18 Nisan 2018 Çarşamba

Vietnam-Saigon




VİETNAM

SAIGON-Ho Chi Minh

Ho Ho Ho Chi Minh,
yek dü se,
Ernesto'ya bin selam
daha fazla Vietnam 
----
60'lı yılların sonu.
Üniversitede ilk yılım.
Vietnam savaşı sürüyor.
O günlerde, şimdi adını anımsamadığım ABD'den bir yetkili hükumet yetkilileri ile görüşmek üzere  Ankara'ya gelmişti.
Fakülteden arkadaşlarla Kızılay'da toplanmış, bu ziyareti protesto ediyorduk. 
Sloganımız: Ho Ho Ho Chi Minh, yek, dü, se. Ernesto'ya bin selam, daha fazla Vietnam! Biz bu sloganı atarken, o günlerde bizlerin ''Fruko'' dediğimiz, ama devletin resmi kayıtlarında adı toplum polisi olan güvenlik güçlerinin saldırısına uğradık. Yakaladıklarını copluyorlar... Bu tek taraflı saldırıyı küçük sıyrıklarla atlattığımı anımsıyorum.
Daha  sonraki yıllarda Paris'te yapılması planlanan barış görüşmesi öncesi toplantı masasın yuvarlak mı yoksa dikdörtgen mi olacak tartışması aylarca sürdü... 1973'de ABD'yi kovaladılar, 1975'de Güney teslim oldu ve 1976'da da bu günkü Vietnam doğdu.

Okul bitti. Askerlik, iş, evlilik, çoluk çocuk derken Vietnam konusu, o gün Kızılay'da benimle birlikte coplanan arkadaşlarımı bilmem ama benim gündemimden yavaş yavaş çıktı. Ta ki bir kaç yıl öncesine kadar. Bu yıl, gelecek yıl derken, 2018 yılının Ocağında Vietnam'a gidebildim.
......
Uçağımızın tekerlekleri Ho Chi Ming hava limanının pistine değerken, Kızılay'daki gösterimizi, sırtıma yediğim bir kaç cobu, Mülkiyeliler Birliği'nin Konur sokaktaki Lokaline sığınışımızı bir kez daha anımsadım.
Mekong Deltası


Kısa Vietnam Tarihi

Vietnam'ın bilinen tarihi MÖ 3. yüzyıla kadar dayanıyor. Çin'in Kanton kentinden bu günkü Vietnam topraklarına göç eden Vietler, burada bir devlet kurmuşlar. Bu devlet MÖ 111'de yıkılınca, Vietnamlılar Çin'in egemenliği altına girmişler. Bir süre sonra yeniden bağımsız olan Vietler, bir kaç yüzyıl sonra yeniden Çin'in işgaline uğramışlar. 19. yüzyılın sonlarına doğru bu kez Fransızları davetsiz konuk olarak kabullenmek zorunda kalmışlar. İkinci Dünya Savaşı öncesi Fransa'nın bu konukluğuna(!) son vermek amacı ile ayaklanma başlatmışlar, bu mücadele sürerken İkinci Dünya Savaşı patlak vermiş ve savaş süresince bu kez de Japonya'yı  ağırlamak zorunda kalmışlar. Savaş sonrası Japonya yenilip Vietnam'dan çekilince Fransızlar,''nerede kalmıştık'' deyip Vietnam'ı yeniden yönetmeye niyetlenmişler ama bu kez Vietnamlılar'' geçti Saygon'un pazarı , sür eşeği Paris'e ''diyerekten, Fransızları kovup, Ho Chi Minh (Nyguyen Tat Tanh) liderliğinde Vietnam'ın kuzeyinde bağımsız bir devlet kurmuşlar. Fransızlar bir süre daha Vietnam'ın güney kesiminde egemen olmuşlar ama bakmışlar olmuyor, ''kalk gidelim bu el bize yaramaz'' deyip, süklüm püklüm ülkelerine dönmüşler. Fransa terk-i Vietnam etmiş ama Vietnam'da kargaşa sürmüş, 1954 yılında yapılan bir anlaşma ile Vietnam, Demokratik Vietnam Cumhuriyeti ve  Vietnam Cumhuriyeti olarak iki parçaya bölünmüş. Ardından da iç savaş... Güneyi,'' şıp orada şıp kapının ardında'' olan Amerika, kuzeyi ise Çin ve Rusya desteklemişler.
Bu savaşta milyonlarca insan öldü ya da sakat kaldı. 1976 yılında milyonlarca ölü bedenin üzerinde 1976 bu günkü Vietnam kuruldu
Tek partili bir yönetimin egemen olduğu Vietnam, yaklaşık 90 milyon nüfusu ile dünyada en hızlı gelişen ülkelerin arasında yer almaktadır. Başkenti Hanoi kentidir.

Saigon-Ho Chi Minh

Vietnam'ın güneydoğusunda yer alan ve eski başkenti olan Saigon, 10 milyon nüfusu ile ülkenin en büyük ve en gelişmiş ticaret ve sanayi kentidir.  Rehberimizin anlattığına göre Saigon'un hemen yakınında Samsung'un 50 bin kişinin çalıştığı bir fabrikası varmış.  Nha Be Nehrinin bir kolu olan Saigon Nehrinin ''S'' ler çizerek ikiye böldüğü Saigon, şimdiki adını Vietnam'ın bağımsızlığa kavuşmasında en önemli rolü üstlenen ve halk tarafından çok sevilen Ho Chi Minh'den almıştır.
Citiy Hall

Otele vardığımızda hava kararmıştı. Her zaman olduğu gibi odama yerleşir yerleşmez soluğu dışarıda aldım. Soluğu aldım lafın gelişi... Mubarek kentin havası Adana'nın yaz aylarındaki sulu sepken rutubetli havasını aratmıyor. Allahtan bu tür havalara Adana'dan alışkın olduğumdan, hemen yedek solungaçlarımı devreye sokup ortama uydum. 
Otelden çıkar çıkmaz Fransızların sömürgecilik döneminde yönetim merkezi olarak kullandıkları, şimdiyse ''CityHall'' olan muhteşem binaya sırtı dönük olarak duran Ho Amcaya bir selam çakıp,  fotografını çektim.
Ho Amca ve Nuguyen Hue Bulvarı-Gece
Otelimizin önünde Saigon nehrine kadar uzanan, sağında solunda yüksek yapıların bulunduğu Nuguyen Hue bulvarı, kıyamet sonrası mahşerde toplananları aratmayacak kadar kalabalık. Bunca insanın bir araya gelmesinde  hafta sonu olmasının da etkisi büyük sanırım. Kalabalığın çoğunluğunu gençler oluşturuyor.  Yerlere oturup, bulvar üzerinde adım başı tezgah açan satıcılardan satın aldıkları börtü böcekleri, biralarına meze yapıyorlar; kavgasız gürültüsüz... Kavga gürültü olmayınca; burada toplaşıp bira içmenin bir anlamı yok, hele benim gibi '' Türk Kültürünü'' özümsemiş(!) ben-i adem için...
Saigon- Terasta Kokteyl

Vietnamlılara ilişkin ilk izlenimlerim olumlu. Saigon Nehrinin kıyısında dolaşırken, yere oturmuş, börtü böcek eşliğinde bira içen, hallerinden yoksul oldukları belli olan gençlerle laflamaya başladım. Bana hemen bira ikram ettiler. Ne olduğu konusunda hiçbir fikrim olmayan meze eşliğinde ikram edilen birayı içtim
Nuguyen Hue'de Eğlenen Gençler

Sonrası ? Bu ikram karşısında her Türk gencinin yapması gereken şeyi yaptım. Gençlere, hemen yanı başımızda duran gezici (!) satıcıdan bira alıp, bu ikramlarının karşılığını verdim. Chu Chi

Amerikalılar'ın Vietnam savaşı konulu filmlerini izleyenler bilir; demokrasi için- siz buna Amerikan çıkarlarını korumak da  diyebilirsiniz- kahraman (!) Amerikalılar ormanda ''piknik yaparlarken'', aniden ve yerden bitercesine ortaya çıkan ufak tefek, üstelik de çirkin mi çirkin(!)  ''turist sevmez'' Vietkonglular'ın  saldırısına uğrarlar. Çatışma bir kaç dakika sürer ve birden bire ortaya çıkan Vietkong askerleri gene aniden ortadan kaybolurlar. İşte filmlerde  dekor olarak gördüğümüz bu mekanların gerçeğini Chu Chi kentinde gördük. Kent, Saygon'a yaklaşık 45 dakika... Ormanlık bir arazide kurulmuş.
Chu Chi Tunel Girişi
Rehberimiz savaş sırasında gün içinde masum çiftçi olan Vietnamlılar'ın, gece yaklaşık 250  km2 alanda açtıkları, bir ucu Saigon nehrine kadar uzanan 200 km uzunluğundaki tunellere girip bir çok Amerikan askerini telef ettiklerini söyledi. Tuneller çok dar, ancak ufak tefek Vietnamlıların sığacağı kadar... Amerikalılar ise maşallah Rambo; tuneli belirleseler bile , tunele girip Vietnamlılar'ı izleyemiyorlar. Bunlardan birine girmeyi denedim. Ben ki; standart bir Türk'ün vücut ölçülerine sahip olmama karşın, tunelin ağzına ancak göğsüme kadar girebildim.
Chu Chi
Çıkarken de iki kişinin yardımı ile güç bela çıkatım. 

Vietnamlılar orman arazisinin altında hastaneleri, aş evleri, silah üretim merkezleri vb. bir yer altı kenti yapmışlar. Amerikalılar bakmışlar ki olmuyor, bu yurt severlerle baş etmenin yolu yok, ormandaki ağaçların yapraklarını yok eden ''orange agent'' adlı bir kimyasaı kullanıp ağaçları yolunmuş tavuğa döndürmüşler. Başarılı olmuşlar mı peki? Hepinizin bildiği gibi günün sonunda arkalarında yüz binlerce ceset, milyonlarca yaralı bırakıp, kuyruklarına bakarak geldikleri gibi gitmişler...
Chu Chi'de bir de atış poligonu var. Burada belli bir bedel karşılığı, makineli tüfek, tabanca ve Kalaşnikofla atış talimi yapabiliyorsunuz. Bu durumu, pek hoşuma gitmese ömrü savaşla geçen bir ülkenin gerçeği olarak kabullenmek zorunda kaldım.
Vietnam gezinizde burayı mutlaka listenize alın. 
Chu Chi'ye girişin hediyesi 110,000 VND(Vietnam Dong).
Chu Chi Siyam Tur Konukları

Chu Chi'de savaşın gerçeği ile karşı karşıya geldikten sonra, bu savaşta kullanılan araçları da görmek gerekti. İşin aslına bakarsanız ziyaret ettiğim kentlerde savaş ya da askeri müzeleri gezme alışkanlığım yoktur ama iş Vietnam olunca iş değişti. Bir bakıma görmek farz oldu. Saigon Askeri Müzesi kentin içinde, pek de geniş olmayan bir alana kurulmuş. Müzenin bahçesinde Amerikalıların Vietnam savaşında kullandıkları tank, top, uçak gibi savaş araçları sergileniyor. 3 katlı ana bina da ise savaş sırasında çekilmiş fotograflar sergileniyor.  Savaşa dair belgesel filmleri izlerken bir kez daha savaşa lanet ediyorsunuz.  Vietnam savaşı ilginizi çekiyorsa bu müzeyi de gezi listenize alın.
Müzeye girişte ödeme yapmıyorsunuz.
Askeri Müze
 


Notre Dame Bazilikası, Fransız sömürgecilik döneminden kalma bir katolik kilisesi. 1863 yılında temeli atılıp, 1880 yılında ibadete açılan bazilikanın mimarı yine bir Fransız olan Jules Bourard. Ön cephesi Marsilya'dan ithal edilen tuğlalarla yapılmış olan bazilikanın her biri 59 metre yüksekliğinde olan 2 kulesi var. Bazilikanın hemen önünde ise Meryem Ananın bir yontusu bulunuyor. Romanesk mimari biçeminde yapılan kilise onarımda olduğu içine girmem  mümkün olmadı. Notre Dame Bazilikası, tuğladan yapılmış her iki kulenin tepesinde bulunan ve üzerinde haçlar bulunan metalik çatıları göz ardı edersek
Meryem Ana Ve Notre Dame Bazilikası

Paris'deki katedralin küçük bir örneği sayılabilir.

Bazilikanın hemen yanında, gene sömürge döneminden kalan ve bu gün posta binası olarak kullanılan yapı da  hazır buralara kadar gelmişken görmenizi önereceğim yerlerden biri.

Posta binasının içinde çeşitli hediyelik eşya satan dükkanlar var.
Binanın mimarı Gustave Eiffelmiş.
Posta Binası


Saigon'da görülmesi gereken yerlerden biri de Ben Than Pazarıdır.
Pazar, oldukça geniş bir alana yayılmış, yüzlerce irili ufaklı dükkanlardan oluşuyor.
Deri eşyalardan tekstile, incik boncuktan elektroniğe, ahşap oymalardan tabolara  kadar ne ararsan var. 
Satılan mallar içinde Vietnam'a özgü hediyelikler bol miktarda. 

Ünlü markaların taklitleri ise zebilullah. Özellikle deriden mamül ürünlerde taklitler oldukça başarılı.
Bu arada, satın almayı düşündüğünüz bir şey beklediğiniz fiyattan ucuz bile olsa; ''ayıp olur ya !'' diye düşünmeyin, gene de pazarlık yapın.
Benden söylemesi.


Ben Than Pazarı

Ben Than



Hazır buralara kadar gelmişken , yakınlardaki opera binası ve belediye binasını da fotograflayabilirsiniz. 

Mekong Deltası, Saigon'a yaklaşık 2 saat mesafede. Deltaya giden yolun her iki yanında yemyeşil pirinç tarlaları uzanıyor. Öyle bir yeşil ki; bir süre sonra başka renk yok duygusu kaplıyor benliğinizi. Allahtan zaman zaman ortaya çıkan coconut bahçeleri bu duygunuzun sürekli olmasını önlüyor. Aracımız pirinç tarlaları arasından kalan yol da sessizce ilerlerken, tarlaların ortasında yer alan mezarlar dikkatimi çekti.  Bunlar tarla sahiplerinin atalarının mezarlarıymış. Benim bildiğim budistler ölülerini yakarlar. Ölü yakma törenlerini Hindistan'da Nepal'de görmüştüm.
Pirinç Tarlasında Mezar


Rehberimizin dediğine göre Vietnamlı  kimi budistler  ölülerini gömüyorlarmış, hem de kendi tarlalarına. 

Amaçları ne olabilir? 

''sağlığında çok yakın olamadık, pişmanız, bari gözümüzün önünde dursunlar'' demiş olabilirler mi?

Yanlış anlamayın, öyledir demedim; sadece soruyorum.
Cao Tai Tapınağı


Gamalı Haç-Swastika-Talih ve İyilik Anlamında

Cao Tai Tapınağı çok renkli; mimarisi kilise, budist tapınağı ve cami karışımı... Oymaları, alçak kabartmaları ile  tapınaktan ziyade adeta renklerin dans ettiği bir müze görüntüsünde. Burada ibadet törenleri çok ilginçmiş, biz izleyemedik... Kilise bahçesinde  bulunan bir sütunda '' gamalı haç'' işareti var. Gamalı haçı görünce kimi ziyaretçiler '' hani bu din barış diniydi, gamalı haç sembolü neyin nesi ? '' diye sokurdandılar. Allahtan ben, en azından bu işaretin anlamını bilecek kadar budizme aşina olduğum  için onların endişelerini giderecek bilgiler verdim, rahatladılar. Sizden de saklamayayım. Bu işaret  Sanskrit  dilinde ''Swastika-gamalı haç'' demekmiş, iyilik ve talih anlamına geliyormuş. Peki Hitler Amca bunu neden nazi sembolü olarak almış? İşte asıl soru bu. Bu sorunun yanıtını yıllar önce de araştırdım ama doyurucu yanıt bulamadım. Bana sorarsanız Hitler ''iyilik'' anlamı bulunan bu işareti  ''Yahudilere  bir iyilik de ben yapayım (!)'' diyerek nazi sembolü yapmıştır. Şaka bir yana bu işaret ön türk boylarının kiminde ''tanrıya ulaşmak'' anlamında da kullanılmış.
Cao Tai Tapınağı


Mekong  Nehri, yaklaşık 4000 km uzunluğuyla dünyanın 7. uzun nehridir. 4 ülkeyi kat edip, yaklaşık 40 bin kilometrekarelik bir delta oluşturarak 9 kol halinde Güney Çin denizine dökülüyor.

Bu dokuz koldan dolayı buraya ''9 ejder deltası'' da deniyormuş. 

Deltada, bulunan kaplumbağa, boynuzlu at, zümrüd-ü anka ve dragon adalarında yaklaşık 1 milyon kişi yaşıyormuş. 

Ana gelirleri balıkçılık olan ada sakinleri, muson yağmurları bitip nehir alçalınca tarım da yapıyorlarmış.  


Adlar arasındaki ulaşım ise buraya özgü  teknelerle sağlanıyormuş.

Bu adalardan birine deltaya özgü tekneler ulaştık. Kısa süren bir yürüyüşten sonra hediyelik eşyalar satan dükkana, oradan da eşekten hallice atların çektiği arabalarla adada kısa bir tur atıp, bu kez öncekinden daha büyük, hatta parayı bastırınca kalaşnikofla ya da makineli tüfekle atış yapabileceğiniz poligonu olan bir alış veriş merkezine geldik. Buranın ahalisi şekerleme üretiyor.  Ayrıca yılanlı ve akrepli viskileri de ünlüymüş. Vietnam'a özgü hediyelikler de tezgahlarında mevcut.  Bu arada tropik meyve tatmak isteyenler için papaya, dragon ve longan (ejder gözü) meyvelerini önerebilirim.
Mekong Deltası



Tropik meyveleri tadıp, yılanlı viskiyi içip piton ile sarmaş dolaş olduktan bizi Mekong Deltasında  dolaştıracak olan, adına Çin Kayığı denilen ''Sampan'lara doluştuk. 
Yılan Gerçek


Benzeri bir tura Buenos Aires yakınlarındaki ''Tigre Deltasında '' katılmıştım. Tigre de güzel bir yerdi. Ama Mekong Deltası bir başka güzel.

Teknelerimiz  iskeleden ayrılır ayrılmaz birden bire sanki başka bir boyuta ışınlandık. 

Deltayı oluşturan, her iki yanı coconut ağaçları ile süslenmiş daracık kanallardan geçerken, ormanın rutubetli sessizliğinde duyduğum, sadece bulanık suda yankılanan ve bu yoğun sükunetin içinde bizden uzaklaşıp, yiten boğuk motor sesiydi. Pat, pat, pat, pa, p...

Deltanın derinliklerinde yol alırken, kanalın her iki kıyısındaki coconut ağaçlarının dalları, yıllardır görüşmeyen dostların kucaklaşması gibi sarmaş dolaş.  Ve bu kucaklaşmadan  oluşan, gökyüzünü göremediğimiz, dallardan örülmüş tunellerden geçtik.
Deltada, altlarında balık yetiştirilen kafeslerin bulunduğu 10 bin civarında yüzen .
Vietnam'a turla gelirseniz sizi Mekong Deltasına getirirler. Hemen her turun Vietnam programında delta vardır. Ama turla değil kendiniz gelirseniz burayı  kesinlikle ziyaret listenize alın.
Mekong Dreltasında Tekne Turu


Bu arada Mekong Deltasında yaşayan kızların Saigon'dakilerden daha güzel olduklarını farkettim. 

Gerçekten daha mı güzellerdi emin değilim. Mekonlu kızların, Saigondakilerden daha güzel oldukları düşüncesine nasıl vardım onu da bilemiyorum. Bu kanıya varmamda alış veriş merkezinde ikram edilen, bolca içtiğim yılanlı viskinin payı olabilir mi ? 

Halisülasyon muydu gördüğüm ? 
Yoksa gerçek mi?
Her neyse...

Bari bu duruma Küba'daki bir restoranda konuyu açıklayan bir yazıyla atıfta bulunayım. 

Ne demiş Kübalı: '' La Realidat Alucinacion Causada Por La Falta De Alcohol.''  Gerçek alkolsüzlükten kaynaklanan bir halisilasyondur. Nokta.

Saigon'da Ne Yenir Ne İçilir
.Saigon'da, daha önce uzak doğu ya gittiyseniz, orada yediğiniz yemeklerin benzerlerini yersiniz. Vietnam yemeklerinin temeli; acı, tuzlu, tatlı, ekşi ve baharattan oluşuyor.
. Vietnam mutfağının olmazsa olmazı da bu tatların harmanlandığı pirinç noodle'ı ve balık sosu...
Sofraların efendisi ise, noodle, yarı pişmiş et ve yarı çiğ sebzelerden oluşan çorba; adı pho. Ayrıca benim severek yediğim, içinde tavuk, pırasa, havuç ve bezelye olan  bir tür sigara böreği olan loempia da çekinmeden tadabileceğiniz bir yemek
Aile Bir Arada

.Banhkot ise, karides, soya fasulyesi filizi ve kıyılmış sovanla yapılmış bir tür gözleme. Ağız tadımıza uygun, yenebilir.
.Mekong deltasındaki bir restoranda yediğimiz Cho Cho deltada yaşayan bir balık, sert ve kemikli. Kızartılmış olarak servis yapılıyor. Tadı bir yana bizim bura balıkları ile ''balıkgiller familyasından'' olmasının dışında bir benzerliği yok. Tadı kötü.
Saigon Hafif içimli

333 hafif İçimli

.Salataları ise lezzetli. Burada yetişen meyvelerden harmanlanmışlar.
. İçeceklere gelince; coconut suyu ve şeker kamışı suyu burada çok tüketiliyor. Hafif alkollü içeceklerde ise  önereceğim Saigon ve 333 adlı biraları. Her ikisi de hafif içimli.
. Benim kahve kültürüm, kısık ateşte pişmiş, bol köpüklü ve sade Türk Kahvesinden öteye geçmediği için, Vietnam'a gelinceye kadar kahve denince aklıma Karaip ve Güney Amerika Ülkeleri gelirdi. Meğer Vietnam'ın kahvesi bu ülkelerde yetiştirilen kahvelerden daha ünlüymüş ve kahve dış satımında  Vietnam dünyada ikinci sırada yer alıyormış. Buzlu kahvelerini denemelisiniz. Boğucu havada iyi oluyor.

Cho Cho
Dikkatimi Çekenler
.Saygon'da ilk dikkat edeceğiniz şey motosikletler (bundan sonra sadece motor diyeceğim) ve onların sürücüleridir. Ben hayatımda bu kadar motoru bir arada görmedim. 10 milyon nüfuslu kentte 6 milyon motor varmış. Yollarda kırmızı ışık yanmaya görsün, bir kaç dakika içine abartmıyorum 100'lerce motor bala üşüşen sinekler gibi toplaşıveriyorlar.
Rehberimizin Motorlara ilişkin uyarısı şuydu: Yoldan karşı ya geçmeye karar verdiğinizde, hiç duraksamadan geçin. Durduğunuz ya da duraksadığınız zaman motorcunun dikkatini dağıtırsınız ve kaza kaçınılmaz olur. BU uyarıyı kulak ardı etmeyin. Bittecrübe sabittir. Biz yemin ederken ''ekmek Kur'an çarpsın ki'' deriz. Yemininizi tutmazsanız, ekmek ya da Kur'an çarpar mı bilmiyorum. Burayı gördükten sonra benim için en ağır yemin,''Saigon'da motor çarpsın '' olacak sanırım...
.Motor sayısının çokluğunun bir nedeni de araba vergilerinin çok yüksek oluşuymuş. Gerçekten de 10 milyonluk bir kentte olması gerekenden daha az araba vardı.
.Saigon'da hava çok kirli. Özellikle motor kullananlar maske takıyorlar.

10 Milyon Nüfuslu Saigon'da 6 Milyon Motor Varmış

. Vietnam'da Vietlerin Amerikan yurttaşlarına teveccühü dikkatimi çekti. Amerikalılar milyonlarca Vietnamlıyı ya öldürdüler ya da sakat bıraktılar. Pek bu sevgi niye?. Sebebi basit: Amerikalılar, öteki turistlerden daha fazla bahşiş veriyorlarmış. Paranın gücü... Adamlar bol bahşiş vererek daha önce yaptıklarını bahşişi bol tutarak unutturmak istiyor olabilirler. Vijdan geldiysen 3 defa vur...
Geleneksel Dans

Şimdi, gel de  öğrenciyken Vietnam için yediğin dayaklara hayıflanma...
. Adamlar halim selim. Yıllarca süren bir savaşta, birbirlerini gırtlaklayanlar şimdi barış içinde bir aradalar. Aklım almadı doğrusu. Kan davası bilmiyorlar sanırım...
.Saigon'da metro yok, kamu taşımacılığı da zayıf.
.Kent'de bizim buraları aratmayacak bir inşaat seferberliği var. Sonları hayırlı olsun.
Kent'de güzel binalar var ama dış mahalleler iç açıcı değil.
Hatırını Kıramadım

. Özellikle, kent dışında evlerin yola cephesi 3-4 metre kadar. Nedenini sordum. Rehberimiz, Saigon'da arsa fiyatlarının çok pahalı olduğunu, bu yüzden evlerin çok küçük yapıldığını söyledi. Hatta yeni evliler evsizlikten aileleri ile aynı odada kalıyorlarmış. Ben de malum soruyu yönelttim.  Ne iş? Yanıt netti. Bu gençlerin halveti için aşk evleri varmış ve bir süreliğine kiralanıyormuş.
.Uçakta bağaja vereceğiniz valize, telefon ya da kamera bataryası koydurmuyorlar, yasakmış.
.Saygon'da hemen hepsinde de irili ufaklı havuz bulunan çok sayıda park var. İnsanlar burada buluşup spor yapıyorlarmış. Gerçekten de sabah saatlerinde kenti gezerken yüzlerce kişinin spor yaptığına tanıklık ettim. Ayrıca bu parklar aynı zamanda piknik alanı vazifesi görüyor.
Mekong'da  Tekne Turu- Hamak Keyfi

.Bir ara mobilya satan dükkanlara gözüm takıldı. Mobilyalar bile bura insanını ölçülerine  göre.
.Bizim Saigon'da bulunduğumuz günlerde yeni yıla için hazırlık kenti süslemişlerdi. Kimi bulvarlar ışıl ışıldı. Zodiac takvimine göre her yıl yaşam yeniden başlarmış.

Vietnam gezimin Saigon durağına ilişkin gözlemlerim bunlar. Hanoi'de buluşmak üzere.


Nasıl Gidilir

Saigon'a THY'nin her gün seferi var.

Ocak 2018
---------------------------------------------------
 Tura İlişkin Fotograflar
Mekong Deltasında İçki tadımı

Delta Turu
Meyve Satıcısı

Otelde. Arka Plandaki Alman Turisti Tanıyorsanız Eşine Haber Vermeyin(!)
Yemek Müziği

Hard Rock Cafe
Seyyar  
Mekong



Yeni Yıla Hazırlık

Pirinç Tarlaları

Yer Altında Bomba Üretimi- Chu Chi

9 Nisan 2018 Pazartesi

Zöhre Hatun'un Pazarlığı


ZÖHRE HATUN'UN PAZARLIĞI

     Osmanlı'nın son dönemleri...
     Mevsim güz...
     Bizim ora köylülerinin şimdi bile en çok sevdikleri mevsimdir güz...

     Kütlüler(1) toplanmış, çırçır fabrikalarına teslim edilmiş, tüccardan paranın tamamı olmasa bile bir kısmı alınmış, eldeki paranın birazı borca- harca dağıtılıp, kalanı da  hacetler (2) için ayrılmıştır. Unuydu, yağıydı, tuzuydu, çuluydu, çaputuydu, everliecek çocuk varsa onun düğün parasıydı...
     Eee! Bunların hepsi hacet...

                                                          ***
     Köyün yoksul  kadınları, köyün ileri gelenlerinden biri olan Durmuş ağa'nın evinde toplanmışlardı. Bir yandan kaçak sigara kağıdına sardıkları tütünü tüttürürlerken, öte yandan da ev sahibi Zöhre (Zehra) Hatunun, mangalın sıcak külünde pişirdiği melengiç (3) kahvesini höpürdeterek içiyorlardı.

     Hem tütün tüttür, hem en hasından melengiç kahvesi iç; lafı döndürüp, dolandır ama bir türlü Zöhre Hatuna, bu ziyaretin nedenini açıklama. Zöhre Hatun baktı ki avratlar sebeb-i ziyaretlerini bir türlü söylemiyorlar, ağa karısı olmanın verdiği ağır başlılıkla ve öz güvenle, tütününden dolu dolu son bir nefes çekip, izmaritini mangalın külüne bastırdı.

    ''Eeee avratlar hoş geldiniz safa geldiniz ama neye geldiniz, bir hacetiniz mi var'' dedi.

     Aslında bu tür ziyaretlere alışıktı Zöhre Hatun. Dara düşenlere yerine göre unu, yağı, bulguru ödünç diye verir ama geri getirirler mi, getirmezler mi, ardını pek aramazdı. Gözü gönlü toktu; ağa karısı olamanın da bir gereğiydi bu... 

     Daha 16'sındayken o zamanlar henüz ağa sıfatını almamış olan Hava'nın oğlu Durmuş'a varmış, erinden bir hayli uzun, yaman, eline ayağına çabuk bir yörük kızıydı. İki ölü doğumdan sonra erine ardı ardına  iki erkek çocuk vermişti. Daha ne olsundu! Köylük yerde, araya hiç kaşık düşmanı (4) katmadan ardı ardına iki oğlan doğurmak her avradın karı değildi doğrusu...

     Kadınlardan adı Hürü olan lafa girdi
    ''Zöhre Hatun'' dedi. Güzün esen poyrazın da etkisiyle olacak, kuruyan boğazını hafifçe öksürüp temizledikten sonra. 'Bu sene  Allaha şükür çok iyi başak(5) ettik. Başak ettiğimiz kütlüyü olsun, küncüyü (susam) olsun bakkal Mus'ta efendiye sattık''.
     Zöhre Hatun ''her hal borçlarını ödeyecekler'' diye düşünmeye kalmadan Hürü devam etti.

    ''Başağın parasıynan şeerden çul çaput alalım diyok.''
      Baktı ki, avratların geliş niyetleri borç ödemek değil, üstünde durmadı.
    '' Eee !''

 dedi sustu Zöhre Hatun; lafın ardının bir an önce gelmesini bekleyerek...
    ''Eee'si biz avratlar seninynen  şeere barabar gidelim diyok. Biz şeerde yol iz, pazarlık mazarlık  neyim bilmeyiz. Elimizden dut götür. Durmuş Ağanın tanışları neyim vardır.''
     Hürü'nün, kendisinin değil de şehirde erinin tanıdıklarının olduğundan söz etmesi canını sıkmıştı, sıkmasına ama renk vermedi. Allahtan Hürü lafın ucunun nereye gideceğini tahmin edecek kadar akıllı bir kadındı.
    ''Tabi ki senin de  tanıdıkların vardır’' dedi de Zöhre Hatun rahatladı.
                                                          ***
     Akşam üstü, şehirden gelen Durmuş Ağa’ya, kızgın külde kaçak kahveden pişirdiği bol köpüklüyü verirken, köyün kadınlarının ziyaretinden söz etti.
     Durmuş ağa,
     ''Ben yarın şeere  erden gidecem, siz zabah tirenine yetişin. Benim çırak sizi istesyonda karşılayıp,  adaşımın düvenine götürür. Selamımı söyleyin, o size malı fiyatlı (ucuz) verir, işiniz biter bitmez de dönün... Çırak sizi istesyona götürüp tirene bindirir. Köyün durağını da gaçırmayın haa !'' dedi, başka da bir şey demedi. Durmuş Ağa, bol köpüklü kahvesini yudumlarken, akşamın serinliğinde, evin önünde, toz toprak içinde oynayan oğullarını belli belirsiz bir gülümsemeyle izlemeye koyuldu.

                                                           ***
     Köyle  durağın arası yaklaşık bir buçuk kilometre kadardı. Önde Zöhre Hatun iri adımlarla yürüyor, ardında bir gün önce evinde ağırladığı üç kadın, telaş içinde; oflaya puflaya ona yetişmeye çalışıyorlardı.
     Köyün, eski bir vagondan bozma durağından bindikleri tren, yaklaşık 30 dakika sonra kentin ana istasyonuna ulaştı. Önce Zöhre Hatun indi trenden, ardından ötekiler....
     İstasyon kalabalıktı, Çukurda (6) işi biten, çoğu Urum'dan gelmiş ırgatlar, mafraçlarının (7) üstüne oturmuş, kendilerini memleketlerine götürecek treni bekliyorlardı. Zöhre Hatun, peronda, neredeyse iğne atacak yer bırakmayan bu hurç ve insan kalabalığının arasından, alışkın adımlarla yeldirmesini savurarak geçti. Ötekiler, şehir yerde kaybolma korkusu ile olacak, ana kazı izleyen palazlar gibi, sırayla Zöhre Hatun’u izlediler.
     Zöhre Hatun, peronun merdivenlerinden, istasyonun giriş kapısına, oradan  da garın önündeki kerusoların (8) beklediği meydana doğru yürüdü, ardından da kadınlar...
     Çırak onları sıra başındaki kerusonun yanında bekliyordu. Önce Zöhre Hatun kuruldu arka koltuğa, ardından da ötekiler. Çıraksa; arabacının yanına geçti. Arabacı, boşlukta bir kaç kez kırbaç şaklattı, ardından da usulünden bir'' deeeh oğlum!'' çekti. Atlar, ağır yüklerini yüksünmeden, istasyonu kente bağlayan tozlu yoldan tırısa kalktılar.
                                                    ***
     Durmuş Ağa'nın hem adaşı, hem de  arkadaşı olan mağaza sahibi Durmuş Efendi, gelenleri güler yüzle karşılayıp, yer gösterdi.

'Birer yorgunluk kahvesi içip içmeyeceklerini' sordu. Hemen ardından,
    '' Vakıt er ama isterseniz, kıyma(10) da söyleyebilirim; açsanız ?''
     Üç kadın, eğreti oturdukları halı kaplı kerevitten göz ucuyla, eski ama hala sapasağlam  deri kaplı maroken koltuğa buyur edilen Zöhre Hatun' baktılar. O, gördüğü konukseverlikten memnun,
    ''Önce gayfe olsun Durmuş Efendi gardaşım, gıyma işine soo'na bakarık.''

     Durmuş Efendi çırağına, kendisi için sade, Zöhre Hatun ve öteki kadınlar için şekerli kahve söyledi.
    Kahveler geldi...
     Durmuş Efendi önce Zöhre Hatuna, sonrasında da kadınlara sigara tutu.
     Zöhre Hatun uzatılan gümüş sigara tabakasından bir sigara aldı, kadınlar ise, el adamından utanıp, almadılar.
     Çırak Zöhre Hatunun sigarasını yaktı.
     Kadınlar hayretle birbirlerinin yüzüne bakıp, dudak büktüler.
     Önce Zöhre Hatun, sonra Durmuş Efendi, ardından da kadınlar kahvelerinden birer yudum aldılar. Gerçek kahveyi ilk kez tadan üç kadın, birbirlerinin yüzlerine bakıp, bir kez daha dudak büktüler. Ama bu kez yüzlerinde memnuniyet ifadesi vardı...

                                                               ***
     Kahve faslı bittikten sonra Durmuş Efendi tezgahın arkasına geçip, raftaki kumaşları indirirmeye başladı.
    ''Bu Bursa, bu İstanbul, bu yeni geldi İzmir'den. Bakın bu da İngiliz...''

     Kadınlar, her topun açılışında, önce kumaşa, daha sonra da Zöhre Hatun’a bakıp, onun başıyla yaptığı onayı aldıktan sonra beğendikleri kumaş topunu tezgahın bir köşesine ayırtıp, bir diğerine bakıyorlardı.

     Kumaşlar seçilmiş, iş pazarlığa, kalmıştı. Kadınlar ''hadi sıra sende'' dercesine Zöhre Hatuna baktılar. Zöhre Hatun, yerinden doğrulup, kumaşların serili olduğu tezgaha yanaştı.
     Seçili toplardan birinini gösterip;
     ''Bu çiçekli  naa'dar Durmuş Efendi gardaşım?''
      Kadınlar neredeyse soluklarını tutmuş, az sonra başlayacak olan pazarlığı bekliyorlardı.
      Durmuş Efendi,
     ''Bacılar çok güzel bir kumaş beğendiler. Bursa'dan düneen (11) geldi''
     ''!...''
     ''Sizin için arşını(12) 1 mecidiye olur''.
      Zöhre Hatun, küçücük gözlerini belertip (13),
     ''Nee! Gurban ederim de o parayı vermem. ''
     ''O da adaşımın hatırına.''
     ''Valla da vermem, tillahi de vermem.''
     ‘’Zöhre bacı, bir mecidiye iyidir, siz yabancı değilsiniz.''
      Zöhre Hatun bu fiyata karşılık kendisinin de bir fiyat vermesi gerektiğinin farkına varıp, bir süre düşündü;
     ''Anca  iki mecidiye veririm. O da senin hatırına. '' 
     Derin bir nefes aldı mağaza sahibi. Zöhre Hatun, bu ''derin nefes alıştan'',    Durmuş Efendi’nin artık pes edeceğini anlamıştı.
     ''İki mecidiye'' deyip kestirip attı.
     Kadınlar, Zöhre Hatunun iki mecidiyede diretmesini, bir birlerine baş sallayarak hayranlıkla izliyorlardı.

     Hürü, yanındaki Zeyneb'in kulağına  eğilip,
    '' İyi ki Zöhre Hatunla gelmişiz gız. Baksana çatır çatır bazarlık ediyor.''
    Zöhre Hatun,
    '' Bak Durmuş Efendi gardaşım! Ya benim dediğim olur ya da bizim herife söyler, seniynen selamı sabahı kestiririm. Bi daha da buraya adım atmaz''. 
     Durmuş Efendi Zöhre Hatun'un hesap, kitap bilmediğini anlayınca, uzatmadı.
    ''Peki'' dedi.'' Senin dediğin olsun Zöhre bacı.''
     Zöhre Hatun,  zafer kazanmış bir komutan edasıyla  kadınlara dönüp,
     ''Seninki hangısıydı  gız Zeynep?''
     Zöhre Hatun kadınların beğendiği öteki kumaşlar için de aynı pazarlığı yaptı.

    Mağazanın bir köşesinde kurulan sofrada  Durmuş Efendi’nin ısmarladığı, birer buçuk kıymayı  yerlerken, kadınların Zöhre Hatuna duydukları hayranlık ve saygı bir kat daha artmıştı.

                                                          ***
     Gün batmadan, Durmuş Ağa eve geldi. Terli atın üstünden önce eğeri, sonra da bellemeyi alıp, atı ahıra götürdü. Eve girip halı kaplı sedire oturduğunda bol köpüklü sade kahvesi hazırdı. Bir sigara yaktı, sıcak külde pişmiş kahvesinden bir yudum almıştı ki, hemen yanı başında oturan Zöhre hatun,
     ''Heriiif heriiif ! Bir de avradını heç beğenmen. '' 
     ''Noo'ldu'' dedi Durmuş Ağa, karısının yüzüne bakmadan.
     ''Noo'ldusu  var mı? Biliyon, bö'ön (13) avratlarla Durmuş Efend’inin düvenine (14) gittik, çul çaput almaya''
    ''!''
    '' Çatır çatır bazarlık ettim Durmuş Eendiynen.''
    ''!''
    '' O bir mecidiye dedi ben, iki dedim. O bir dedi, ben iki dedim. İnat da bir murat yani.''
    ''Eee !''
    ''Eee'si benim dediğim oldu.'' 

    Durmuş Ağanın bu tuhaf pazarlıktan haberi vardı. Durmuş Efendi kadınları yolculadıktan sonra, adaşına gidip, durumu anlatmış, kimden fazla para aldıysa hesaplayıp, fazladan ödenen parayı, ağzını farklı renkli iplerle bağladığı üç ayrı keseye koyup, kadınlara verilmek üzere Durmuş Ağa'ya teslim etmişti.
Sinirlenince kekelemeye başlayan Durmuş Ağa,

     '' Se sse senin de, süla  süla lenin de, yaptığın bazarlığın da'' diye başlayıp, ''sana ii  inanıp peşine takılanların da taa...'' diye bitirdi.''.
     '' ! ''
     Elini şalvarının cebine sokarak, ağzı üç ayrı renkte  iplerle bağlanmış para keselerini çıkarıp, Zöhre Hatun'un önüne attı.
     '' Al bu pa pa paraları sa sa sahaplarına geri ver. Gırmızı Hü hürü rü'nün, Mavı Zeynep ba ba bacının, öte öte ötekini de Fikriye'ye ver.''
     Zöhre Hatun, yaptığı ''çatır- çatır pazarlıktan'' ötürü övgü  beklerken, sövgü ile karşılaşmanın şaşkınlığı ile keseleri alıp sessizce odadan ayrıldı.

                                                       ***
     Ertesi gün Zöhre Hatun, keseleri rengine göre ayırıp, kadınlara verirken, onlara ne dedi bilinmiyor. Ama aradan yıllar geçmiş olmasına karşın, köyde bir alış veriş sözü geçti mi, söz döner dolaşır Zöhre Hatun'a gelir,
    ''Bazarlıkta Zöhre Hatun’un eline kimse su dökemez bacım, dehşet bazarlık yapar, üste para bilem alır'' denirdi.

Mart 2018
--------------------------------------------

(1)Kütlü:Çiğidi alınmamış pamuk.
(2)Hacet: İhtiyaç, gerekli olan şey.

(3)Melengiç: Yabani fıstık.

(4) Kaşık Düşmanı: Kız çocuğu, kadın
(5) Başak- Başak etmek: Genelde pamuk tarlasında, tarla sahibinin toplattığı pamuktan sonra, tarlada kalan pamuk. Bu pamuklar ihtiyaç sahipleri tarafından toplanır. Buna da başak etmek denir.Bunun için tarla sahibine bir bedel ödenmez.
(6)Çukur: Çukurova.
(7)Mafraç: hurç, denk.
(8)Keruso:Fayton.
(9) Kıyma: Adana kebabının yerel adı.
(10)Düneen: Dün.
(11 Arşın: yaklaşık 75 Cm. Uzunluğunda ölçü birimi.

(12)Belertmek: Bir kızgınlık ifadesi olarak, gözlerini çokça açıp, akını ortaya çıkarmak.
(13) Bö'ön: Bu gün.

(14)Düven:Dükkan, mağaza