. Ben de öyle yaptım.
Kiraladığım Toyota Yaris'in kontağını açtığımda, Reykjavik ile gitmeyi planladığım Jökulsarlon Buzulu arasındaki ulaşımı sağlayan 380 kilometrelik 1 numaralı yolun kalitesi konusunda hiçbir fikrim yoktu doğrusu. Hız sınırının 80-90 km olduğu İzlanda'da bu yolu, yaklaşık 5 saatte almam gerekir, matematiksel olarak... Ama ben bir gezginim, her dakika benim için önemli. Onun için bu yol için 4 saat ayırıp, vira bismillah diyerek yola koyuldum.
Manzara müthiş. Yol boyu şelaleler, buzullar, o güne kadar görmediğim, ancak fantastik filmlerde rastlanan yer yüzü şekilleri, sağda solda, sahipsizmişçesine otlayan koyun ve at sürüleri ve cennetten bir köşeymiş izlenimi uyandıran küçük yerleşim yerleri... Eşimin ve kızımın haklı itirazlarına kulak asmadan  ve yolda zorunlu duruşlar dışında oyalanmadan tam 4 saatte hedefime ulaştım.
Hacı Hacıyı Mekkede, Hoca Hocayı Tekkede Bulurmuş. Bizde  Sedar  Başarır'ı Rekyjavik'de Bulduk

İzlanda'nın en büyük buzulu olan Vatnajokul Buzulunun güney ucunda yer alan Jökulsarlon Buzulunu sözcüklerle anlatmak çok güç. Küresel ısınma nedeniyle ana buzuldan kopan parçalar, çelik mavisi bir nehirde, insanda garip duygular uyandıran sesler çıkartarak, kesime giden koyun kaderciliğinde, dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkmışcasına yavaş yavaş  denize doğru sürükleniyorlardı.
Güneş pırıl pırıl. Buz parçalarının üzerinde, mavinin tüm tonları adeta dans ediyor. Bu gösteri, bir gezgin için bulunmaz bir nimet. İyi de bu gösterinin bize, dünyamıza ödeteceği bedel ne? Düşünüyorum; keyfim kaçıyor... 

Jökulsarlon Lagoon'u 20 Km2  Büyüklüğünde

Denize Doğru Yok Oluşa Sürüklenen Buzulun Üstünde

Eriyen buzulların arasında tekne turu yapabilirsiniz. 30-40 dakika süren kısa turun hediyesi; yetişkinler için 5000, çocuklar için ise; 1500 İzlanda Kronu. 

1932 Yılında Küresel Isınma Öncesi Burası Tamamen Buzullarla Kaplıymış
Yok ben buzullar arasında daha fazla vakit geçirmek istiyorum şımarıklığındaysanız; ödeyeceğiniz bedel 8500 İZK. Çocuklar için ise 4500 İZK. Buzullar arasında sırf 20-30 dakika daha fazla dolaşmak için bu bedeli ödemek gereksiz. Üstelik orada geçireceğiniz bu zamanı başka yerleri görmek için harcayabilirsiniz. Takdir sizin.
Buzullar Arasında  Tekne Turu
Ayrıca şunu da aklınızda tutmanız gerekiyor: Geceyi burada geçirmeyecekseniz dönüşünüz için kat edeceğiniz ayrıca 380 km'lk bir yol var. Söylemedi demeyin.


Küresel Isınma Öncesi Burada Kış Mevsiminde Bile 100'lerce Balık Türü Ve Foklar Yaşarmış
Jökulsarlon'dan Reykjavik'e dönerken ilk uğradığımız yer Ingolfshöfdi-Headland'dı. Atlas Okyanusu'nun kıyısında yer alan bu tuhaf, üstü masa gibi düz olan dağın çevresinde siyah kumların oluşturduğu bir kumsal var. Aslına bakarsanız kumsalın siyah olması bizim için ilginç olabilir ama İzlanda için pek ilginç sayılmaz. Çünkü ülkenin hemen tamamı siyah volkanik tozlardan ve kayalardan bir örtü ile kaplı. Headland'da değişik deniz kuşlarını ve şansınız varsa; İzlanda mutfağında özel bir yer tutan Puffin'leri görebilirsiniz.
Ingolfshöfdi-Headland

Reyjavik'e dönüş yolunda, Ingolfsöfdi yakınlarında sağa saparsanız İzlanda yüzölçümünün yaklaşık yüzde 14'ünü kaplayan Vatnajökull Buzulunun güneyinde yer alan ve bu buzulun bir parçası olan Öraefjökull Buzuluna, onu fotograflayacak kadar yaklaşabilirsiniz.
Yalınız bu buzula çok daha yakın olmak için altınızdaki araba, 4 çeker bir arazi aracı olmalıdır. Yol çok bozuk.
Benim Yaris ile ancak uzaktan görebilecek kadar yanaşabildim buzula...

İzlanda'da da  kesinlikle görülmesi gerekli yerlerden biri de Skaftafel Ulusal Parkıdır. 1967 yılında ulusal park olarak tescil edilen Skaftafel'de bir doğa harikası olan Svartifoss Çağlayanını ve Öraefajökull Buzulunun güney batı bölümünü görebilirsiniz.
Bir Avuç Svartifoss
Çağlayanı görmek biraz zahmetli. Bir yılanın belini kıracak kadar kıvrımlı yoldan ''dere tepe düz, altı ay bir güz'' giderek  ulaşıyorsunuz çağlayana... Altı ay demem tekerleme gereği. Yol, temponuza, dizlerinizin gücüne ve içtiğiniz sigara sayısına göre 50 dakika kadar sürüyor. Oflaya puflaya tırmanırken, başta eşim olmak üzere yılankavi sarp yolu görüp, tırmanmaktan vazgeçip geri dönenler oldu. Ama oraya ulaştığınızda yorgunluğunuza değiyor doğrusu....
Öraefjökull Buzulunun Ulusal Parktan Görünüşü
Öraefjökull buzulunu yakından görmek isterseniz 30 dakikalık bir yürüyüşe katlanmanız gerekiyor. Size önerim: Benim yaptığımı yapmayın. Önce buzulu görün, sonra çağlayanı... Çağlayan ziyareti sonrası dizleriniz de derman kalmıyor. Böyle olunca da buzula yürümek zor geliyor.

Parkta çadır kurabileceğiniz alanlar da bulunuyor. Mutlaka görün.


Svartifoss

Hjorleifshöfdi, volkanik tüflerden oluşmuş, en yüksek yeri denizden 221 metre yükseklikte, yaklaşık 2 km uzunluğunda bir fiyord. Tepeyle deniz arası dişli, siyah kumlarla kaplı. Ana yoldan 2 km içeride. 
Hjorleifshöfdi Headland
Ana yoldan deniz kıyısına doğru birazcık içeride yer alan Dyrholaey, denize doğru uzanmış, dalgaların aşındırması ile tek kemerli bir eski zaman köprüsünü andıran yapısıyla bir doğa harikası.  Hava iyi olduğu zamanlarda bu kemerin altından küçük uçaklar ve tekneler geçiyormuş. Biz oradayken de hava iyiydi ama altından geçen ne tekne ne de uçak gördük. Bu öykü bir şehir efsanesi olabilir mi? İzlanda dilinde kapı anlamına gelen Dyrholaey Vik köyünün hemen yakınında.
Dyrholaey
Skogafoss İzlanda'nın görkemli çağlayanlarının başında yer alıyor. Su bir hayli yüksekten öyle bir coşkuyla ve gürültüyle düşüyor ki; büyülenmemek mümkün değil. Fotografını çekerken zorlandım. Etrafa saçılan su zerrecikleri, ahmak ıslatan yağmur misali bir kaç dakika içinde sizi sırılsıklam yapıyor. Bu nedenle fotografı biraz uzaktan çektim. Mutlaka görün.
Skogafoss
Adın telaffuz etmek bir yana, yazarken bile notlarıma birkaç kez bakmak zorunda kaldığım Eyjafjallajökull  (Bundan sonra kısaca Eyja olarak anılacaktır) yanardağını bilmeyenler yoktur sanırım. 2010 yılının mart ve nisan aylarında iki kez lav püskürtmüş, hava trafiğini günlerce etkileyerek, hava yolu şirketlerini milyarlarca dolar zarara sokmuştu. Aslında aynı adı taşıyan 100 km karelik alana yayılan bir buzulun içinde yer alan Eyja, 1666 metre yüksekliğindeymiş. Buralara kadar gelmişken Eyja'yı görmeden dönmek olmaz.

Skogafoss ve Ben

Vira bismillah deyip bir iştahla yola koyuldum. 3-5 km sonra yol
bozulmaya başladı. Belki düzelir umuduyla bir süre daha gittim. Dağ uzaklarda, hava kararıyor, yol yolluktan çıktı. Karım ve kızım, yani sağ duyum ve sol duyum, yola çıktığımdan beri -''Dönelim, geri dönelim ''diye tutturdular. Güya onları dinleyip dönmezsem; araba bozulacağı için zorunlu olarak  zaten dönecekmişiz; üstelik yayan yapıldak.
Umarsız, kameramı ayarlayıp, uzaktan uzağa çerçeveledim Eyja'yı.

Eyjafjallajökull


Solheimajökull buzulu,  Mrydalsjökull buzulunun güneyinde. Buzul, uzunluğu 8 km, eni ise 1-2 km olan, U şekilli bir vadide yer alıyor. Ayaklarımda buzda giyebileceğimiz çelik dişli özel botlar olmadığı için belli bir noktasına kadar gidebildim. Buzulda ulaşabildiğim en son noktada derin bir buzul kuyusu vardı. 
Asena ve Hollandalı Oto Stopçumuz- Solheimajökull Buzulunda
Buzul Kuyusu Ağzında- Merakla Korkunun Dansı
Niyetim kuyuyu yakından görmek.

Asena feryat, figan...
-''Baba dikkatli ol, kayıp düşeceksin'' diye ünlüyor ama dinleyen kim? 

Buzul kaygan. Bebek adımlarıyla (Doğan Cüceloğlu'nun kulakları çınlasın) güçlükle kuyuya yaklaştım. Kuyunun ağzı yaklaşık bir metre çapında. Biraz daha yaklaşıp aşağı baktım, derinliğini kestirmek zor.
Gözüm alışınca; kuyunun dibinde, küresel ısınmaya direnemeyerek eriyen   buzulların oluşturduğu bir ırmağın gürültüyle aktığını farkettim. 

Seljalafoss

Havanın soğuk olmasına karşın, terliyorum. İçimi bir ürperti kapladı. 

Ve sonunda korkum merakımın önüne geçiyor,

camlaşmış buzulda kaymamaya çalışarak, oradan ayrılıyorum.

Katla Geo Park içinde bulunan çağlayanların görülmeye değer ve en önemli olanı hiç kuşkusuz Seljalandfoss çağlayanıdır.

Çağlayanın yüksekliği yaklaşık 60 metre .
Müthiş bir görüntüsü var.

İlginç olanı çağlayanın ardında bir de yolak(patika) var. Bu yolaktan da güzel fotograflar çekebilirsiniz. 



Seljalafoss ve Asena


Golden Circle
İzlanda'daya gelip, görmeden geri dönülmeyecek bölgelerden biri de Golden Circle'dır. Burada ilk uğrayacağınız yer, en az yarım gününüzü geçireceğiniz  Pingvellir Ulusal Parkı olmalıdır.
Pingvellir- Avrasya ve Amerika'yı Ayıran Yarık. Solum Amerika
İzlanda'nın en eski ulusal parkı olan Pingvellir, aynı zamanda UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Listesinde yer almaktadır. Parkta en dikkat çekici şey, İzlanda'yı anlatmaya başladığımda sözünü ettiğim, her yıl 2.5 cm genişleyen, kilometrelerce uzunluğundaki yer yarığıdır.
Pingvellir. Yarığın Dibini Göremedim
Öyle ki; yarıkta derinliği 30-40 metreye ulaşan kanyonlar bulunuyor. Arazi, bir kaç tür çiçeği, mantarı ve bodur ağaçları saymazsam volkanik lavların milyonlarca yılda oluşturduğu halı görünümünde yosunlarla kaplı.
Kanyonun Üstünden Pingvellir'e Kuş Bakışı

Pingvellir- Volkanik Kayalar
Doğal ki; Pingvellir Ulusal Parkı sadece dev yarıktan oluşmuyor, gölleri, ırmakları, yosunlarla kaplı geniş düzlükleri ve çağlayanları ile gerçek bir doğa harikası ... 
Pingvellir, kampçılar için geniş olanaklar sunuyor.


Pingvellir
Pingvellir'den sonraki durağımız Geysir oldu. Geysir, yer altından birkaç dakika arayla çıkıp, yukarı doğru fışkıran, yüksekliği zaman zaman 30 metreyi bulan bir sıcak su kaynağı... Suyun yerden yukarı doğru püskürmesi ne kadar ilginçse; suyun birkaç metre çapındaki doğal havuzdan ne zaman fışkıracağını kestirmeye çalışıp, parmakları kameralarının deklanşöründe, gözlerinin biri kapalı, diğeri de vizörde olan gezginleri izlemek de o kadar ilginç... Bu arada fışkıran suyun sıcaklığının 80-100 derece arasında olduğunu da unutmadan söyleyeyim.
Geysir- Öncesi...

Geysir'in bulunduğu bölgede irili ufaklı sıcak su kaynakları da bulunuyor. İzlanda'nın bir çok yerinde olduğu gibi burada da kamp yapacak uygun alanlar var.
Veee !Birkaç Dakika Sonrası
Geysir'den sonra hedefimizdeki yer Gulfoss Çağlayanıydı. O zamana kadar bir çok Çağlayan gördüm. Bunların en muhteşemi hiç kuşkusuz Arjantin ve Brezilya sınırlarında  yer alan İguasu Çağlayanlarıydı.
Gulfoss
Gulfoss'un ise büyüklüğü ve yüksekliği  İguasu kadar olmasa bile, onun kadar etkileyici bir güzelliği var. Çağlayan, Hvita Irmağı üzerinde ve iki kademeli. İlk kademede su 11 metreden, ikinci kademede ise 21 metreden düşüyor ırmak yatağına.
Gulfoss- Tepeden Genel Görünüm


Gulfoss İzlanda'da gezginlerin en çok ziyaret ettiği yerlerin başında geliyormuş. Gerçekten de hava pek uygun olmasa da ziyaretçilerin sayısı bu yargıyı doğruluyordu. Mutlaka ziyaret edin.
İzlanda'da sondan bir önceki günümüzün öğleden sonrası, saat 18.00'e yaklaşıyor. Blue Lagoon'daki randevumuza çok az kaldı. Geldik sayılır. Neden Blue Lagoon'u sona ayırdık?Nedenini kolayca kestirebilirsiniz. Bir kaç gündür dere, tepe, buzul demeden dolaştık. Yorgunluğu atmanın en iyi yolu da büyükçe bir kaplıca olan Blue Lagoon'a gitmekti. Burası İzlanda'ya gezgin olarak gelenlerin hemen tamamının ziyaret ettiği bir yer. Lagün'ü oluşturan su, yer altından, tesisin hemen arkasındaki bir santral yardımı (Svartsengi) ile çekilerek  yüzeye çıkarılıyor.
Blue Lagoon

Lagündeki su her 40 saatte bir yenileniyormuş. Suyun  ısısı 38-40 derece, derinliği 80-160 cm arasında değişiyor. Tesiste, ödediğiniz giriş ücretine göre hizmet alıyorsunuz. Standart ücret 40 €. Buna giriş ve silica çamur maskesi dahil. İkinci Tip Comforth ise; 55 €. Bu ücrete, standart ücrete karşılık verilenler de dahil havlu, bir kaç tür çamur maskesi, seçeceğiniz bir içecek dahil.
Silica Mad Maskesi
Bundan sonraki ücret seviyeleri ise; Premium ve Luxury. Bu sınıflar ise; sırasıyla 70 ve 195€. Ödediğiniz fiyat arttıkça aldığınız hizmette artıyor.  Çocuklu aileler için iyi haber: 13 yaşından küçüklerden para almıyorlar. Size önerim eğer İzlanda'ya gitmek istiyorsanız çocuklarınız 13 yaşına basmadan onlarla birlikte gidin. Yok 13 yaşı geçmişlerse bir bahane uydurup onları götürmeyin, bırakın Reyjavik'i gezsinler. Hem onların bu çocuk yaşta kaplıca suyuna ihtiyaçları da yoktur. Bu arada ne kadar öderseniz ödeyin burada her kes aynı havuzu kullanıyor. Aklınızda olsun.
55 Euronun Karşılığı
Peki oradaki görevliler sizin hangi ücreti ödediğinizi nasıl anlıyorlar? Onun da kolayını bulmuşlar her ücret sınıfı için ayrı renk bileklik tasarlamışlar. 

Bizimki yeşildi. Bunun anlamı;'' bu zat-ı muhterem 55 € ödedi. Ona göre muamele edin'' demek.



Blue Lagoon'da randevusuz gelenleri 
içeri almıyorlar. Çalışmaları randevulu. Randevuyu Blue Lagoon'un internet sitesinden alıyorsunuz. Randevu saatinde orada olmanız gerekli. Randevu da giriş ve çıkış saatlerinizi bildiriyorlar.

Size önerim randevunuzu akşama yakın almak. O zaman süre sınırlamasına pek aldırış etmiyorlar.

Ama ne olursa olsun 2 saatten fazlası sıkıyor.



48 Yıl Önce verdiğim Sözü Tutuyorum
Dönüş günümüz geldi. Valizleri arabaya, gideceğim adresi telefonuma yükledim. Telefondaki rotaya göre 5 dakika sonra aradığım eve ulaşacakmışım. Karım ve kızım sessiz. Ben adresi bulup zili çaldığımda kapı açılınca neler söyleyeceğimi
düşünüyorum. İşte  onun evinin olduğu sokağındayız. Soldaki üçüncü ev olmalı.
Bizimkilere, bir kaç dakika sonra döneceğimi söyleyip arabadan indim.Üç beş basamak merdiven çıktıktan sonra sağ elimin işaret parmağı ile duvardaki zile dokundum. Kapının açılmasını bekliyorum. 
-'' Kapının açılmasını beklerken heyecandan yüreğim yerinden çıkacak gibi atıyordu, dile kolay 48 yıl sonra...'' gibi cümleler kurmamı bekliyorsanız yanılıyorsunuz, gayet sakindim ve sanki birine adres soracak modundaydım. Kapı, önce yarım açıldı.
70'lerin ortasında ak saçlı, beyaz tenli bir kadın, soran gözlerle beni tepeden tırnağa süzdü.
Buzullar, Gülüşümüzün Sıcaklığından Erimiyor

-'' Bu Ingibjörg değil. Ayrıca annesi olamayacak kadar da genç görünüyor.'' diye düşündüm. 
Birbirimizi süzmekle geçirdiğimiz bir kaç saniyelik sessizliği bozarak, İngilizce bilip bilmediğini sordum. Başıyla onayladı.
Önce kendimi tanıtıp, öykümü kısaca anlattım. Ben konuşurken, kapı daha da aralandı. Kadın beni dinlerken yüzündeki tereddütlü ifade yerini hafif bir glümsemeye bıraktı ve
- ''12 yıldır burada oturuyorum. Üzgünüm, söylediğiniz kişiyi tanımıyorum. 48 yıl çok uzun bir zaman belki çok önceden buradan ayrılmıştır'' mealinde bir şeyler söyleyip, ''yardımcı olamadığı için özür diledi.''
Arabaya döndüğümde bir sözü tutmanın erincindeydim. Bizimkiker  Rekyjavik'i çıkıyorken sordular.
-''Görebildin mi?''
Kadınla yaptığım konuşmayı onlara anlattım.




Ne Yenir Ne İçilir
İzlanda'nın iklimi gereği sebzeye dayalı bir mutfağı yok. Ağırlıklı olarak koyun eti ve balık tüketiyorlar. Bir de Puffin denilen nesli tükenmekte olan kuşun etini... Ben gittiğim her ülkenin geleneksel yemeğini tatmak isterim. Buraya gelirken yemeyi planladığım iki şey vardı. Balina eti ve Puffin. Bu düşüncemi eşim ve kızımla paylaşınca, ikisi aynı anda
-''Sen ne biçim çevrecisin. Nesli tükenen bu hayvanları tüketerek onların daha fazla avlanmalarına olanak sağlıyor, onları yiyerek doğal dengenin bozulmasına yol açıyorsun vs vs...'' türünden suçlamalara başlayınca, ricat bayrağını çektim. Çaresiz, pizza, makarna ve erişte ile geçti günlerim. Ne de olsa serde çevrecilik var.
Bu arada'' ben illa da deniz ürünü yiyeceğim'' diye tutturuyorsanız ve balina eti yememeye söz verirseniz size Skolavördistugur'deki Fish Market'i önerebilirim. Ayrıca denize koşut Saebraut caddesinde de deniz ürünleri bulabileceğiniz restaurantlar var.
Ne içilire gelince;  Brennini adlı cine benzer bir içkileri var. Bir de Katla adlı votkaları.
Katla'yı denerken dikkat! Alkol derecesi bizim rakının %50 fazlası; 64 derece. Bu alkol seviyesi bizim için yüksek gelebilir ama İzlanda'nın buz ülkesi anlamına geldiğini de unutmayalım.
Reykjavik


Alış Veriş
Bir kez daha söyleyeyim. İzlanda çok pahalı bir ülke. Oslo'ya, Kopenhag'a gidenler bilir. Oralar da çok pahalıdır ama bu konu da İzlanda ile yarışamazlar. İzlanda'nın pahalılığının derecesi hakkında bilgi sahibi olmanız için yazıyorum. İzlanda'da fiyatlar bu iki kentin neredeyse iki katı. Ben bir iki küçük hediye ve mağnet aldım. Para harcama sıkıntınız yoksa; çok kaliteli yün kazak, kaşkol, bere, kayak, bot vb  satın alabilirsiniz.

Nelere Dikkat Etmeli
-Ben İzlanda'nın güney ve güney batı bölümünü dolaştım. Kuzeyi de gezmek isterseniz burada 8-10 gün geçirmeniz gerekli. 4-5 gün ise benim gördüklerimi görmek, İzlanda hakkında gerekli bilgileri edinmek için yeterli.
Puffin ve Balina- Yaklaşık 50 Euro

-Eğer dağ ve mağara gezgini iseniz, öncelikle kiralayacağınız araba 4 çeker bir arazi aracı olmalı. Ayrıca bu iş için gerekli ekipmana sahip olmalısınız. Arabayı ise hava alanından buralara gelmeden kiralamanızı öneririm. Böylece Reykjavik'teki otelinize sizi götürecek yüklü miktarda taksi parasından kurtulursunuz.

-Hangi mevsimde giderseniz sıkı giyinmeniz gerekli. Yaz da olsa güz de olsa hava soğuk; kışı söylemiyorum bile. Dağ bayır dolaşmayıp, buzul safarisi yapmayacaksanız, tırtıklı bir kauçuk bot yeterli.
-İzlanda'da o kadar çağlayan var ki; nerdeyse evi çağlayan manzaralı olmayna kız vermiyorlar diyebilirim. Çağlayanlarda fotograf çekmek zahmetli. her olasılığa karşın yanınızda naylondan ince bir yağmurluk bulundurun.
İzlandaca Bilmiyorum- Yünlü Eşya satan Bir Dükkanın Adı

-İzlanda'nın kuzey ışıkları ünlü. Ama buraya sadece kuzey ışıklarını görmek amacı ile gelmeyin. Hayal kırıklığınız çok olur. Ben kızımla bunları görebiliriz düşüncesi ile gece kentin dışına çıkıp saatlerce bekledim ama nafile... Şansımızdan orada olduğumuz sürece hava kapalıydı; ışık mışık göremedik. Yalnız döndüğümüz günün gecesi hava açmış ve kuzey ışıkları görünmüş. Şans işte...
-İzlanda'da musluk suyu içiliyor. Yanınızda bir pet şişe varsa su işini para ödemeden halledebilirsiniz.
-Restoranlar çok pahalı. Kısıtlı bütçeniz varsa marketlerden alacaklarınızla, kahvaltınızı ve yol boyu yiyeceğiniz sandeviçleri hesaplı bir şekilde hazırlayabilirsiniz. Bu tür ihtiyaçlarınızı en uygun fiyatla karşılayacağınız yer ise hava alanındaki duty free.

-1 euro 121.8 İZK (Eylül 2016). İzlanda'da genelde İSK kullanılıyor. Euro kabul eden restoran ve dükkanlar var ama euro kuru buralarda genelde düşük oluyor. En iyisi ne kadar para harcayacağınızı kabaca hesaplayıp, dövizinizi hava alanında bozdurmak.
-Kent içinde park  yerleri P1;P2,P3 ve P4 diye sınıflandırılmış. En pahalısı P1. Ama otelinizin park yeri varsa parka para ödemeniz gerekmez. Kent çok küçük, arabaya ihtiyaç yok.  Zaten 18.00'den saat 09.00'a kadar tüm park yerleri ücretsiz. 
-Biz üç kişi kent merkezinde park yeri olan bir apart otelde kaldık. Günlüğü yaklaşık 170 euroydu.
- Artık İzlanda'da Türk öldürmenin cezası var, öldürülme korkusu olmadan gezip dolaşabilirsiniz. Öykü şu: 20 Haziran 1627'de asıl adı Jan Janszoon van Harlem olan Hollandalı dönme Küçük Murat Paşa adlı bir korsan, İzlanda'da Vestmannaeyjar adasındaki tüm İzlandalıları kadın- erkek, genç-yaşlı demeden kesmiş. Bu olaydan sonra İzlanda'da Türk öldürenlere ceza verilmez olmuş. Bu uygulama 1970 yılına kadar yürürlükte kalmış.
Reykjavik
-Yaşamını yurt dışında sürdürmek isteyen, Türkiye'de gelecek umudu olmayan bekar erkeklere iyi haberim var. İzlanda'da kadın sayısı erkeklerden fazlaymış. Bu nedenle dışarıdan gelen damatlar revaçtaymış. Üstelik devlet de bu evlilere yardım ediyormuş. Kızları m? Şansınızı denemeye değer, eğer soğuğu seviyorsanız...
''Not: Kızlarla ilgili yazdıklarım meğer şehir efsanesiymiş. Bu yazıyı yazdıktan sonra İzlandalı bir yetkili, ''İzlanda'da erkek nüfusunun kadınlardan daha fazla olduğunu, dolayısı ile damat adaylarına yardım mardım yapmadıklarını açıkladı''

İzlanda'ya Nasıl Gidilir
İzlanda'ya  Türkiye'den doğrudan giden bir yok. En iyi aktarmnın Kopenhag ve Oslo üzerinden yapılıyormuş. Biz Londra üzerinden uçtuk.

Eylül 2016
-------------

İzlanda'dan Kimi Fotograflar




Cefakar Yaris












...........