13 Aralık 2016 Salı

Ağacı Ne Kurutur






AĞACI NE KURUTUR

Okullar tatil olmuş, Adana'nın, o ünlü boğucu sıcakları başlamıştı. Bir kaç günlüğüne Mestanzade  Mahallesinde oturan büyük babamlara gelmiştim.

Büyük babam,
-Yaşar, yarına hazır ol seni cuma namazına götüreceğim dedi.

O zamana kadar bir kaç kez bayram namazı kılmıştım ama cuma namazına ilk kez gidecektim; hem de büyük babamla. Gerçi büyük babamın en büyük torunuydum ama ne de olsa büyük babaydı ve torunlarına karşı her zaman mesafeliydi: Deyim yerindeyse, 'gölgesi ağır adamdı.'(1) Bağırıp, çağırdığını hiç görmedim. Az konuşur; öz konuşurdu. Okuduğu gazete ya da kitaptan başını kaldırıp, gözlüğünün üstünden baktığı zaman kızdığını anlardınız. Bırakın öteki torunlarını, en büyük olmama, adımı koyduğu ilk erkek torunu olmama karşın ben bile çekinirdim ondan. Bu çekinme; korkuyla iç içe bir saygıydı aslında.
Çevresine karşı hep mesafeli olan büyük babamın cuma namazına birlikte gitme önerisi beni çok heyecanlandırdı. Sonunda büyük babam tarafından adam yerine konulmuştum.

İlginç bir adamdı büyük babam...
Gençlik yıllarında Nazımla tanışmış, Orhan Kemalle arkadaş olmuş (2), 1930 yıllarda, o zamanki adıyla 'Seyhan Tarım Makinistleri Derneği Başkanlığı' yapmış, sultani mezunu, mesleğinin ustası bir sosyalistti. Kur'anı Arapça okur, orucunu tutar, cumaları kaçırmazdı. Müfrit(3) demokrat olan babama göre; büyük babam, 'sosyalist, mosyalist değil düpedüz komünistti.' Pek bir araya gelmezlerdi. Ancak babam, iki ayrı uçta olmalarına karşın büyük babama saygıda kusur etmezdi.
                                                                    
         ***
Cuma günü abdest alıp yola koyulduk.
Mayıs, mayıslığını yapıyor, hamamda gibiyiz.
Namazı, eski bir kiliseden dönüştürülmüş olan Yağ Camisi'nde kılacağız. Görende, birbirine yaslanmadan ayakta duramayacak duygusu uyandıran, gölgeleri bir birine karışmış evlerin arasından geçen, parke taşları yer yer sökülmüş, Arnavut Kaldırımlı, daracık sokaklarda, sıcak hava ve rutubetle karışık at fışkısını koklayrak camiye ulaştık. Yol boyu büyük babamın bir adım gerisinde kaldım. Camiye kadar hiç konuşmadık. Ne büyük babam beni cuma namazına götürme nedenini açıkladı, ne de ben ona sordum. Büyük babam, caminin Anadolu Selçuklu tarzı taş kapısından avluya girerken durup. bana dönüp,
     ''Yaşar. Namazdan sonra bana, camide ne hissettiğini anlatmanı istiyorum'' dedi.

Büyük babamın bu sözlerine şaşırmadım desem doğruyu söylememiş olurum. İnsan Allahın evi sayılan camide ne hissedebilir ki? Ancak; büyük babamın her zaman soran ve sorgulayan biri olduğunu iyi bildiğim için onun bu isteğini şaşkınlıkla karşılamamam gerekiyordu.
Namaz vaktine daha zaman vardı. Cami yarıya yakını boştu. Orta sıralarda yer bulup, diz çöktük.
Ak sakalı, kısa ve çember şeklinde kesilmiş hoca, minberden sesleniyordu. Kulak kesildim; hocanın söyleyecekleri benim sınav sorum(!) olabilirdi.
Hoca, oturduğum yerden kim olduğunu göremediğim birini eliyle işaret edip,
     ''Vayy Kemal bey! Uzun zamandır ortada görünmüyorsun? Nerelerdeydin kaç cumadır? Böyle gelecekseniz hiiiç gelmeyin kardeşim. Allahın sizin duanıza ihtiyacı yookk!''
Hoca hızını alamamış olacak ki; bir başkasına döndü. Küçük bir çocuğu azarlarcasına işaret parmağını sallayarak,
    ''Basmacı (4)Mus'taa efendi de bugün teşrif etmişler. Sonunda cuma günü namaz vakti dükkanını kapamak aklına geldi demek. Yalan dünyada kazanmak için ne yaptığın önemli değil Mus'taa efendi, ahretini kazanmak için ne yaptığındır önemli olan. Unutma  Efendiii! Yüce Allah üç cumaya gelmeyenin kalbini mühürleerrr...'' Hoca ne diyor? Cumaya gelmeyenin kalbini niye mühürlesin ki Allah?
Hoca bu şekilde konuşurken ben çekinerek, büyük babama baktım. Bir an göz göze geldik.
     ''İşte ne olduğunu görüyorsun'' der gibi başını hafifçe salladı.
Minberdeki hoca, birkaç kişiyi daha cuma namazlarına devamlı gelmedikleri için çocuk azarlar gibi azarladıktan sonra hutbeyi okudu.
                                                                       ***

Namaz bitti.
Yaklaşık bir saat önce adımladığımız sokaklardan eve doğru yürümeye başladık. Aynı yerde namaz kılmak beni onunla eşit konuma getirmiş gibi, bu kez büyük babamla yan yana yürüyordum.
Güneş gene tepemizde.
Terden sırıl sıklamım; her yanım vıcık vıcık; gömleğim sırtıma yapışmış...
Cami dışarısına göre nispeten daha serindi.
Bir süre yürüdükten sonra büyük babam,
     ''Camideyken neler hissettin? Hoca nasıldı? Anlat bakalım.''

Büyük babamdan böyle bir sorunun geleceğini başından beri kestirdiğim için hazırlıklıydım.
    ''Büyük baba'' dedim. ''Bunca sıcağa rağmen onca insan, cuma namazı kılmak için işini gücünü bırakıp camiye gelmiş. Ama hoca, önceki cumalara gelmeyenleri, bazı cumaları kaçıranları neden azarladı anlayamadım. Belki hastaydılar, belki Adana dışındaydılar. Ne bileyim? Camide tanışları varsa onlara mahcup olmuşlardır. Bence iyi yapmadı hoca...''
     ''O adamlar bir daha camiye gelirler mi dersin?''
     ''Bilmem. Belki gelirler, belki de gelmezler.''
    ''Hocanın yerinde sen olsan ne yapardın?''
    ''Onları kalabalığın içinde azarlamaz, namaz sonrası yanıma çağırır, daha önceki cumalara neden gelmediklerini, mazeretlerinin ne olduğunu sorardım. Dertleri varsa dertlerini dinler; aklımca öğüt verirdim.''

Büyük babam bu yanıtımdan hoşlanmış olmalı ki; gülümseyerek başımı okşadı.

    ''Acemi doktor candan, cahil imam dinden eder diye bir atalar sözü var. Ne Allaha inanmayanlar değil, dine en çok zararı bu cahil hocalar verir. Bunlar dinden imandan çıkarırlar adamı. Böyle  hocalar varken, kendilerine ben müslümanım diyenler, düşmanı dışarıda aramasınlar. Unutma ki, ağacı kurutan içindeki kurttur.''
''Ağacı kurutan içindeki kurttur.''

Bu sözü ömrüm boyunca unutmadım.
-----
1-Gölgesi ağır: Az konuşan, sinirli, soğuk görünümlü.
2-Büyük babam, yıllar sonraki bir görüşmemizde, ''Orhan Kemal, Bereketli Topraklar Üzerinde adlı romanındaki ağaya karşı ırgatlardan yana tavır koyan batöz ustasını benden esinlenerek yazdı'' dedi.
3- Müfrit: Aşırı, fanatik.
4- Basmacı: Genelde parça kumaş ya da yerli malı basma satan esnaf.