20 Haziran 2018 Çarşamba

İlk İmza



İlk İmza

Anneannem, İsmet İnönü'nün ''çarıklı erkan-ı harp'' tanımına tıpa tıp uyan, devlet daireleri de dahil, işinin düştüğü hemen her yere çekinmeden girip, çıkan ve sorunu neyse onu kolaylıkla halleden biriydi. Mahallede altın dişi ilk yaptıran olduğu için uzun süre ''altın dişli Eminanım olarak anıldı. Daha sonra yaş kemale erince gözlük takması gerekti. Gözlüğü takınca da altın dişi unutulup, ''gözlüklü Eminanım teyze'' oluverdi. 8 çocuğu vardı. Çocuklarının  çoğu gurbette olduğu için onlarla ilişki kurmanın, onlardan haber alıp, onlara haber vermenin en iyi yolu mektuplaşmaktı. Gel gelelim anneannemin okuma yazması yoktu. Mektuplarını genelde komşu çocuklarına, zaman zaman da torunlarına yazdırırdı; en çok da bana... Ben hem mektup yazdığım için para almaz, hem de söylediği her cümleyi, özetlemeden yazar, yazdırdığı her satırı, sabırla bir kez daha okur, kaldığım yerden yazmaya devam ederdim. Çocuklarından gelen mektupları özenle saklar, beni her gördüğünde yeniden okuturdu.
İmza yerine mühür kullanırdı. Bir keresinde ziyaretine gittiğimde,
     ''Yaşar artık mühür kullanmayacağım, imza atmayı öğrendim.''
     ''Kim öğretti anneanne?''.
     ''Aslan'' dedi.''Allah ondan razı olsun.''
     ''At bakalım , ben de göreyim.''
Attı. Onu çocuklar gibi sevindiren imzası; adının baş harfi ve soyadından oluşuyordu. Adının baş harfin den sonra virgüle benzeyen bir nokta vardı.
     ''Nasıl ''dedi. 
     ''Çok güzel olmuş.''
İlk imzasını attığında yaşı elliyi geçmişti. Artık mühür taşımayacağı için çok mutluydu.
Daha sonra, anneanneme imza atmasının öğreten kuzenim Aslanla konuştuğumda,
     ''Abi bir gün uğraştım, imza atmasını öğretmek için ''dedi. 
En çok soyadını yazarken zorlanmış.
Sağdan, soldan konuşurken, önce açık olan kapıya baktı, gelen giden olmadığından emin olduktan sonra,
     ''Sana bir şey anlatacağım ama, kimseye söyleme ''dedi.
     ''Söylemem.''
     ''Yemin et!'' 
Yalancıktan sitem ettim.
     ''Anneanne ben yemin sevmem, bana güvenmiyorsan anlatma.'' 
Eee ben en büyük torunu; ilk göz ağrısıyım. Üstelik mektup yazınca para da almıyor, aynı mektubu bıkıp usanmadan defalarca okuyorum.
Anlattı.
    ''Dün deel evveli gün anama gitmek için evden çıktım.Tam kasapların oraya varmıştım ki; kaldırımın üstünde iki adamın tartıştığını gördüm. Biri Arap kıyafetli; sünnet elbisesi gibi bembeyaz bir fistan giymiş, başında kırmızı desenli bir keyfe (keffiye)... Tartıştığı adam da bir Türk .
Merak edip yanlarına vardım
    ''Oğlum niye kavga ediyorsunuz, derdiniz ne?'' Türk olanı:
    ''Ana bu adamda çok kıymetli bir saat var. Değeri; havada 1000 lira eder. Önce 100 liraya pazarlık ettik, ama sonra satmaktan caydı.''
    ''Arab'ın elinde tuttuğu saate baktım çok güzel, cicili bicili, kulağıma götürdüm tıkır tıkır çalışıyor.'' Araba döndüm,
    ''Niye bu saati adama satmaktan vazgeçtin oğlum?''
    ''Ben onu hiç sevmedi, çok yalan, ben güvenmiyor ona.'' Türk olan,
    ''Ana bu herif çok inat; Arap inadı var. Bana satmıyor. Bu saati sen al, ben senden 150'ye hemen alırım. 
Düşündüm. 1000 liralık saat 100 lira. Hemen satsam 50 lira karım olacak.'' Benim daldığımı fark eden Arap,
    ''Ya umm! (ey anne) ben seni şok sevdi. Ben sana satar. Fakkatt bu adama mahfiş!(1)''.
Adam,
     ''Ana kaçırma hemen al, 150 liran bende hazır...''
    ''Çantamdan iki ellilik çıkarıp, Arab'a verdim. Arap, önce saati verdi, sonra da  sağı solu kolaçan ettikten sonra parayı alıp, yanımızdan ayrıldı. Saati hemen çantama koydum.
Türk olan
    '' Ana senin 150 liran hazır, ver onu bana.''
    '' Oğlum benim anlımda enayimi yazıyor. 1000 liralık saati sana neden 150 liraya vereyim. Mıstafam'a vereceğim onu.'' Adam üstelemedi,
    'Eeee ! hayrını görsün, ona kısmetmiş.''
Oradan hızla uzaklaşıp, Döşeme mahallesinde oturan anama gittim.
Hoş beşten sonra olanları anama anlattım.
    ''Kız sende hiç akıl yok mu, belki saat sahtedir, bir saatçıya gösterseydin bari. Kim kime 1000 liralık saati 100 liraya verir ki?''
İçime bir kurt düştü, toparlanıp, alalacele anamın yanından ayrıldım. Eski istasyon tarafında gördüğüm ilk saatçıya saati gösterdim.
    ''Teyzeciğim bu saat tel maşa; değeri 8-10 lira anca eder. Kilis'te bunları kilo ile satıyorlar'' der demez, doğru Vilayet'in yanındaki Emniyet Müdürlüğü'nde soluğu aldım.
Kapıdaki polise derdimi anlattım.
Beni bir komiserin yanına aldılar, komiser çay ısmarladı. Ben çayımı içerken,
polislerden birini odasına çağırıp, ona bir ki isim verdi.
    ''Onlardan kimi bulursan kap gel, bu onların usulü; Arap satıcı, Türk alıcı; bunu hep yaparlar...'' 
Bana döndü,
    ''Anacığım merak etme paranı alırız onlardan..'
Yarım saat kadar bekledim komiserin odasında.
Kapı çalındı, az önceki polis, yanında bir adamla içeri girdi.
   ''Sana saati satanlardan biri muydu teyze?'' 
   '' Buydu.''
Adam şaşkın. Aşağıdan yukarı, yukarıdan aşağı beni süzüyor, ben yüzüne bakmamaya çalışıyorum..
   ''Utanmıyor musun yaşlı, başlı kadını dolandırmaya lan!'' dedi komiser.
   ''Valla komiserim ben bu kadını tanımıyorum, ilk defa görüyorum.
Komiser bana döndü
   ''Emin misin teyze bu olduğundan? Adam tanımıyorum diyor.''
   ''Eminim, bu Türk olanı; benden saati 150 liraya almak isteyen...''
Komiser üsteledi, adam olmazlandı, komiser sıkıştırdı adam ben yapmadım dedi. Baktı ki iş sarpa sarıyor, sonunda Arab'ın benden aldığı 100 lirayı ödedi.''
Saati komiser aldı, 
   ''Zabıt tutun, teyze imzalasın, saati de emanete alın.''
   ''Anneanne, karakola getirdikleri adam seni dolandıranlardan biri miydi gerçekten?''
   Kulağıma eğilip, fısıldar gibi,
   ''Yok yavrum değildi.'' 
   ''Neden oydu dedin peki?''
   ''Adamın işi buymuş. Hali Ali, ha Veli, muhakkak benim gibi birini dolandırmıştır bu. Zaten komiser de dedi, bunların işi oymuş. O yüzden gönlüm rahat. Üstelik o demeseydim, büyük baban da duysaydı, ben ne yapardım o zaman.
   (...)
   '' Hem sana bi'şey diyeyim mi?''
   (...?)
   ''Parayı kurtardım kurtarmasına da, en çok neye sevindim biliyon mu?'
   ''Neye ?''
   ''İlk imzamı attım o gün, mühürümü kullanmadım.''
Dudaklarında hınzırca bir gülümseme, gözleri pırıl pırıldı.
-----

1-Mahfiş:Yok anlamında.


6 Haziran 2018 Çarşamba

Girit





GİRİT

Yıllardır görmeyi arzu ettiğim bir adaydı Girit. Ancak, İstanbul'dan oraya gitmek biraz zahmetliydi. Ya İstanbul'dan Atina'ya uçup, aktarma yaptıktan sonra Girit'e gidecektim, ya da  Midilli'ye deniz yoluyla geçip, oradan Girit'e uçacaktım. Bu rota benim Girit'e gitmemi uzun yıllar engelledi.

Bir kaç ay önce, tur firmalarını incelerken, İstanbul'dan Girit'e doğrudan uçak seferi olduğunu fark ettim. Artık aktarmasız uçabilirdim...
Girit- Kissamos  Elefonisi Yolu


Girit'in Tarihi
Girit Boğası
Türk tarihinde önemli bir yer tutan Girit'in kadim tarihine kısaca bir göz atmadan Girit'i tanımanın olanaksız olduğunu düşünüyorum

Girit Kıbrıs adasından sonra Akdeniz'in ikinci büyük adasıdır. 

Doğudan batıya 260, güneyden kuzeye yaklaşık 50 kilometre olan Girit, Ege Denizi'nin Akdeniz ile sarmaş dolaş olduğu bir noktada, bu denizlere giriş ve çıkışı denetleyecek konumda olması nedeniyle, tarihi boyunca, özellikle Akdeniz'e komşu olan ülkelerin ilgi odağı ola gelmiştir.

Girit'in ilk sakinlerinin  İsa'dan  yaklaşık 4000 yıl önce  Anadolu'dan gelen göçmenler olduğu sanılmaktadır. Sonrasında Girit, Yunanistan'dan gelen önce Dorlar, ardından da Aka'ların istilasına uğramıştır.'' Yeter ki balın olsun , sineği Bağdat'dan gelir '' sözünü doğrularcasına Roma'lıların, onlar gidince Roma'nın mirasçısı olan Bizans'ın egemenliğini kabul eden Girit'in yeni davetsiz misafirleri Araplar olmuştur. 826 yılında başlayan Arap istilası çok kısa sürmüş, Arap'ların yerine bir kez daha adayı ele geçiren Bizans ise; yokluktan olacak,1204 yılında Girit'i Venedik'lilere satmış.Yaklaşık 440 yıl süren Venedik egemenliği Girit'in en kanlı, en karmaşık dönemi olarak bilinmektedir. Bu süreçte, artan vergilere ve baskıcı düzene karşı halk bir kaç kez ayaklanmış ancak bu ayaklanmaların tümü Venedik tarafından kanlı bir şekilde bastırılmıştır.
Knossos Sarayı
Osmanlı'nın Girit'e ilgisi 15.yy'ın sonlarında başlamış, 1645 yılında başlayan Girit savaşı, 1669 yılında Girit'in tümüyle Osmanlı egemenliğine girmesiyle son bulmuştur. 1827 yılında Yunanistan'ın devlet olarak tarih sahnesinde yerini almasından sonra Girit'te Osmanlıya karşı kalkışmalar olmuş, yıllar süren bu kargaşa sonucunda Osmanlı, 1897 yılında özerk olan  Girit'e Hristiyan bir vali atamak zorunda kalmış ve nihayetinde 1913 yılında Girit tümüyle Osmanlı egemenliğinden çıkmıştır.

Heraklion-Kandiye
Oğlum ve ben, adaya bir tur aracılığı ile gitmemize karşın, hem dilediğimizce gezip, istediğimiz yerde durmak, hem de tur paketlerinin pahalı olması nedeniyle; hava alanından bir araba kiralayıp, Girit'i baba oğul-kutsal ruh yok- gezmeye karar verdik.İlk durağımız adanın en büyük, Yunanistan'ın ise 4. büyük kenti olan yaklaşık 175 bin kişilik nüfusu olan Heraklion'du ( Kandiye).
Venedik Kalesi




Sahil yolunda ilerlerken tüm tur programlarında'' kesinlikle ziyaret edilmeli'' notu bulunan Venedik Kalesi Heraklion'da ziyaret ettiğimiz ilk tarihsel yapıydı. İç limanı çevreleyen, bu gün yürüyüş ve bisiklet yolu olarak da kullanılan, uzunca bir mendireğe sahip kale (koules), yüz yıllardır duvarlarını yalayan Akdeniz'in hırçın dalgalarına karşın hala sapasağlam ayakta... Heraklion'un Osmanlıya 25 yıl direnmesinde önemli rolü olan kalenin dışı gibi içi de görülmeye değer güzellikte. Kaleye girişin hediyesi 2€. Çocuklar içinse bunun yarısı...

Kale İçi

Kaleden ayrıldıktan sonra kentin kalbine doğru yürümeye başladık. yaklaşık 10 dakikalık yürüyüşten sonra, bir uygarlığı a'dan z'ye kadar gözler önüne seren özgün müzelerinden olan ve Girit'de İ.Ö. 3000 ile 1450 yılları arasında hüküm süren Minos Krallığı döneminden kalan yapıtların sergilendiği arkeoloji müzesine geldik.

Müzede özellikle pişirilmiş topraktan yapılan çanak çömlekten tutun da, gene aynı malzemeden yapılmış lahitlere kadar değişik yapıtlar sergileniyor. Altından yapılmış takılar, bronzdan yapılmış savaş gereçleri ve yontular...

Müzeyi gezerken dikkatimi pişmiş topraktan ve bronzdan yapılmış boğa başı yontuları çekti. Sordum, soruşturdum ve öyküsünü öğrendim.

Minos, Girit tahtına çıkmak isteyince  kardeşleri ile kavgaya tutuşmuş ve tanrılar benim kral olmamı istiyor deyip, deniz tanrısı Poseidon'dan yardım istemiş.  Poseidon da, daha sonra kendisine kurban edilmek koşuluyla denizden bir ak boğa çıkarmış. Minos boğayı almış, tahta oturmuş ama hayvanı tanrıya kurban etmeyi unutmuş, güzelim ak boğayı sürülerinin arasına damızlık olarak göndermiş.
Arkeoloji Müzesi- Pişmiş Topraktan Lahitler
Minos'un boğayı kurban etmeyişine bozulan Poseidon,''sen benimle dalgamı geçiyorsun kikirik?'' deyip,boğayı kudurtmuş. Kuduran boğa sağa sola saldırmaya başlayınca; Minos, o sırada Girit'te turist olarak bulunan Herakles'den (Herkül) yardım istemiş. Herakles de tatilini yarıda kesip boğayı öldürmüş. Herkül'ün bu işten para alıp almadığı konusunda bir fikrim yok. Aslına bakarsanız Girit boğasını öldürmek Herkül'ün 7 görevinden biri olmasına karşın, kendisi yarı tanrı olduğu için insan tarafı ağır basmış ve ''ben paramı bilirim arkadaş'' demiş olabilir. Neyse ben öyküye döneyim:
 Boğa ölünce nasıl olmuşsa olmuş, kralın karısı boğaya aşık olmuş, onunla yatmış, ondan bir oğlu olmuş falan filan...

Arkeoloji Müzesi
Bundan sonrası Brezilya dizisi...

.
Bu müzeye, Girit uygarlığını
tanımak için gitmenizi kesinlikle öneririm.

Müzeye girişin hediyesi 10 €.
Arkeoloji müzesinden sonra  
Knossos'a da gitmek istiyorsanız- ki kesinlikle gidin-, kombine bilet  almanızı öneririm. Hediyesi 16 Euro.  Kombine bilet aldığınızda 4 Euro karınız olur.



Arslanlı Çeşme (Morosini), kentin merkezinde, etrafı kafe ve turistik eşya satan dükkanlarla çevrili küçük bir meydanın ortasında yer alıyor.

Arslanlı Çeşme-Morosini

Çeşmenin adı,çeşmenin üstteki havuzunu omuzlayan dört aslandan geliyor.
Özgürlük Meydanı küçük bir meydan. Eeee! ada meydanı da ancak bu kadar olur. Çevresinde, bir şeyler içip yorgunluk atacağınız kafeler var.

Saint Caterina(İkona Müzesi)

Saint Caterine Kilisesi. Kilise, aynı adlı meydanın bir köşesinde yer alıyor. 16. yüzyılda yapıldığı sanılan ve
İkona Müzesi
Şimdilerde müze olarak kullanılan kiliside geleneksel giysiler,el yazmaları, ikonalar ve duvar resimleri sergileniyor. 


Müzeye girişin hediyesi adam başı 4€. 


Saint Caterina kilisesinin hemen yakınında ise, Agios Minas katedrali bulunuyor.

Adını Herklion'un (Kandiye) koruyucusu sayılan Aziz Menes' den alan katedralin yapımına 1862 yılında başlanmış, Girit'in Osmanlılara karşı başkaldırmasının yarattığı karmaşa nedeniyle ancak 1895 yılında ibadete açılmıştır.
Agios Minas


Giritliler, Herklion'un(Kandiye) koruyucu azizi sayılan Agios Minas'ın adını çocuklarına koymak istemezlermiş. Nedenini araştırınca ilginç bir öykü ile karşılaştım. Girit'de gayri meşru doğan, yani anası belli ama babası genellikle belli olmayan çocuklar, bizde cami kapısına bırakılan çocuklar gibi bu katedralin merdivenlerine gizlice bırakılırmış.

Katedral görevlileri de bu çocukları korumaya alır, adlarını Minas koyarlarmış.
Agios Minas














Bu yüzden gayri meşru olarak bilinmemek için  anası babası belli olan meşru çocuklara Minas adı verilmezmiş. 

Bu öyküyü öğrenince aklıma çocukluk arkadaşım Minas geldi... (?) Yok, yok, olmaz canım...

Agios Titus kilisesi kent merkezine doğru, Venedik Kalesinin kuzeyinde yer alıyor.
 St. Pavlus'un müritlerinden olan ve Girit'in koruyucu olarak kabul edilen Agios Titus adına yapılan bu kilise, Girit Osmanlı egemenliğine girince Camiye dönüştürülmüş ve  Camiye Girit Fatihi Köprülü Fazıl Ahmet Paşanın adı verilmiş. Daha sonra vezir camisi olarak anılan caminin minaresi 1856 depreminde yıkılınca, yerine yeni bir minare yapılmış. İşin İlginç yanı minareyi yapan da Giritli Hristiyan bir mimarmış.
Agia Titus


Daha sonra sonra 1920 yılında ''mübadiller'' Girit'den ayrılıp Türkiye'ye dönünce, minaresi yıkılıp yeniden kilise haline getirilmiş. 

Kiliseye adını veren Agia Titus'un uzmanlık alanı hastalara şifa vermesiymiş.   
Agia Titus
 Knossos 


Girit'de görülmesi gereken yerlerden biri de kesinlikle Knossos'tur.  Heraklion'a yaklaşık 20 dakikalık bir mesafede, kentin güney doğusundaki Karaita vadisinde yer alan Knossos,Girit uygarlığın en  önemli yerleşim merkezlerinden biridir.
Taht Odası-Knossos
İsa'dan önce 2200 yılında kurulan kentin ortasında, o günlerde şimdi bile kalıntılarına hayran olduğumuz bir saray, onun etrafında soyluların konakları ve onların arkasında ise sırasıyla tüccarlar, sanatçılar, gemiciler ve işçilerin konutlarının bulunuyormuş. Bir kaç kez depremle yıkılan kent, onarılıp eski haline getirilmesine karşın varlığını ancak İS 4. yy'la kadar sürdürebilmiştir.
Knossos


1900 yılında başlayan kazılarda kentin büyük bir bölümü gün ışığına çıkarılmıştır. Knossos sarayı, taht odası, tapınaklar ve yiyecek depoları bunlardan bazılarıdır. Saraya giriş için 10 € ödeyeceksiniz. Kombineniz varsa bunun 2 € eksiği... Her ne öderseniz ödeyin, burayı ziyaret edince karşılığını fazlasıyla alacağınızdan kuşkunuz olmasın. 
  
Knossos
Konossos'da, Girit'e ve özellikle Knossos'a özel hediyelikler satın alabileceğiniz dükkanlar var. Fiyatlar, Herklion'a göre daha hesaplı gibi geldi bana


Girit'e gelmemize vesile olan tur firmasının gezilecek yerler programında Archanes köyü de vardı. Heraklion'a dönerken hazır yolumuzun üstünde, uğrayalım dedim. Uğradık da... Ama orada görülecek ilginç bir şey bulamadık.'' Vardı da biz mi fark edemedik'' dedim ama gerçekten görülecek bir şey yoktu. Size önerim köyü işaret den trafik levhasını görünce yolunuzdan sapmayın. 
''Girit'e gelip de görmemek olmaz'' denilen Agios Nikolas' doğru yollanırken, kıyı boyuna tesbih taneleri gibi sıralanmış, irili ufaklı küçük balıkçı köylerinden geçtik. Bu köylerden biri de Plaka idi.
Plaka ve Spinalonga Adası

Plaka, çakıllı kıyısı ile küçük bir balıkçı köyü. Turizm mevsimi henüz açılmamış olacak ki; restoranların çoğu kapalıydı. Açık olanlarda ise köyün yaşlıları oturup sohbet ediyorlardı.
Adanın hemen karşısında içine de büyükçe bir kale bulunan Spinalonga adası yer alıyor. Adaya Plaka'dan ve Elunda'dan tekneyle geçebilirsiniz. Biz adaya gitmedik. Ancak rehberden aldığım bilgiyi buraya aktarayım; belki gideniniz olur. Adada bir kale, bir Ortodoks kilisesi varmış. Yapılar Venedik ve Osmanlı döneminden kalmaymış. Burada yaşayan Türkler tuz ticareti ile uğraşırlarmış. Mübadeleden sonra Türkler adadan ayrılınca burayı cüzzamlılara tahsis etmişler. Kendi yüzlerinin ne halde olduğunu görmemek için, cüzzamlılar adada hiç ayna bulundurmazlarmış. Daha sonra cüzzamlılar bu tecrit nedeniyle isyan etmişler ve adayı siyah bayraklarla donatmışlar. Cüzzam'n tedavisi bulununca ada 1957 yılında boşaltılmış. Şimdi adada bol miktarda ayna ve siyah bayraklar varmış.Öykü bu: İlginizi çekmiştir umarım...

Elaunda Plakaya 8-10 dakikalık bir mesafede. Plaka'dan daha büyük ve bana göre daha güzel. Spinalonga adası ile karşı karşıya. Buradan da adaya turlar var. Adayı ziyaret etmek niyetiniz varsa buradan kalkan teknelerle bu isteğinizi gerçekleştirebilirsiniz.


Resim yazısı ekle
Akşam yemeğimizi, vakit henüz erken de olsa burada yemeye karar verdik. Kıyı boyuna dizilmiş tavernalardan birini seçip, girdik içeri. 
Nereli olduğumuzu sordu garson: Türküz dedik. Bu söz üzerine daha bir içten yaklaştı gibi geldi bana.
Elimizdeki yemek listesinden iki  kişilik Poseidon tabağını seçip, bir de rakı söyledik.
Masaya servis başladı. Gelen yiyeceklerin ardı arkası kesilmiyor. Bırakın 2 kişiyi 4 kişi tıka basa doyar bunlarla...
Öyle de oldu. Yarısı tabakta kaldı yiyeceklerin...
Her ne kadar ''yediğin içtiğin senin olsun birader, bize gördüklerini anlat'' diyenleriniz olsa da bu paylaşımı yapmak zorunda hissettim kendimi. Bakmayın kusura...
Eluanda'dan ayrılıp yola yeniden koyulduğumuzda, varmayı amaçladığımız kent, Girit'in önemli ve doğudaki  görülmesi gerekli en önemli kenti olan Agios Nikolaos'du.

Elaunda


Her iki yanı, yüzlerce yıllık zeytin ağaçları ile donanmış, daracık yolu 7-8 dakikada kat ederek Agios Nikolaos'a vardık. Hava henüz kararmamıştı. Ak ipliği kara iplikten ayıracak kadar aydınlıktı. 


Agios Nikolaos yaklaşık 28 bin kişilik nüfusu ile büyükçe bir kasaba.
Sırtını üç tepeye dayamış,denize dik olarak inen, her iki yanı ağaçlı dar yolları ve Akdeniz'e dar bir kanalla bağlı muhteşem manzaralı bir iç gölü olan güzel bir kıyı kenti.
Agios Nikolaos

 Daha önce buraya gelenlerin anlattıklarına göre Agios Nikolaus, turistlerin yaz kış demeden her mevsimde ilgi gösterdikleri nadir Girit kentlerinden biriymiş.
İç Göl
Biz nisanın sonunda oradaydık. Girit'te gezdiğimiz bir çok yerden çok daha fazla yabancı vardı kentte.

Kentte, özellikle göl kıyısına, bir gerdanlığın taneleri gibi dizilmiş kafe ve tavernalar var. Fiyatlar bana biraz fazla geldi. Alış veriş için ise çok fazla olanak sunan bir yer burası. Kentin hemen yakınlarında Kıtroplaia bölgesinde kumsallar var. Ayrıca Ammos ve Ammoudi kumsalları da halka açık.
Agios Nikolaos'a Tepeden Bakış
Denize Dik İnen dar Sokaklar




Arkadi Manastırı, Girit'in en büyük ve en güzel manastırıymış. Buraya kadar gelmişken, yolu sarp da olsa bu manastırı görmek için Sabahın ilk ışıklarında yola koyulduk. Deniz sağımızda, zeytin ağaçları ile kaplı orman solumuzda... Çok güzel kumsalları olan, küçük ama şirin köylerden geçip, Arkadi Manastırı yazan yol işaretine uyup başladık tırmanmaya. Yol daracık. Çevremiz zeytin ağaçları, meyve bahçeleri ve bağlarla çevrili.
Arkadi Manastırı-Kilise
Kılavuzumuz Yandex. Arabayı Algan kullanıyor... Yandex'e karşın karşın bir kaç kez yolumuzu kaybettik. Bir çok ülkede bir çok manastır gezdim, hemen hepsi kör itin öldüğü yerde konuşlanmışulaşması güç tepelerde. Sebebi ne ola ki? Bu soru için aklımda bir kaç yanıt var ama bende kalsın şimdilik. Kıyıdan ayrıldıktan yaklaşık yarım saat sonra, İda dağının eteklerine kadar uzanan bir düzlükte yer  alan manastıra ulaştık. Manastır gerçekten büyük ve görülmeye değer. Adeta bir kale gibi. Biz erkenci sayıyorduk kendimizi ama bizden erkenciler varmış.
Arkadi Manastırı
Manastırın park yeri ziyaretçilerin arabaları ile doluydu.


Manastırda 100' yakın rahip varmış. Burada görevli rahiplerden başka ayrıca, manastıra ait bağ ve bahçeyle uğraşan, toprağı ekip biçen yani tarımla uğraşan rahipler varmış.

Bilebildiğim kadarıyla Yunanistan Ortodoks Kilisesi, ülkenin en fazla toprağa sahip ve en zengin kurumudur.
Bu bilgimi doğrularcasına Arkadi Manastırı'nın topraklarının, İda dağının eteklerinden, deniz kıyısına kadar uzandığını söyledi, alışveriş ettiğim papaz.


Arkadi Manastırı
Manastırda rahiplerin kaldığı odalar, büyükçe bir kilise, genellikle dinsel objelerin sergilendiği bir müze, zeytinyağı, şarap ve rakı ürettikleri işlikler, bir de şarap fıçılarının saklandığı mahzen var. 
Sırası gelmişken yazayım; manastırda hediyelik eşyaların yanı sıra rahiplerin yaptıkları el işlerinin, ürettikleri şarap, rakı ve zeytin yağının satıldığı bir de satış noktası bulunuyor. 

Şarap 6, rakı (uzo değil) 5 €. Ben  rakı aldım. Türkiye'ye dönünce içmeyi denedim hoşuma gitmedi, bir kere beyazlaşmıyor , üstelik tadı da hoş değil. Öyle rakı mı olur. İlla bir şey alacaksanız şarap alın. Sanırım rakıdan kötü olamaz....
Arkadi Manastırı Resmo'ya yaklaşık 22 km. Ama Resmo'ya varmadan da bir yol var, o yol da yaklaşık 10-12 km. 
Arkadi Manastırı- Kilisenin Arkadan Görünüşü

Arkadi Manastırı bizim tur programlarında yoktu. Yolu dar olduğu için otobüsler çıkarken zorlanır diye olacak sanırım...
Arkadi Manastırı-Müze
Nasılsa siz araba kiraladınız, kolaylıkla gidebilirsiniz. Manastıra giriş 3€.


Eski Kent


Manastırı ve orada olduğum sürece beni sarıp sarmalamaya çalışan mistik duyguları geride bırakıp Resmo' ya (Rethymno) yollandık. 

Kıyıya ulaşınca , denizin turkuaz  mavisi ile kucaklaştık. Tavernalarıyla, küçük kumsalları ile denizle iç içe olan balıkçı köylerinden geçip Resmo'ya ulaştık.

Gazi Hüseyin Paşa Camisi- Şimdilerde Konser Salonu

Resmo, 40 bin nüfusu ile Girit'in 3. büyük kentidir. Kuruluşu antik çağlar kadar uzanmasına karşın, buraya asıl yerleşimin 13. yüzyıldan itibaren yöre çiftçilerinin  Resmo'ya gelmesi ile başladığı söyleniyor. 

İkinci Dünya Savaşında Almanlarca bombalanan kent savaş sonrasında  çok onarım görmüş. 

Resmo'nun bir özelliği de, hem Osmanlı'ya hem de Almanlara karşı direnenlerin bir nevi üssü olmasıymış.
Angel of Our Lady Kilisesi
 

Resmo'da  ilk kez kendimi, Samos gibi, Midilli gibi, Sakız gibi bir Yunan adasında olduğum hissine kaptırdım. Gerçekte de Girit'te bu ana kadar gördüğüm yerler, belki Girit'in büyüklüğünden olacak, bir adadaymışım duygusu vermemişti bana. Ama burası farklı, pencerelerinden begonviller(gelin duvağı) sarkan, gölgeleri birbirine karışmış taş evlerin sıralandığı daracık sokaklarıyla tipik bir ada kasabası... Adada olma  duygusu, eski kentte dolaşırken daha da hissettirdi kendisini.
Resmo Eski Kentte Taş Döşemeli, Gelin Duvakları İle Süslü Tipik Bir Sokak

Kentin en görülesi yeri küçük limanı ve limanın kıyıcığında yer alan tevernalar.. 
Rimondi Çeşmesi 17. yy'da yapılmış. Kentin en eski  eserlerinden biri.  Buraya gelmeden Girit'e dair okuduğum yazılarda, bu çeşmenin musluklarından sular aktığı yazılıydı. Biz oradayken musluklarda suyun damlası yoktu...
Resmo'da' Osmanlı döneminden kalan çok sayıda eser var. 


Bunların başlıcaları; bu gün belediye binası olarak kullanılan yapı, Gazi Hüseyin Paşa Camisi,
evler arasına sıkışmış Valde Sultan Camisi ve şimdilerde Angel of Our Lady adıyla anılıp kiliseye dönüştürülen Angebut Ahmet Paşa camileridir.

Bunlardan Gazi Hüseyin Camisi, müze ve konser salonu olarak kullanılıyor. 

Ben oradayken sanatçılar, akşamki için prova yapıyorlardı.
Resmo'nun önemli ziyaret yerlerinden biri de 1571 yılında yapılan Venedik Kalesidir. Kale hem kente, hem de limana hakim bir tepede kurulmuş. Osmanlılar kaleyi 1646 yılında ele geçirmişler.
Rimondi Çeşmesi
İçinde Osmanlılardan kalan, bu gün ibadete açık olmayan bir de cami var. Kaleye girişin hediyesi 4€ Benim gibi 60'ını geçenler için 3€.  Züğürt tesellisi gibi gelebilir ama  yaşlı olmanın iyi yanı da bu..
Kaleden Resmo
.


Venedik Kalesi ve Cami
Venedik Limanı ve Feneri

Resmo, Osmanlı dönemde devrin önde gelen Türklerinin oturduğu bir kentmiş.

Eski kentte tipik Osmanlı mimarisi ile yapılmış cumbalı evleri görmek ilginç. 

Ancak Osmanlı egemenliğindeyken bir Türk kenti kimliğinde olan Resmo'da,1924 mübadelesinden sonra burada birkaç eserden başka şimdilerde Türk izi kalmamış, tabi beni ve  oğlumu saymazsak...
Kaleden Resmo


Eski kentte her türlü hediyelik eşya bulacağınız irili ufaklı dükkanlar, sokak aralarına serpiştirilmiş deniz ürünleri ağırlıklı tavernalar var.
Resmo'da Tavernaların Bulunduğu Tipik Bir Sokak
Biz bunlardan To Pigadi'de yedik öğle yemeğimizi. Algan'ın önceden belirlediği Avli, saat 17.00'den önce servis yapmadığı için orada yiyemedik. Ama To Pigadi'de yediklerimiz lezzetliydi. Deniz ürünlerini çok değişik yapıyorlar. Fiyatı uygun, buraya özgü, şişeleri porselen kapaklı yerel biraları da nefisti.
To Pigadi

Resmo, şu ana kadar Girit'te gördüğüm hiçbir yerle kıyaslanmayacak kadar canlı ve hareketliydi.
Girit seyahatiniz'de Resmo'yu kesinlikle '' görülecek yerler listenize'' alın. Hatta burada bir gece de geçirebilirsiniz. Pişman olmayacaksınız.

Hanya
Hanya, 65 bin kişilik nüfusu ile Girit'in 2. büyük kentidir. Yaklaşık 5 bin yıldır hiç terk edilmeden sürekli bir yerleşim yeri olan Hanya, Venedik, Bizans ve Osmanlı mimarisinin bu gün hala ayakta kalan eserlerine ev sahipliği yapıyor. Çevresinde antik Minos Uygarlığının kalıntıları ile Hanya'da 16ve 17. yy.'dan kalma taş evler, sizi bir anda buradan alıp, geçmişe bir zaman yolculuğuna çıkarıyor adeta... Hanya 1204 yılında Venedik'lilerin egemenliğine giriyor. Yaklaşık 440 yıl süren bu işgal Osmanlıların Hanya'yı ele geçirmesi ile son buluyor. Osmanlı işgalinden sonra Hanya'nın öyküsü, yukarıda Girit'e ilişkin bilgi verirken kısaca anlattığım gibi gelişiyor.
Venedik Limanı

Venedik Limanı, Ak Denize bakan yanı, ucunda bir fener olan mendirekle çevrili küçük bir iç liman. Limanın kente bakan yanında hoşça zaman geçireceğiniz tavernalar var. Bunlardan birine oturup, yeyip içerken, limanı çevreleyen o güzelim evleri sindire sindire izlersiniz. Burası nedense bana Kopenhag'daki Nyhavn'ı anımsattı...

Mısır Feneri
Mendireğin denize açılan kapısında yükselen ve bu gün Mısır Feneri diye anılan 21 metre yüksekliğindeki feneri aslında Venedik'liler yapmış.


800'lü yılların başında, Osmanlının buraya atadığı Mısırlı vali, feneri onarınca adı Mısır Feneri oluvermiş. 

Limanın bir yanında ise Osmanlı döneminden kalan minaresiz bir cami var. 
Camiyi Küçük Hasan Paşa yaptırmış. Yalı camisi olarak da biliniyor.

Zaman içinde camini minaresi yıkılmış. Şimdilerde sergi evi olarak kullanılıyor.
Agios Nikolaos Kilisesi- Hünkar Camisi


Hanya'yı dolaşırken Splandzia meydanında, dikkatimi, kilise-cami karışımı acaip bir yapı çekti.
Bir çok ülke gezdim; camiden kiliseye, kiliseden camiye ya da sinagogdan kiliseye çevrilen bir çok yapı gördüm.
Ama hem minaresi, hem de çan kulesi olan bir ibadethaneyi ilk kez görüyorum. 
Yapının öyküsü ilginç: Osmalılar Hanya'yı ele geçirince Agios Nikolaos kilisesini camiye dönüştürürken, çan kulesine dokunmayıp hemen yanı başına bir de minare dikmişler. Osmanlı işgali ortadan kalkınca Hanya'lılar, ''onlar burayı camiye dönüştürürken çan kulemize dokunmadılar. İbadet özgürlüğünde biz onlardan geri kalmayız. Biz de minareyi yıkmayalım'' diyerek minareyi yıkmamış olabilirler. 
Her ne sebeple olursa olsun bu minareli ve çan kuleli kilise, dünyada  eşinin tek örneği olabilir.
Trimatiri Kilisesi


Venedik Limanı ve Yeniçeri Camisi
Trimatiri- Üç Şehitler Kilisesi. Osmanlılar Hanya'yı ele geçirince bu kiliseyi sabun fabrikasına dönüştürmüşler. Bir gün Osmanlı Paşası Mustafa ve oğlu bir kuyuya düşmüş ve onları söylentiye göre papazlar kurtarmış. Bunun üzerine Paşa sabun fabrikasına dönüştürdüğü kiliseyi yeniden Ortodoks din adamlarına kilise olarak kullanmaları için geri vermiş.


Hanya'da Bir Sokak



Old Town



















Hanya'da görülmesi gerekli yerlerden biri de önce kilise, sora cami ve 1960'lı yılların başında arkeoloji müzesi olarak kullanılan bina. Ne yazık ki gelmeden önce hakkında güzel şeyler okuduğum müzeyi o gün kapalı olduğu için gezemedik. Belki bir daha ki sefere.

Küçük limanı, limanın kıyısına gerdanlık gibi dizilmiş kafeleri, limana dik inen daracık sokakları, ziyaretçilere sunduğu zengin mutfağı ve tarihsel yapıları ile kimilerince doğunun Venediği olarak tanımlanan Hanya, kesinlikle görülecek, hatta zamanınıza bağlı olarak en az bir gece kalınabilecek bir kent.
Agia Triada
 

Hanya'ya kadar gelmişken, Hanya'ya 15-20 km mesafede, Hanya'nın sırtını dayadığı dağlarda bulunan iki manastırı ziyaret etmemek olmazdı. Ziyaret ettiğimiz ilk manastır, Agia Trida idi. Manastır 1612 yılında Venedik'li rahipler tarafından kurulmuş.1821 yılında çıkan Yunan isyanının buralara sıçraması sonucu manastır, Osmanlılar tarafından yakılıp yıkılmış. Ancak 19 yüzyılın sonlarında onarılan manastırda rahipler, rakı, şarap ve zeytin yağı üretiyorlarmış.

Guverneto Manastırı

Guverneto manastırı ise Agia Trida manastırına araba ile yaklaşık 15 dakika mesafede. Yollar o kadar dar ve kıvrımlı ki, bir ara vazgeçip dönmeyi bile düşündüm. Bu gün hala faal olan manastırda 6 rahip varmış.
Manastır, Girit'n en eski manastırlarından biri. 1537 yılında faaliyete geçmiş ve Meryem Ana'ya adanmış. 
1821 isyanında Osmanlılar tarafından tahrip edilen manastır daha sonra onarılarak yeniden hizmete açılmış.
Agia Trida'nın aksine büyükçe bir bahçenin içinde. Manastırın dış kapısından manastıra,  her iki yanı ağaçlı ve çiçekli bir yoldan ulaşıyorsunuz. Manastırda bulunan rahibin akşam duasını bitirmesini bekleyip, biraz sohbet ettim. 
'Eskiden burada 40 rahip yaşardı. Şimdi ise sayımız 6'ya düştü. Gençler bu günlerde artık dine önem vermiyorlar.'' dedi.

Türk olduğumuzu söyleyince sohbet derinleşti. Sohbetin sonunda Türkiye'nin bu günkü gidişatının endişe verici olduğunu ve buna samimi, olarak üzüldüğünü söyledi.
Manastıra şortla girmek hoş karşılanmıyor.
Ziyaretin hediyesi 2.5€
Bolos lagünü, Girit'te görmeniz gereken en önemli doğa harikası... Bolos'un okunuşu kolay ama gitmesi zor. Oraya iki yolla ulaşabilirsiniz. Bir bizim yeğlediğimiz kara yolunu-aslında yolak-, iki deniz yolunu kullanabilirsiniz.
Bolos
Deniz yolunu önermem çünkü o muhteşem manzarayı tepeden görme olanağınız olmayacak. Ama ben zora gelemem derseniz Bolos'a Kissamos'dan tekne turları var. Kara yolu çok zahmetli . Kissamos yolundan ayrıldıktan sonra kayalar üstünden hoplaya zıplaya 8 km yol katettik. Öyle ki, bu benim son yıllarda gördüğüm en kötü yoldu. 
Bolos- Ak Mermerden Kütahya Çinisine
Kiraladığımız Citroen C-3 o yolu nasıl tamamladı, anlayamadım. Yolu ve zavallı C 3'ün halini gördükten sonra size şu öneride bulunayım .''  Sakın ha!  araba kiralayan firmalardan 2. el araba satın almayın... '' Bir de hamileyseniz bu yolu kullanmayın.''Allah muhafaza...''

Paldır- küldür sonunda menzile ulaştık. Aslında ulaştık dediğime bakmayın, ulaştığımız yer arabaların park alanıydı. Lagüne ulaşmak içinse park alanından 2 km daha yürümemiz gerekiyormuş. İsterseniz bu 2 kilometrelik yolun yarısını, 7 € ödeyerek, eşek irisi bir atın sırtında kat edebilirsiniz. Asıl zor olanı ise; atların bile gidemediği tepeden aşağı inen son 1 kilometrelik yoldu.
Dizlerimin İflasının Resmidir

Lagün tepeden müthiş görünüyor. Kumsal bembeyaz, güneş altında gümüş bir tabak gibi parlıyor. Deniz, kıyıda ak mermer rengine bürünüp, kıyıdan uzaklaştıkça, mavinin tüm renklerini harmanlayıp, açıkta Kütahya Çinisi rengine boyanıyor. 40 yıl öncesi turizmin kirletmediği Ölü Deniz gibi... Lagün sığ. Yüzmek için uzun süre yürümeniz gerekiyor. Denizde attığınız her adımda demeyeyim ama yürüdükçe, açığa doğru suyun daha da soğuduğunu hissediyorsunuz. Eğer buraya tedarikli gelirseniz, yani şemsiye su ve bir kaç sandeviç alırsanız yanınıza, hoş bir gün geçireceğinizin garantisini verebilirim.
Lagüne kara yolu ile gitmenin en zor yanı dönüşü. Yaklaşık 1 km uzunluğundaki yokuşu tırmanmak öldürüyor adamı. Hele benim gibi her iki diziniz de sorunluysa. Dönüşte dayanamadım at kiralamak zorunda kaldım.
Bolos'u mutlaka görün. Lagüne girişin hediyesi 1 €. Yazıyla bir Euro.
Elafonisi

''Anlattıkların iyi hoş da biz nerede denize gireceğiz ? Bolos iyi hoş da başka kumsal yok mu'' dediğinizi duyar gibi oluyorum. 

Var, olmaz olur mu? Aslına bakarsanız adanın kuzey kıyısında kumlusu ile çakıllısı ile bir çok plaj var. Ama güney batıda yer alan Elafonisi kumsalı bir başka.
İyiye ve güzele ulaşmak kolay olmaz. Elafonisi'ye ulaşmak için Kissamos'dan yaklaşık 40 km yol katetmeniz gerekiyor.
Elafonisi
Yol ama ne yol. Yılan bile yolun bu kıvrımlarına ayak uyduramaz. Öylesine kıvrımlı, öylesine dar. Ancak Elafonisi'ye ulaştığınızda yolun stresini üzerinizden atıyorsunuz. Size önerim, '' iyi de dönüş nasıl olacak ?'' düşüncenizi kafanızdan atmanız. Anı yaşayın.


Elafonisi

Kumsal çok büyük. Deniz hemen derinleşmiyor. 
İster şemsiye kiralayın ister kendi getirdiğiniz şemsiyeleri kullanın.
Bolos'un aksine burada yeyip içeceğiniz büfe ve kafeler var. Tek sıkıntı duş. Arada bir sular kesiliyor.

Tüm gününüzü burada geçirebilirsiniz.

Burada hoşça vakit geçireceğinizden kuşkum yok.

Bir kez daha uyarayım: Dönüş yolunu düşünmeyin.

Burada olmaktan mutlu olacağınızı kestirebiliyorum Unutmayın! Dönüşü düşünmek yok. 

Nelere Dikkat etmeli

.Öncelikle şunu söyleyeyim: Girit'in çok az bölgesinde kendinizi bir adadaymış gibi hissedebilirsiniz. Ada çok büyük, ana kara gibi...
.Turla bile gitseniz orada araba kiralayın. Biz Hertz'den C-3 kiraladık. 4 gün için 90€ ödedik. Fiyat bana ucuz geldi. Bu ucuzluğun nedeni belki turizm mevsimi henüz açılmadığı içindir.
.Yollarda aynı direkte iki farklı hız limiti yazan trafik levhalar görürsünüz. Kafanız karışmasın. Üstteki sayı normal hızı, alttaki ise yağmurlu havalarda yapacağınız hız sınırını belirtiyor.

.Kent içinde, özellikle Hanya'da merkeze yakın yerlerde serbest park yeri bulmak zor. Ancak ara sokaklarda ise 5-10 arabalık park yerleri var.

.Kıyıdan ayrılıp iç bölgelere gittiğiniz zaman yolların kalitesi düşüyor. Dar, kıvrımlı ve bozuk. İyi yanını yolların geçtiği dağlar çam, sedir, servi, okaliptus ve özellikle zeytin ağaçları ile kaplı. 
Yol Kenarındaki Küçük Kilise

.Ben hayatımda bu kadar zeytin ağacını, Endülüs'te bile görmemiştim. Zeytin, Giritlilerin yaşamının bir parçası. Hatta kız istemeye gidince, kızın babası damat adayına ''kaç zeytin ağacın var'' diye sorarmış. Damadın zeytin ağacı yoksa; '' dik de gel ciğerim(!) ''derlermiş.
. Yol kenarlarında zaman zaman içinde mum yanan küçük kilise maketleri görürsünüz. Bunlar, orada kaza geçirip ölenlerin anısına aileleri tarafından yaptırılmış bir tür anıt. Genelde bunları  keskin virajlarda görebilirsiniz. Bu, araç kullananlar için bir uyarı görevi görüyor olmalı.
.Girit'e giderseniz tek bir kentte kalmayın. Biz turla gittiğimiz için zorunlu olarak Hanya'da kaldık. Kalacağınız güne göre, Hanya, Kandiye ve Agios Nikolaos'da geceleyebilirsiniz. Böylece aynı yolu bir kaç kez gitmek zorunda kalmazsınız.
.Akaryakıt istasyonlarının bazıları hafta talinde kapalı. Ancak nöbetçi olanlar var. Gene de önleminizi alın.
Barbariani Rakısı


.Denize girmek için çok seçenek var. 
.Nerdeyse tüm sahil irili ufaklı plajlarla dolu. Deniz suyu temiz ve berraktı. Mevsimden olacak biraz soğuktu deniz.
.Otelimiz Hanya'ya 25 km mesafede Hersonissos'daydı ve otelin hemen yanında plajlar ücretsiz girebileceğimiz plajlar vardı.
.Giritliler,Midilli, Rodos, Sakız ve Sisam adalarında yaşayanlar kadar olmasa da Türklere karşı ön yargıları yok. Yunanistan ana karasındakilerden farklılar.
. Türk olduğumuzu bilenler, ülkemizin durumu hakkında karamsarlar. Karamsar olmakta haklılar çünkü; euro paramıza karşı değer kazanınca, buraya gelen Türk turist sayısısının azalmasından endişe ediyorlar.
.Türkiye'de Girit ''mübadili '' tanışlarım var. Burada da Türk mübadilleri ile karşılaştım. Biri Halikarnasos'luyum( Bodrum) dedi. Kendini Türk sayıyor. Girit'te de Nea Halikarnassos'da oturuyormuş. Burayı Bodrum2dan göçenler kurmuş.
Ötekisi ise ''Hadrianapolis' den(Edirne) göçmüş dedelerim'' dedi. İki kez Edirne'ye gitmiş.

Alış Veriş
.Girit'te özellikle seramik hediyelikler çok güzel. Kil ve seramiğe dayalı Minos Uygarlığının bu güne uzantısı olmalı.
.Bunlar dışında her türlü, deri, tekstil ürünlerini satan dükkanlar da var. Ben genelde çok özgün ve yerel değilse bu tür şeyleri satın almam.
.Eski eserlere merakınız varsa antika satan dükkanlar size hitap edebilir; ama antikadan anlamak şartıyla. Çünkü yeni bir şeyi eskitme yaparak antika diye yutturabilirler. Antakya-Harbiye'deki gibi...
Remo'nun Yerel Birası


Ne Yenir Ne İçilir
.Girit mutfağı çok zengin. Ot ve deniz ürünleri üzerine kurulmuş. Tadına baktıklarım; iri kuzu eti ile pişmiş, üzerinde nane yaprakları ile servis edilen bezelye, şerit halinde doğranmış zeytin yağında pişirilmiş kabak salatası, barbunya ve taze fasülye yemeği; o da zeytin yağlı. Tavuklu kabak yemeği, kuşbaşı domuz eti doğranmış nohut(domuza gıcığı olmayanlar için) Bunların da tamamı zeytinyağıyla pişmiş.
Ancak bu yemekleri her restaurantda bulamazsınız. Biz rastlantı sonucu bulduk. Genelde et, tavuk, patates kızartması ve pizza türü  turistik şeyler var kafelerde.
Rafta Rakılar

.Hemen hemen her türlü deniz ürünü var. Bunların bazılarını kendi usullerine göre pişiriyorlar. Biz en çok balık, karides, ıstakoz,kalamardan oluşan kombinasyonları yeğledik..
.Hanya'da ayrıca tavşan eti de yiyebilirsiniz, eğer tavşanların özel hayatına ilişkin bir ön yargınız yoksa...
.Oturduğunuz masada kesinlikle, zeytin yağı bulunuyor. Salataları yağsız getiriyorlar. Siz istediğiniz kadar dökesiniz diye...
.Kafelerde alkolsüz içecekler 1,9 €, Alkollüler ise 5€. 
.Ortalama bir tavernada bira dahil kişi yaklaşık 15 euro hesap ödersiniz.
.Girit'te buraya has rakı var. Adı da rakı, uzo değil. Bizim rakıya benziyor. Manastırlarda yapılan rakılar ise farklı. İçinde anason olmadığı için beyazlaşmıyor.
.Bira içiyorsanız önerim Alfa. Ancak Resmo'da içtiğimiz oraya özgü, porselen kapaklı şişelerde servis edilen Brink's adlı bira çok nefisti.
Girit'e Özgü Peynir Tabağı



Jumbo




Nasıl Gidilir.
Giriş bölümümde yazdığım gibi İstanbul'dan doğrudan Girit'e giden uçak yok. Anca tur uçakları uçuyor. Turlardan bağımsız gitmek isterseniz, Atina aktarmalı gitmeniz gerekiyor.

Son Söz
Girit'e gidin. Gidin ama bir Yunan Adası görme, adayı yaşama hayalinizi geride bırakın. Ülkemizdeki bir çok turistik yer gibi Girit de kendini kitle turizmi belasından kurtaramamış. Sakız'da, Samos'da gördüğünüz, balkonlarında begonvil (gelin duvağı) olan, gölgeleri bir biri ile kucaklaşmış evlerin arasında uzanan, kesme taş döşeli daracık sokakları adımlayacağınızı; gene o sokaklarda, kapılarının önüne oturmuş, komşu ile  çook geçmişte kalan, kim bilir hangi güzel anıyı bıkmadan bir kez daha  anlatan yaşlı kadınları, köyün tavernasında papazın çevresinde toplanmış, konuşacakları şeyler tükenmişcesine suskun, üç beş yaşlı adalının sessiz sohbetine katılacağınızı düşlemeyin. Koca Girt'te bu tanıma uyan yer sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor, maalesef.
(Nisan 21018)