27 Mart 2016 Pazar

Küba





KÜBA 

Düşten Gerçeğe


-Duydun mu Yaşar?
-Neyi ?
-Atomu be! Ruslar bize atom bombası atacakmış.
-Niye ki? Oğlum biz ne yaptık onlara?
-Valla bilmem. Ruslar’ın Amerika’yla araları bozulasıymış; Küba yüzünden.  Ruslar da siz Küba’yı vurursanız biz de Türkiye’yi vururuz diyesilermiş.
-!!!
Atom bombasını Japonya’dan biliyorum. Bir kez patladığında on binlerce insanın ölümüne yol açıyormuş. Sağ kalanlar ise ölmeyi dileyecek kadar acıyla yaşıyorlarmış.
Aynı günün akşamı, babam işten gelir gelmez okulda duyduklarımı anlattım.
Babam, Küba’yı, Castro’yu, onların Amerika’ya kafa tutuşunu, Rusya’nın,  komünist yapmak için Küba’yı desteklediğini, Amerika’nın da haklı (!) olarak buna kayıtsız kalamayacağını uzun uzun anlattı. Babam soluklanmak için durunca; sabahtan beri kafamı kurcalayan soruyu sordum:
-‘’Baba Rusya bize atom bombası atarsa ne olur?’’
- ‘’Amerika varken Rusya bize bir şey yapamaz.’’
İyi güzel de bu anlattıkları sorumun yanıtı değildi ki. Üsteledim:
-Ya atarlarsa?
 Babam tüm babalar çocukları ile nasıl konuşursa; öyle konuştu.
-Korkmayın! Ben varken size kimse bir şey yapamaz. Hem atom atılmadan sizi Altini’ne (*) götürür, orada saklarım. Oraya atom matom işlemez.
Oh bee! İyi ki babam varmış…
Ortaokulda ilk yılım, aylardan Ekim, yıl 1962. Küba sözcüğünü ilk o zaman duymuştum.
Daha sonra lise yılları… Siyasete ucundan kıyısından bulaştığım altmışlı yılların sonu…
Ve üniversite…
Che ile ilk orada tanıştım. Kaldığım SBF yurdunun kantin duvarında Che’nin o ünlü portresi boydan boya resmedilmişti.
Ve resmin altında da bir yazı: ‘’zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok’’.
Ondan sonrası biliniyor zaten.
Havana'daki Otelimiz. National

Neden Geç Kaldım
Bu başlık, Füsun Erbulak’ın bir kitabının adı. Sahi Küba’ya gitmek için neden bu kadar geç kaldım?
Oysa Fidel ve Che’nin önderliğindeki Küba’nın, soğuk savaş döneminde Amerikan emperyalizmine karşı direnişi ve bu direnişin başarıya ulaşması; benim gibi 68’i ucundan kıyısından yakalayanlar için bile gurur kaynağıydı. Savaş makinası ABD’ye karşı olmazı olduran ve bir düşü gerçeğe dönüştüren Küba’yı ve Küba Halkını görmek, onları tanımak isteği, zamanla bir tutkuya dönüştü. Bu seyahatimden önce Küba’yı ziyaret etme şansını iki kez elde etmiştim. Ama işlerimin yoğunluğu, 20 yıl öncesine dayanan bu fırsatları değerlendirmeme izin vermedi. Bu kez ıskalamayacaktım. Kararımı Haziran 2015’de verdim. İşte Şubat 2016 ve ben Küba’dayım.
Turdan Bir Grup

Tarihte Kısa Bir Yolculuk
Küba deyince akıllarına öncelikle Fidel ve Che’yi getirip, 1959 Devriminden önceki Küba’yı ve Küba Halkı’nın yüzyılı aşkın özgürlük mücadelesini bilmeyenlere, bilip de görmezden gelenlere sayanlara öncelikle şunu söylemeliyim: 1959, sadece yıllar önce toprağa ekilen özgürlük tohumundan yıllar sonra ortaya çıkan bir çiçektir.
Küba'da Kırsal Yaşam
Kolomb, ipten kazıktan kurtulmuş çapulculardan ve serüven tutkunu soylulardan oluşan mürettebatıyla 1492 yılında Küba’ya ayak basıp, ardından Güney Amerika’dan gelip burayı yurt edinen, savaş sanatıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan yerli halkı kolayca sindirdikten sonra adayı İspanya toprağı olarak ilan etmiş. Sonrasında İspanyollar, ada topraklarının şekerkamışı üretimi için elverişli olduğunu anlayınca,  Afrika’dan köle getirmeye başlamışlar. Çünkü adanın yerlileri, salgın hastalıklardan ve sömürgecilerin şevkatli (!) tutumlarından dolayı bu sömürü çarkını sürdüremeyecek kadar azalmışlardı. Köle ticareti 1865 yılında yasaklandı ama sömürü ortadan kalkmadı. Sonunda eski köleler, 1895 yılında İspanya’ya karşı ayaklandı. Bu başkaldırının önderi ise; bugün ‘’Küba’nın Babası’’ diye anılan ünlü şair Jose Marti idi. İspanya ile arası iyi olmayan ABD de işe karışıp, ‘’benim Maine adlı gemimi batırdın’’ bahanesiyle İspanya’ya savaş açınca; Küba’da,  bugün dünyanın birçok ülkesinde sahneye konan ‘’renkli devrimlerden’’ biri gerçekleştirildi ve İspanyollar, 1902 yılında Küba’nın bağımsızlığını tanımak zorunda kaldılar. Tanıdılar tanımasına da Küba için pek bir şey değişmemişti. Değişen sadece ‘’tellaktı’’, ‘’hamamsa’’ kubbesi ve göbek taşıyla aynı kalmış,  İspanyollar gitmiş, onların yerine Amerikalılar gelmişti. Bu arada sırası gelmişken söyleyeyim; kimi ‘’şom ağızlılar, sırf İspanya’ya savaş açmak için Maine’yi bizzat Amerikalıların batırdığını söylüyorlar''. Ne ayıp(!)
Ernesto Che Guavera (Google'dan alınmıştır)

Küba bağımsız oldu da ne oldu diye düşünebilirsiniz. Halkın yaşamında, özellikle Afrika kökenlilerin yaşamında bir değişiklik olmadı. Bunlar şekerkamışı plantasyonu sahiplerine karşı  -ki çoğunluğu Amerikalı patronlardı- zor çalışma koşulları ve düşük ücretleri protesto etmek için bir çok kez gösteriler yaptılarsa da, bu gösteri ve kalkışmalar çoğu Amerika’nın himayesinde ve desteğinde olan seçilmiş diktatörler tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı.
1930’lu yıllarda, ABD’nin desteğiyle başa geçen Batista döneminde Küba, bu ülkenin arka bahçesi oldu. Kısaca Küba, Amerikalı para babalarının, onların yerli işbirlikçilerinin kumar oynadığı, fuhuş dahil her türlü çılgınlığı yaptığı dev bir eğlence merkezi haline geldi.
Halk mı?
Onlar yoksulluğun pençesinde, umarsız bir yaşam kavgası veriyorlardı.
Ve 1956’nin Aralığında, Meksika’da sürgünde bulunan Fidel ve 81 yoldaşı, devrim zamanının geldiğini düşünerek  Granma adlı tekneyle Meksika’dan Küba’ya doğru  denize açıldılar. Bu küçük gerilla birliğinde Che de vardı. Ama Che’nin bu birliğe katılması hiç de kolay olmamıştı. Çünkü Che, Küba yurttaşı değildi ve milliyetçi olan Fidel ‘’Küba’da yapmayı planladığı devrimi sadece Kübalılarla  gerçekleştireceğine inanıyordu. Sonunda Raul Castro Fidel’i ikna etti: Gerillanın savaşta doktora ihtiyacı vardı ve Ernesto Che Guavera’da bir doktordu.
Devrimden Sonra İlk Konuşma. Che,Fidel ve Camilo(Google'dan alınmıştır)
Meksika’dan 82 kişiyle yola çıkan birlik, ilk kez devrim ateşini yaktıkları Siera Maestra’ya ulaştıklarında doktorlar dışında 18 kişi kalmıştı. Yolda 64 yoldaşlarını yitirmişlerdi. 18 kişiyle başlayan bu serüven, 2 yıl içinde taraflı tarafsız hemen herkesin hayranlıkla söz ettiği Küba devrimi ile sonuçlanmış, devrimin başlangıcında adı Dr. Che olan Ernesto Che Guavera, Küba halkının kendisine verdiği ünvanla  Comandante Che olarak anılır olmuş ve 9 Ocak 1959 yılında Küba yurttaşlığına kabul edilmiş.
Gerisi?
Gerisi masal ve gerçeğin bir birine karıştığı bilinen bir öykü…

Havana
İspanyollar Küba’ya ilk olarak 1511 yılında yerleşmişler. Havana’nın kuruluşu ise 1519. O yıllarda İspanyollar Güney Amerika’nın kadim uygarlıkları olan, İnka, Aztek ve Maya İmparatorluklarını soyup soğana çevirdikten sonra elde ettikleri altın ve gümüşleri İspanya’ya doğrudan götürmek yerine Havana’ya getirirler, orada toplayıp, daha sonra yeniden gemilere yükleyerek, donanmaları eşliğinde İspanya’ya taşırlarmış bu ganimetleri. Kısaca Hava’na bir toplanma ve aktarma merkezi olarak kurulmuş.  Zaman içinde korsan saldırılarını önlemek için çevresine surlar ve kaleler yapılmış olan Havana, sonrasında Küba’nın başkenti olmuş. Havana bir ara İngilizlerin eline geçmiş, ancak İspanya, kendisi için stratejik konumu olan bu adayı İngilizlerden geri almak için onlara Florida’yı teslim etmiş.
Bugün Küba’nın başkenti olan Havana, 2milyonu aşan nüfusu ile Küba’nın ve Karayipler’in en büyük nüfusa sahip kentidir.
Güneş Turizm Konukları Hamingway'in Evine Girişte

Havana’ya İlk Adım
Amsterdam aktarmalı İstanbul uçuşumuzdan yaklaşık 17 saat sonra Havana’ya vardık. Rehberimizin ilk sözü şu oldu:
-Burada işler yavaş yürür, alışın.
Uçağımızın, tekerleklerini piste deydirmesinden yaklaşık 1 saat sonra, bizi otelimize götürecek otobüse binmiştik. 30 dakikalık bir yolculuktan sonra otele ulaştık. İlk şaşkınlığım otel oldu. Beklentimin üzerinde bir oteldi. Karayip Denizi’nin hemen kıyısındaki bir tepenin üzerine konuşlanmış olan otelimiz, koloni döneminden kalmaymış.
Otelimiz National
Resepsiyondaki görevliler rehberimizi yalanlarcasına oda anahtarlarımızı çar çabuk teslim ettiler. Av.Del Puero üzerinde bulunan Park Antonio Maceo Meydanı’na bakan deniz manzaralı bir odaya yerleştik. Odaya yerleşmemizden yarım saat sonra meydandaydık. Meydanda dizili eski model Amerikan arabaları, arabaların hemen yanı başında her yaştan gençler, kıvrak ve insanın kanını kaynatan Latin Şarkıları eşliğinde gülüp eğleniyorlardı.  Güneş, ufukta kaybolup, kızılımsı ışıkları otelimizin pencerelerinde yansıyıncaya kadar bir köşeye oturup olanı biteni izledim. Bu Küba başkaydı. Komünizmi yaşadıkları dönemde birçok doğu bloku ülkesini ziyaret etmiştim. O dönemde gittiğim hiçbir ülkede böylesine çalıp söyleyen, gülen eğlenen bir topluluğa rastlamamıştım. Asık suratlı demeyeyim ama yorgun, bezgin, bıkkın insanlardı gördüklerim; hiç abartmıyorum. Bu ülkeler çoktan kapitalist oldular. Küba ise hala komünist. Bu komünistler o komünistlere hiç benzemiyorlar. Al sana iki saat içinde ikinci şaşkınlık.
Bulunduğum süre içinde Küba beni şaşırtmaya devam edecekti. Artık şaşkınlıklarımı saymayı bıraktım.

Havana’daki ilk ziyaret ettiğimiz yer Devrim Meydanıydı (Plaza de la Revolocion).
Devrim Meydanı Jose Marti Anıtı
Meydan, diktatör Batista döneminde yapılmış.

 Önceki adı sivil meydanmış. Devrimden sonra adı değiştirilmiş. Meydan’ın ünü büyüklüğünden ya da güzelliğinden değil, Fidel’in devrimden sonraki ilk konuşmasını burada yapmış olmasından ve dünyanın en görkemli 1 Mayıs kutlamalarının yapıldığı alan almasından geliyor. Bu meydanda dünyanın en görkemli 1 Mayıs İşçi Bayramı Kutlamaları yapılıyormuş. Sırası gelmişken söyleyeyim; 1 Mayısta burada coşkulu kalabalıklar nedeniyle iğne atsan yere düşmüyormuş. 1 Mayıs haftasında buradaki otellerde ve Havana’ya giden uçaklarda yer bulmak zor oluyormuş.
Bir de bizdeki 1 Mayısları düşünün… Hadi keyfiniz kaçmasın bırakın bizdeki 1 Mayısları düşünmeyi, şu an tatildeyim ve yazmaya devam etsem iyi olacak.

Meydanda göze batan en önemli öge, daha öncede söylediğim gibi Küba’nın Babası olarak adlandırılan ve 109 metre yüksekliğinde bir sütunun kaidesinde yontusu bulunan şair, yazar ve ulusal kahraman Jose Marti’nin anıtıdır. Anıtın hemen karşısında bulunan ve bu gün İç İşleri Bakanlığı olarak kullanılan binanın meydana bakan yüzünde ise; Che’nin, Kübalı fotograf sanatçısı Alberto Korda’nın 1960 yılında çektiği, Che denince akla gelen o ünlü fotoğrafından uyarlanan demirden bir heykeli var.
Devrim Meydanı ve Che. Duvardaki Yazı:Hasta la Victoria Siempre
Altında da şu yazı: ’’Hasta la Victoria Siempre- Zafere Kadar Her Zaman’’. İspanyolca’dan çeviri rehberimizden…
Che’nin demir heykelinin bulunduğu binanın hemen yanı başındaki Savunma Bakanlığı binasının duvarındaki heykel ise; Fidel’in sağ kolu olan Camilo Cienfuegos’a ait. Heykelin altındaki yazının öyküsü şöyle: Fidel Devrimden sonra bu meydanda ilk konuşmasını yaparken yanında duran Camilo’ya dönüp, konuşmasını kastederek,
-‘’Nasıl gidiyor?’’ diye sormuş. Camilo’nun yanıtı da
- ‘’Vas bien Fidel- İyi Gidiyor Fidel’’. Çeviri gene rehberimizden.
Meydan çok geniş. Meydanı çevreleyen binaların bir bölümü bugün müze olarak kullanılıyormuş. Küba Komünist Partisi Merkez Komitesi Binası ve Jose Marti Kütüphanesi de bu Meydanda.
Saati 40 CUC
Bu arada Devrim Meydanında park etmiş, en yenisi 1959 model olan eski Amerikan Arabalarını kiralayabilir ya da fotoğraflarını çekebilirsiniz.  Venedik’te gondola binmek ne anlama geliyorsa; Havana’da da bu arabalara binmek aynı anlama geliyor. Hiç çekinmeyin araba sahiplerinin hepsi kibar, hepsi güler yüzlü. Kiralama bedeli olarak kapıyı 50 CUC’dan açıyorlar. İyi pazarlıkçıysanız bu fiyatı 30 CUC’a kadar düşürebilirsiniz. Ben 40 CUC’tan kiraladım. Kiralama süresi Havana’ turunu kapsıyor ve 1 saat.
El Capitolio
Havana’da görülmesi gerek yerlerden biri de El Capitolio (parlamento binası). Central Park’ın hemen yanı başında bulunan binanın temeli 1926 yılında atılmış, hizmete giriş tarihi ise 1929. Binanın mimarları R.Otero ve E.R.Pietra imiş. El Capitolio, yapıldığı tarihteki Amerikan etkisinin bir sonucu olsa gerek Washington’daki Capitol’ün bir benzeri. El Capitolio bir süre parlamento binası olarak kullanılmış. Binanı kubbesinin yüksekliği 92 metre. İçinde sergilenen sanat eserlerinin yanı sıra,  kapalı alanda bulunan dünyanın en büyük 3. Heykeli de Capitalio’daymış. Devrimden sonra Bilimler Akademisine devredilmiş. Bu günlerde onarımda, dolayısı ile kapalı. Bu yüzden içindeki heykelden söz ederken mişli geçmiş zaman kullandım.
Tiyatro Binası
Hazır oralarda dolaşıyorken Capitolio’nun hemen arkasında kubbeleri ile dikkati çeken Küba Telekom binasını da görülebilirsiniz.
Capitolio ile aynı sırada, yine koloni döneminden kalma ve bu günlerde Küba Ulusal Bale ve Tiyatro gösterilerinin sunulduğu Teatro la Habana’nın mimarı Belçikalı P. Belau imiş. Temeli 1837’yınında atılan bu barok biçemli tiyatro binasının ön cephesinde İtalyan yontucu Guiseppe Moretti’nin elinden çıkma 4 adet yontu vardır. Gerçekten hoş bir yapı. Parque Central’da (Merkez Park) bulunan önemli anıtlardan biri de Jose Marti’nin yontusudur. Bu Parkta fotoğraflanacak çok şey var.
Jose Marti Anıtı-Central Park

Eski Havana-Habana Vieja
UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesine alınan ‘’Eski Havana’’ sömürge dönemi mimarisini yansıtan sivil ve dini yapıları, taş döşeli daracık yolları ile hem yerlisi hem de yabancısı tarafından Havana’nın en çok ziyaret edilen yeridir.
San Cristobal Katedrali
Bu bölge, Havana’da kaldığım 4 gün içinde oraya gündüz ya da gece, ne zaman yolum düşse; hep canlı ve hareketliydi. Eski Havana’nın yabancılar tarafından en çok rağbet edilen yerlerinden biri Plaza de la Catedral’dir( Katedral Meydanı). Meydandaki başat yapı, Catedral de San Cristobal de la Habana’dır. Ana yapısı barok biçemli olmasına karşın eklektik bir anlayışı içeren özelliği de vardır. 1748 yılında Cizvit papazlarının desteği ile yapımına başlananmış ve 1787 yılında hizmete girmiştir. 19. Yüzyılda ise Katedrale, eklektik özellik kazandıran neo klasik ‘’makyajlar’’ yapılmıştır. Katetrali ilginç yapan bir özellik ise; çan kulelerinin simetrik olmamasıdır. Soldaki kule sağdakine göre küçük olarak yapılmıştır. Nedenini sordum: Katedralin sol kulesi tarafında bulunan sokağın, ancak bu büyüklükte bir kule yapmaya elverişli olduğunu söylediler. Anlayacağınız  Katedralin İtalyan Mimarı Francesco Borromini burayı tasarlarken ufak bir hesap hatası yapıp soldaki sokağı hesaba katmamış. Bu hata da Katedrali, dünyada benzeri olmayan asimetrik kuleli ünlü bir kilise yapmış. Katedral, Pazartesi- Cumartesi 09.00-16.00 arası açık. Girişte para alınmıyor.
Katedralin bulunduğu meydanda, bir kısmı bu gün müze olarak kullanılan, koloni dönemi şeker üretimini ellerinde bulunduran zenginlerin gene barok biçemli evleri var.
Havanalı Kadın Memurlar
Meydanda dolaşırken allı yeşilli giysileri ile turistlerle fotoğraf çektiren, neşeli iki yaşlı kadın dikkatimi çekti. Yaklaştım. Her iki kadın aralarındakini boş bırakıp, birer sandalyeye oturmuşlar, isteyenle fotoğraf çektiriyorlardı ve hediyesi de 1 CUC’tu. Doğal olarak ben de o seremoniye katıldım. Fotograf çektirip parayı öderken ilginç bir şey fark ettim. Kadınların boynunda birer kimlik kartı vardı. Rehberimize sordum. ‘’Onlar devlet memuru Yaşar bey! Şu an mesaideler’’. Bizdeki klasik devlet memurlarını anımsadım birden. Hem mesaide ol, hem de yaptığın işi bu kadar neşeyle yap. Olacak şey değil.
Obispo Sokağı. Eski kent
Eski kenti dolaşırken mutlaka görmeniz gereken bir sokaktan söz etmeden geçmeyeyim. Bu sokağın adı Obrapia.  Sokak bir hayli uzun; bir ucu Capitolio’da diğeri ise; Obispo’da… Sokağın her iki yanında koloni dönemi zenginlerinin genellikle barok biçemli binaları yer alıyor. Bu arada sokağın sonuna doğru 1648 yılında bir şeker tüccarının evi olarak yapılan ama 1983’den beri müze olarak kullanılan küçük, sarı renkli bir binayı görmeden geçmeyin.  Adı; Casa de la Obra Pia. Eğer vaktiniz varsa ziyaret edin. Küçük bahçesi, 19 yy’dan kalma mobilyaları, döneme ilişkin giysi ve eşyaları ilginç.
Hotel Ambos Mundos de Calle- Hamingway'in Kaldığı Hotel
Obrapia’nın paralelinde ise; Floridata’dan başlayıp Plaza de Armas’a kadar uzanan Obispo Sokağı-Barlar Sokağı- uzanıyor. Bu sokak biraz daha dar ama daha eğlenceli.
Sokak neredeyse günün her saatinde kalabalık. Çalanlar, söyleyenler, allı güllü giysileri ile gösteri yapanlar, karikatür ressamları, seyyar kitapçılar, ulusal içkileri olan Ron’dan(rom) yaptıkları kokteylleri satan seyyar barlar(!) vb… Bunlar, sokağı biz turistler için ilginç kılan özellikler. Obispo’nun ünlü mekanlarından biri de La Bodeguita Del Medio adlı cafe-bar. Rehberimiz Lionel’in söylediğine göre Havana’ya gelen her turist burayı kesinlikle ziyaret eder, ünlü kokteyllerinden tadarmış. Ama gene Lionel’in söylediğine göre kokteyllerinin eski tadı yokmuş, üstelik birazcık da kazıkmış. Sebebini de gelişen turizme bağladı. Ahh Turizm! Girdiğin yeri kendine benzetiyorsun; kalitesiz tatlar, kazık fiyatlar. Çar naçar biz de nasibimizi aldık.
Del Medio'ya Girmek İçin Sıra Bekleyen Turistler
Del Medio 2 katlı çok eski bir yapı -Havana’da yeni yapı zaten yok, benimki sözün gelişi-. Biz üst kattaydık. Tıkış tıkış dolu bir salon, oturacak  bir yer bulmak olanaksız gibi. Buraya gelenler duvarlara adlarını yazmışlar; geri durur muyum.  Ben önce bir Türkiye haritası çizdim, Adana’yı bu haritaya yerleştirip adlarımızı yazdım. Kokteyli aman aman güzel olmasa bile buraya gelip bir şeyler için. Yarın ülkeye döndüğünüzde
-’’ Şekerim Del Medio’ya gitmediysen Havana’ya boşuna gitmişin’’ dedirtip, sinir sahibi olmayın. 
El Medio-Duvarlar Yazı Dolu
                                
Medio’dan çıkıp sokakta sağa sola bakıp, aylak aylak aylak dolaşırken, daha önce rehberimizin sözünü ettiği Hotel Ambos Mundos de Calle ile deyim yerindeyse burun buruna geldik.  Otelin özelliği şuradan geliyor: Ernest Hemingway 1946 yılında Küba’ya geldiği zaman bu otelde birkaç yıl kalmış. Daha sonra Havana dışındaki bir villaya taşınmış. Kendisine Nobel Edebiyat Ödülü kazandıran -aslında Nobel Ödülü yazarın tüm eserleri için verilir-‘’ The Old Man And The Sea’’ romanını Havana’dayken yazmış. Buraya kadar gelmişken yazılarını yazdığı 511 nolu odayı da ziyaret ettik. Hemingway devrimden sonra Küba’dan ayrılmış.
 Sokakta yürümeye devam ederseniz Plaza de Armas’a varırsınız.
Obispo'da Tezgahlar
 Burası, ortasında ulusal kahraman Carlos Manuel Cespendes’in güzel bir yontusunun bulunduğu küçük bir park. Parkın çevresinde küçük birkaç restoran, kitapçı tezgahları, hediyelik eşya dükkanları ve görülmesi gereken birkaç yapı var. Bunlardan en önemlisi Amerika’daki en eski taş kale olarak kabul edilen ve 1982 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası listesine alınan Castillo de la Real Fuerza ‘dır (Kraliyet Kuvvetleri Kalesi). 1555 yılında, korsan saldırılarına karşı yapılmış olan ama saldırılara karşı gerekli korumayı sağlayamayan eski bir kalenin üzerine yapılmış. Zaman içinde birçok onarımlar geçiren kale, Devrimden sonra silah ve seramik müzesi (Museo de la Ceramica) olarak kullanılmaya başlanmış. Seramikler İspanyol yani Endülüs tarzı. Parkı çevreleyen binalardan biri de Palacio de los Capitanes ise; eski başkanlık sarayı olup bu gün kent müzesi olarak hizmet vermektedir.
San Fransico Convent. Gece Görünüş
 Sarayın temeli eski bir kilise kalıntısının üzerine atılmış, 1876’da başlayan yapımı 1892 yılında tamamlanmış. Saray barok biçemlidir.  Ayrıca bu bölgede görülmesi gereken yerlerden biri de koloni döneminden kalma neo klasik biçemli El Templete’dir.
Eski Havana’da birçok bina onarıma muhtaç. Küba turizme açıldıktan sonra turizm gelirinin bir bölümü bu binaların onarımına harcanır olmuş. Onarıma da Eski Havana’dan başlamışlar.
Orhan Veli Gemlik için şunları yazmış: ‘’Gemliğe doğru denizi göreceksin sakın şaşırma’’. Siz de Plaza de Armas’dan sahile çıkıp,  denize paralel  Av.Del Puerto’dan batıya doğru gidince, karşınıza çıkan bir parkta tanıdık, hem de çok tanıdık bir kişinin büstünü görünce sakın  şaşırmayasınız.
Atatürk Büstü
Bu büst, M. Kemal Atatürk’ün. 2008 yılında buraya konmuş. Elbette Küba’ya gelirken burayı ziyaret etmek planlarımız arasındaydı. Ve bizim için sürpriz olmayacaktı onu burada görmek. Ama inanın, yurdunuzdan binlerce kilometre uzaktaki bir ülkede, oradaki varlığından haberinizin olmadığı ve uzun yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınızla karşılaştığınızda neler hissederseniz, işte ben de onu hissettim Atatürk’ü görünce…
Büstün oturtulduğu kaidede, Fidel'in de birçok konuşmasında alıntı yaptığı, Atatürk’ün o ünlü sözcüğü yazılmış.’’ Yurta Sulh, Dünyada Sulh’’. Bu günlerde en çok gereksinim duyduğumuz dilek…
Büst, heykeltıraş Metin Yurdanur tarafından yapılmış ve 2008 yılında buraya konmuş. Aynı heykeltraş Küba’nın Babası sayılan Jose Marti’nin büstünü de yapıp Çankaya’da bir parka yerleştirmiş. Amaç; Türk ve Küba Halklarının dostluğunu ve kardeşliğini simgeleştirmekmiş.
Atatürk büstünün kuzeye bakan tarafındaki tepede ise benzerini Rio ve Lizbon'da gördüğüm bir İsa yontusu var.
Havana’da görülecek çok yer var. Bunlardan biri, de size biraz garip gelebilir ama mutlaka görün diyeceğim Cristobal Colon( Cristof Kolomb) Mezarlığıdır. Mezarlığı tasarlayan mimar İspanyol C.de Liora adlı bir mimarmış.
Critabal Colon Mezarlığı
Mezarlık 56 dönüm arazide kurulmuş ve içindeki yolların uzunluğu toplam 20 kilometreyi buluyormuş. Mezarlık, yukarıdan bakınca haç şeklinde görülüyormuş. Mezarlığa ‘’barış kapısından ‘’giriliyor. Barış kapısının önündeki yolun sağında ve solunda din adamları, ünlü kişiler ve devrim liderlerinin mezarları varmış.
Mezarlıktan Bir Başka Görünüm
Rehberin dediğine göre burada gömülü olanların sayısı 3 milyona ulaşıyormuş. Seyahatlerimde beni çok etkileyen mezarlık birçok mezarlık olmuştur. Paris’deki  ünlülerin yattığı La Pere Lachaise, Moskova’daki  Nazım’ın mezarının bulunduğu Novodeviçe, Eva Peron’un gömütünün bulunduğu, adeta bir açık hava müzesi görünümündeki Buenos Aires’deki La Recolete bunlardan birkaçıdır. Kolomb, Paris ve Moskova’daki mezarlıklar  gibi ünlüleri konuk etmiyorsa ve Recoleta gibi bir açık hava müzesi görünümünde değilse de bence kesinlikle ziyaret edilmeyi hakkediyor. Mezarlık Vedado semtinde. Mutlaka görün.
Hamingway'in Yatak Odası
Hemingway’in villası kentin dışında. Büyükçe bir bahçenin içinde 2 katlı bir ev. Villa dediğime bakmayın, Adana’nın eski bağ evlerinin biraz iricesi. Burada yazara ait eşyalar sergileniyor .Yazarın ününden olsa gerek ziyaretçisi bol. Bahçe’de Hemingway’a ait bir de tekne sergileniyor. Teknenin adı Pillar. Hemingway bu tekne ile kılıç balığı avına çıkarmış. Yaşlı adam ve deniz adlı romanının kahramanı da bu tekneyi kullanan Grigorio Huantes adlı kaptan imiş.

Başka nerelere gidilir
Dediğim gibi Havana’da gezecek yer çok. Eski Havana’nın karşısında, hemen körfezin başlangıcında ve liman girişinde yer alan,  korsanlara karşı Havana’y ı savunmak için yapılmış güzel bir kale var. Kalenin adı  Castilo San Carlos la Habana.
Castilo San  Carlos la Habana
1763 yılında yapımına başlamış, yapımı 11 yıl sürmüş. Buradan hem körfezi, hem de eski ve yeni Havana’yı uzaktan da olsa etraflıca görebilirsiniz. Fotograf çekmek için güzel bir yer. Kaleye giderken bembeyaz bir kaide üzerinde bulunan, İspanyollara karşı ulusal kurtuluş savaşı veren Kübalılara komuta eden ulusal kahraman Maximo Gomez’in görkemli anıtını da fotoğraflayabilirsiniz.
Maximo Gomez Anıtı
Ayrıca Araba Müzesini, Granma yatının orjinalinin  bulunduğu müzeyi (kapalı olduğu için giremedik), yabancı elçilikler ve devrim öncesinden kalan villaların bulunduğu Miramar ve Vedado bölgesini,  1728 yılında açılmış olan Neo-klasik biçemli Havana Üniversitesi’ni, Museo de la Revolicion(Devrim Müzesini), kaldığımız otel olan Havana Nacional’in önünden geçen 8 km uzunluğundaki Malecan Bulvarını-kordon-, Cohibar Kalesini gezebilirsiniz.
Almacenes San Jose Artisan's Market- Satışın Zaferini Kutluyor Olmalı
                                                         
Havana’da kesinlikle görmeniz gerek bir yer de Almacenes San Jose Artisan’s Market’tir. Avenida del Puetro ile Calle Cuba’nın kesiştiği yerde, men denizin kıyısında kurulu bu kapalı pazarda, Küba’ya ilişkin yerel ürünleri bulabilirsiniz. Bir birine koşut 4 -5 sokaktan oluşan bu üstü kapalı pazarda alış veriş yapmasanız bile hoşça vakit geçirebilirsiniz. Eğer alış veriş yapacaksanız hevesinizi buraya saklayın.
Almacenes San Jose Artisan's Market
Çoğunluğu eski Amerikan arabalarını betimleyen tablolar, seramikler, deriden yapılmış eşyalar, ağaç işlemeleri, mercandan üretilmiş takılar, purolar, ronlar, Havana Şapkaları… Anlayacağınız ülkenize döndüğünüzde size Küba’yı anımsatacak her şey... Size önerilen fiyatlarda birazcık pazarlık payı var. Ron ve puroların satıldığı resmi dükkanlarda pazarlığın lafı bile olmuyor.

Küba’da Sadece Havana mı Var?
Elbette sadece Havana yok. Turumuz, Küba’nın batısını kapsayan bir gezi programı içeriyordu.
Havana’na dışında ilk gittiğimiz yer Vinales Vadisi'ydi. UNESCO Dünya Mirası Listesinde yer alan bu vadi, yer yüzünde bir cennet sanki. Vadi yem yeşil. Küba'nın ünlü tütünleri buradaki tarlalarda geleneksel yöntemlerle üretiliyor. Ayrıca vadide çeşitli sebze ve meyve üretimi de yapılıyormuş.
Vadide görülecek yerlerden biri de Cueva del Indio mağarası. Magara içinde bir süre sarkıtlar ve dikitler arasında yaklaşık 200 metre kadar yürüdükten sonra bir yeraltı ırmağına ulaşıyorsunuz. Burada küçük bir iskele ve iskelede tekneye binmek için sıra bekleyen insanlar var. Yaklaşık 15-20 dakika kuyruk bekledikten sonra, küçük bir tekneyle 10 dakikalık bir yeraltı ırmağı turundan sonra mağaranın dışındaki küçük bir göle ulaşıyorsunuz. Görmeseniz eksiklik hissetmeyeceksiniz aman aman bir mağara değil ama vadiye kadar gelmişken burayı da görün derim. Mağara turunun bitiminde alış veriş yapabilir, taze meyve suları ve Küba’ya özgü kokteyllerden içebilirsiniz.
Cueva del İndio Mağarası Çıkışı
Mugeta adı verilen kireç taşı oluşumlu ve üzerileri yemyeşil bir örtüyle kaplı dağlar vadinin her iki yanında sıralanmış. Dağlarda irili ufaklı birçok mağara var. Bu mağaralarda bir zamanlar efendilerinden kaçan köleler saklanırmış. Kaçmanın cezası ise köpeklere parçalatılmakmış.
Vadide yol alırken, ana geliri tütün ve turizm olan Vinyales kasabasına da uğruyorsunuz. Kasabada 4 bin kişi yaşıyor. Kasaba, verandası olan genellikle küçük ve tek katlı koloni dönemi evlerden oluşuyor. Verandalarda sıkça göreceğiniz mobilya, sallanan sandalyeler. Bu sandalyeler Küba’nın sembolü gibi. Özellikle yaşlı Kübalıları, dudaklarının arasında puroları ile bu sandalyeler üzerinde sallanırken sıkça görebilirsiniz.
El Mural de la Prehistoria
Vinyales yakınlarında bulunan bir vadidi de El Mural de la Prehistoria adlı, 180x120 metre boyutlarında, düz bir kaya üzerine resmedilmiş,  evrim kuramını betimleyen bir tablo var. Bu tabloyu yapma fikrini 1959 yılında Fidel’in sevgilisi vermiş. Tablo, Leovilgildo Gonzalez Morillo tarafından 1962 yılında tamamlanmış. Morillo’nun, bu kaya panosunu tasarlarken Frida’nın kocası olan sanatçı Diego Rivera’dan etkilendiğini söyledi rehberimiz…
Montemar Parkı
Montemar Parkı, Zapata  yarımadasında koruma altına alınmış yaklaşık 300 bin hektarlık bir doğal yaşam alanında kurulmuştur. Çevresi ormanlarla çevrili, genelde bataklık olan parkta,160 kuş türü, 115’i Küba’nın endemik bitkisi olan 900 tür bitki bulunuyor. Parkta bir de timsah çiftliği var.
Montemar'da Yerli Yaşamını Betimleyen Yontular
Bura timsahları 3 buçuk metreye kadar ulaşıyorlarmış. Timsahlar etrafı yüksek kafes tellerle çevrili bir gölde korunuyorlar. Artık teller, timsahları mı koruyor,  yoksa ziyaretçileri mi ?... Takdir sizin. Çünkü timsahlara yem vermeye çalışan, taş benzeri şeyler atarak onları tellerin gerisinden tahrik eden insanlar da timsahlar kadar tehlikeli geldi bana. Burada balık oltası biçiminde bir aletle timsahları sığır eti ile besleyebiliyorsunuz, tabi bedeli karşılığı… Parkta hediyelik eşya satın alabileceğiniz, ron içebileceğiniz ve yemek yiyeceğiniz mekanlar da var. Park alanında bulunan ilginç yerlerden biri de tekne ile 15 dakikada ulaşabileceğiniz, bura yerlilerin yaşamından kesitler sunan, denizden yüksekliği yaklaşık  50 cm olan çok güzel bir ada...
Timsah Çiftliği
Ada’da yerlilerin kullandığı evlerin benzerleri ve yerlilerin günlük yaşamını betimleyen yontular var. Ada, gölleri ve ağaçlarıyla cennetten bir parça sanki. Adada hediyelik eşya ve yiyecek içecek satan küçük bir de dükkan var. Burayı kesinlikle görmenizi öneririm.
Adaya Tekne Yolculuğu


Havana’nın 160 km güney batısında yer alan Pinar del Rio’ya yemyeşil bir vadide kıvrıla kıvrıla giden bir yoldan geçerek ulaşıyoruz. Pinar del Rio, yaklaşık 190 bin nüfusu ile Küba’nın tütün ve şeker kamışı merkezi…
Buradaki ilk ziyaretimizi, eskiden bir tutuk evi olan bir puro üretim atölyesine yaptık. Bir süre ‘’kuyruk ‘’bekledikten sonra içeri girdik. İlginç bir yer. Art arda, okul sıraları gibi dizilmiş tezgahlarda genellikle kadın olan işçiler çalışıyor. En arkadaki sıradan, ‘’yaprak’’ olarak sisteme giren tütün, sıranın en başındaki işçi tarafından kutulanıp satışa hazır hale geliyor. Puro üretiminde genelde kadınlar çalışıyor. Puroyu,çoğumuzun bildiğini sandığı gibi bacaklarında yuvarlayarak yapmıyorlar. Bunun için önlerindeki sırayı kullanıyorlar. Bacağında tütün saran kadınları göremeyince bazılarımız-özellikle erkekler- düş kırıklığına uğramadı desem yalan olur.
Pinar del Rio


Rehberimiz bunun bir şehir efsanesi olduğunu söyledi.Tütün içinde çalışan kadınlar makine gibiler. Ama şakalaşmaktan, bir birbirlerine takılmaktan geri durmuyorlar. Acaba rol mü yapıyorlar diye düşünmedim değil. Ne de olsa komünist bir ülkede yaşıyorlar. Bizdeki anlayışa göre asık suratlı, nemrut ve soğuk olmaları gerekiyor. Ama bunlar çalışırken gerçekten mutlu görünüyorlar. Bu bir şehir efsanesinin sonu mu ne?
Atölyede puro bir de satış yeri var. Resmi yerlerde fiyat aynı.  Guantanamera purosunun fiyatı, 25’lik kutuda 50 CUK. Dışarıda ise 40’a hatta 35’e alabilirsiniz. Rehberimiz dışarıda satılan puronun iyi kalite olamayabileceğini söyledi. ''Peki dışarıda satılan bu puroların kaynağı nereden'' diye düşünebilirsiniz. Ne de olsa burada hemen her şey devletin tekelinde. Rehberimiz, 
Vadide Mola
-‘’Puro fabrikalarında çalışan her işçinin günlük, bedava bir puro alma hakkı var. Puro içmeyenler kendi haklarını satabilirler’’ dedi.



Pinar del Rio’da ziyaret ettiğimiz yerlerden biri de ron fabrikasıydı. İkram edilen ronlardan bolca içtim. Buraya özgü bir ron var. Adı Guayabita del Pinar. Farklı bir tadı var. Satın alabilirsiniz fiyatı, yılına göre değişiyor.

Küba'nın bir çok kentinde olduğu gibi buradaki evlerin ya da dükkanların sokağa bakan yanı ''Portico'' denilen biçemde yapılmış. Yani binaların önündeki kaldırımların üstünü örten, insanları yağmur ve güneşten koruyan sütunlu revak. Eskiden Adana'da da bu tür kaldırımlar vardı. Şimdiki İnönü caddesi buna güzel bir örnektir. 





Santa Clara, Küba’nın orta batısında, Havana’nın güney doğusunda yer alan 225 bin nüfuslu bir kent. Kentin aman aman bir özelliği yok. Buranın ünü, kent dışında bulunan Ernesto Che Guavera’nın anıt mezarından geliyor.
Savaşı Sonlandıran Katar
Bilindiği gibi Che, Küba’daki devrimi Güney Amerika’da da gerçekleştirme misyonu ile Bolivya’ya gitmiş ama Bolivyalı muhaliflerden gerekli desteği görmediği gibi CİA tarafından eğitilip yönlendirilen Bolivya ordusunun özel birliği tarafından, bir geçitte kuşatılarak, ayağından hafif yaralı olarak ele geçirilmiş.Yaraları ölümcül olmamasına karşın, -kimilerine göre CİA’nın emriyle- öldürülmüş .Yaralı Che'yi öldüren çavuş Mario Teran , özel birlik askerleri arasından kura ile belirlenmiş. Teran, ölenin Che olduğu bilinsin diye yüzüne ya da göğsüne değil, ayaklarına defalarca ateş ederek öldürülmüş Che'yi. Che yaralandığı sırada kendisini tutsak almaya gelenlere,
Che'nin Anıtı Önünde
-’’ Ateş etmeyin! Ben Che Guavera. Sizler için canlı halim ölü halimden daha değerlidir’’ dediği rivayet edilir. Ekim 1967.
Che’den geriye kalanlar, Bolivya'da  Vallegrande yakınlarındaki bir uçak pistinin altından çıkarılmış, bedeninden arta kalanlar Küba’ya getirilerek, son çatışmada yanında olan 6 yoldaşı ile birlikte Santa Clara’daki bu anıt mezara gömülmüştür. 17 Ekim 1997.  Anıtta bir de müze vardır. Müzeye giriş 1 CUC.
Santa Clara’da devrimi hızlandıran bir olay da devrimden birkaç gün önce gerçekleşmiş. Batista’nın kuvvetlerine silah ve cephane götüren Tren, 30 Aralık 1958 yılında Che’nin komuta ettiği gerillalar tarafından sabotajla durdurulunca, savaşın sonu da belli olmuş,
Batista güçleri teslim olmuşlardır.

Dr. Cantero'nunŞimdi Müze Olan Evi
O tren sabotaja uğradığı yerde ve müze olarak kullanılıyor.

Trinidad, Küba’nın batısında yer alan turistik kentlerinden birisi. Küba’nın 1980 yılından itibaren turizme açılmasından sonra gelişen ve 1988 yılında UNESCO’nun Dünya Mirası Listesinde yer alan Trinidad’ın adı, Hristiyanlığın kutsal üçlemesinden geliyor; baba, oğul ve kutsal ruh.

Söylenceye göre Kolomb, ''İlk ayak bastığım yere Trinidad adı vereceğim'' diye söz verdiği için buraya Trinidad adını vermiş.

Kentin kuruluş tarihi 1514.

Arnavut kaldırımlı dar sokakları, sokakların her iki yanında yüz yıl öncesini anımsatan renk cümbüşü evleri ile ilginç bir kent Trinidad.
Plaza Mayor Trinidad
Kent küçük; yürüyerek dolaşabilirsiniz. Sokakları arşınlarken, evlerinin önünde oturup sohbet eden yaşlılarla, aynı dili konuşmasanız da anlaşabiliyorsunuz. Sevecen bakışları, gülen yüzleriyle ve tüttürdükleri purolarıyla bu insanlar, konuşmasalar da size uzun uzun sohbetlerde anlatılamayacak şeyleri anlatıyorlar sanki...
Trinidad'da Bir Sokak

Trinidad’ın merkezi Plaza Mayo’dur(belediye meydanı). Meydan’da neredeyse bir birine bitişik konumda, Trinidad Kilisesi, Mimari Müze, içinde 18. yy ait möble ve ev eşyalarının bulunduğu Romantik Müze ve Arkeoloji Müzesi bulunmakta.
Trinidad
Müze girişleri 2 CUC. Fotograf çekecekseniz 1 CUC daha ödüyorsunuz. Kilisenin önündeki bir de park var. Parkın giriş kapısının her iki yanında iki köpek yontusu dikkatimi çekti. Genelde bu tip park ya da saray girişlerine aslan yontusu koymak gelenektir. Bana garip gelen bu durumu rehbere sordum.
Park Kapısını Aslan Yerine Köpek Bekliyor
-‘’Kapıları neden aslanlar değil de köpekler bekliyor?’’ Yanıtı ilginçti Lionel'in:
-‘’ Buranın halkı İspanyol kökenlidir. 19 yüz yıldaki bağımsızlık savaşında İspanyollara karşı savaşmakta ilgisiz kaldılar. Anlayacağınız onlar sahiplerine köpekler gibi sadıktılar. Bu köpekler onun için aslanların yerine kondu.Vay vay vay!!! Bu söz itin önüne atsan yenmez.
Kentte dolaşırken bizdeki köy bakkallarına benzeyen bir devlet mağazası gördüm. Merak edip içeri girdim. Bakkal dediğime bakmayın, sözün gelişi. Raflar neredeyse bom boş. Hadi biraz abartayım; iki şundan, üç bundan beş ondan. Koca dükkanda en fazla 10-15 kalem mal ya var ya yok. Burada peso ile yerli halk alışveriş yapıyormuş. Küba'da bir çok şey karne ile satılıyor. Bu da o tür mağazalardan biri. Söz gelimi devlet aylık kişi başı 225 gram yağ, 2 ayda bir de 1 kğ tuz veriyormuş. Yağı, tuzu, ronu yeterli olmayanlar bu mağazalardan peso ile alış veriş yapıyorlarmış.
Devlet'e Ait Bakkal-Raflar Boş
Bu gün müze olarak kullanılan ve köle taciri Dr. Cantero'ya ait ev de Trinidad'ın ilginç yapılarından biri. Müzeye giriş için para ödemiyorsunuz. Evin eşyaları ve mimarisi, doktorun ne menem bir zengin olduğunu gözler önüne seriyor.
Bir Elimde Chancancara, Ötekinde Puro :Umrumda mı Dünya
Trinidad'a özel bir de kokteyl var. Ron, bal,maden suyu ve yeşil limon suyundan yapılıyor. Adı, Chancancara. Toprak Bardakta plastik kaşıkla servis yapılıyor. Aman içerken benim yaptığımı yapmayın. İçmeden önce bardağı iyice karıştırın. Yoksa bal erimeden bardağın dibinde kalıyor ve içkinin tadına varamıyorsunuz ve ikinci bir bardağı sipariş etmek zorunda kalıyorsunuz. Hediyesi 3 CUC.

Trinidad'da kaldığımız otelin adı Del Mar. Çok güzel bir kumsalın hemen yanında yapılmış. Kumu ve denizi çok güzel. Palmiye ve muz ağaçları kıyı biter bitmez başlıyor. Keşke zamanımız daha fazla olsaydı.

Cienfuegos
Cienfuegos,rehberimizin anlatımına göre Küba'nın en gelişmiş ve varsıl kentiymiş. Kent 1819 yılında Fransız göçmenlerce kurulmuştur. Nüfusu bugün 150 bin olan kentin geliri, verimli toprakları nedeniyle tarımdır. Kent, adını 1933 yılında ulusal kahraman Camilo Ciefuegos'dan almış. Geniş bulvarları, onarılmış eski evleri ile Cienfugeos'un Küba'da olduğunu bilmezseniz, kendinizi başka bir ülkede tatilde sanırsınız.
Pallacio Ville.Endülüs Mimarisine Dikkat

Buradaki en ilginç bina eski bir şeker tüccarının evi (Pallacio Ville). İspanyol- Arap mimari biçemli(arabesk) olan ev şimdi restoran olarak hizmet veriyor. Ayrıca Jose Marti Parkı da görülmesi gerekli yerlerden biri.
Cienfugeos'da Kordon
Buranın yerlisi Fransa'dan göç etmiş. Güzel kumsalları, kafeleri, su sporları merkezleri ve golf alanları ile Cienfugeos tam bir tatil yeri.

Varedero-Hotel Melia
Küba'da  bulunduğum süre içinde kendimi Küba'da gibi hissetmediğim tek yer Varedero idi. Havana'nın doğusunda yer alan Varedero gerçekte de Küba Anakarası'nda değil. Anakara'ya küçük bir köprü ile bağlanan Varedero, böcek avlayan bir bukalemunun dili gibi Karayip Denizine uzanmış, ince uzun bir yarım ada. Rehberimizin dediğine göre bu arda turistik bölgelerde çalışanların dışında Kübalı olmazmış.  Çok güzel 

Varedero-Melia Hotel

kumsalları, yem yeşil doğası ile Varedero tam anlamıyla turizm merkezi. Kendinzi Küba'da değil de Havai'de, Seyşellerde, Tailand'da Phuket'te sanabilirsiniz. Otelimizin adı Melia idi. Barmenlerinden odaları temizleyenlere, garsonlarından, resepsiyondaki görevlilere kadar tüm çalışanlar kibar insanlardı
Hotel Melia
. Hele sahilde güneşlenip denize girenlere, 30 derece sıcak altında yüksünmeden, of demeden soğuk içecek servisi yapan güler yüzlü garsonları unutamayacağım. İnsan, bizdeki otellerde bu tür içten davranışlara sıkça rastlamadığı için bu kadar ilgiden mahcup oluyor doğrusu.


Burası tam anlamı ile tatil merkezi ama bir Küba değil.

Eğlence
Hani biraz abartayım: Havana'da rumba, salsa gibi geleneksel dansları izlemek, Küba'ya özgü ezgileri dinlemek için bir eğlence yerine gitmenize gerek yok. Adamlar dans ve müzik için yaşıyorlar sanki
Tropicana

Tropicana

Neredeyse önünden geçtiğiniz her evden müzik sesi geliyor. Müzik ve dans burada hava, su ve ekmek gibi. Ama illa rahat oturup, birkaç kadeh ron içip dans ve müzik izlemek isterseniz size Tropicana'yı öneririm. Gerçekten burada Küba'ya özgü dansa ve müziğe doyarsınız. Bazı turistik mekanlarda, söz gelimi kimi restoranlarda, kaldığınız otellerde de bu tür gösterileri izleyebilirsiniz.
Kıvrak Latin Müziğinin Çağrısına Kim Karşı Koyabilir?

Ne Yenir Ne içilir
Küba mutfağı zengin değil. Otel mutfaklarını bir yana bırakırsak, turistik restoranlarda ağırlıklı olarak başta ıstakoz, karides ve buraya özgü pargo balığından oluşan deniz ürünleri ile yetineceksiniz. Bir de pansiyon olarak kullanılan ve adına'' Pabada'' denilen evlerde 3-4 masalık restoran bölümleri var. Burada geleneksel Küba yemekleri, başta tavuk olamak üzere, ağırlıklı olarak pirinç, fasulye ve domuz etinden yapılmış yemekler yiyebilirsiniz. Fiyatları büyük, restoranlara göre nispeten ucuz.
Kokteylde Kullanacağım Şeker Kamışı Suyunu Kendim Sıkıyorum
Ne içilir sorusunu yanıtı ise; basit: Ron ve rondan yapılmış kokteyller. Küba'da bulunduğum süre içinde kokteyllerin hemen her türlüsünü tattım. Söz gelimi; şeker kamışı suyu, dövülmüş taze nane, maden suyu,limon ve yaşlanmamış Havana Club'dan yapılan Mohito,
ananas suyu, hindistan cevizi suyu ve Havana Club'dan yapılan Pina Colada, kola, Havana Club, yeşil limon dilimi ve bol buzdan oluşan Cuba Libre,  Küba'da iken içilecek kokteyller. Ayrıca hem içeceğiniz, hem de hediyelik olarak getireceğiniz ron markaları da şunlar: Cohiba, Havana Club ve Varedero. Bir de Pinar del Rio kentine özel 
Guayabita ronu.
Yemekte
Kahve meraklıları için Cafe Cubita'yı önerebilirim. Yok ben kafein ve alkol dışında bir şeyler içmek isterim diyenlere de önerim var: Tu Kola, mango, papaya, ananas, guanbana ve şeker kamışı suyu... Ne diyeyim? Yarasın...
Bira için ise iki marka önerebilirim: Cristal ve Bucanero. Cristal hafif içimli, Bucanero ise biraz daha sert.

Karides,Pilav ve Cristalin



Nelere Dikkat Etmeli
.Küba'da iki tür ekonomi var: Biri turistler için, öteki Kübalılar için. Turistler CUC adı verilen turist parası ile alış veriş yapıyorlar. 1.03 CUC 1 euro. 0.85 CUC ise 1 USD. dolara düşük CUC vermelerinin nedeni, doları dış ticaretlerinde kolay kullanamıyorlarmış. Ben, euro bozdurdum,dönüşte artan CUC'u dolar ile değiştim. Bir tür arbitraj. Aklınızda Bulunsun.
.Ayrıca bir CUC 25 Peso ediyor. Peso'yu yerel halk kullanıyor.


.Kadınların ünlü Küba purosunu bacaklarında sarmaları şehir efsanesi. Bir kaç kez sordum; kadınlar ne diyorsun der gibisinden yüzüme tuhaf tuhaf baktılar.
.En yeni Amerikan arabası 1959 model. Devrimden sonra Amerikan arabası gelmemiş. Ama gördüklerimin hepsi çalışır durumdaydı. En yenisi 57 yaşında olan bu otomobillerin hala çalışıyor olması; bir başka Küba mucizesi sanırım.
Almagenes San Jose Artisan's Market
.1970 yıllarda Sovyetler Birliği'nden Lada almışlar. Şimdilerde ise yollarda Çin ve G.Kore otomobilleri boy gösteriyor.
.Cocotaxi adı verilen 2 kişilik üç tekerlekli motosiklet taksilerle de Havanayı dolaşabilirsiniz.
.Amerikan arabalarını kiralayabiliyorsunuz. Şöförle birlikte 1 saat Havana turu 50 CUC. Ama bu fiyat pazarlığa tabi. Mavi plakalı arabalar devlete, sarı plakalar kişilere ait.
.Otelde kalıyorsanız musluk suyunu içmeyin. Pet şişelerdeki suyu tüketin.
Fakirin de Eğlenmek Hakkı
.Hava'na da ya da gittiğimiz öteki kentlerde gece ya da gündüz, tek başımıza ya da grupla herhangi bir güvenlik sorunu ile karşılaşmadık. Ancak taşra kentlerinde evlerin kapı ve pencerelerdeki demirler dikkatimi çekti. Nedenini sordum: Bu demirler hırsızlık ya da başka bir nedenle takılmamış. Evlerin eski sahipleri kendi kölelerinin isyan etmesinden korktukları için bu demirleri yaptırmışlar. Yani evlerin demirli olmasının bu günkü güvenlikle ilgisi yokmuş.
.Küba'ya giderken yanınızda bolca sabun, kalem ve çocuklar için şekerleme olsun. Ayrıca giymediğiniz giysileri de götürüp dağıtabilirsiniz. Yanlış anlaşılmasın insanlar dilenci değil, ama özellikle sabun, her kişi için ayda bir kalıp verildiği için zor bulunuyormuş. Ben yanımda bir hayli sabun ve kalem götürdüm. 
.Küba'da internet yok gibi. Otellerde internet kullanmak isterseniz 24 saat için 20 CUC ödemeniz gerekiyor. İnternetin pahalı olması bana hayatımın en sakin tatilini yaptırdı. Teşekkürler Küba.
Havana
.Küba'da kentler arası kamu ulaşımı yetersizmiş. İnsanlar taşıt bulamayınca gidecekleri yere yürüyerek gidiyorlarmış. Onca tütün tüketmelerine karşın ortalama yaşam süresinin erkeklerde 80, kadınlarda 85 olmasının nedeni bu uzun yürüyüşler olmalı (!). Uzun süre yaşamaları iklime de bağlanabilir. Ama Küba'nın bulunduğu enlemlerdeki hiç bir ülke bu ortalama yaşı yakalayamamış. Kübalıların uzun yaşamalarının bir nedeni de burada tıbbın çok gelişmiş olmasıdır. Anımsatırım.
.Küba'da iki mevsim var. Biri yağmurlu yaz: Mayıs-ekim arası. Öteki nispeten az yağmurlu yaz:Kasım-nisan arası.
.Rehbere sordum:3 yıl önce Fidel'in öldüğü söylendi. Doğrumu? Evet 3 yıl önce ölen biri var ama Fidel değil, Fidel'in 3 dublöründen biri dedi. Fidel ve geriye kalan 2 dublörü yaşıyor.
.Küba'da elektrik enerjisi 110 volt. Ama otellerde her ikisi de var.
.Küba'nın en önemli dış satım kalemleri şeker ve puro.Ama bir miktar da buraya özgü kahve dış satımları varmış.
.Kadınları Küba'ya çeken en önemli şey, burada  üretilen gençlik kremi. Kremin adı: Alicia. Bu kremin gece, gündüz, göz kenarı olmak üzere üç türü var. En kıymetlisi ''plesantadan'' üretileni. Bu krem devlet eczanelerinde satılıyor. Fiyatı 8.75 CUC. Bulabilirsen tabii. Eşim zar zor 2 tane buldu. Sıraya girip de kremi alamayan kadınların eşime bakışlarını unutamıyorum. Kadınlık hali...
.Buradan faturasız olarak en fazla 25'lik iki kutu puro götürebiliyorsunuz. Faturanız varsa bir sınırlama yokmuş. Ama çıkarken valizinizi de kontrol etmiyorlar. Ron da ise bir sınırlama yok. Valizinize taşıyabileceğiniz kadar koyabilirsiniz.
.Buraya şimdilik THY'nin seferi yok. Ama Obama burayı ziyaret ettikten sonra (20 mart 2016) THY buraya aktarmasız sefer koyacaktır, emin olun.
.Alana 3-3.5 saat önceden gidin. Çalışanlar turizme ve turiste alışık değiller. Söz gelimi valizlerinizi koyduğunuz yürüyen bant bozulur bu nedenle chek-in için bekleme süreniz uzayabilir. Bizim grup bu arıza yüzünden uçağa geç bindi ve Paris aktarmalı uçağımızı kaçırdık. Aklınızda bulunsun.
Nasıl Gidilir
Küba'ya şimdilik ya Amsterdam aktarmalı KLM ya da Paris aktarmalı Air France ile gidebiliyorsunuz. Aktarmalar da daahil yolculuk, yaklaşık 17 saat sürüyor. THY'nin de önümüzdeki bir kaç ay içinde Havana'ya aktarmasız uçacağını sanıyorum.

SON SÖZ
Küba'ya ilişkin bir çok şey okumuş, orayı ziyaret edenlerden bir çok şey dinlemişizdir. Ben, bu satırları, gördüklerime duygularımı da katarak yazdım. Demem o ki;burada yaşadıklarımı ne salt gerçekler, ne de arı duygularla anlatamazdım. Bunu yapsaydım, bir şeyler eksik kalacaktı. Kimileri Küba hakkında şunu yazabilir.
-'' Adamlar yoksul, binalar dökülüyor, üstelik internetleri bile yok.''
Doğrumu?
Doğru? 
Ama Küba, sadece dökülen binalardan, yoksulluktan oluşmuyor ki; orada yaşayan, köleliğe karşı direnmiş, direnmeye devam eden- daha ne kadar direnirler bilmiyorum- neşeli, kibar ve sevecen bir halk var. Küba'yı anlatmak körlerin -görme engelli mi demeliydim- fili tarifine benzer. Kim filin neresini tutuyorsa; fil onun için odur. Ayağını tutan fili, kalın, yumuşak bir direğe; dişini tutan; ince ama sert bir direğe; kulağını tutan yumuşak bir deriye, kuyruğunu tutan bir saçağa benzetir fili...
Dedim ya Kübayı anlatmak körlerin fili anlatmasına benzer. Ben böyle anlattım. 
Not: Küba'ya gitmek için acele edin. Obama Mart ayında oradaydı. Amerikalılar oraya bir dadanırlarsa; yandınız. Küba o zaman özgünlüğünü yitirir, güzel ama çok uzak bir tatil beldesi olur.
-------------------------------
(*)Adana'nın İlçesi İmamoğlu'na bağlı Çörten köyü yakınındaki,ormanlık alanda su kaynağı olan bir mağara. Bu gün Altini'nde  ne orman kalmış, ne de doğru dürüst kaynak.

Türkiye'nin Havana Büyük Elçiliği

Telefon:

+53 (7) 204 22 37 +53 (7) 204 12 04 +53 (7) 204 12 05 +1-613 902 5711 (Kanada VoIP)

Faks:

+ 53 (7) 204 28 99

Büyükelçilik Posta adresi:

5 Ta Avenida No: 3805 Entre 36 Y 40, Miramar, Ciudad Havana,---------



Cenral Park. Geride Jose Marti Anıtı ve Parlamento Binası

Kaleden Havana

Karşı Yakada İsa Yontusu
Katedral Meydanı
Hediyelik Eşya Dükkanı

Sokak Çalgıcıları

Hotel Melia


Mutluluğu Diyet Cola'da Bulan Bir Kübalı
Çabuk Çek-Hotel Melia
Trinidad'da Puro İçen Bir Kadın
Taşradaki Evlerin Tamamına Yakını Demirli. Kölelerinin Saldırısından  Korkan Şeker Tüccarının Evi
Dr.Cantero'nun Müze Evi
Trinidad
Dr.Cantero'nun Evi

Varedero