24 Mayıs 2016 Salı

LONDRA





LONDRA

''Londra'da bir İngilizle karşılaşma olasılığınız, çölde bir kutup ayısı ile karşılaşma olasılığınızdan düşüktür.'' (İngilizce Kurs Öğretmenim-1991)

Bir çok kez gidip gördüğüm, hatta bir kaç ay da olsa yaşadığım ünlü kentleri, layıkı ile yazamama korkusuyla, onlara ilişkin izlenimlerimi kağıda dökmeyi hep ertelemişimdir. Bu kentlerden biri de Londra'dır. İlk kez 25 yıl önce gittiğim Londra'yı değişik tarihlerde 7 kez ziyaret ettim. Bu sekizinci oluyor. Son gidişimde 9 gün geçirdiğim, gelecekte de kızımın eşiyle birlikte orada yaşıyor olmasından dolayı daha çok gideceğimi umduğum bu kenti sonunda yazmaya karar verdim. Biliyorum çoğu insanın gittiği, gitmese bile hakkında çok şey bildiği Londra'yı yazmak kolay olmayacak. Ama denemekte yarar olduğu kanısındayım.
Ken Wood'da Çocuklarımla


Londra Tarihine Şöylesine Bir Bakış
Londra'yı Romalılar İsa'dan sonra 43 yılında kurmuşlar. Bugün City of London olarak bilinen bölgede kurulan Londra'nın ilk adı Londium imiş. Londium ilk kurulduğu yıllarda etrafı surlarla çevrili büyük bir kale, ya da içinde Romalı askerlerle halkın yaşadığı küçük bir kentmiş. Bu kale kent 61 yılında Kelt Kraliçesi Boidica tarafından yerle bir edilmiş. Ama daha sonra Romalılar kenti yeniden ayağa kaldırmışlar. İS 100'de İngiltere'nin başkenti olan Londra, Romalılar'ın son kalıntılarının 410 yılında İngiltere'den ayrılmasından sonra hızla gelişerek, yangınlara, veba salgınlarına ve halk ayaklanmalarına karşın, tarihin her döneminde hem siyaset, hem de ticaret açısından önemli bir merkez olmuştur. Yaklaşık 8 milyon nüfusuyla dünyanın önde gelen ticaret merkezlerinden biri olan Londra'da 300 'den fazla dil (yazıyla üçyüz) konuşuluyormuş.
Thames Nehri'nin iki yakasında kurulu kent, dünyanın en yeşil kentleri arasında yer alıyor.
London Eye- Olsun O Kadar


Nerelere Gidilir, Nereler Görülür?
Londra'ya ilişkin olarak sorulan, yanıtı hem kolay hem de zor olan bir sorudur bu. İşin kolayına kaçıp bu soruyu şöyle yanıtlayabilirim;
-'' 20 pound verip London Eye binin.  30- 35 dakikada tüm Londra'yı kuş bakışı görmüş olursunuz. 25 yıldır gidip geliyor olmama karşın Londra'da şuraya gidin, şunu yiyin, şunu için diyecek kadar yeterli bir deneyimim( var da) yok. Ancak Sokrates'in'' Benim tek bildiğim, hiç bir şey bilmediğimdir'' sözünü Londra'ya uyarlayıp, kendime de haksızlık yapamam.
London Eye


Madem  söz London Eye'den (Millenium Wheel) açıldı ilk oradan başlayalım. London Eye 2000 yılında, yani Milenyumda hizmete girdi. Yeri Westminster Palace'ın çapraz karşısında ve Thames'in hemen kıyısında. Yüksekliği 135 metre.
London Eye'dan Londra
Yapıldığı yılda dünyanın en büyük ''dönme dolabıymış''. Şimdilerde ise; 160 metre yüksekliğinde olan Nanchang Star ve 165 metre yüksekliğinde olan Singapore Fleyer'den sonra 3. sıraya düşmüş. London Eye, her biri 25 kişi alan 30 kabinden oluşuyor, yolcu bindirip indirirken genelde durmuyor ve bir turunu yaklaşık 30 dakikada tamamlıyor. Dönme dolabın tepe noktasına ulaşırken, hava açıksa; tüm Londra, deyim yerindeyse '' ayaklarınızın altına seriliyor''.  Ancak bu özelliğine karşın, yılda 3.5 milyon kişinin bindiği dönme dolabı, özellikle bulunduğu yer itibariyle bir türlü  sevememişimdir. Bu günkü yerinden biraz daha uzağa yapılabilirdi. Ters bir açıdan baktığınızda Westminster Palace'ı London Eye'ın dairesel bir şekilde çerçevelediğini görürsünüz.

-''Bırak nereye yaparlarsa yapsınlar, sana mı kaldı eleştirmek''. diyenleriniz olabilir. Bu soruyu soranlara
 London Eye yapılırken birçok İngiliz'inde benimle aynı düşüncede olduğunu anımsatırım. Geleneklerine ve geçmişlerine düşkün İngilizler, dönme dolabın buraya yapılmasına nasıl izin verdiler anlamıyorum. Anlaşılan onlar da yavaş yavaş  kapitalizm ve onun yarattığı popüler kültüre yenilmeye başlamışlar. . Her neyse; bu dönme dolaba binip Londra'yı  kuş bakışı seyretmenin bedeli büyüklere 20, küçüklere ise 10 pound. Bu paraya dönme dolabın hemen karşısında yer alan binadaki 5 dakikalık 4 D Experience gösterisi de dahil. Burada Londra'yı 4 boyutlu olarak 4 dakika içinde turluyorsunuz. Küçük bir uyarı: Özellikle yazın zamanınızı bilet kuyruğunda geçirmek istemiyorsanız; biletinizi internetten, buraya gelmeden satın alın.
İlk kez 1974 yılında açılan London Dungeon'u (işkence müzesi) buraya taşımışlar, hemen London Eye'nin arkasına... Doğrusu da iyi etmişler. Eskisi sapa bir yerdeydi. Burası işkence müzesi.
London Dungeon-Yeni Yerinde
 Hani ''Tencere dibin kara seninki benden kara'' diye bir söz vardır. İşkence müzesi bu sözü doğrulayan bir çok örneğin sergilendiği bir yer. Bu günkü çağdaş batı uygarlığının, bu karanlık;  insanın bir değer olarak kabul edilmediği sistematik işkencenin olağan sayıldığı  evrelerden geçip de dünyaya egemen bir kültür olmasını anlamak gerçekten zor. Bu müzeyi eski yerindeyken,  uzun zaman kuyruk bekledikten sonra gezmiştim. Burayı gördükten sonraki yıllarda Berlin ve Amsterdam'daki benzerlerini gördüğüm için bu kez London Dungeon'ı ıskaladım. Müzede, çeşitli ışık ve ses efetkleri eşliğinde, loş koridorlardan geçip, karşınıza çıkan odalarda o dönemi canlandıran etkinlikleri izliyorsunuz. Söz gelimi Jack The Ripper (Karın Deşen Jack) gösterisi bunlardan sadece biri. Skeçler ile işkence ve o döneme ilişkin yargılamalar canlandırılıyor. London Dungeon'u ziyaretimde bir mahkeme sahnesine tanık olmuştum. Aklımda kaldığı kadarıyla sahneyi aktarmaya çalışayım: Yüksekçe bir yerde oturan beyaz peruklu, çirkin, meymenetsiz bir yargıç, orada bulunan turistlerden birini işaret etti ve sordu:

-''You !''
- ''Me ?''  Yargıç,yılan ıslığını andırır bir sesle;
- '' Yesss  you. Where are you from?'' diye sordu.
-''San Fransisco diye yanıtladı turist.''
- ''What are you doing here?'' dedi yargıç, daha adam ağzını açmadan. Ve ekledi:
-''I am sentenceing you to execution.''
- !!!! ???
O günkü adalet anlayışından bu günkü uygarlığa...
Allahtan bizim ülkemizde böyle yargıçlar yok da her şey ''usulüne'' göre yapılıyor.
Hediyesi 15 pound.

Aynı yerde bir birine çok yakın olan Sea Life ve Sherek's Adventure'ı de ziyaret edebilirsiniz. Şherek's Adventure ilgimi çekmediği için girmedim. Sea Life'i daha önce ziyaret etmiştim. Singpur'dakini de gezdikten sonra bu tür yerler, pek ilgimi çekmiyor doğrusu.
Bu arada yukarıda saydığım etkinliklerden London Dungeon dahil London Eye, Sea Life, Sherek's Adventure ve size daha sonra anlatacağım Madam Tussaud'u kombine bilet alarak sadece 39 pounda dolaşabilirsiniz. Aslına bakarsanız, görmeyi istediğiniz bu ve benzeri yerleri önceden saptayıp, toplu bilet alarak, her biri için  alacağınız ayrı ayrı bilet parasından çok daha azını ödeyebilirsiniz.
Shakespeare's Globe-Google'dan alınmıştır 


London Eye'den nehir boyunca Waterloo Birdge'e doğru yaklaşık 100 metre kadar yürürseniz karşınıza, görende orta çağdan kalmış duygusu uyandıran beyaz renkli, silindirik bir yapı çıkar. Bu Shakespeare's Globe'dur.  Bu tiyatro binası, sadece Shakespeare'nin oyunlarının sahnelenmesi için, 1599 yılında, yazarın da küçük ortağı olduğu bir şirket tarafından yaptırılmış. Ancak tiyatronun ömrü 14 yıl sürmüş, 1613 yılında VIII. Henry oyunu sahnelendiği sırada çıkan bir yangınla kullanılmaz hale gelmiş, Daha sonra onarılmasına karşın 1644 yılında tiyatroya şeytan işi diyen yobazlar, Globe'u yakmışlar. ( Bu satırları yazarken Ferhan Şensoy'un 1985 yılında yakılan Şan Tiyatrosu geldi birden bire aklıma.  Hay Allah!) 1989 yılında bölgede yapılan kazılarda tiyatronun kalıntıları bulununca, eldeki çizimlere dayanarak Mimar Theo Crosby binayı yeniden tasarlamış ve Globe, 1997 yılında bu yeni haliyle hizmete açılmış. Tiyatro 857 kişilikmiş. Ama sahne ile sıralar arasında kalan boşluğa da ucuz bilet satarak, ayakta izlemek koşuluyla 700 kadar seyirci(turist) alıyorlarmış. Oyunlar yazın sergilendiği için  tiyatronun  sadece bir bölümü kapalı. Sıralar tahta ve amfi tiyatro gibi basamak basamak yükseliyor. Ben tiyatroyu  2001 yılında gezmiştim. Bu gidişimde içine girmedim. Tiyatroda yaz boyu William Shakespeare'nin oyunlarını izleyebilirsiniz. Oyunlara giriş ücreti oyununa ve oturacağınız yere göre değişiyor. Oyunu izlemenin bedeli en düşük 50 pounddan başlıyor. Yer bulmak zor oluyormuş. Bu yüzden biletlerinizi  buraya gelmeden önce internetten almanızı öneririm, tabi hava durumuna bakarak. Sadece tiyatroyu gezmek için yetişkinseniz 11.50, 60 yaş üstüyseniz 10.50, 5-15 yaşında  çocuklarınız varsa 8.0 pound ödemeniz gerekiyor. 5 yaş altı  çocuklardan para almıyorlar. Ben bu tiyatroyu 2001 yılında 5 pound vererek dolaşmıştım.
Tate Modern-Picasso


Hazır buradayken Shakespeare Globe'un hemen yakınında bulunan Tate Modern'i gezmeyi ihmal etmeyin. Ulusal ve uluslararası çağdaş sanat eserlerinin sergilendiği bu müzede Picasso'dan Dali'ye bir çok sanatçının eseri yer alıyor. 2000 yılında hizmete giren müzeye giriş ücretsiz. Ama müze içinde özel sergi varsa; bunlara giriş için para ödüyorsunuz. Aklınızda bulunsun.

Tate Modern'den çıktıktan sonra,  Thames'in aynı kıyısından yaklaşık 15-20 dakikalık bir yürüyüşle Millenium Köprüsü'ne ulaşırsınız. Köpründen karşıya geçin. Köprünün ortasına geldiğinizde St.Paul Katedrali'ni fotoğraflayacağınız en iyi noktadasınız demektir. Bu anı kaçırmayın. Çünkü London Eye yapılmadan önce bu katedralin fotografı, Westminster ile birlikte Londra'nın sembol fotograflarından sayılırdı. Bu günkü katedral, aynı yerde yapılmış katedrallerin 5. siymiş. Buradaki ilk katedral, İS 604 yılında yapılmış. Zaman içinde  bu ve bundan sonra aynı yere yapılan 4 katedral yangın sebebiyle harap olunca şimdiki katedralin temeli.1697 yılında atılmış, 1708 tarihinde hizmete açılmış. Proje mimarı Cristopher Wren'miş. Katedral, ikisi küçük biri büyük üç kubbeden oluşuyor. Haç şeklinde temellendirilmiş katedral gotik biçemlidir. Girip gezmenizi öneririm. Ziyaret için 14 pound alıyorlar. Daha önceki ziyaretlerimde giriş parası ödediğimi anımsamıyorum. Demek şimdi paralı yapmışlar. Katedrali para ödemeden geçmeniz için size bir tüyo vereyim: Kapıdaki görevliye ciddi bir suratla'' dua etmek için geldim'' deyin. Daha sonra 0.35 pound ödeyip bir mum yakarak kiliseyi dolaşırsınız. Dua mı? O sizin ferasetinize kalmış artık. Katedral içinde fotograf çekmek ise yasak. Yasağı delme konusunda ise tüyom yok ne yazık ki...
Bu arada sırası gelmişken Lady Diana ve Prens Charles'in düğününde St. Paul Katedrali'nde yapıldığını anımsatayım. 
Daha yorulmadım yürüyebilirim diyorsanız size Tower of London'a kadar yürümenizi öneririm. Yol biraz uzun. Ama yorgun hissediyorsanız kendinizi, Tower of London'a metro ya da otobüsle de gidebilirsiniz. Yürümeye karar verdiyseniz, The Monument'i (Yangın Kulesi) görmeden geçmeyin. Londra'da sıkça yangın çıktığı için, yangının nerede başladığını görmek amacıyla 1666 yılında, 62 metre yüksekliğindeki bu kuleyi yapmışlar. Mimarları C.Wren ve R.Hooke imiş. Ben bu kuleye ilk kez 1991 yılında çıkmıştım. Londra'yı kuş bakışı olmasa da oldukça yüksekten görmüştüm. Ama şimdi Londra'yı yüksekten görmek için bu kuleye çıkmaya gerek kalmadı; London Eye var. Ben o zaman giriş için 1 pound ödemiştim. Yanlış anımsamıyorsam bunca merdiveni çıkmayı başarıp, kulenin seyir terasına ulaştığım için bir belge vermişlerdi bana. Doğrusu şimdi ne giriş fiyatını biliyorum, ne de sertifikanın hala verilip verilmediğini...
London Tower



Tower of London (Londra Kulesi), dışıyla da içiyle de Londra'da  görüp gezilecek önemli yerlerden biri. Ben orayı 2001 yılında gezmiştim.  Londra Kulesini 1078 yılında I. William ( Fatih William) yaptırmış. Kare biçimli, her bir köşesinde bir kule bulunan Tover of London'un beyaz taşları Fransa'dan getirilmiş. Kralın kuleyi yaptırmaktan amacı; kendisi ve ailesi Fransız kökenli olduğu için  ailesini halkın saldırılarından korumakmış. Başlangıçta kral ve ailesinin yaşadığı bir saray olan tasarlanan kule zamanla, hapishane, idam hükmünün uygulandığı yer, işkence yeri, gözlem evi, darphane , cephanelik vb olarak işlev görmüş. Thames Nehrinin kuzeyinde yer alan kulenin çevresindeki surlar, surların dışındaki su hendekleri  ise; Aslan Yürekli Richard döneminde yapılmış. İçinde kraliyet tacı ve bir çok eserin sergilendiği kulenin hayalet öyküleri ünlüymüş. Kulede dolaştığı söylenen hayaletlerden biri de Kral VIII. Henry'nin öldürttüğü karısı Anne Bolyen'inki imiş.
Kuleyi ziyaret 18.95 pound. Görmeye değer.

Adını Tower of London'dan alan Tower Bridge'nin yapımı 8 yıl sürmüş. Köprünün hizmete giriş tarihi 1894. Mimarları H.James ve J.Wolfe Bary olan köprü, açılır kapanır düzenekte olan bir baskül köprüymüş.
Londra'nın önemli simgelerinden olan köprüden bir kez de olsa yaya geçmenizi öneririm.
Tower Bridge


Buraya kadar gelmişken tam sırasıdır tekne turu almanın... Buradan Westminster'e gitmenin en iyi yolu Thames'de tekne turuna katılmak. Londra Kulesi'nin hemen yanı başından kalkan tur tekneleri, önce Wensminster Köprüsü'ne daha sonrada karşı kıyıya geçip London Eye'a kadar gidiyor. Tekne ile Thames'de yol alırken Londra'yı bir kez de nehirden tanıma fırsatınız oluyor. Size önerim; London Eye tarafındaki iskelede inmeniz. Çünkü karşıya Westminster Köprüsü'nden yürüyerek geçmeniz şunun için önemli: Yayalardan ve fotograf çekenlerden fırsat bulursanız Big Ben'in ve Westminster Palace'ın (Parlemento Binası) fotograflarını en iyi köprünün üzerindeyken çekersiniz.
Westminster Bridge'den Big Ben ve Westminster Palace

Tekne turunu, kent turu yapan otobüslerin paket programlarından alırsanız, Londra'yı baştan başa otobüsle dolaştığınız gibi, tekneden de Londra'yı bir başka açıdan görmüş olursunuz. 24 saatlik tur yetişkinler için 26, 48 saatlik tur ise 33 pound.
Londra'yı  bir yana bırakın, Büyük Britanya'nın da en önemli sembolü  gotik biçemli Big Ben'dir., Big Ben, Palace of Westminster'in (Parlemento Binası) bir parçası olarak 1859 yılında yapılmış. Gerçek adı Elisabeth Tower olmasına karşın, halk tarafından, üstündeki çanın adı olan  Big Ben'den esinlenilerek bu adla anılmaya başlanmış. Kulenin yüksekliği 96 metre olup 4 yanında 4 adet saat bulunmaktadır. Dünyada 4 tarafında  saat bulunan kulelerin en büyüğüymüş. Saatlerin ağırlığı 5.5 ton, çanınki ise;13.5 tonmuş. Çan çaldığında 14 km uzaktan duyulurmuş. Her halde yapıldığı zaman ölçülmüş bu mesafe. Bu gün kentin gürültüsünden, sesin dağılımını engelleyen yüksek binalardan sonra çan sesinin bu kadar mesafeye ulaşacağını sanmıyorum. Kuleye çıkamıyorsunuz malesef...
İngiliz Parlementosu'nu oluşturan Avam Kamarası ve Lordlar Kamarası'nca ortaklaşa kullanılan Palace of Westmister'in  yapımı Orta Çağa kadar uzanıyor.  Parlemento Binası 1512 yılında yanıyor, onarıldıktan sonra  1834 yılında yeniden yanınca; Krallık Charles Bary'e yeni bir proje hazırlatırıyor ve Westminster, 1859 yılında hizmete giriyor. Parlemento Binasın'da 1100 oda varmış ve koridorların uzunluğu 4.8  kilometreymiş.
Westminster Sarayını bu seyahatimde de gezemedim. Ama ilk seyahatimde (Eylül 2016) gezip, bu yazımı güncelleyeceğim.
Palace of Westmiter'n arkasında W.Churchill ve Nelson  Mandela'nın heykellerinin bulunduğu bir meydan, meydanın hemen batı tarafında iki kilise var. Kiliselerden birinin adı  1523 yılında ibadete açılan , gotik biçemli ve Antakyalı St. Margaret adına yaptırılan St. Margareth Churc, diğeri ise Westminster Abbey'dir. Churcihill gibi bazı önemli kişilerin düğünleri burada yapılmış.
Westminster Abbey

W.Churchill anıtının bulunduğu meydanı arkanıza alıp Whitehill Street'den (Parliament St.) Trafalgar'a kadar yürümeye devam edin. Hemen solunuzda demir parmaklıklı bir kapıyla kapatılmış, daracık bir sokak göreceksiniz. Burası 10 th Downing Street, yani İngiliz Hükümeti'nin (İç Kabine'nin) toplandığı başbakanlık binasının bulunduğu sokaktır. 1991 yılında buradan geçerken dönemin başbakanı John Major'u gördüm tesadüfen. Major, Başbakanlık  merdivenlerinde bir kaç dakika durup, etrafındaki sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen gazetecilere bir şeyler söyledi. Konuşması bitince arabasına binip, önünde giden  2 (yazıyla da iki)  motosikletli polis eşliğinde yanımdan geldi geçti. O zaman İngiltere Başbakanı'nın sadece iki polis eskortu eşliğinde kent yollarında seyahat etmesine, geçtiği yolların trafiğe bile  kapatılmamasın şaşırmıştım. Çünkü o dönemde IRA terör eylemleri yapıyordu. Aradan bunca zaman geçti. Şimdi düşünüyorum da; ''Güneş Batmayan'' bir imparatorluğun mirasçıları başbakanlarına, bizim kaymakamlarımıza, ilçe belediye başkanlarımıza verdiğimiz değeri vermiyorlar. Yazıklar olsun (!)...
Horse Guards

Başbakanlığı geçtikten sonra gene solunuzda kalan, kemerli kapısı arkadaki bir alana açılan bir binada Horse Guard's diye adlandırılan atlı polisleri göreceksiniz. Şansınız varsa ya da daha önceden gösteri saatini öğrenip buraya gelmişseniz; atlı polislerin ilginç gösterilerine tanık olur, dev gibi atlarla fotograf çektirebilirsiniz.
Yolun sonu Amiral Nelson'un sütün üstünde heykelinin bulunduğu Trafalgar Square'dir. Trafalgar Meydanı benim için Time Square -New York, Tiananmen Square-Bejing, Devrim Meydanı- Havana ve Taksim Meydanı  gibi anlam ifade eden meydanlardan biridir.. Meydan, adını  birleşik Fransız ve İspanyol donanmasını bozguna uğratan Amiral Horatio Nelson'dan alıyor.
Amiral Horatio Nelson Anıtı
Havuzlar ve heykellerle süslü meydanın hemen kuzeyinde ise ünlü National Art  Gallery var. Bu müzede Aklınıza ünlü hangi sanatçı gelirse onların eserleri sergileniyor. İhmal etmeyin mutlaka gezin.  Size iyi  haber: Girişte para almıyorlar.
Trafalgar Square-Arkada National Art Gallery

Trafalgar'dan batıya doğru The Mall Street'de, St. James Parkı'nı solunuza alıp yaklaşık 10 dakika kaadar yrürseniz tam karşınıza Buckingam Palace çıkar. 1703 yılında hizmete giren ve başlangıçta Buckingam Dükleri için yapılan bu saray Kral II. George tarafından 1761 yılında Buckingam Dükü'mnden satın alınmış ve  bu tarihten sonra İngiliz Kraliyet Ailesi'nin Londra'daki ikametgahı olarak kullanılmıştır.
Buckingam Palace ve Kraliçe Victoria Anıtı
Zamanla sarayda değişiklikler yapılmış, bugün önemli günlerde kraliçe'nin halkı selamladığı doğu cephesindeki balkon 20. yüzyılda saraya eklenmiştir. II. Dünya savaşı sırasında Alman bombardımanlarından zarar gören sarayda, 1962 yılından bu yana kraliyet koleksiyonları sergilenmekteymiş. Mişli geçmiş zaman kullanmamın nedeni; onca gelip gitmeme karşın sarayın içine girmek kısmet olmadı, hep dıştan gördüm. Kısmetse; 2016 Eylülünde burayı gezdikten sonra bu maddeyi güncellerim.

Bu arada sarayın doğu cephesinde Kraliçe Victoria'nın muhteşem bir anıtı var. Zaten buraya gelirken dikkatinizi ilk bu anıt çeker.
South Kensington Bölgesinde, Cromwell Road üzerinde bulunan, kızıl taşlarla yapılmış Victoria-Albert Müzesi, Londra'da kesinlikle görülmesi gereken yerlerden biridir. Burada, tablolar, yontular, halılar, tekstil ürünleri, seramikler, biblolar...kısaca bir müzede sergilenmesi gereken ne varsa sergileniyor. Bilenler, burada sergilenen seramik koleksiyonlarının eşi benzeri olmadığını söylüyorlar. Victoria- Albert Museum'dan çıkıp yaklaşık 100 metre yürürseniz karşınıza gene gezilmesi gerekli müzelerden biri olan Natural History Museum çıkar.
Natural History Museum Ve Dev Kaşalot

Burası klasik doğal tarih müzelerinden biri. Bana müzede en ilginç gelen şey dev bir kaşalottu (balina). Böylesini filmlerde bile görmemiştim. Burada eğer yanınızda çocuğunuz da varsa hoşça vakit geçirebilirsiniz.
Natural History Museum

Dünyanın önde gelen birkaç müzesinden biri olan British Museum, Bloomsbury Street üzerinde bulunuyor. Müzede Antik Yunan, Roma, Firavunlar Dönemi Mısır, Orta Doğu, Hindistan ve İngilizlerin şu ya da bu şekilde ulaştığı hemen  her ülkeden eserler var. 7 milyondan fazla sanat eserine ev sahipliği yapan müzeyi adam akıllı gezmek, neyin ne olduğunu anlamak için rehber eşliğinde gezmenizi öneririm. Rehberli 20 kişilik gruplar, kişi başı 25 poundmuş.  Ben bu müzeyi son kez 11 yıl önce bir kez daha dolaşmıştım. Ama rehber almadan. Müzeye, Eylül 2016'da bir kez daha gitmeyi umuyorum. Sanırım bu kez rehberli tur alacağım.
Westminster Palace'de Ünlü İngiliz Sanatçı Glenda Jackson ile- O Zamanlar Avam Kamarası Üyesiydi- 1999

Biritish Muesum'u özellkle sona bıraktım. Çünkü Londra'da, benim gibi her seferinde bir hafta, 10 günlüğüne kalanların bile ziyaret edemeyeceği kadar çok sayıda müze var. Ben yukarıda saydıklarımdan başka, değişik tarihlerde Science Museum, Museum of London, Imperial War Museum, Museum of Instruments ve National Maritime Museum gibi tematik müzeleri de gezmiştim. National Maritime Museum'da Çanakkkale savaşlarında kullanılan dev bir gemi topu da sergileniyor.
Atatürk'e Benzemeyen Bal Mumu Heykeli-1999

Özel müzelere gelince; Londra'da para vermeden gireceğiniz kamu müzelerinin yanı sıra, para ödeyip gezeceğiniz özel müzeler de var. Benim gezdiğim müzelerin tamamına giriş bedava. Özel müzelerden en ünlüsü Madam Tussaud Müzesi'dir. Bu müzeye daha önce iki kez gittiğim için bu kez ziyaret etmedim. Müzede ünlü sanatçılar, ünlü sporcular kimi devlet adamlarının mumdan yapılmış heykelleri sergileniyor. Sergilenen mum heykeller zamanla değişiyor. Atatürk gibi önemli devlet adamlarının heykelleri ise  demirbaş, kaldırmıyorlar. İlk ziyaretimde Atatürk'ün heykeli pek kendisine benzemiyordu. Sonraki ziyaretimde gördüğüm heykel ise daha güzel ve daha çok Atatürk'e benziyordu. Madam Tussaud'da değişmeyen heykellerden biri de Kraliyet ailesi. İlk ziyaretimde Kraliyet ailesi içinde yer alan Lady Diana'nın heykelinin yerinde, ikinci gidişimde yeller esiyordu. '' Ne demişler: Düşenin dostu olmazmış''. 

Müze'nin alt katında ise 18. yüzyıl Londrası'ndan bir kesit var.  Loş ışıklar altında, işkence görenlerin çığlıkları eşliğinde yaşıyorsunuz 18. yy Londrasını. Müzeyi ilk kez ziyaretimde düştüğüm komik durumu anlatayım sırası gelmişken. Bileti alıp içeri girince karşı masaya yöneldim. Masada, müzenin özel üniformasını giymiş ''kerli ferli , orta yaşlı bir adam oturuyordu. Masaya yanaşıp tura nasıl başlayacağımı sordum Adam umursamadı. 
''Acaba! İngilizce yanlış bir şey mi söyledim'' diye düşünüp,toparlandım. Aynı cümleyi daha gramerli olarak bir kez daha kurdum. Adamda gene tık yok. Tam ''ne kaba herifmiş'' diye düşünürken, Madam Tussaud'da olduğum aklıma geldi. Kös kös geri döndüm.. Kolayca anladığınız gibi adam mum heykeldi. O kadar sahiciydi ki. 
Madam Tussaud-1991

Buraya girmek için de yukarıda yazdığım gibi 3-5 müzeyi ve etkinliği kapsayan kombine bilet alın. Madam Tussaud'a aldığınız biletle , müzenin bitişiğindeki Planetarium'a da girebilirsiniz. İlginç bir yer.
Şu ana kadar yazdıklarımın tamamına yakını, müze, kilise, ya da saray tanıtımıydı.
-''Kardeşim bize sadece buraları mı anlatacaksın ? Görülecek başka yerleri yok mu bu Londra'nın?' Kapalı yerlerde dolaşmaktan sıkıldık artık'' diyenleriniz olacaktır. Elbette var, olmaz mı?
Picadilly Circus

Londra bir parklar ve bahçeler kenti, tam 143 tane park varmış. Bu yüzden dünyanın  geniş yeşil alanlarına sahip kentlerin başında yer alıyor. O kadar çok yeşil alanları var ki gezmekle bitmez. Bunların en ünlüleri Hyde Park, St. Regent's Park ve St. James'dir. Havanın güzel olduğu günlerde bu parklar, spor yapanlar, çocuklarını ya da köpeklerini dolaştıranlar, öğle arasında sandeviçlerini yiyen çalışanlarla dolup taşar. Parklarda çok sayıda küçük göletler, var. Bu göletlerin sakinleri ise kuğular, ördeklerdir. Bir banka oturduğunuzda, sizi hiç umursamadan yediklerinizden pay istemeye gelen sincaplarla ya da hemen yanı başınızda aniden bitiveren tavşanlarla karşılaşabilirsiniz. Londra'daki günleriniz kısıtlı bile olsa bu parklardan birini boydan boya yürümenizi öneririm.
Bu arada Hyde Park'ın kuzey doğu ucunda yer alan  Speaker's Corner'i de görmeyi ihmal etmeyin. Özellikle hafta sonlarında burada ilginç tipler, ilginç konuşmalar yapıyorlar.
Speaker's Corner
Bilmem gerçek bilmem efsane; bu köşede ne söylerseniz söyleyin her hangi bir kovuşturmaya uğramıyormuşsunuz.  I.Körfez savaşı sırasında burada,  bir Iraklı'nın konuşmasını dinlemiştim. Adam ağzına geleni söylemiş, İngilteresinden Amerikasına kadar saydırmıştı. Alkışlayanlar, yuhalayanlar... Sonunda adam konuşmasını bitirdi ve hiçbir şey olmamış gibi ayrıldı oradan. Düşünsenize canım feda olası ülkemde de böyle bir kaç köşe olsa; sanırım insanlar içlerini dökmek için geceden sıraya girerlerdi. Konuşabilirler miydi? Meçhul. Konuşsalar da ellerini kollarını sallaya sallaya o köşeyi terk edebilirler miydi.? Emin değilim. Mutlaka işe ''karşıt görüşlüler(!)'' yada rufailer karışırdı.


Londra'nın dışında, kent içindekilerden çok daha büyük parklar var. Bunların en ünlüsü, içinde tropik bitkilerin yetiştirildiği dev seralar olan Kew Gardens'dir (Royal Botanic Gardens). Kew Garden's da görülecek yerlerden biri de içinde hayaletler dolaştığı söylenen, Kral III. George'ın deliliğinin son dönemlerini geçirdiği 3 katlı bir evdir. Dolaşmanızı öneririm. Evin bazı odalarını onarmamışlar, bu yüzden insan ürperiyor. Kew Garden's a giriş yetişkinler için 15.5, cocuklar için 3.5 pound. Ama aile indirimi ve 60 yaş üstü indirimleri de var.
Kew Gardens

Londra'yı çevreleyen parklardan biri de 995 hektar ( yaklaşık 10 milyon M2) büyüklüğündeki Kral I. Charles döneminde kurulan Richmond Park'tır. Park o kadar büyük ki Parkın ortasında bir de göl var. Yürüyerek dolaşmak olanaksız. Bisikletle belki.  Ben araba ile dolaştım. Parkta spor alanları, etkinlikler için ayrılmış bölümler ve yanlarına kadar yaklaşabileceğiniz yüzlerce geyik var. Ayrıca, tilki, sincap, tavşan, ördek vb. de parkın sakinlerinden.
Thames-Richmond

Çocuklarınız Londra seyahatinizde  yanınızda ise; onları mutlaka London Zoo'ya götürün. Şu ana kadar benim gördüğüm en büyük hayvanat bahçesi.
Soho ve hemen yakınındaki Çin Mahallesi de gününüze ve gecenize renk katacak mekanlardan ikisi...
Londra'nın Sembollerinden Biri:Telefon Kulübesi


Alış Veriş
Bunca gidiş gelişlerimden sonra  alış veriş konusunda şunu  rahatlıkla söyleyebilirim ki; dünyada ne varsa Londra'da fazlası var. Burada satın almayı arzuladığınız her şeyi bulabilirsiniz; eğer paranız varsa  tabii ...Bu tümceyi okuyunca morliniz bozulmasın. Londra çok pahalı bir kent. Buraya gelmeden bunu bilmenizde yarar var. Ancak yüreğinize su serpecek bir haber de vereyim: Pahalı mağazalar da dahil her yılın aralık ve haziran aylarında tüm mağazalar %50, hatta daha yüksek oranda indirim yapıyorlar. Seyahatinizi bu aylara rastgetirirseniz en azından konfeksiyonda Londra'nın pahalılığı sizi etkilemez.
Londra'da alış veriş yapacağınız, neredeyse aradığınız her şeyi bulacağınız mağazalar, iki ünlü cadde de toplanmış: Oxsford Street ve Regent Street. Bu caddelerde ünlü Harrods ve Harvey Nichols gibi büyük alış veriş merkezleri ve  İngiltere ile özdeşleşmiş Burberry'nin yanısıra Gant, Calvin Cline, Laura Asley, Gap gibi ünlü mağazalar da var. Eğer ucuz ama kaliteli keten kumaştan üretilmiş tekstil ürünleri satın alacaksanız size tek bir mağazanın adını vereyim: Primark. Bu mağaza kaliteli ürünleri gerçekten ucuz fiyata satıyor. Oksfort Street'de bu mağazadan iki tane var. tarifi kolay. Ellerinde Primark yazılı kağıt torbalı kim varsa, onların geldiği yönün tersine gidin mağazayı elinizle koymuş gibi bulursunuz.
Amy Winehouse- Camden Town

Eğer eskiye ve antikaya merakınız varsa Portebello Road'ı, çılgın kalabalığa karışarak, karışıp amaçsızca dolaşmak, alış veriş etmek, ve de dünya mutfaklarının lezzetini tatmak istiyorsanız Camden Town'u size önerebilirim. Camden Town'u dolaşırken Panama Kanalının küçük bir örneğini olan ve bir tekneyi farklı yükseklikteki su yüzeylerinde yüzdüren su kaldıracını da görmeden geçmeyin.
Camden Town


Ne yenir Ne İçilir
Londra için sorulan tuhaf sorulardan biri de bu olmalı. Yazıma başlarken Londra'da 300'e yakın dil konuşulduğundan söz etmiştim. Anlayacağınız, Thai mutfağından, Meksika Mutfağına, oradan Portorico Mutfağına, dön gel Türk Mutfağına kadar tüm mutfaklar burada temsil ediliyor. Hatta burada yapılan pizzalar o kadar lezetliymiş ki; Londra'dan İtalya'ya pizza gönderiliyormuş. Ben diyenlerin yalancısıyım. Londra'da sadece İngiliz Mutfağı yok görünürlerde. Bir fish and chips'leri var ulusal yemek olarak. Onun da balığı denizden, cipsi ise Fransa'dan. Şaka bir yana İngiliz Mutfağı en azından benim bildiğim kadarıyla yok gibi. Geçenlerde eşi İngiliz bir arkadaşımla konuşurken,
-''Haksızlık etme Yaşar. İngilizlerin kidney pie'yı da var'' dedi. Unutmuşum. Ondan ve tüm İngiliz halkından ulusal yemeklerini tümüyle saymadığım için özür dilerim(!).
Pub'da Ale Zamanı

İngilizler yemek konusunda fakir olmalarına karşın puplar konusunda  ise bir hayli zenginler. Özellikle Londra'da gidip birşeyler yiyip içeceğiniz yüzlerce pub var. Ancak bu publar arasında, her şeyde olduğu gibi diğerlerinin önüne geçen, Londra'yı ziyaret edenlerin en az bir kez gittiği çok ünlü 20 civarında pub varmış. Bu ünlü publardan ancak ikisine gidebildim. Biri, 1950 yılından beri varlığını sürdüren Kensington Church Street'deki The Churchill Arms, diğeri de 10 North Humberlant- St. James'deki The Sherlock Holmes. Her iki pub da ziyaret edilmeyi hak ediyor; yemekleri ve özellikle biraları ile...
The Churchill Arms


Size bu publarda hangi birayı önereceğim konusunda kararsızım. O kadar çok bira denedim ki. Ama size bir tanesinin adını vereyim. Çapraz bulmacalarda ''ünlü bir İngiliz birası'' diye en çok sorulan bir sorunun yanıtıdır bu biranın adı: Ale.


Eğlence
Size garip gelecek ama Londra'da eğlence anlamında sizlere önereceğim, disco, bar, ya da gece kulübü gibi yerlerin sayısı çok bende çok az. Bu yüzden bu konuda sizlere pek yardımcı olamayacağım. Gene de bir kaç yer adı verebilirim. Londra'da eğlencenin merkezi Soho. Soho'da her türlü eğlence türü mebzul miktarda var.
 Burada gay barlardan, her türlü müziğin yapıldığı discolara kadar  çok sayıda eğlence yerleri bulabilirsiniz. Freedom, gay barlardan biri.
Fish & Chips
Gay bar deyip de tereddüt etmeyin, oralara girmek için illa onlardan biri olmanız gerekmiyor. Heaven Bar'da başka bir gay barı. Buraya gitmek için en uygun undergraund; Charing Cross ve Enbakment istasyonları. Zoo Bar & Club ise; genelde gençlerin  yeğledikleri bir gece kulübü. Zoo Bar & Club'a yakın undergraund istasyonu ise Leicester . Bir de O'neill's Bar var. Burası benim gittiklerim içinde en çok sevdiğim bar. İrlanda tarzlı bu bara ulaşmak için Oxford St., Picadilly Circus ve Leicester istasyonlarını kullanabilirsiniz.
Müzikale'Girmeden Önce

Barlara ve discolara saat 22.00'den sonra gitmenizi öneririm. Genelde gece yarısından sonra 02.00 gibi kapanıyorlar. Bazılarında ise; giriş için sıra bekliyorsunuz, özellikle hafta sonları. Girişte yaş sınırlaması var. Kimilerinde yaş sınırı 18'den başlıyor, kimisinde ise yaş sınırı başlangıcı 21. Yanınızda pasaportunuz olursa zararı olmaz. Bu arada cüzdanınıza da dikkat edin.
Ne zaman Londra'ya gitsem muhakkak bir müzikale giderim. Eğer sizinde müzikalllere ilginiz varsa; burada bir müzikal izlemeden Türkiye'ye dönmeyin. Tiyatrolar genellikle Covent Garden ve Picadilly çevresinde yoğunlaşmış. Bu güne kadar bu tiyatrolarda Chicago, The Lion King, Phantom of Opera, Mamma Mia ve Marry Poppins'i müzikallerini izledim. Tiyatroya biletlerini Picadilly çevresine yayılmış bilet gişelerinden, internetten ve bizzat tiyatro gişelerinden alabilirsiniz. Ben tiyatro gişesinden almanızı öneririm. Çünkü bir gidişimde The Lion King biletini Jamaika asıllı bir İngiliz yurttaşının gişesinden almıştım, bana circle diye üst balkonun en arka sırasını satmıştı kerata, hem de circle fiyatına...
Tiyatrolarda genelde 3 bölüm var. Stalls en pahalı yer. Circle orta fiyatlı, üst balkon ise en ucuz olanı. Bilet fiyatları 25-30 pondan başlıyor, 100 pounda kadar ulaşıyor. 
Westminster 1999


Nelere Dikkat Etmeli
.Londra büyük bir kent, üstelik çok pahalı. Buraya gelmek için bütçenizi iyi ayarlamalısınız.
.Londra'ya turla da gelebilirsiniz, kendi turunuzu kendiniz planlayarak da... Ben turunuzu kendinizin planlamasını öneririm. hem daha çok yer görür, hem de turun izlencesine bağlı kalmadan özgürce yaşarsınız Londra'yı.
.Londra'da ulaşım kolay. Ulaşım için hem yer altını, hem yer üstünü kullanabilirsiniz. Kalacağınız süreye göre; günlük, haftalık ve aylık bilet alabilirsiniz. Londra da undergraund bileti 6 bölge için ayrı ayrı fiyatlı. Gideceğiniz bölge sayısı artınca  doğal olarak bilet fiyatları da artıyor. Londra'da gezilip, görülecek yerlerin tamamına yakını ilk üç bölgede olduğu için biletinizi üç bölgeye seyahat edecek şekilde alın.
.Kalabalık yerlerde dolaşırken, çantanıza dikkat edin.
.Bizim gibi trafiği sağdan olan ülkelerden gelenler için Londra bir cehennem. Yollardan karşıya geçerken önce sağa, sonra sola, sonra tekrar sağa bakın ve karşıya dikkatlice geçin.
Eğer karşıya geçeceğiniz yerde trafik ışığı yok, yerde yaya çizgisi(zebra) varsa; yol sizindir. Gelen araç size kesinlikle yol verir. Ben ilk kez Londra'ya geldiğimde bu kuralı bilmeme karşın, canım feda olası ülkemden ağzım yandığı için, bu kurala güvenmeyip, uzun zaman karşıya geçmek için çoğu kez bana yol veren aracın geçmesini beklemişimdir. Düşünebiliyor musunuz? Ben aracın geçmesini bekliyorum, araç benim geçmemi, ben bekliyorum, araç bekliyor... Böyle bir süre karşılıklı bekleştikten sonra yaradana sığınıp ''ya allah, ya fettah '' deyip karşıya geçtiğim çok olmuştur.


Thames'in Kıyısında-Richmond

.İnsanlar çok kibar, yardım sever ve güler yüzlü. Bunları gördükten sonra siz de ister istemez onlarlaşıyorsunuz: Kibar, güler yüzlü ve yardımsever... Ama ülkeye döner dönmez en kısa sürede eski halinize mümkün olduğu kadar çabuk dönmenizi öneririm. Yoksa enayi muamelesi görmeniz muhtemeldir.
.Yolunuz Soho'ya düşerse; table dans gösterileri ya da benzeri gösterilerin yapıldığı mekanlara giderseniz gelen hesaba itiraz etmeden önce; girişteki ''body guardların'' ebadını gözünüzün önüne getirin. Ebat büyüdükçe, hesaba itiraz şansınızın aynı oranda azalacağını unutmayın.
.Nerelere gitmek istiyorsanız onları gruplayın ve mümkünse hepsini kapsayan kombine bilet alın. Tek tek bilet almaktan çok daha azını ödersiniz.

Türkiye Baş Konsolosluğu:
Rutlanlodge Rutlan Gardens, Knightbridge.
London SW 1 BW

Tel:   020 75 91 69 00
Faks: 020 75 91 69 11

Ulaşım:
Londra'ya THY'nin her gün Gatwick ve Heatrow'a, Sabiha Gökçen'den ve Atatürk Hava Limanı'ndan karşılıklı seferleri var.

Not. Bu yazı Londra'ya her gidişimde güncellenecektir

London Tower
St.Paul
Portobello Road
Tate Modern Önü_Dali'nin Fili