26 Eylül 2018 Çarşamba

Onlar Ermiş Muradına



ONLAR ERMİŞ MURADINA

     Yıl 1969, aylardan mayıs; mayısın ortası. Lise son sınıftayım. Her sabah olduğu gibi Vilayetin karşısındaki durakta okula gitmek için otobüs bekliyorum. Vakit henüz erken... Aynı lisede okuduğum arkadaşlarım da yavaş yavaş dökülmeye başladılar. Herkes Kız Lisesi’nin bahçe duvarına yanaşıp, teker teker  pozisyonunu aldı; laf atacağımız kızları bekliyoruz. Vilayet’teki otobüs durağı, Adana Kız Lisesi'ne yaklaşık 25-30 metre... Bu nedenle kızların tamamına yakını, yüksek duvarların ardındaki; erkeklerin düşlerini süsleyen okullarına gitmek için önümüzden geçmek zorundalar. Kızlar yavaş yavaş sökün etmeye başladılar. Kimi kitaplarını göğsüne bastırmış başı önünde; çevresine ilgisiz gibi,  kimi dizinin altında olması gereken kara önlüğünü kemerinin altına sıkıştırıp mini yapmış; cilveli, kimi kendinden emin umursamaz...
     Önümüzden geçenlere, esprili, hoş, onların güzelliğini öne çıkaran laflar atıyoruz. Kızlar da laf attığımızda, kendilerinin önemsendiği duygusuna kapılıyor olmalılar ki, bu işten memnundular. Arada bir terslendiğimiz de olmuyor değil ama o da bu işin tuzu biberiydi. Bu arada sırası gelmişken söyleyeyim, birimizin devamlı laf attığı kıza bir başkası laf atmazdı. Bu konuda  yazılı kuralımız yoktu ama söz vardı. Bir Adanalı için verilen söz '' her türlü kuralı  döverdi''. Söz gelimi, benim sürekli laf attığım kız, uzaktan göründüğünde, arkadaşlar,
    '' Seninki geliyor, hazır ol'' diye uyarırlardı.

                                                         ***
     Kızların resmi geçidi sürüyor... 
     O sırada hem mahalle, hem de sınıf arkadaşım olan Ayhan yanımıza geldi. Tedirgin görünüyor. Guruba, usulen, 'merabyın' dedikten sonra, bana dönüp,
     ''Yaşar sen'nen konuşmam lazım, biraz gel hele'' dedi.
Yanıtımı beklemeden, kolumdan çekip, guruptan uzaklaştırdı.
    ''Ocağına düştüm gardaş bu son şansım''.
     Son şansı mı? Bu gün felsefe dersinden sınav var. Ayhan'ın durumu da iç açıcı değil. Sanırım sınavda yardımcı olmamı isteyecek.
   ''Dert etme arkama otur, sana kağıdı gösteririm''
    ''Oğlum ben sınavdan bahsetmiyorum. Yengen bu gün 19 Mayıs'ın son provalarına gidecek; mektupta yazdı. Bu gün konuştuk, konuştuk. Konuşamazsak eylülde bağdan dönünceye kadar görüşemeyiz'' dedi.
    Eylüle kadar göremem dediği kişi, Ayhan'ın aylardır mektuplaştığı, arada bir kaş göz ettiği ama baş başa kalıp iki kelime konuşmadığını sandığım Yasemin adındaki kız arkadaşıydı(!)
     Yanıt vermediğimi görünce,'
    ''Eeee !''
    ''Eeesi mesi yok  oğlum. Bu gün Ali Şadi'den (1) sınav var.Gelmeyene sıfır verecem  dedi. O yüzden gelemem.

    ''Son şansım diyom lan! Bu gün 19 Mayıs provalarının son günü. Okuldan stadyuma kadar yürüyecem, diyor mektubunda. O zaman konuşuruz dedi''.
Yasemin, bu gün benle ya konuşursun ya da okul açılıncaya kadar görüşemeyiz demekte haklı. Hepimiz lise son sınıfız. Liseden sonra kim nerede olacak tanrı bilir.
       ''Yaşar sınavı ben dert etmiyorum, sen niye dert ediyorsun? Ali Şadi'den derslerin çok iyi. Yoksa Ömer'e de, Ali'ye de teklif ederdim ama onların notları ucu ucuna. Onun için sana geldim. Sıfır alsan ne olur, kırma beni.''
     Lisede iyi bir öğrenciydim. Felsefe grubu dersleri en sevdiğim derslerimdi. Dersleri veren Ali Şadi ise en sevdiğim öğretmenimdi. Onun girdiği felsefe, mantık ve sosyoloji derslerim 9-10'du. Hatta son yazılıdan 9 alınca;
   ''Ne lan bu ''demişti. 9-10,9-10. Böyle öğrencilik mi olur. Bu notların arasın sıfır ekle, bir ekle çeşit olsun oğlum, hayat sadece notlardan değil.''
Ayhan benim daldığımı görünce,
   '' Tamam mı? Geliyon mu? '' İstemeye istemeye,
   '' Tamam ''dedim.
Bizim gruptan ayrılarak, Kız Lisesinin kapısından çıkanları daha iyi görmek için Irmak Hamamı tarafındaki kaldırıma geçtik. 15-20 dakika sonra Kız Lisesinin 19 Mayıs gösterilerinde görev alacak öğrencileri, üçerli beşerli gruplar halinde dışarı çıkıp, ellerinde çemberler, stadyum yönüne yürümeye başladılar. Ben Yasemin'i tanımıyorum. Ayhan dikkat kesilmiş kapıdan çıkanları izliyor.
    ''Aha çıktı'' dedi.
    ''Hangisi?'
    ''Elinde çember olan.''
    ''Oğlum manyak mısın? Hepsinin elinde çember var.''
     O sırada biri balıketinde, diğeri zayıfça iki kız, yolu geçip bizim bulunduğumuz kaldırıma doğru yürüdüler. Balıketinde olanı Irmak Hamamı’nın köşesine baktı, bizi görünce yanındaki zayıf kızla 19 Mayıs provasına katılacakların arasına karışmadan, stadyuma doğru yürümeye başladı.
     Biz de araya bir mesafe koyup artları sıra yürüdük.
     Aslında usul böyleydi o zamanlar. Görüştüğün kız ile arana belli bir mesafe koyar öyle takip ederdin. Buna Adana jargonunda 'kız takip etmek' denirdi. Biz de jargonu uyguluyoruz; kızlar önde, biz arkada...
     Takibimiz devam ediyor. Sokak köşelerine gelindiğinde zayıf kız, peşlerinde olup olmadığımızı kontrol için ardına bakıyor; arkaları sıra geldiğimizden emin olunca da Yasemin’e ‘merak etme peşimizdeler’ anlamına gelecek bir şeyler söylüyordu sanırım.

.
     Yaklaşık 10 dakikadır peşlerindeyiz.
   ''Hadi oğlum tam sırası, git konuş''
   ''Gardaş biraz daha gitsinler hele.'' 
     Kızlar bir köşeyi daha dönüp, yolun karşısına geçtiler.

    ''Hadi lan!''
    ''Hele şu köşeyi de dönsünler konuşacam, yeminnen''. Kızlar bir değil bir kaç köşe daha döndüler ama bizimkinde tık yok. Ona cesaret vermek için arada bir adımlarımı sıklaştırıp, kızlarla aramdaki mesafeyi azaltıyorum ama Ayhan inadına yavaşlıyor.
     Yasemin'in yanındaki  zayıf kız, her köşe dönüşlerinde geriye bakmayı sürdürüyor... 
     Baktım olacak gibi değil, Ayhan'ı gayrete getirmek için adımlarımı bir kez daha sıklaştırıp, kızlara yaklaştığım sırada, gelip gelmediğimizi kontrol eden zayıf kız aniden geri döndü, göz göze geldik. Hafifçe tebessüm etti, ben de karşılık verdim.    Anında kararımı verdim. Ayhan Yaseminle  konuşurken ben de kızla yalnız kalır, helalinden bir ekmek çıkarırım bu işten. Böylece Ali Şadi'den gelecek sıfırı da telafi etmiş olurum.
                                                                        ***
     Stadyum caddesini geçip, kapalı tribünün giriş kapısının önüne geldik. Kızların kale arkası tribünü kapısından stada girmelerine bir kaç adım kaldı, kalmadı.  Ayhan'dan hala umut kesmemiş olmalılar ki; adımları yavaşladı.
     ''Lan! az sonra kuş uçacak, git konuş. Hadi davran!'' Ayhan  zınk diye durdu. Sanki donmuş; kımıldamıyor. 
     Kızlar içeri girip, girmemekte ikircikli, Ayhan'ın gelmesini bekliyorlar. Baktım olacak gibi, değil, kızlara doğru seğirtip, stadın kapısından girmek üzereyken yakaladım onları. Tüm kibarlığımla,
    ''Yasemin hanım merhaba !''
Bir kıza hanım diye seslenmek usuldendi o zamanlar.
    ''Biraz bekler misiniz, Ayhan sizinle konuşmak istiyor.'' Yasemin, omuzunun üstünden Ayhan'dan yana  bakıp,
    ‘'Sen onun avukatım mısın? Neden o gelmiyor da seni gönderdi ?'' Bu soruyu beklemediğim için, yanıt vermek yerine hafifçe sırıttım. Yasemin'in suratı 'mahkeme duvarı' sanki. Gerilen ortamı yumuşatmak için olacak, zayıf kız bana bakıp, olur böyle şeyler anlamında  tebessüm etti. En iyisi Ayhan'ı çağırmak.
Ayhan'a 'gel kızları ayarladım' demek için geri  döndüğümde onun koşar adım bizden uzaklaştığını gördüm. Ayhan'ın hızla uzaklaştığını gören Yasemin, bana bir böcekmişim gibi bakıp,  zayıf kızı beklemeden hızla stadın kapısından içeri girip kalabalıklar içinde kayboldu...
Zayıf kızla ben bir kaç saniye bakışıp; ‘elimizden gelen bu’ anlamında karşılıklı tebessüm edip; ayrıldık. O stada yollandı bense Ayhan'ı aramaya... 
                                                      **
     Beklendiği gibi yazılıdan sıfır aldım. Ali Şadi, yazılı sonuçlarını okumaya başladı.    Sıra bana gelince,
    ''637 ayağa kalk ''dedi. İki elimle sıradan destek alarak, isteksizce  kalktım.
   ‘'Sıfır'' dedi.
     Ben sadece sırıttım.
    ‘’Bu ne lan! dokuzların, onların arasına bu sıfır yakışıyor mu?
    ''Hocam siz demiştiniz. Bu dokuzları, onları sıfırla, birle süsle, hayat falan...''   Sözümü tamamlamaya fırsat vermeden,
    ''Oğlum ben derim, bana ne bakıyorsun? Sen akıl dağıtılırken neredeydin?'' 
     Yerime oturmadan kızgın bir şekilde arka sıradaki Ayhan'a döndüm. Gözlerini benden kaçırıp, tavana bakmaya başladı. Sayesinde, neticesi ‘sıfır’ olan bir kaytarma yüzünden sınıfta sadece ikimiz sıfır almıştık. Üstelik  zayıf kız üstüne kurduğum hayallerim de yıkılmıştı...
                                                                  ***
     Bu olaydan yıllar sonra Adana'ya döndüm. Gene bir mayıs günü. Arkadaşımın önerisiyle arabamı, tanışı olan bir kaportacıya götürmüştüm. Kaportacı bıçkın biri; konuşkan mı konuşkan. Oradan, buradan derken sohbet ilerledi.
     ''Abi'' dedi kaportacı,'' Hangi Lisede okudun?
     ''Adana Erkek Lisesi'nde.'' Yılını sordu, söyledim.
     '' Dayımın oğlu da o yıllarda lisedeydi, adı Ayhan. '' Meğer Ayhan, kaportacının dayısının oğluymuş. Bunu öğrenince yukarıdaki öyküyü kısaca anlattım.
     Beni gülümseyerek, ilgiyle dinledi.
    ''Na'pıyor şimdi ?''
    '' Ayhan abim ilkokul öğretmeni oldu, iki de çocuğu var.''
     Can alıcı soruyu sormanın tam sırası idi.
    ''Bir kız vardı hani adı Yasemindi.''
    ''Evet, abim Yasemin ablamla evlendi.'' 
    ''Nasıl oldu bu iş?'' 
     O yıl okullar tatile girince; bizimkilerin görüşmesi suya düşmüş. Ancak bana olayı anlatan kaportacı her ikisi arasında, her ikisinden de para kopararak mektup getirip götürüyormuş. Mektuplardan birinde Yasemin, 'Bana görücü gelecek, babam da verimkar. Bir an önce beni istet yoksa başkasına varacağım ' diyesiymiş. Mektubu alan Ayhan'ı bir telaş almış. Henüz Lise yeni bitmiş ama öğretmen okulu sınav sonuçlarının gelmesinin de eli kulağındaymış. Netice de sınav sonucu gelmiş, Ayhan öğretmenlik sınavını kazanmış, aynı gün durumu anasına anlatmış, o da  babasına çıtlatmış. Sonunda Yasemin'i '' Allahın emri, Peygamberin sözü(kavli)'' ile babasından istemişler.
                                                             ***
     Bu gün arkadaşım emekliliğinin tadını çıkarıyor. Bu evlilikten olan çocuklarından biri tıp profesörü, diğeri de matematik öğretmeni... 
    Onlar muratlarına erdi.
    Bana ne mi oldu? O sınavdan aldığım sıfır okul bitirme puanımı düşürdü. Bu yüzden Erkek Lisesini ancak 3.lükle bitirebildim.

--------------
(1)Bu öyküde kahramanların gerçek adı yerine başka adlar kullanılmıştır.
(2) Ali Şadi Kabasakal. 1968-69 Öğretim yılında Felsefe, Mantık ve Sosyoloji dersimize girmişti. Yaşamıma yön veren bir kaç önemli öğretmenden biridir.





19 Eylül 2018 Çarşamba

Varilmiş Sadakan Varmış

VERİLMİŞ SADAKAN VARMIŞ


     Çukurova Üniversitesi İİBF'de açılan asistanlık sınavını kazanmıştım. Adana'ya  geleli de  bir kaç gün olmuştu. Ankara'daki evimi henüz taşımadığım için, geçici olarak anneannem ile birlikte kalıyordum.

     Anneannem, okuma yazması olmayan, cin gibi bir kadındır. Adana'da işini gördürmediği devlet dairesi yoktur. Neşelidir, güleç yüzlüdür, gençlerle konuşmayı sever; zorunlu olmadıkça da yaşlılarla sohbet etmez. Nedenini sorduğumda; yüzünü ekşiterek,

     ''Aman nesini seveyim be Yaşar! Ne zaman sohbete başlasak, şuram ağrıyor, buram ağrıyor deyip dert yanıyorlar. Onlar öyle dedikçe, benim de oram buram ağrımaya başlıyor.''

     Aylardan nisan; gündüzler bir hayli sıcak. Ama akşamları gündüze göre biraz daha serince.    Evin ikinci katının önündeki terasta akşam yemeğimizi yemiş, çaylarımızı içerken, şuradan buradan konuşuyoruz.

     Boşalan bardağımı doldururken,

.   ''Bu gün başıma ne geldi biliyon mu ?''

    ''Ne geldi anneanne?''

    ''Gülmeyecen amma.''

    ''Gülmem, niye güleyim ki?''

    ''Söz mü?''

     Benden söz istediğine göre çok önemli bir şey olmalı başına gelen.

    ''Söz.''

    ''Kimseye de söyleme ama.'' İçimden le havle çektim.

    ''İnan, söylemem!''

     Çayından bir yudum aldı.

     Söze nereden ve nasıl başlayacağını tam kestirememiş olacak ki, biraz düşündü.

     Ben gözlerimi, gözlerine diktim, bekliyorum.

     Çayından bir yudum daha aldı.

    ''Akşamüzeri, ekmek almak için evden  çıktım, bakkal Ali’ye gidiyorum. Tam Doktor   Faruk'un köşesine gelmiştim ki, üstü başı perişan, yaşlı bir dilenci, avucunu açarak bana yaklaştı.

    ''Hanımm!  Allah rızası için bir sadaka''dedi.

    !!!

    ''Bir ekmek parası, çocuklarının başı için...''

    Yağ Camisi'nin önündeki kör dilenci hariç, başka dilencilere sadaka vermem. Bakkala gitmek için yoluma devam etmek istedim, ama adam arsız,

    '' Get babam, Allah versin!'' dedim ama..''

    ''Ama?''

    ‘’Aması maması şu Adam sakırga (1) gibi yapıştı. Sadaka da sadaka diyor. Sonunda dayanamadım, çantamdaki para cüzdanını açıp elime gelen paraları adama verdim.Adam,   ‘Allah ne muradın varsa versin, Allah çorunu çocuğunu esirgesin, Allahhhh…!’ deyip, Lale sinemasına doğru yürüdü. Ben de bakkala...''

     Bakkal Ali,

   ''Hoş geldin Emi'nanım teyze'', ne istiyon dedi.?''

   ''İki dene dırnak (2) ekmeği oğlum.'' Ekmekleri camekandan çıkarıp gazeteye sardı.

   ''Az önce geldi, tazedir.''

    Parasını ödemek için cüzdanı açtım. Ara tara para yok. Çantamı karıştırdım, belki cüzdanı çıkarırken çantanın içine düşmüştür diye… Yok oğlu yok! Bakkal telaşlandığımı görünce;

   ''N'oldu Emi'nanım Teyze?'' dedi.

   ''Oğlum hiç sorma! Ben ekmek parasını ya'nışnığınan dilenciye vermişim her hal.''

   ''Ne vakit?''

   ''Az önce.''

   ''Nereye  gittiğini biliyon mu.''

   ''Lale sinemasına doğru.''

   ''Ardından git belki yakalarsın.''

     Adamı Lale Sinemasının önünde yakaladım. Nefes nefeseyim. Kolundan tuttum,

    '' Dur babam, dur hele!''

     Adam durdu. Beni tanımamış gibi yüzüme baktı. Az önceki yalvaran halinden eser yok.''

    ''Ne var hanım?''

    ''Nesi var mı kele babam? Bakkaldan ekmek almak için elimi cüzdana attım, para yok.  Az önce  sadaka diye cüzdanımdaki bütün bozuklukları sana vermişim ya'nışnığınan. Ekmek alacam. Paramı geri ver.'' Adam arsız; sertçe,

   ''Get işine hanım'' dedi. '' Verilen sadaka geri alınmaz.''

   ''Yahu ya'nışnığınan vermişim dedim ya!.''

 Adam yürümeye başladı. Kolundan tuttum, durdu.

    ''Verdiysen Allah  rızası için verdin. Ben de karşılığında  sana dua ettim. Dua, o sadakanın karşılığı. O yüzden geri veremem.''

Baktım adam Nuh diyor peygamber demiyor. Bu sefer alttan aldım.

    '' Peki bir ekmek parası ver bari.''

Adam inatçı, az önce sadaka isterken yalvaran dilenci gitmiş yerine başka bir adam gelmiş sanki.

   ''Ben ne diyom, duymuyon elleham? Verilen sadaka geri alınmaz. Çünküm Allah rızası için verildi. Allah onun için sana sevap yazdı. Sen paranı geri alınca, Allah da sana yazdığı sevabı siler, ona göre. Allahınan oyun mu oynuyon hanım?..''

   ''Sonra ne oldu?''

   ‘’ Sen paramı geri ver de Allah da yazdığı sevabı silerse, silsin diyecem ama diyemedim. Parayı vereceği varsa da vermez dümbük Eee bir de Allah korkusu… O kadar ısrar ettim, alttan aldım, üstten aldım; ııhh! Vermem de vermem dedi.  Baktım parayı verimkar değil,

   '' Verdiğim para sana haram, zift, katran olsun' (3) deyince,

   '' Hanım hanım! intizar etme (4), çarpılırsın'' demez mi.

  ''Eee.!''

-''Eeesi şu: Sokurdana sokurdana  eve dönüp ekmek için yeniden para aldım.''

Çayından bir yudum daha aldı.

-''Dünya çok bozuldu Yaşar'' dedi gülümseyerek. ''Ya’nışnığınan sadaka verdiğin dilenciden bile geri alamıyorsun paranı artık''

   !!!

-''Sen ne diyon bu işe'' diye sürdürdü konuşmasını.

-''Ne diyeyim anneanne verilmiş sadakan varmış.''

------

 

İstanbul-Nisan 2019

------

1-Sakırga: Kene

2-Dırnak(tırnak) ekmeği: Özellikle Adana Kebabı yapanların kullandığı, üstüne tırnakla şekil verilmiş ince, uzun pide.

3- Haram zift katran olsun: Bir tür, ilenç, beddua.

4-İntizar:Halk dilinde, beddua, ilenç-Asıl anlamı: Bekleme-

 



27 Ağustos 2018 Pazartesi

BRUGGE




BRUGGE

Orta Çağa Kısa Bir Yolculuk

Brugge'e bir çok kez gittim. Ama bu gidişlerimin tamamı işim ile ilgiliydi. Bu nedenle Brugge belleğimde kopuk kopuk yer etti, parçaları eksik bir lego gibi...
Bu yılın haziranında önce Paris'e, oradan da Brüksel'e geçtim. Eee! buralara kadar gelmişken legonun eksik kalan parçalarını tamamlamak şart oldu..

Brugge'nin Tarihi
Brugge'in bilinen tarihi 9.yy kadar gidiyor.  Bruggge adını İskandinavya'dan gelen  Vikingler'in verdiği rivayet edilir.  Yazılanlara göre Brugge  İskandinav dilinde liman anlamına gelen Brygga'dan evrilmiş.
Konig Albert Park


Kenti ikiye bölen Zwin nehrinin Kuzey Denizin'e ulaşıyor olması Brugge'i, döneminin en önemli ticaret merkezlerinden biri yapmış. 14. yy da İtalya, Almanya ve Fransa'nın ithal ya da ihraç ettiği malların depolandığı önemli bir limana dönüşen ve gittikçe zenginleşen kent, 16. yüzyılda, kendine bu olanağı sağlayan Zwig nehrinin aşırı yağmurlar nedeniyle çamurla dolması, kentin nehir taşımacılığını bitirmiş, ticaret de hemen yakındaki Antwerb'e kaymış. Yüz yıllar boyu neredeyse hayalet kente dönüşen Brugge, ilginçtir İkinci Dünya Savaşı sırasında hiç zarar görmemiş, ne Almanlar ne de müttefikler dokunmamışlar buraya...  Bu nedenle orta çağdan esintiler getiren kimliğini koruyan Brugge, savaş sonrası dünya da başlayan turizm hareketinden nasibini alabildiği kadar almış, günümüzde de almaya da devam ediyor.
Flaman Bölgesinde yer alan ve 2000 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine alınan, 2002 yılında ise Avrupa Başkenti olarak kabul edilen Brugge'nin nüfusu yaklaşık 120 bin dir.
Grote Markt


Brugge'de Gezilecek Yerler
Trenden iner inmez ilk işim bir harita edinmek oldu. Öyle ya burayı haritasız gezmek, gereksiz zaman harcamak olur. 
İstasyon yakınındaki Konig Albert Parkını sağıma alıp, kentin dış mahallesindeki ilk sokağa adım atar kendinizi başka bir boyutta buldum.  Günlerden pazar ve sokaklarda in ve üç harfliler(!) top oynuyor, sanki sokağa çıkma yasağı var.
Her iki yanında birbirine sırtını dayamış ikişer katlı evlerin bulunduğu, bizdeki gibi estetik düşmanı, taş taklidi (1) beton parkelere benzemeyen, gerçek taşlarla döşeli sokaklardan adım adım masalsı orta çağa  yürüyorum.  Her adımda legonun eksik parçaları tamamlanıyor gibi. 
Grote Markt

''Her yol Roma'ya çıkar'' derler. Brugge'de de her yol  Grote Markt Meydanı'na çıkıyor. 
Adım Adım Orta Çağa...
Benim gezip gördüğüm orta çağı ''görmüş'' hemen hemen tüm Avrupa kentlerinde, kentin orta yerinde bir meydan vardır. Pazarı burada kurulur,toplantısı burada yapılır, suçluları burada yakarlar... Hasılı kentin can damarıdır bu meydanlar.

Şimdi yazmaya 30 dakika ara vereceğim. Bu sürede meydandaki kafelerden birine oturup, bira mı içersiniz, gazlı içecek mi bilemem... Meydanı, meydandakileri doya doya , içinize sine sine izleyin. Hazır olduğunuzda yazmaya devam ederim.
...
... 
Grote Markt Meydanında bulunan en önemli eser hiç kuşkusuz gotik biçemde yapılmış 83 metre yüksekliğindeki Belfry'dır (çan kulesi).  1240 yılında hazine ve arşiv binası olarak yapılan bu kule yüksekliği nedeniyle yangın kulesi olarak da kullanılmış.1482 ve 1493 yıllarında iki kez yanan ve onarılan  kulede bulunan 47 adet çan belli aralıklarla çalıyor, adeta dev bir müzik kutusu gibi.
Kulede 366 basamak varmış, dizlerime güvenip çıkamadım. Ayrıca çıkanların anlattığına göre merdivenler çıktıkça daralıyormuş. Dizlerine güvenen çıksın. Kendilerine güvenip çıkanlarsa geceyi öneriyor çıkmak için.
Belfry-Çan Kulesi


Geceleyin Brugge ışıl ışıl görünüyormuş buradan.
Ben çıkamadım ama siz mutlaka çıkın.

Adeta bir açık hava müzesi gibi olan Grote  Markt Meydanını çevreleyen binalardan biri de Stadhuis' dir (Belediye Binası). Çan Kulesi'nin hemen yanı başına konuşlanmış olan ve 1376 yılında yapılan gotik biçemli bu bina, şimdilerde kent müzesi olarak kullanılıyor. Önceleri, ön yüzünde çok sayıda heykel varmış. Ama açık havada olmaları nedeniyle bu heykeller zamanla yıpranınca, bir kısmını onararak müzenin içinde sergilemeye başlamışlar. Ziyaret etmenizi öneririm. 
Meydanın bir köşesine sıkışmış gibi duran- aslında gibi fazla-Kutsal Kan Kilisesi'nin yapımına 1134 yılında başlamış, yapımı artık parasızlıktan mı, ilgisizlikten mi bilemiyorum o kadar uzun sürmüş ki; tamamlanması 1923 yılını bulmuş. Gotik ve romanesk biçemli mimarisi olan bu kilisenin önemi, İsa'nın kanının bulaştığına inanılan bir bez parçasına ev sahipliği yapmasından geliyormuş. Kudüs'ten Brugge'e getirilen bu kanlı bez her cuma sergileniyormuş. Biz pazar günü orada olduğumuz için göremedik doğallıkla... Kilisenin içinde bir de St. Basiliur şapeli var.
St Basiliuskapel
Kutsal Kan Kilisesi İçi


Kutsal Kan Kilisesi
Meydanın tam ortasında ise, istilacı Fransızlara karşı savaşan Jan Breydel ve Pieter de Connnik'in yontuları var. Biri kasap, öteki dokumacı olan bu iki kahraman ,1302 yılında Fransa ile yapılan ve Altın Mahmuz Savaşı (the battle of golden spurs) olan Kortrijk savaşında  büyük yararlıklar göstermişler.
Savaşın altın mahmuz diye anılmasının nedeni ise; Flamanların savaşta öldürülen Fransız şövalyelerinin altın olan mahmuzlarını ganimet olarak almalarıymış.
Meydanda bir çok kafe ve restaurant var. Size önerim; meydanı dolaşmadan önce ve meydanı dolaştıktan sonra buralara gidip, gerçekten muhteşem olan bu meydanı belleğinize kazımanız.
Bu arada hem nostalji yapmak hem de kısa bir kent turu yapmak isterseniz meydanda bulunan faytonlara binebilirsiniz. Ayrıca sizi istediğiniz yere götürecek tuk tuklar da emre amade.
St.Salvatore Katedrali


St. Salvatore Katedrali, kentin eski yapılarından biri olan katedralin geçmişi 10. yüzyıla kadar gidiyor. Önceleri gotik biçemli olmasına karşın zaman içinde geçirdiği yangınlar ve bunun sonucu yapılan onarımlar ve eklentilerle en son romanesk- gotik karışımlı eklektik bir yapıya dönüşmüş. 
99 metre yükseklikte olan kulesi de bir kaç onarımdan sonra kale görünümlü bu günkü halini almış.
Kilisenin içi duvar halıları ve halılarla uyumlu orijinal resimlerle süslü.

Church of Our Lady Katedrali Burruge'de kesinlikle ziyaret etmeniz gereken yerlerden biri. Katedral  tuğladan yapılmış ve gene tuğladan örülmüş 115 metre yüksekliğindeki kulesi, Landshut 'daki (Almanya) St.Martin Kilisesi'nin gene tuğladan yapılmış 130 metre yükseklikteki kulesinden sonra en yüksek ikinci yükseklikteki kuleymiş.
Kilise iki bölüm. Birinci bölüm ibadet için ve oraya girenlerden herhangi bir ücret alınmıyor. 
İkinci bölüm ise çeşitli sanat eserlerinin sergilendiği bir müze.
Church Of Our Lady
Burada Michelangelo'nun şahaserlerinden biri olan Madonna ve Çocuk adlı ak mermerden bir yontu da sergileniyor.
Church Of Our Lady
Anlatılanlara göre bu yontu Brugge'lu bir tüccar tarafından satın alınarak buraya hediye edilmiş. Ancak 1794 yılında Fransız Devrimcileri tarafından çalınmış ama daha sonra 2. Dünya Savaşı sırasındaki Alman işgali sonrası buraya geri getirilmiş. Demek ki naziler her zaman kötülük yapmıyorlarmış(!).

Yontu, saldırılardan korumak için olacak kurşun geçirmez bir camlı bir bölmenin ardında sergileniyor.

İbadet için kiliseye girişin serbest ama müzeye girişin paralı olduğunu yazmıştım. Müzeye  girişin hediyesi 4 euro. Değer mi? Değer.
Bu arada küçük bir uyarı yapayım: Kiliseye girerken gişenin önünde bir kuyruk''göreceksiniz.



Yanılıp şaşırıp o kuyruğa takılmayın, O kuyruk müzeye giriş için.
Siz müzeye girmeyecekseniz o kuyrukta boşuna beklemeyin, hemen yanı başındaki kapıdan kilisenin ibadet edilen tarafına geçebilirsiniz.
Madonna ve Çocuk- Kilisede

Artık ibadet mi edersiniz, gezmekten su toplayan ayaklarınızı mı dinlendirirsiniz, orası size kalmış.
Aslında aynı anda her ikisini de yapabilirsiniz. Kilise Maria Straat'da (street).
Madonna ve Çocuk-Michelangelo, Müzede

Brugge'ü ziyaret eden kimileri, burayı tanımlarken Kuzeyin Venediği derler. Aslında bu tanımlamayı yaparken pek de haksız sayılmazlar. Ortaçağı  yaşamış binaları, kentin içinden geçen Zwin ırmağı ve ona bağlantılı kanalları, bu kanallarda turist gezdiren tekneler... Hepsi bir araya gelince al sana Venedik...

Bit Pazarı bu kanalların birinin hemen yakınında kurulmuş. Aslına bakarsanız öyle aman aman bir pazar değil.  Ama gene de ilginizi çekecek bir çok şeyi bulmanız olası.
Ben koleksiyonum için Brugge yazılı bir kaşık aldım sadece. Görün derim. Bir şey satın almasanız bile hoşça vakit geçirirsiniz.

Pootersloge, Brugge'de görmeniz gereken ilginç bir yapı. Geçmişte Brugge'lü tüccarların toplandığı, bir tür borsa binası işlevini gören Pootersloge'un yapımına 1395 yılında başlanmış, tamamlanması 1417 yılını bulmuş.
Geç gotik biçemli bina, bir çok kez yanmış her seferinde yeni eklemeler yapılarak onarılmış. 2012 yılına kadar devlet arşivinin saklandığı bina bugünlerde sergilere ev sahipliği yapmaktadır.

Bit Pazarı

Brugge'ü yürüyerek dolaşabildiğiniz kadar dolaştınız. Size önerim, bundan sonra bir teknenin koltuğuna, 30 dakikalığına da olsa kurularak, Brugge Orta Çağın'da bir geziye çıkmanız. Tekne ile çıkacağınız kanal turunda neler göreceğinizi yazmadan önce  size şiddetle bu tura katılmanızı öneriyorum.
Tekne Turu Başlıyor

Kanal Turuna, Mart ayından kasım sonuna kadar katılabilirsiniz. Tur, sadece 30 dakika sürmesine karşın daha önce yürüyerek tanımaya çalıştığınız kentin orta çağdan günümüze kadar ulaşan tarihsel yapılarını değişik açılardan bir kez daha görmenizi sağlıyor.
Quay Of Rosary (Tesbih İskelesi)

Kanal kenarına konuşlanmış, abartmıyorum her biri bir sanat eseri görünümündeki yapıların arasından geçerken günümüzden kopuyor, yüz yıllar öncesindeki bir masal ülkesine, gidiyorsunuz sanki...
Dijver Kanalı- En Geride Pootersloge
.
Kentin iki yakasını birbirine bağlayan köprülerin altından geçip, kıyıdaki evlerin bahçe duvarlarından, suyu avuçlayacakmış gibi kanala sarkan ağaç dallarına dokunup, 
Kanal Kıyısındaki Brugge Evleri-Orta Çağda Kaybolmak
bir süre üzerinde durup, kanal turuna katılanları izlediğiniz ve sizde '' bu tura kesinlikle katılmalıyım'' isteği uyandıran St. Boniface köprüsünün bu kez altından geçip, fotograf çektiğiniz Jan van Eyckplein Meydanını, St. Salvator Kilisesini, kanala yakın Church of Our Lady Katedralini bu kez de başka bir açıdan fotografladıktan sonra, ördeklerin ve kuğuların, teknenin gelişinden rahatsız olmadan yüzmeye devam ettikleri küçümen Minne Water gölcüğünden gerisin geriye dönüp Dijver kanalına sapıyoruz.
Önde Orta Çağı Yaşamış Evler, Arkada Spanish House

Kanala sapmadan bu gölcüğün öyküsünü anlatayım.Devrin egemeninin kızı Minne karşı aşiretten Stromberg'e aşık. Ama babası onu başka biri ile evlendirmeye kararlı. Bunun üzerine kız Stronberg'e gitmek için evi terk ediyor. Öykü buya; kız, gölün bulunduğu yere güç bela ulaşıyor. O sırada Stronberg kızı buluyor ama kız ölmek üzere... falan filan. O nedenle bu gölün bir adı da Love of Lake. Burada öpüşenlerin bir daha ayrılmayacaklarına inanılırmış. Ne teknede ne de botta öpüşen göremedim. Demek bu öyküyü inandırıcı bulmamış buraya gelenler.
Pootersloge

Dijver kanalı biraz daha genişçe. Genellikle orta çağdan yapıtların sergilendiği Groeningen Güzel Sanatlar Müzesi, Resim, heykel ve bura işi dantellerin sergilendiği Arenthuis Müzesi, Spnish House'ni gördükten sonra tur bitiyor.
Elbette Brugge benim anlattıklarımla sınırlı değil. Gezilecek müzeleri, görülecek parkları, müzik dinlenecek konser salonları ve arşınlanacak  daha çok sokakları var. Ama hiç kuşkunuz olmasın bu anlattıklarımla yetinseniz bile Brugge'ün görülmesi gereken yerlerinin yüzde 80-85'ini görmüş olursunuz. Ama bu bana yetmedi dahasını isterim derseniz, orada bir gece konaklamanız gerekir. Ama söz bir kez daha Brugge'e gidersem eksik kalan %20'yi tamamlayıp blogumu güncelleyeceğim.
15-20 kişilik teknelerle yapılan tur mart-kasım ayları arasında düzenleniyormuş. Hediyesi 8 euro. Bu turu mutlaka alın, yoksa Brugge'i tam olarak tanımamış olursunuz.
Brugge'ü yürüyerek de dolaşabilir, bisiklet kiralayıp bisikletle de... Ayrıca müzelere meraklıysanız, en az 2 gün kalmak koşuluyla ''kent kartı'' satın alın. Kart 22 müzede geçerli. Ayrıca otobüs ve tramvaya bindiğinizde de bu kart yanınızda olunca para ödemiyorsunuz.24 saatlik kart 34, 48 saatlik olanı ise 39 euro.

Ne Yenir Ne İçilir
.Belçika denince benim aklıma ilk bira gelir. Brugge'de Belçikanın ünlü biralarını tadabilirsiniz.
Beer Wall, Tahta Tasta Bira
Beer Wall ve Gezi Yoldaşım Hüseyin
Ben denediğim bir kaç bira adını yazayım:St. Bernadus, Torpedo ve Berne.
Bir de Beer Wall'da, tahta tas içinde servis edilen adını şimdi anımsayamadığım tatlımsı bir bira var. Bira içmek için gidilecek en iyi yer-oturacak yer bulabilirseniz- Walestraat 53 numaradaki Beer Wall'dur. Burada yüzlerce çeşit bira var. Fiyatları biraya göre değişiyor; 4-5 euro arasında..
.Belçika denince benim aklıma ilk bira geldi. Ama  çoğunuzun aklına ilk gelen şeyin waffel ve çikolata  olduğunu kestirebiliyorum. Bu konuda size hak veriyorum. Hem çikolatalarını hem de waffellarını denemelisiniz.
.Yemek olarak, kızarmış patatesle servis edilen buharda pişmiş midyelerini tek geçerim. Middyenin yanında neyi ne kadar içeceğinizle bağlı olarak 2 kişi yaklaşık 50 euroya çıkarsınız restaurantdan.
.Beugge mutfağı, dolayısı ile Belçika mutfağının temelinde et var. Tavuk, sığır ve domuz. Bu etler soslarla servis ediliyor. Ayrıca midye dışında deniz ürünleri de Belçika mutfağının vazgeçilmezlerinden.

Alış Veriş

Brugge'den, dönüşünüzde size kenti anımsatacak magnetler, ahşap oymalar, bira bardakları


Danteller
ve danteller satın alabilirsiniz. Evlenecek kızınız varsa buranın dantelleri ünlüymüş.

Ara sokaklarda el işi dantel satan bir çok dükkan gördüm. Ama burayı daha önce ziyaret eden arkadaşım '' dantel satan dükkanlar azalmış, yıllar önce daha çok vardı'' dedi.
Demek ki yıllar geçtikçe evleneceklerin dantele olan ilgisi azalmış.



Markalı ürünler almak isterseniz Grote Markt'a açılan Steenstraat, Geldmundstraat ve St.Jakopstraat caddelerindeki mağazalara uğrayabilirsiniz.

Bana sorarsanız en güzel hediye ünlü Belçika çikolataları.

Nasıl Gidilir

Bildiğim kadarıyla Brugge doğrudan giden bir uçak yok. Biz Brüksel üzerinden, trenle gitmiştik. Tren bileti gidiş dönüş 15 euroydu. Ayrıca Brugge'e Amsterdamdan da trenle geçebilirsiniz.
...
(Haziran 2018)

(1) Burada tarihi kentlerimizdeki, tarihle adeta alay eden beton parkeleri kastediyorum.




7 Ağustos 2018 Salı

Şanslı Olanın Horozu Bile Yumurtlar





ŞANSLI OLANIN HOROZU BİLE YUMURTLAR

1976 Kışı, Artvin'de yedek subayım. Bölük komutanım izinde. 
Sabah içtimasından sonra posta eri odama girdi. Sert bir topuk selamı verip,
-''Komutanım! Tabur komutanımız sizi çağırıyor, tabur karargahında toplantı yapacakmış'' dedi. Bir topuk selamı daha, ardından odamdan ayrıldı.
Toplantının konusu önümüzdeki günlerde yapacağımız kış tatbikatları ile ilgili olmalı.
Akşamdan yağmasına karşın sabahın ilk saatlerinde erimeye başlayan karları çiğneyerek, komutanlık binasına geldim. Komutanın postası karşıladı beni.
-''İçerideler'' dedi kısaca. Kapının yanındaki aynaya son bir kez bakıp, komutanın oda kapısını tıklattım, yanıt beklemeden kapıyı açıp sert bir topuk selamı vererek içeri girdim. Tabura bağlı bölük komutanları benden önce gelmişlerdi. 
-''Beni emretmişsiniz komutanım.''
Boş olan koltuklardan birini işaret etti, oturdum.
Toplantının konusu tahmin ettiğim gibi kış tatbikatlarıydı. Komutan bu yıl yapacağımız tatbikatın planından söz etti. Her bölüğün ayrı bir görevi vardı. Ben karargah bölüğüne vekalet ettiğim için, tatbikat alanının düzenlenmesi, çadırların kurulması, birliklerin oraya intikalinden bizim bölük, dolayısı ile ben sorumlu olacaktım. Ben yapacaklarımı akıl defterine not alırken, komutan bana döndü.
-''Yaşar  bu yılki kış tatbikatlarının garnizon komutanı sen olacaksın. Tatbikat alanının hazırlanmasının sorumlusu sensin. Hadi göreyim seni.'' Duraksamadan
-''Emredersiniz Komutanım'' dedim.
Aslına bakarsanız kış tatbikatları nedir, nasıl yapılır hiçbir fikrim yoktu. Ama bölükte bu işi daha önce yapmış astsubaylar ve erler vardı. Dert değil, sorar öğrenirim.
-''Bu yılki tatbikatta kayakla gösteri de yapalım istiyorum '' dedi komutan. '' Benim daha önce görev yaptığım birlikte kış tatbikatları içinde kayakla gösteri yapılır, kayan asker  aynı zamanda hedefe ateş ederdi.''
-!!!
-'' Biliyorsunuz tatbikata tugay komutanı da gelecek.  Araştırın bakalım var mı böyle biri bölüklerinizde? Olursa iyi bir puan alırız tatbikatta'' diye ekledi.
Ben, ''kim acaba hem kayıp hem ateş edecek babayiğit'' diye düşünürken 6.bölük komutanı,
-'' Tam Yaşar Asteğmenlik bir görev komutanım, kendisinin sivilken kayak yarışmalarında dereceleri bile var.
Şaka yapıyor olmalı...
Daha ben itiraz için ağzımı açmadan, tabur komutanı,
-''Kayarken hedefe de ateş edebilir misin Yaşar'' dedi .
-''Komutanım'' dedi az önce beni kayak şampiyonu yapan bölük komutanı üsteğmen,
'' Yaşar asteğmenin atış talimlerindeki başarısını biliyorsunuz, bana göre bu iş için biçilmiş kaftan.''
Öteki bölük komutanları da başlarını ile onayladılar 6. bölük komutanını.
''Aman komutanım, ben Adanalıyım, hiç kayak yapmadım dememe kalmadan, komutan benim askerlikteki ''kaçma, karışma, çalışma'' kuralına sığındığımı sanmış olacak ki; 
-''Tamam o zaman Yaşar, göreyim seni. Unutma! tatbikata tugay komutanı da vali de gelecek.
Haydaa! Yahu ben Adanalıyım, bu yaşıma kadar Adana'da bir ya da iki kez kar yağdığına tanık oldum. Zaten yağan karlar da bir saat içinde erimişti. Tamam Ankara'da okudum, oraya kar yağardı ama o kadar... Karlı havalarda bir kaç kez kayıp düştüğüm olmuştur ama bu kayışların da kayak yapmayla ile ilgisi yoktu. Kayak neye benzer, nasıl kullanılır, onu da bilmem.  Yüz deyin yüzeyim, koş deyin koşayım ama, kar ve  kayak; ikisine de 'Fransızım.''
Askerlikte böyle bir görev alınca, emredersiniz komutanım demek kuraldır. O kadar şaşkınım ki o basit cümleyi bile kuramadım.
Toplantı bitip dışarı çıkınca 6. bölük komutanı bana dönüp,
-''Gördün mü ananın örekesini tekmilci'' dedi.
Bana görevi verdiren bölük komutanı, sol elini yumruk yapıp, sağ elinin ayasını şaak ! diye bu yumruğun üzerine vurup, attığı kazığı biraz daha sivriltti.
Bir şey diyemedim. Üsteğmen, benimle ilgili bu öneriyi getirdiğinde toplantıya katılan öteki bölük komutanlarının sessiz kalmaları bir yana bu öneriyi başlarıyla da olsa onaylamışlardı. Sabah içtimalarında verdiğim tekmil yüzünden tabur komutanı tarafından bir kaç kez uyarılmışlar, hafif yollu fırça da yemişlerdi. 
Sabah içtimalarında bölük komutanıma öyle bir tekmil verirdim ki bütün  Artvin duyardı. Tabur komutanı hemen her toplantıda beni örnek gösterir,
-''Yaşar asteğmen kadar olamıyorsunuz, adam bir tekmil veriyor, bütün Artvin duyuyor'' derdi. Bu eleştirinin onların hoşuna gitmediğini bilir, ertesi gün inadına daha da güçlü tekmil verirdim.
Eee! Adamlar haklı. Bu gün var yarın yok bir yedek subayın verdiği tekmil, muazzaflara örnek olarak gösteriliyor.
Şimdi koz onların elindeydi. Ne demiş atalarımı:  ''Yazın yediğin hurmalar, kışın kıçını cırmalar''.
Bölük komutanları ile tabur düzüne kadar birlikte yürüdük. Artık açık açık dalga geçiyorlardı.
----
Toplantıdan iki gün sonra sabah içtiması biter bitmez ben önde, kış tatbikatlarına katılacak birlikler ardımda, tatbikatın yapılacağı bölgeye intikale başladık. Yükseğe çıktıkça kar artıyor, soğuk daha bir kesiyordu. Daha önce tatbikat alanına keşif için geldiğimden, neyin nereye yerleştirileceğini tasarlamıştım. Alan yaklaşık bir futbol sahası büyüklüğündeydi.Dağın yamacından başlayan düzlük tatlı bir meyille ormanın başladığı alana kadar uzanıyordu. Alanı çevreleyen ormandaki ağaçlar dahil her taraf kalın bir kar tabakası ile kaplıydı. İlk işim mekkarelere (katırlara) yüklediğimiz çadırları indirip, kurulacakları yere taşıtmak oldu. Çadırları kuracağımız alandaki yumuşak karı erlere çiğnetip, çadırları  sertleştirdiğimiz karın üzerine kurdurdum. Sonrasında kampetler (tek kişilik asker somyası) ve sobalar yerleştirildi. Çevremiz orman; ısınma için odun bulma sorunumuz olmayacak.
Akşam yemeğinden sonra gösteri yapacağım kayak takımını getirtip, bir kaç erle nasıl kullanılacağına ilişkin fikir alışverişinde bulundum.
Yat borusu çalmadan kayakların ayağa nasıl takılacağını öğrenmiştim artık.
Ertesi sabah görev bölümü yaptım. Erlerin bir bölümü geçen yıl yapılan kış tabikatlarından dolayı deneymliydiler. Her time bu erlerden birkaçını verdim. Başlarına da çavuşları... Kimi tuvalet inşa edecek, kimi banyo, kimileri de buzdan ev yapacaklar.  Bunların hepsinin kalıba dökülmüş, sıkıştırılarak tuğlaya benzetilmiş kardan yapıldığını söylememe gerek yok sanırım. Bu arada yanıma bir kaç er alıp, 211. Hudut Alayımızın sorumluluk alanını temsil eden, kaidesi hariç, yaklaşık 2 metre yüksekliğinde sıkıştırılmış kardan bir hudut taşı yaptım.  Artvin'de 3-4 kez kış tatbikatında görev alan bölük astsubayıma sordum. Daha önce böyle bir şey yapılmadığını söyledi. Hudut taşı tatbikat alanına ayrı bir hava verdi.


...
Askerlere görev bölümü yaptıktan sonra, yanımda iki asker, elimde kayaklar yamaca doğru tırmanmaya başladım. Tv'den izlediğim kayak yarışmalarından anımsadığım kadarıyla kayakçılar yüksek bir tepeden salıveriyorlardı kendilerini aşağı. Ben de öyle yaparım. Kar, talaş gibi, bata çıka tepenin yamacına güç bela ulaştım. Hava soğuk olmasına karşın terden sırılsıklam olmuştum. Sonunda uygun yeri bulup durdum. Kayak ayakkabılarını giydim, erlerin yardımı ile bunları kayaklara sabitledim, her iki elimde kayak sopaları... Her şey tamam, kaymaya hazırım. Sopalarından destek alıp ileri doğru bir hamle yaptım. Bir hamle daha; I ıhh ! bir santim bile gidemedim. Kayaklar kara gömüldü. Bir iki deneme daha yaptım ama, yerimden kımıldayamıyorum. Bir hamle daha; yüzü koyun kapaklandım. Beni bu görev için öneren bölük komutanı hayırla yad ettim. Erler duymazlıktan geldi...Ayağa kalkamıyorum.
-''Kaldırın beni.'' dedim.
Erlerin biri bir koluma, öteki diğerine girip beni ayağa kaldırdılar.
Ayağa kalkınca;
'' Böyle olmayacak. Beni aşağı doğru itin çocuklar'' dedim.
Önce bir tereddüt ettiler, ancak emir demiri keser diye düşünmüş olmalılar ki; sırtımdan ileriye doğru ittiler. Ellerimde kayak sopaları olmasına karşın 2 metre sonra gene karla kucak kucağayım.  Çizgi filmlerde arabanın çarptığı adam pozisyonundayım; ayaklarım bir birine dolanmış, kayaklardan biri ayağımdan çıkmış, bir kaç metre ötede dikilip duruyor, sopalardan birini göremedim ama diğeri elimde, yüzü koyun düştüğüm için suratım kara gömülmüş... Anlayacağınız karikatür gibiyim. Böyle giderse bir yerimi kıracağım. Ama inat da bir murat , bu işi başaracağım. 
Birkaç başarısız denemeden sonra düşmemenin yolunu buldum. Ellerimi iki yana açtım, her iki kolumdan iki er tuttu, onlar yürümeye başladı, ben de kaymaya...  Azmettim öğreneceğim.
Gün batımına yakın kendi başıma, ellerimde sopalarla kaymaya başlamıştım.
...
Öteki ekipler harıl harıl çalışıyor, kardan yapılmış tuvaletler bitti, hamam ise sürüyor. İglonun duvarları yükseliyor...
Kaymam için bana yardım eden erlere, sabah kahvaltısından sonra çadırıma gelmelerini ve çalışmaya devam edeceğimizi söyledim.
Ertesi sabah içtimadan sonra herkes işinin başına döndü. Ben de erlerle birlikte kayak pistine(!) Öğle yemeğine kadar antrenman yaptım. Artık düşmeden yamaçtan aşağı kayabiliyordum kaymasına da pistin sonuna gelince duramıyordum... Bir kaç kez hızımı alamayıp çalılarla kucaklaştım. Durum komik ötesi... Sinirimden gülüyorum. Birlikte nasıl durulacağını bilen de yok. Keşke daha önce televizyonda yayınlanan kayak yarışmalarını daha çok izleseydim.. 
Bana bu görevi verdiren bölük komutanını, bu kez sülalesi ile birlikte andım. Erler gene duymazlıktan geldiler.
Sorun durma ile bitse neyse, onu başardım diyelim; ben kayarken ayakta zor duruyorum, kayarken hedefe nasıl ateş edecektim? İşte zurnanın zart dediği yer burasıydı.
Olan oldu bir kez, ''ko dütüne rahvan gitsin'', her şey olacağına varır. Önümde koca bir yarım gün vardı. Allah kerim.
Öğle yemeğinden sonra tatbikatlara katılacak bir birlik daha geldi, başlarında da bir ast subay.  Yanıma gelip kendisini tanıttı. Bizim bölüğe atanmış. Ayağının tozuyla- karıyla mı deseydim- buraya göndermişler. Adı İsmail, Mersinliymiş. Görev beklediğini söyledi,
-''O kolay ''dedim. ''Önce birliğini konuşlandır, sonra görüşürüz.'' Selam verip ayrıldı.
Onlar önceden kurulu çadırlara yerleşirken ben antremana başladım. Aradan 15- 20 dakika geçti geçmedi, İsmail astsubay, yeni bir deneme için tekrar yamaca tırmanacağım sırada yanıma geldi.
-'' Asteğmenim, yanlış kayıyorsunuz, bu şekilde olmaz, dizlerinizi kırıp hafifçe öne doğru eğileceksiniz ki, ağırlık merkeziniz dengeli dağılsın, ayrıca durma biçiminiz ise tehlikeli, allah göstermesin...'''
-''Sen bu işi biliyorsun galiba?''
-''Evet asteğmenim, biliyorum.''
''Kayıyorsun yani?''
Evet anlamında gülümsedi.
-''Peki kayarken de bir hedefe ateş edebiliyor musun?''
-''Ederim''
-!!!
-''Bulunduğum birliklerde bu gösteriyi hep ben yapardım.''
Eyy yumurtaya can veren alllahım!.Bu ıssız dağ başında bu astsubayı hızır diye mi gönderdin?.
Sevindiğimi belli etmeden,
-''O halde bu görevi sana veriyorum; göreyim seni. Senaryoyu akşam konuşuruz''
-''Emredersiniz.Yalnız benim bir kaç ere ihtiyacım olacak, karın önceden çiğnenmesi gerek, talaş gibi kara kayaklar saplanır. Akşamdan pisti de biraz sulamamız gerekli.''
Kayakları bu kez erlerin yardımı olmaksızın çıkarıp ast subaya teslim ettim.
-''Şimdi çadırıma gidiyorum, kayak ayakkabılarını sana postamla gönderirim. Belki antrenman yaparsın.''
...
Gün batmadan banyo, tuvalet, inglo bitmişti. Tatbikata hazırdık artık. Bu arada İsmail ast subay kayağa başlayıp bitireceği noktaları belirlemiş, bir kaç da göğüs hedefi yerleştirmişti, pistin her iki yanına... Pisti de birkaç erin postalları ile sertleştirmiş, kaymağa uygun hale getirmişti. Antrenman yapmamıştı nedense... Bir bildiği olmalı
...
Tatbikat günü erkenden kalktım, son hazırlıkları gözden geçirmeliydim. Hava hafif sisliydi. Gayri ihtiyari kayak pistine baktım. İsmail Astsubay, beyaz üniformalarını giymiş yamaçtan aşağı hızla kayıyor, arada bir yerleştirdiği hedefe ateş eder gibi yapıyordu.
Durunca yanına gittim. Selamlaştık.
''Kutlarım seni ''dedim kısaca.
-''Sağ olun asteğmenim''...

...
Kahvaltı ve içtimadan sonra herkes görev yerine geçmişti. Ben kayak ve hedik istasyon sorumlusuydum. Teftişe gelenlere kayak ve hedik konusunda bilgi verecektim.,
Hava soğuk, ama heyecandan olacak üşümüyorum. Üzerimde araziye uygun beyaz üniforma...
Tabur komutanı, gelenleri, bir gün önce bitirdiğim 211 hudut alayını sembolize eden kardan hudut taşı önünde karşıladı. Tekmili, benim istasyona kadar geldi. Bir kaç dakika sonra Artvin valisi, 48. Piyade Tugay komutanı, alay komutanımız, ardında bölük komutanları ve konuklar...
Hepi gelip benim sorumlu olduğum Kayak ve hedik istasyonu ününde durdular. Alay komutanı beni tanıttı. Ben başladım ders verir gibi  anlatmaya. Kayak nedir, hedik nedir, kaç türü vardır, nasıl kullanılır...
Dersin sonunu arz ederim diye tamamladım.
Alay komutanım,
-''Şimdi Asteğmen Atilla, yukarıdaki yamaçtan aşağı kayıp, aynı anda belirlenmiş hedefe ateş edecektir'' demesiyle, gözüm bir an, arkada duran bizim taburdaki bölük komutanlarına takıldı. Yüzlerinde alaycı bir gülümseme vardı... 

Gözlerimi onların alaycı bakışlarından kaçırıp, Alay komutanına döndüm.
-''Komutanım bildiğiniz gibi biz yedek subaylar şerefli Türk ordusunda belli bir süre görev yapıp, istemeyerek de olsa sivil yaşama dönüyoruz. Bu peygamber ocağında  çok şey öğrendik ama tecrübelerimiz de bizimle birlikte terhis oluyor. İşte bu yüzden ben kayakla kayıp, aynı zamanda hedefe ateş etme konusunda bir astsubayımızı  eğittim. İzniniz olursa benim yerime bu görevi Astsubay İsmail yerine getirecektir, arz ederim'' mealinde bir şeyler söyleyip  bölük komutanlarının yüzüne baktım. Soğuktan mı bilinmez yüzlerindeki alaycı gülümseme donmuştu sanki.
Tugay komutanından oluru alınca, yanımda duran çavuşun bana uzattığı özel işaret tabancasını alarak, ateşledim. Tabancadan çıkan izli mermi, ardında kırmızı bir duman çıkararak gök yüzünde yükselirken, Astsubay İsmail, yamaç aşağı kaymaya ve daha önce yerleştirdiği hedeflere M1 piyade tüfeği ile ateş etmeye başladı.
Gösterisi müthişti...
...
Tatbikat planlandığı gibi başladı ve günün sonunda başarılı bir şekilde tamamlandı.
...
Tatbikattan bir kaç gün sonra bölük komutanım (*) izinden döndü. Kış tatbikatlarında olanı biteni tüm ayrıntısı ile ona anlattım. Görevin bana veriliş biçiminden hoşlanmadığını ama tatbikatın en azından bizim bölük  ve benim adına başarılı olmasından mutlu olduğunu söyleyip beni kutladı. Kahvesinden bir yudum alıp,
-'' Peki Astsubay İsmail olmasaydı ne yapacaktın?'' dedi,.
-'' Eğer İsmail astsubay hızır gibi yetişmeseydi, şu an hastanede yatıyor olurdum. Çünkü komutanlara mahçup olmamak için tatbikattan bir gün önce bir yerimi sakatlardım.'' dedim, gülüştük. O sırada kapı tıklandı. Gelen tabur komutanını postasıydı. Elinde bir sarı zarf, yüzbaşıya teslim edip , selam verip çıktı. Bölük komutanım zarfın üstünde yazılı isme bakıp, zarfı bana verdi, açtım.
İçinden çıkan kağıttaki yazı, '' P.Atgm. Yaşar Nadir Atilla. Kış tatbikatlarında gösterdiğiniz üstün ... ''diye başlıyor, art arda sıralanmış bir kaç  övücü sözcüğünden  sonra, ''başarılarınızın devamını bekler, tebrik ederim'' diye bitiyordu. 
İmza 48. P.Tug. 211 Alayı 2. Hudut Tb. Komutanı Y.K.

Mektubu birkez daha okudum. Komutanımla göz göze geldik, mektubun içeriğini biliyor olmalı ki gülmseyerek yerinden kalktı. Yanaklarımdn öperken,
-''Seni kutlarım Yaşar. Çok şanslıymışsın doğrusu.  ''şanslı olanın horozu bile yumurtlar'' sözünü bir kez daha kanıtladın ''dedi.
.......

(*) Kayhan Özmen. O zaman yüzbaşıydı. Tam bir askerdi. Ondan çok şey öğrendim. Genç yaşta hakka yürüdü. Işıklar içinde yatsın.

11 Temmuz 2018 Çarşamba

İncir Toplayan Maymun





İncir Toplayan Maymun

Amcamın   davudi sesiyle uyandım.
     ''Gün öğlen oldu; hala uyuyor musunuz ?''
Gözlerimi güçlükle açtım. Gün henüz ışımamıştı; sabahın körü anlayacağınız. Sabah yıldızı bile hala ışıl ışıl.
Üstümdeki pike ıpıslaktı; gene çiğ yağmış anlaşılan...
Aylardan temmuz; incir zamanı.
Bağdaki  evin damında, ağabeylerim olan iki amca oğlu ile aynı yatakta yatıyoruz. Dokuz yaşında falanım. Boyum yerinde ama gel gelelim ''posum'' yerinde değil; çok zayıfım. Benim gibilere köylük yerde, 'canı  cebinde' ya da ''yerde biten yememiş'' derler. Benden söz ederken;  ''yerde biten yememiş bu oğlan'' derlerdi. Böyle anılmaya için için kızar ama bozuntuya vermezdim. Bunu diyenlere, yediğim yerde bitenleri sayar,
-''Kabak, patlıcan, fasülye, hıyar, karpuz  yiyorum, bunların hepsi de yerde bitiyor'' der, benzetmelerinin yanlış olduğunu kanıtlamaya çalışırdım. Tek tesellim, aynı yaşta olmamıza karşın benden daha zayıf olan Kemal'e ''canı cebinde demeleriydi''. İyi ki Kemal varmış.. Köyün çocukları onu,
-''Sakın yelli havalarda dışarı çıkma Kemal, seni Dağalgan'dan toplarız sonra'' diye kızdırırlardı. Kemal'in yanıtı ise; sunturlu bir küfür olurdu, her zaman...
------
Amcam bir kez daha ünledi aşağıdan...
-Ula varmayım yanınıza, vallaha helkeyle su dökerim. Gün öğlen oldu yahu!
Yengem,
-'' Bırak herif biraz daha yatsınlar, dün çok yoruldular.''
İyi ki yengem var... Annem kadar severdim onu...
Ağabeylerime baktım, sokurdanarak yataktan kaltılar.  Onlar kalkınca yekinip, ben de kalktım.
Damın merdiveninden sırayla aşağıya indik. Kuyudan su çekip, alel usul elimizi yüzümüzü yıkadıktan sonra, yengem elimize içinde peynir olan yufka ekmekten yapılan sokumları tutuşturdu. Kimse konuşmuyor, yeni sulanmış yufkadan yapılmış sokumu  yerken, 
amcam, eli belinde, gözleri üstümüzde, sokumlarımızı bir an önce bitirmemizi bekliyordu. Ne olur ne olmaz diye onunla göz göze gelmemeye çalışıyoruz. O arada bir,
-''Hadin, hadin gün öğlen oldu siz hala boğaz taşlıyorsunuz. '' Göz ucuyla ağabeylerine baktım; onlar hiç oralı oralı değil, ben de oralı olmadım.
Sokum dediğin ne ki; beş dakikada bitti. Az önce kuyudan çektiğimiz suyla dolu bocitten  kana kana içtikten sonra incir toplamaya hazırdık artık.
Amcam,
 -''Çetin sen sepetleri al, Mustafa kasaları da sen sırtla.  Yaşar yeğenim, sen de incir çengellerini ....''
Yarı uykulu, ayağımızı sürüye sürüye incirlerin olduğu takıma doğru yürümeye başladık. Gün ağarmaya, gavur müslüman ayırt edilmeye başlandı. Hava aşırı nemli, daha şimdiden yapış yapış oldum.
İnciri er vakitte, gün doğmadan toplamak gerekir. Bunun iki nedeni vardır. İlki;  bir an önce toplayıp, kasaladıktan sonra, gün yükselmeden  haldeki komisyoncuya incirleri yıkmaktı. Bizim gibi ağaca çıkıp  incir toplayanlar için önemli olan ikincisiydi. İncir kesinlikle üzerinden çiğ kalkmadan toplanmalıdır. Sıcağa kaldın mı yandın. Hem incirin yaprağı çıplak tenini dalar, hem de sütü acayip kaşındırır. İncir toplarken şalvarın üstüne mutlaka uzun kollu mintan giymek gerekir ki, sütün kaşıntısı az olsun. Süt, tenine bulaştı mı yandı gülüm keten helva... Su ile sabunla, çıkmaz, derine yapışıp kalır. Eline, koluna toprak sürtersin ki, sütün açısı geçsin.
Bitişik bağ komşusu ile olan takımdaki incirler bize aitti. Ağabeylerimle ben aynı ağaca çıktık. Elimizde çengel ve inciri koyacağımız çengelli sepet...
İncir dalı gevrek olur, ağırlığa dayanmaz, kırılıverir, bu nedenle ağabeylerim benden ağır oldukları için, çengelle bile yetişemedikleri uç dallardaki incirleri ben toplarım.
Ya allah, ya bismillah demeden amcam aşağıdan seslenmeye başladı.
-''Ulan burnunuzun ucundaki incirleri görmüyorsunuz. Çetin ,tependekileri al, Mustafa arkanı dön orada çok incir var...Yaşaarr, oğlum biraz daha uca git...
Yengem
-''Herif, dal kırılır, çocuk aşağı düşer, onlar da kalsa n'olur?''
....
Aradan bir kaç saat geçti geçmedi. Hava iyiden iyiye ısınmaya başladı.
Sabahki kadar hızlı olmasak da incir toplamaya devam ediyoruz. 
Amcam aşağıda topladığımız incirleri, tabanını bağ yaprağı ile kapladığı kasalara özenle diziyor. Bir at arabasını  dolduracak kadar incir toplamışız. Toplanmadık bir kaç ağaç kaldı ama bir yandan sıcak , öte yanda incir sütü ve ter karışımının tenimdeki dayanılmaz kaşıntısı... 
Hemen yanı başımdaki daldaki Çetin ağabeyime,
-'' Abi, bu iş bittikten sonra kanala çimmeye gidelim mi ?''
-''Olur. Babam incirleri Adana'ya kendi götürürse, ardından biz de çimmeye giderik.''
Ağabeyimin bu yanıtı beni biraz olsun  rahatlattı. Bir yandan incir topluyor, öte yandan kanalı, onun serin suyunu, atacağım kulaçları düşündüm...Yerden 5-6 metre yukarıdayım, dalın ucundaki inciri çengelle kendime çektim, balı kıçından akıyor. Özenle sepetime yerleştirip, başka bir dala geçmeye niyetlenmiştim ki;
 Amcam,
-''Ula çabuk olun gün öğlen oldu siz daha ağaçları bitiremediniz.''' sesi beni  kanalın serin sularından alıp, yerden 5-6 metre yüksekliğindeki incir dalına yeniden getirdi.
Aşağıdan talimatlar yağıyor, özellikle bana.
-''Ulan seni okutan hocanı ta anasını...
''Bre emmi okuldaki öğretmenin bu işle ne alakası var'' diyeceğim ama cevap vermek ne haddime.''
...
-''Yok , yok böyle olmayacak. Bunlarla bir daha incir toplatmayacağım. En iyisi Hindistan'dan götü kırmızı (maymun)'' getirmek. Vallla onların bi denesi bunların hepsinden daha fazla incir toplar. Okul demez, üst baş demez, hemi de ucuza gelir.''
Yaprakların arasından aşağıya baktım, amcam yüzünü maymuna benzetmeye çalışıp, elleri ve kolları ile  maymun taklidi yapıyor. Zaten onun işçi çalıştırmada üstüne yoktu. Hıyar, pamuk, patates toplatırken çeşitli taklitler yapar, meseller, fıkralar anlatır, ''Irgat kısmıynan bir olma ''diyen yengemi dinlemezdi.
-''Bu Yaşar'da iş yok, gözünün önündeki inciri görmüyor.''
...
-'Yok böyle olamayacak, en iyisi götü kırmızı...'' Yengem,
-''Yapma herif! Bırak o incir de olmayı versin!''
Amcamın ''gözünün önünde '' dediği incir, ince bir dalın ucunda. Bulunduğum yerden elimdeki ağaç çengelle bile almam olanaksız. Dal üstünde bir kaç adım daha atmam gerek.
'' Götü kırmızıymış. İnat da bir murat, o alır da ben alamam mı?''
Elimde çatal, bir adım...
Amcam aşağıda Hindistan'dan getireceği maymunun en uç daldaki inciri nasıl toplayacağından söz ediyor,
Bir adım daha...
Çatalı uzatıyorum. Yanımdaki dalda beni izleyen Mustafa ağabeyim,
-''Yaşar ireli getme, düşecen o'lum.''
Bir adım daha...
Bir çatırtı..
Dallara çarpa çarpa...
...
Ne kadar baygın kalmışım anımsamıyorum. Gözlerimi açtığımda, bağ evinin önündeki tahtın altında, yengemin kucağındaydım.  Yüzüm ve saçlarım ıslak, burnumun direğini kıran bir soğan kokusu, sol omuzumda dayanılmaz bir acı...
-''O inciri aldım mı yenge?
-''Yok yavrum'' dedi yengem ,'' senin hayrına kuşlara bıraktık.''
'-''Ya maymun ?''
Amcam birş eyler söylemeye niyetlendi ama yengem yanı başımızda dikilen amcama ters ters bakıp, bana döndü
-''Hiçbir maymun senin gibi incir toplayamaz.''
Yengemin bu kendinden emin yanıtı, insana güven veren yüzü omuzumdaki acıyı unutturdu.
İnce dallardaki incirleri ben alacaktım gene...
Yengeme  bakıp, gülümsedim.