30 Haziran 2015 Salı
Levi's Jean'i Aldın mı Bari
LEVİ'S Jean'i aldın mı bari?
Yarı yıl tatilimi geçirmek üzere Adana'ya, ailemin yanına gelmiştim. Gelişimden bir kaç gün sonra, köyden arkadaşım olan Ercan ile karşılaştım. Ne var ne yok nasılsın gibi soruları yanıtladıktan sonra,
-''Sende ne var ne yok'' dedim.
-''Valla Yaşar ben hırıstiyan oldum'' dedi.
Benim bildiğim Ercan'ın dinle diyanetle pek ilgisi yoktu. Bırakın 5 vakit namazı cumaya bile gitmez, arefe gününde dahi oruç tutmazdı. Peki bu hırıstiyanlık da nereden çıktı?
Sordum:
-''Nereden çıktı bu hırıstiyanlık işi lan!''.
Ercan'ın babasının Adana'daki İncirlik Hava Üssünün yakınlarında ıvır zıvır satan küçük bir dükkanı vardı. Dükkanın müşterilerinin çoğu üste görevli Amerikalılardı. Ercan dükkanlarında üste görevli olan bir Amerikalı ile tanışmış, adam ''barış gönüllüsü'' imiş''. Bir süre sonra Ercan'ı evlerine çağırmışlar, sonunda bizimkini hırıstiyan olması için ''ikna'' etmişler. Hemen her akşam toplanıyorlarmış, önce yemek yeyip sonra dini sohbetler ediyor, ara sıra da çevre il ve ilçelerde ayinler yapıyorlarmış. Anlattığına göre sofralarında bir kuş sütü eksikmiş.
-''Aranızda kız var mı?'' dedim.
-''Şimdilik yok'' dedi. Ama ayin için gittiğimiz evlerde güzel yavrular var.
Duraksadığımı görünce;
-''İstersen sen de aramıza katılabilirsin'' dedi.
Kıyak lokma, güzel hırıstiyan kızlar. Daha ne ister 18 yaşındaki bir genç; bundan iyisi Şam'da kayısı. Ama iş onla da bitmiyor. Uzun zamandır bir Levi'sim olsun istiyordum. Öğrenci için ideal bir pantalon; çok fazla yıkamana gerek yok. Ayrıca havası da var. O günlerde yeni bir Levi's bulmak olanaksız gibi, İncirlik Üssünde çalışan bir tanıdığın olacak ki; alasın. Ancak 2. elini bulabiliyorsun. O da Adana'da bu günkü Amerikan Pazarlarının temelini oluşturan, ''boş boşçu'' dediğimiz tablacılarda satılıyor, fiyatı 50- 60 lira arasında. Acaba bu guruba katılsam onlar sayesinde İncirlik'ten bir Levi's çıkarabilir miyim? Olur mu olur.
-''Tamam'' dedim, ''ben de size katılacağım''.
Akşam bizim evde buluşup toplantıya birlikte gitmeye karar verdik. Daha sonra Ercan'dan ayrılıp doğru Ramazanoğlu Kütüphanesine gidip bir kaç kitap karıştırıp, hırıstiyanlık hakkına o ana kadar olan bilgilerimi güncelledim.
Ercan'la akşam buluşup, Adana'nın gözde semlerinden olan Yüz Evlerdeki bir villaya gittik. Ev iki katlı, geniş bir bahçe içinde. Kapısında kocaman bir köpek var, ben biraz çekindim ama bereket havlamadı, Ercan'ı tanıyor olmalı. Ercan kapıyı çaldı, bir dakika geçti geçmedi kapı açıldı. Bizi 30'lu yaşlarda biri karşıladı. Başıyla hoş geldiniz anlamına gelen bir işaret yapıp, bizi alt kattaki salona aldı. Salona girer girmez dikkatimi ilk şey yemek masası oldu.Çok güzel bir masa donatmışlar; nar gibi kızarmış tavuklar, çeşitli etler, salatalar meyveler. Ercan haklıymış, bir kuş sütü eksik.
İçeride biz dahil 6 Türk ve üç yabancı vardı. Bunların üçünün de Türkçesi hemen hemen aksansızdı. Hoş beşten sonra neden hırıstiyan olmak istediğimi sordular.
-''Ben barışa ve kardeşliğe inan bir insanım(anımsatayım hala da öyleyim). İsa'nın (daha sonra İsa yerine mesih demem gerektiğini söylediler) yaşamı ve ilkeleri bu dine sempati duymama neden oldu. ''Biri sana tokat atarsa öbür yanağını da dön'' sözünün beni çok etkilediğini söyledim. Oysa bugün (1971 Şubat) ülkemde kaos var. Okullar paylaşılmış. Ben Siyasallıyım. Bizim okulda, hukukta, eğitim fakültesinde ülkücülere yer yok. Dil tarihde, gazide ise solcuları yaşatmazlar...Bir hay huydur gidiyor...Bu minval üzerine 15 dakika kadar konuştum.Sonunda beni aralarına alırlarsa mutlu olacağımı söyleyerek konuşmamı bitirdim.
Konuşmam bitince üç barış gönüllüsü bir birlerinin yüzüne bakıp, aynı düşüncede olduklarını hafif baş işaretleri ile onayladılar.
Grubun lideri olduğunu sandığım (sonraki toplantılarda öğrendim gerçekten de lider oymuş) Peter,
-'' Aramıza hoş geldin Yaşar '' dedi.
-''Hoş bulduk kardeşim. Ne zaman vaftiz olacağım? Peter, hafifçe gülümsedi, babacan bir tavırla
-''Her şeyin bir zamanı var, Yaşar. Hadi bakalım buyurun sofraya.''
O akşam yaklaşık 2-3 saat kadar konuştuk. Türklerin Arap olmadıkları halde neden müslümanlığı tercih ettiklerini anlamadıklarını söylediler. Dilimin döndüğünce bu soruyu yanıtlamaya çalıştım.
Toplantıya katılan Türklerden biri Antalya'lı ben yaşta bir gençti. Hataylı olan 40 yaşalarındaki adamın pek hırıstiyan olma gibi bir niyeti olmadığını sanıyorum; gözleri fel fecir, pek güven vermiyor. Belki o da benim gibi bir şeylerin peşindedir.
Geç vakit evden ayrılırken bana hırıstiyanlıkla ilgili küçük kitaplar ve bir de yeşil kaplı bir incil hediye ettiler.
Evden ayrılırken Peter, İki gün sonra aynı saatte burada toplanıp Tarsus'a gideceğimizi ve orada bir evde ayin yapacağımızı söyledi.
İki gün sonra Villa'da buluşup, yemekten sonra bir minübüsle Tarsus'a doğru yola çıktık. Aramızda Hataylı yoktu. Nedenini sormadım. Peter gideceğimiz evin sahibinin doktor olduğunu, Türklerden hırıstiyan olmak isteyenlerin genelde eğitimli kişilerden oluştuğunu, bunların arasında gideceğimiz evin sahibi gibi doktor olanların yanında, avukat, tüccar ve serbest meslek sahiplerinin de olduğunu söyledi.
Yaklaşık 45 dakika sonra Tarsus'a vardık. Konuk olacağımız ev, bahçe içinde ve tek katlıydı. Bizi bekletmeden hemen salona aldılar. Salon da biz hariç yaşları genelde 40'ın üstünde kadınlı erkekli 30-35 kişi vardı. Peter ben dahil, topluluğa yeni katılanları tanıştırdı. Yeni katılanlar bir kaç sözcükle kendilerini tanıttılar. Konuşmalarından anladığım kadarıyla toplantıya katılanların çoğu Adanalıların ''fellah-çiftçi'' diye adlandırdıkları Arap asıllı Türklerdi. Sohbet devam ederken Ercan'nın kulağına fısıldadım:
''İyi de hiç kız yok lan aralarında''.
Sorumu ya duymadı ya da duymazlıktan geldi.
Tam bu sırada çay ve pasta ikramı başladı. Servisi ben yaşlarda iki kız yapıyordu. Ev sahibinin kızları olmalı. Hırıstiyanlığımın(!) daha ikinci gününde düş kırıklığına uğradım. Bu iki kızın en güzel taraflarını alıp tek bir vücutta birleştirsen bile bir ''yavru'' etmezdi. Sorgulayan gözlerle ''ne iş ''dercesine Ercan'a baktım, oralı bile olmadı namussuz.
Hoş beşten sonra, Peter bir teypten, şimdi adını anımsamadığım İstanbul'daki bir kilisede kaydedilmiş vaaz dinletti. Vaaz bitince hep bir ağızdan Amen! dedik. Ardından elimize ilahi metinlerinden oluşan bir tomar kağıt tutuşturdular. İlahileri kimi ezberden- ki bunlar kıdemli hırıstiyanlardı- benim gibi stajyerler ise kağıttan okumaya başladık. Daha ikinci ilahiyi söylerken benim sesim odadakilerin sesini bastırdı. Sesimin rengi davudiydi ve tam bir gazel ve ilahi sesiydi. Peter'la göz göze geldik; mutlu görünüyordu.
O evde yaklaşık 3 saat kadar kaldık.
Adana'ya vardığımızda hepimizi evlerimize kadar bıraktılar. Evlerinin önünde durduğumuz kişiler, münibüsten inmeden söze,
-'' Ey göklerdeki babamız ! diye başlıyorlar, bu evde yaşayan kafirleri yani analarını, babalarını, kardeşlerini velhasıl evde kimler yaşıyorsa onları doğru yola döndürmesi mesihin kendilerine güç vermesini diliyorlardı. Kimileri araya bir kaç sözcük daha sıkıştırdıktan sonra amen deyip haç çıkarıyorlardı. Bu ritüel münibüsteki son kişiyi eve bırakıncaya kadar sürüyordu.
Elbette bu ritüelden bende nasibimi almıştım. O günlerde Adana deyimiyle ''avcuma osurup da burnuma tuttuğum'' yaşlardayım. O yaşlardaki çoğu genç gibi ben de dünyayı kendi etrafımda dönüyor sanıyorum. Bunun doğal sonucu da babamla hep çatışma halindeyim. Onun ak'ı benim kara'm, enim ak'ım ise onun kara'sı...
Hal böyleyken benim yakarışlarım da doğal olarak hep babam üzerine yoğunlaşıyordu. Evimizin önüne geldiğimizde '' Göklerdeki babamıza'' öyle vecd ile yakarıyordum ki; Peter bile bu coşkuya kendini kaptırıyor, duamın sonunda ki ameni ''aaamenn'' diye üç elif miktarı uzatıyordu.
Barış gönüllüleri ile yaklaşık 3 hafta geçirdim. Bu üç hafta içinde,Tarsus'a, İskenderun'a ve Antakya'ya 5-6 kez gittik. Her gittiğimiz evde
aynı ritüel yaşandı. Ben yarıyıl bitince okula dönmem gerektiğini söyledim. Hırıstiyanlığa dair bir çok kitap hediye ederek beni yolculadılar.
Ankara'ya döndüm.Okulun yurdunda kalıyordum. Adana'dan döndükten bir kaç gün sonra posta kutumda bir mektup buldum. Mektubu gönderen, Seyran Bağları Lisesinde kimya öğretmeni bir İngilizmiş. Benimle tanışmak istediğini ve beni pazar ayinlerine götürmek istediğin yazıyordu. Mektuptan kimseye söz etmedim. Ortam çok kötü. Olay, Ülkücü- Devrimci- Polis kavgasının dışına taşmış, Ankara, 12 Eylül öncesi gibi olmasa bile her iki tarafça parsellenmişti. Söz gelimi bizim okula , hukuka, eğitim fakültesine ülkücüler, dil tarihe, gaziye ise devrimciler giremiyordu. Siyasi ortam böyleyken Barış Gönüllüsü bir İngiliz beni Pazar ayinine çağırıyordu. Ne onu ne de ondan sonra gelen bir kaç davet mektubunu yanıtlamadım. Kimya öğretmeni benim yurtta kaldığımı bildiği için, büyük olasılıkla ''bu karmaşada mektuplarım eline geçmemiştir 'düşüncesiyle olacak, bir daha yazmadı.
İkinici yarı yıl da bitince Temmuz ortasında gene Adana'ya döndüm. Bir kaç gün sonra Ercan'la karşılaştım.
Daha görür görmez;
-''Neredesin oğlum yaa?..
-''Burdayım! Ne oldu ki?''
-''Ne oldusu var mı? Adamlar kaç aydır seni arıyorlar''.
-''Adamlar mı? Kim lan onlar''
-''Lan sövdürme beni. Kim olacak bizim Peter'ler... Kaç tane mektup yazmışlar cevap bile vermemişsin''.
Olay şimdi anlaşıldı. Safa yattım.
-''Beni niye arıyorlar ki?''
-''Niye mi arıyorlar? Seni çok beğenmişler oğlum. Peter bana, bul onu tam bizim aradığımız adam; akıllı ve zeki(aynen böyle demiş Peter).Hırıstiyanlığı Türkiyede yaymak için bunun gibilere ihtiyacımız var''.
-''Eeee !''
- ''Eee'si me'si yok. Seni İsviçre'ye göndereceklermiş, papaz mektebine''.
Şimdi anlaşıldı vehbinin kerrakesi. Ankara'da adresime gönderilen mektupların sebeb-i hikmeti buymuş.
Benim durakladığımı gören arkadaşım,
-''Akşam gidiyoruz değil mi? Bu fırsat kaçmaz oğlum...''
------
Aradan yıllar geçti. Bu öyküyü eşe dosta bir çok kez anlattım. Öyküyü paylaştığım onlarca kişiden sadece bir kişi şu soruyu sordu.
-'' Levi's jeani aldın mı bari?''
!!!!
21 Haziran 2015 Pazar
LİZBON
LİZBON
Yedi tepeli ama İstanbul'a benzemez
Lizbon’a ilk kez 2006 yılında gittim. Çalıştığım şirketi bir
İspanyol firması satın almıştı. Şirket yönetimi, bir yandan kendi şirket
kültürünü bizim gibi yeni katılanlara anlatmak, öte yandan da satış
müdürlerinin tanışıp-kaynaşmasını sağlamak amacıyla Avrupa’nın değişik ülkelerinde görev yapan
pazarlama müdürlerini Portekiz’in Atlas Okyanusu kıyısında bulunan lüks bir
otelde 5 günlük bir kampa almıştı.
Kamp bitimi hafta sonuna denk geldiği için Türkiye’ye hemen dönmeyip 2 günümü de Lizbon’da geçirdim.
Kent çok hoşuma gitmişti. 2 günün sonunda bu güzel kentten ayrılırken;
Portekiz ilginç bir ülke. Her ne kadar Avrupa’nın önemli
yarımadalarından biri olan İber’in hemen batısında yer alıyorsa da pek Avrupalı
gelmedi bana. Geçmişlerine bir göz attığımda; Portekizlilerin de Avrupalı olmak gibi bir heveslerinin olmadığını gördüm. Tarih boyunca
Avrupa ana karası ile ilişkileri üç beş savaş dışına pek sınırlı kalmış. Portekizliler, sırtlarını
Avrupa’ya, yüzlerini okyanusa dönmüşler sanki. Böyle olunca da adamların işi
gücü deniz aşırı ülkeler olmuş. Tüm dünyayı dolaşıp, yeni yerler keşfetmişler;
sömürgeler kurmuşlar. Zaten Avrupa Haritasına baktığınızda; Portekiz’in
Avrupa Anakarası'nda benim bu gözlemimi kanıtlarcasına ‘’eğreti gelin’’ gibi durduğunu görürsünüz.
Bu gün 2 milyon 100 bin nüfusu ile Portekiz’in yaklaşık 750
yıllık başkenti olan Lizbon, Tajo Nehrinin Atlas Okyanusuna dökülmeden
oluşturduğu halicin kıyısında yer alıyor. Kimileri Lizbon’u bu konumu ve 7 tepe
üzerine kurulmuş olması dolayısı ile
İstanbul’a benzetiyorlar. Ama bu benzetme bana çok ‘’zorlama’’ geldi. Çünkü
Tajo Nehrinin İstanbul Boğazı ile hiçbir benzerliği yok. İkincisi ise İstanbul
artık 7 tepeli değil, 77 tepeli bir kent bugün…
IV.Eduardo Parkından Marquis Pampal Square |
Nerelere Gidilir
İster yürüyerek, ister metro ya da otobüse binerek, gezip göreceğiniz
çok yer var Lizbon’da... Ben geçen seferde olduğu yürüyüşüme yine otelimin
yakınındaki VII. Eduardo Park’ının alt tarafında bulunan Marquis of Pambal
Square’den başladım.
Bu büyük meydanın ortasında bulunan sütunun üstünde gücü temsil
eden bronz bir aslan ve aslanın üzerinde betimlenmiş olan ve meydana adını
veren başbakanın bir heykeli var. Meydanı, Adaes Bermudes, A. Couto ve F. Santos birlikte tasarlamışlar.
Lizbon'un bana göre en güzel bulvarı olan Avenida
da Liberdade, bu meydandan başlayarak Restauradores Square kadar uzanıyor. 1764
yılında yapılan, 1830’ lu yıllarda yenilenen bulvar, 1100 metre uzunluğunda, 90
metre eninde; yan yolları ile birlikte 10 şeritli... Bulvarın her iki yanı ulu ağaçlarla
bezenmiş. Bir hayli geniş tutulmuş olan yaya kaldırımları, her bir kenarı 5-6
cm olan beyazımsı kare mozaik taşlarla
kaplanmış. Mozaiklerin arasına serpiştirilen siyah mozaikler ile yapılmış
desenler ise kaldırma ayrı bir güzellik katmış. Size önerim, ya sabahleyin ya
da güneş henüz Lizbon ufuklarını terk etmeden
Avenida da Liberdade’den bu güzel
bulvarın tadını çıkara çıkara, hiç acele etmeden kentin kalbi sayılan Baxia’ya kadar yürümeniz.
Yol boyu göreceğiniz binalar, değişik temalı heykeller ve sizi alış veriş
yapmaya zorlayan mağazalar yürüyüşünüze ayrı bir çeşni katacaktır.
Marqius of Pambal Square |
Avenida da Liberdade |
Restaurades Square |
Liberdade’nin sonunda, Restauradores Square yer alıyor.
Meydanın ortasında Portekizlilerin
İspanya’dan özgürlüklerini kazanması anısına dikilmiş bir sütun var.
Kentin kalbi Baxia demiştim. Gerçekten de burası Lizbon’un
özeti gibi. Anıtlar, tarihsel yapılar, ülkemizde pek rastlayamayacağınız
güzellikte heykellerle süslü meydanlar, alış veriş yapabileceğiniz dükkanlar,
restoranlar ve daha niceleri…
Praça do Comercio- Kral l. Jose |
Lizbon haritasına bir göz atın. Liberdade’yi büyük bir
nehir, Liberdade’nin bitiminde başlayan ve sizi Praça do Comercio’ya ulaştıran,
bir birine koşut 8 caddeyi de bu nehrin deltada oluşturduğu kollar gibi
düşünün. Ve bu nehir Lizbon’u ziyaret edenleri 8 kolu aracılığı ile Praça do
Comercio’ya ulaştırıyor.
Praça do Comercio. Geride Agusto Kemeri |
Praça do Comercio, Portekiz dilinde ticaret meydanı
demekmiş. Yaklaşık 38 dönümlük bir alana kurulmuş olan ve ucu denize dönük ‘’U’’
şeklindeki meydan, adından anlaşılacağı gibi eskiden limanın, gümrüklerin,
tersanelerin ve bazı kamu binalarının yer aldığı, Portekiz’in sömürgelerine ve
dünyaya açılan bir kapısıymış. 1755 depreminden önce burada bulunan kraliyet sarayı Riberia depremde yıkılınca meydan yeniden
düzenlenmiş. Bu meydana, yıkılan saraydan mülhem ''Terreiro do Paço’’ Saray Meydanı’’ da
diyorlar.
Meydan, Augusto
Caddesine çok güzel bir kemerle (Arço de Rua Augusto) bağlanıyor. Başlangıçta çan kulesi olarak
tasarlanmış bu kemer, yapılan değişiklerle zamanla zafer takına dönüşmüş. Kente
sahilden giriş kapısı sayabileceğimiz
Arço de Rua Augusto, 19 yy’da yaşayan ünlü Portekizli Mimar Eugenio dos
Santos’un eseriymiş.
Praça do Comercio’nun tam ortasında ise; Kral l. Jose’nin,
heykeltraş Machado de Castro tarafından yapılmış, yılanları(kötülüğü) ezen bir
atın üstündeki muhteşem bir heykeli var. Burayı mutlaka ziyaret edin; çünkü
burayı görmeden Lizbon’u görmüş sayılmazsınız.
Praça do Comercio’da bir süre vakit geçirdikten sonra kentin
hemen her yerinden görünen kaleye (Castle of St. George) çıkmanızı öneririm.
Kaleye yürüyerek de tırmanabilirsiniz. Bir keresinde öyle yaptım ama size önermem;
bir hayli yorucu. Kaleye çıkmanın en kolay yolu 12E ve 28 no’lu tramvaylara ya da 737 sayılı otobüse
binmek. Sizi dura kalka, oflaya puflaya kaleye çıkarıyorlar.
Yapılan kazılar, kaledeki ilk yerleşimin MÖ II. YY’a kadar
uzandığını göstermesine karşın kale,
VI. yüzyıldan sonra şekillenmeye başlamış; Romalılar, Vizigotlar ve Mağribiler
tarafından değişik dönmede eklemeler yapılmış olan kale, Lizbon’a hakim yüksek bir
tepede kurulmuş.Ayrıca Lizbon’un vadide kalan bölümünü görebileceğiniz geniş bir
seyir terasına da sahip. Ancak Lizbon’u her açıdan kuş bakışı görmek istiyorsanız
surlara çıkmanız gerekiyor. Kale saat 09.00-21.00 arası açık. Size önerim kaleye
gün batmadan gelip, kapanış saatine kadar orada kalmak. Bu size Lizbon’u hem
günüz gözüyle hem de ışıklar içinde görme olanağı verecektir. Kaleye girişin
hediyesi 8.50 euro. Lizbon Kartınız varsa, giriş için 2 euro daha eksik
ödersiniz. Bu arada kale surlarının üzerinde, Lizbon’a yaklaşan gemilerin dost
mu, düşman mı olduğunu anlamak için konulmuş bir de dürbün var. Meraklısı bunun
için 4 euro ödemeye razı olmalı. Eğer Lizbon Kartınız varsa bu merakınızı 3
euroya giderebilirsiniz.
Hazır kaleye kadar çıkmışken hemen yakında bulunan( böyle
yazdığıma bakmayın 15 dakika yürümeniz gerekli) Santa Engracia Kilisesi’ni de(National
Pantheon) ziyaret edebilirsiniz. Kiliseyi
bulmaya çalışırken Lizbon’un başka bir yüzünü, daracık, hatta 2 metre
genişlikteki Arnavut kaldırımlı, parke döşeli sokaklarını ve bu sokaklarda
ayakta kalabilmek için son bir gayretle biri birine yaslanmış gibi duran eski
evleri görebilirsiniz. Yapımına 17. yy ‘da başlanan kilise, barok biçemli kubbesinin de yapılması ile
ancak 20. yy’da tamamlanmış. İçinde bazı Portekizli ünlülerin mezarlarının da
bulunduğu kilise, 30’lu yıllarda Diktatör Salazar tarafından Ulusal Panteon olarak
ilan edilmiş. Kiliseye girişte para almıyorlar; bağış yapmak isterseniz, kimse
yapma diye zorlamıyor.
Lizbon Katedrali (Yıl 2006) |
( Santa Maria de Lizbao) göreceksiniz. 90X40 metrelik bir alana oturan
katedral, Lizbon’un en eski kilisesiymiş. Tarih boyunca başından bir çok deprem ve yıkım geçtiği için
her mimar kafasına göre onarım yapmış. Bunun sonucu da biçemi, barok, romanesk ve gotik karışımı
(eklektik) olan bu günkü katedral ortaya
çıkmış. Giriş 3 euro.
Elevador de Santa Justa |
Baixa’da dolaşırken, Liberdade’nin hemen bitiminde başlayan
Rua do Ouro’nun kaldırımına taşmış, uzunluğu zaman zaman 15-20 metreye ulaşan insan
kuyruğu göreceksiniz. Kuyruğun başlangıcına doğru ilerlediğinizde, yapımına
1900 yılında başlamış ve 1902 yılında tamamlanmış, Lizbon’a gelen her turistin
mutlaka bindiği Elevador de Santa Justa (asansör) karşınıza çıkar. Ben önceleri
asansörü yapan kişinin, Eiffel Kulesini yapan Fransız Gustave Eiffel sanıyordum, yanılmışım. Ama asansörü yapan da Porto doğumlu Raul Mensier de Ponsar adlı bir Fransızmış. Asansörün yapılış nedeni Baixa ile Barrio Alto arasındaki ulaşımı
kolaylaştırmakmış. Asansörş imdilerde sadece 5 euro ödeyen turistler tarafından
kullanılıyor. Size küçük bir uyarı: Eğer kuyruğun uzunluğu 10 metreyi
geçiyorsa; beklemeyin, binmek için başka bir anı kollayın Çünkü her 10 metrelik
kuyruk asansöre binmek için yarım saat beklemek demek. Asansörle yukarı çıkınca
bir seyir terasına ulaşıyorsunuz. Buradan başta kale olmak üzere Lizbon’dan
güzel görüntüler alabilirsiniz.
Asansörden Lizbon. Arkada Lizbon Katedrali ve Tajo Nehri |
Asansörü Barrio Alto’ya bağlayan geçit sizi küçük bir
meydana çıkarıyor. Meydanı çevreleyen antika dükkanları, butikler,
kafeler, meydana açılan daracık sokaklar çok ilginç. Sokaklarda kısa bir
yürüyüş yapıp Barrio Alto’yu biraz daha tanıdıktan sonra, buradaki kafelerden
birine oturup dinlenirken, günün hemen
her saatinde müzik yapan gençleri dinleyin.Burada en dikkate değer yapı 9 yıl öncesinde olduğu gibi onarımı hala bitmeyen kilise; demek ; ki tarihsel eserlerin onarımı yıllar sürüyor.
Geldiğiniz yere asansörle
dönebilirsiniz. Ama bana sorarsanız; hemen meydanının bitiminde başlayan Nova Almado
sokağından aşağı doğru inin, karşınıza küçük bir meydan ve bir seyir terası
çıkar. İster seyir terasındaki banklardan birine, isterseniz oradaki küçük
kafelere oturun, bir bardak Porto şarabını kaleye karşı zevkle yudumlarsınız.
Karar sizin.
Asansörden Lizbon.Arkada Kale.(Yıl 2006) |
Birkaç adım sonrası ise Rossio Meydanı.
Meydanın çevresi tarihi
yapılarla çevrelenmiş. Bunların en ünlüsü ise Teatro Nacional de Maria II (
ulusal tiyatro). 1846'da hizmete giren neo klasik biçemli tiyatro binasının mimarı İtalyan Fortunato Lodi'dir Meydanın ortasında Kral IV. Pedro'nun bir sütun üzerine konmuş bir heykeli ve heykelin her iki yanın da da 2 süs havuzu var. Bu meydan ortaçağdan beri bir çok gösterilere, infazlara tanıklık etmiş. Şimdi ise gözde bir turistik mekan. Burada özellikle hafta sonları
geleneksel yiyecek ve içeceklerin sergilendiği, hediyelik eşyaların satıldığı
küçük bir pazar kuruluyor. Pazarda halk müziği dinlemek ve halk oyunları
seyretmek de olası.
Asansörden Rossio Meydanı |
Rossio Meydanı (Yıl 2006) |
Buraya kadar ziyaret etmenizi istediğim yerler nispeten biri
birine yakın, kale hariç yürüyerek dolaşabileceğiniz yerler. Ancak Lizbon’da
kentin dışında yer alan, buraya kadar gelmişken kesinlikle görmeniz gereken
bölgeler de var. Bunların en önemlisi hiç kuşkusuz Belem bölgesi. Belem’e
Tramvayla gidebilirsiniz. Buradaki yürüyüşünüze Belem Kulesi’ni (Torre de
Belem) ziyaret ederek başlayabilirsiniz.Kral I. Manuel tarafından ünlü kaşif
Vasco da Gama anısına yaptırılan Belem Kulesi Tajo Nehri’ni Atlas Okyanusa
döküldüğü noktada yer almaktadır.
Kara taştan gotik biçemdeki kulelenin
yapılış amacı okyanustan Tajo Nehri’ne giren gemileri denetlemekmiş. Karadan kıyıya
küçük bir köprü ile bağlanan ve 1983 yılında UNECO tarafında dünya miras
listesine alınan kuleye giriş 3 euro; Lizbon Kart ile 1 euro eksik ödüyorsunuz.
Torre de Belem |
Kulenin yaklaşık 200 metre kadar uzağında olan Padrao dos
Descobrimentos (keşifler anıtı), 15 ve 16 yüzyıllarda dünyayı keşfetmek
amacıyla bilinmezlere yelken açan cesur denizciler ve bu denizcilerin arasında
bulunan Prens Henry'in anısına, ölümünün 500. yılında yapılmış.
Mimar Jose
A.Continelli Telmo’nun yelken açmaya hazır bir tekneyi betimlediği bu anıtta,
aralarında Vasco da Gama’nın da bulunduğu ünlü deniciler, rahipler, pusulacılar,
haritacılar ve haçlı askerlerinin heykel ve yüksek kabartmaları yer alıyor.
Anıtın bulunduğu alanın zeminine büyük bir dünya haritası, kaşiflerin izlediği
yol ve pusula işlenmiş. Bu mozaik ise; anıtın yapıldığı yıl olan 1960 ‘da Güney
Afrika hükümeti’nce hediye edilmiş. Anıtın üstünde bir seyir terası var. Teras
bir hayli yüksekte yer aldığı için Belem’i ve Belem’de yer alan başta Mosterio
dos Jerenimos Manastırını ve Manastırın hemen önünde yer alan muhteşem Belem Parkını
kuş bakışı görebilirsiniz. Terasa asansörle çıkılıyor. Terastan inince bir köşeye
çekilip anıtı beynime kazıyıncaya kadar bir süre izledim. Tarihsel bir olayı
betimleyen, onları bir kez daha yaşamamıza olanak sağlayan bu ve benzeri
anıtları görünce insanlık adına seviniyorum. Ve aklıma bizdeki siyasilerin içi
boş, hamasetten öte gitmeyen tarih anlayışları geliyor; üzülüyorum. Kuleye çıkmanın
bedeli 3.euro. Lizbon Kartınız varsa cebinizden 2 euro çıkıyor.
Padrao dos Descobrimentos(Keşifler Anıtı) |
Belem Parkı |
Belem’de görmeniz gereken yerlerden biri de Mosterio dos
Jerenimos. Oraya gitmek için yapacağınız ilk şey Kaşifler Anıtı’nın hemen
karşısında bulunan alt geçitten karşıya geçmek olmalı.
Bu geçit sizi havuzlar, heykeller, türlü ağaçlar
ve renk renk çiçeklerle bezenmiş Belem Parkına çıkarır.
Görkemli Mosterio dos
Jerenimo Manastırı ise bu parkın hemen karşısında yer alıyor. Bu muhteşem
manastırın temeli 1501 yılında atılıyor. 100 yıl süren inşaatı 5 ayrı mimar
tamamlıyor. Portekizliler, baharat ticaretinden elde ettikleri altılarla
manastır inşaatını tamamlamışlar. Rivayete göre her yıl 70 kğ altın ‘’yemiş ‘’bu
manastır. 1983 yılında UNESCO tarafından dünya mirası listesine alınan
Manastırda Vasco da Gama ve Kral I. Manuel’n mezarı ile büyükçe bir kilise, denizcilik
ve ulusal arkeoloji müzesi de bulunuyor. Müzelere giriş şayet Lizbon Kartınız
varsa bedava; yoksa cebinizden 8 euro çıkıyor.
Mosterio dos Jerenimos |
Belem’de görülmesi gerekli yerlerden biri de Ajuda Sarayı'dır.
1755 yılındaki büyük Lizbon depreminden sonra, güvenli bir yere taşınmak
isteyen Kraliyet Ailesi, bu günkü Ajuda Sarayı’nın bulunduğu yere gelip geçici bir
saray yapmışlar.
Bu günkü Ajuda sarayı’nın temeli ise depremden yaklaşık 40 yıl
sonra 1796 yılında atılmış. Saray siyasal ve finansal sorunlar nedeniyle ancak 19. Yüzyılınikinci
yarısında tamamlanabilmiş. Bu sürede birkaç mimarın elinin değdiği iki saray, neo
klasik biçemde yapılmış. Lizbon Kartınız olmasa bile
görecekleriniz girişte ödeyeceğiniz 5 euroya değer. Kesinlikle görün derim.
Buraya Belem’den yürüyerek gelebilirsiniz. Saray tepede olduğu için 2-3 km
yokuş çıkmanız gerekir; bunu önermem. 759 nolu otobüs sizi Sarayın Bahçesine kadar
getiriyor. Taksi ise Belem’den saraya 5 euro. Saraydan Belem’e dönüşünüz ise yürüyerek olsun. Bu sayede yolunuzun üstünde bulunan Jardin Botanico’yu da (botanik bahçesi) gezebilirsiniz.
Ajuda Sarayı |
Ajuda Sarayı |
Palaço de Belem (Belem Sarayı), manastırın hemen yanında
genişçe bir bahçenin içinde yer almakta ve bu günlerde Portekiz Cumhurbaşkanları’nın
çalışma ofisi ve yabancıları kabul ettiği bir mekan olarak kullanılmaktadır.
Saray, Lizbon’un sil baştan yeniden yapılmasına yol açan 1755 depreminden sonra
yeniden yapılmış ve 1886 yılında bu günkü halini almış. Sarayın içinde
ağırlıklı olarak yabancı devlet adamlarının cumhurbaşkanına hediye ettiği
eşyalar ve diplomatik evraklar yer almaktadır.
Belem’e gelmişken isteğe bağlı olarak görebileceğiniz birkaç
yer daha var. Müzesi, Planetario Gulbenkian ve Belem Kültür Merkezi; vaktiniz varsa gezmenizi
öneririm.
Başka Nerelere Gidilir.
Daha önce de söylediğim gibi Lizbon'da gezip görülecek yer çok; yeterki zamanınız olsun. Eğer 3 günden fazla kalaacaksanız Basilica de Esterla'yı (Kraliyet Bazilikası) görün.Geç barok ve neo klasik biçemde yapılan Bazilika 1790 1790 yılında hizmete girmiş. Duvarlarında ve iç zemininde pembe ve sarı mermerlerin kullanılan bazilikanın 2 çan kulesi bulunuyor.Burası Hz. İsa'ya adanmış dünyadaki ilk bazilikaymış.
Bazilikanın hemen karşısında içinde değişik ağaçların, süs havuzlarının ve hekellerin bulunduğu aynı adı taşıyan bir de park var.
Parkın bir kaç yüz metre aşağısında ise; Eski Yunan Tapınaklarını andıran sütunlu girişiyle Parlemento Binası yer alıyor.
Bu arada kentin dışı sayılacak bir bölgede hayvanat bahçesi,su kemeri ve Vaco da Gama kulesi görülebilir.
Vasco da Gama Kulesi'ne gitmek için kırmızı hatlı metroyu kullanın. Oriente' İstasyonu'nda inin. Bir kaç 100 metre sonra kuleyi görebilirsiniz. Bu arada istasyonun hemen karşısında ise adı gene Vasco da Gama olan büyük bir alış veriş merkezi var.
Market Palace, ticaret meydanına yürüyerek 5-6 dakika. Burada Portekiz'e özgü peynirler, ekmekler, sardalye konserveleri, reçeller ve yüzlerce çeşit şarabın satıldığı dükkanlar var. Ayrıca ayakta yada oturarak bir şeyler atıştıracağınız mekanlar var. İlginç. Görün derim.
Ne Yenir Ne İçilir
Lizbon, her ne kadar sırtını Avrupa'ya, önünü Atlas Okyanusu'na dönmüşse de, yeme ve içme kültürleri bize pek yabancı değil, özellikle Ege ve Akdeniz kıyılarında yaşayanlar için...
Sofralarının baş yemeği balık ve öteki deniz ürünleri. Balık olarak en fazla bulunan sardalye ve morina(codfish). Deniz ürünlerinden tatmak istiyorsanız, kesenize uygun bir çok restoran bulabilirsiniz. Baixa'da bu restoranlardaan bolca var. Kişi başı, bira ya da bir bardak şarap dahil 15 euraya çıkarsınız. Barrio Alto'daki restoranlarda ise bu rakam 12 euro civarında. Ancak ben daha lüks restoran, daha kaliteli şarap arıyorum derseniz, Rossio Meydanında ve Augusto Caddesinde aradıklarınızı bulursunuz.Deniz ürünlerinden, ahtapot, karides ve ıstakozu denemenizi öneririm. Özellikle ahtapot güvecini... Burada en çok yenen balık olan morina balığından yapılan bacalhau da denemeye değer.
Ayrıca, İspanya'ya özel sandığımız tapas ve pahellayı-özellikle deniz ürünlü olanı- denemenizi öneririm.
Lizbon'da gezerken bir çok pastane ve bu pastanelerde çok çeşitli tatlılar ve pastalar dikkatimi çekti.Bunların en ünlüsü nata. Onu da Belem'deki Pastais de Belem'de yemenizi öneririm. İnce açılmış bir hamurdan yapılıyor ve çok hafif. Dondurma sever misiniz, bilmiyorum. Sevdiğinizi varsayarak size, Augusto Caddesindeki dondurmacıya uğramanızı öneririm. Hem dondurmaları, hem de sunumları nefis. Aynı lezzetteki dondurmayı Hamamet-Tunus'da yediğimi anımsıyorum.
İçeceklere gelince; Lizbon da (ve Porto'da) tattığım nispeten ucuz fiyatlı şaraplar da dahil 8-10 şarap çeşidinin hepsi güzeldi. Gördüğünüz her şarabı için demeyeceğim ama Portekiz Şarapları geneli hem kaliteli, hem de uygun fiyatlı.. Size tattığım şaraplardan bir kaç örnek vereyim:
Bira olarak size iki marka önerebilirim: Super Bock ve Sarges.
Ginjina vişne likörü ise iyi bir hediyelik olur.
Portekiz, sardalya konserveleri ile ünlü.Her türlü sardalye konservesinin yanında şarabınızı yüzlerce tür şarabın satıldığı Market Palace'den alabilirsiniz.
Buralara kadar gelmişken Fado dinlemeden memlekete dönmek olmaz. Bir çok restoranda bir yandan yer içer, bir yandan da geleneksel Portekiz müziği olan fadoyu dinlersiniz. Barrio Alto'da bu restoranlardan çokça var. Bunların en ünlüsü ise Clube de Fado. Bir de aktör John Malkovich'in ortak olduğu Baca do Sapado adlı ziyaretçilerden övgü alan bir restoran varmış ama ben gidemedim. Fado restoranlarını seçenlere şu uyarıyı yapsam iyi olur. Fiyatları, fado yapılmayan restoranlara göre pahalı. Ama Lizbon'a kadar gelmişken Fado dinlememek olmaz. Yoksa dönüşte arkadaşlara ne anlatacaksınız?
Kentin değişik yerlerinde Barrio Alto ile kale arasındaki vadiyi ve Tajo nehrini seyredeceğiniz seyir teraslarındaki kafelerde hem bir şeyler içer, hem de Lizbon'u yükseklerden de görme fırsatını yakalarsınız.
Nelere Dikkat Etmeli
.Hangi restorana giderseniz gidin daha masaya oturur oturmaz size sormadan bir kaç zeytin,biraz soslanmış zeytinyağı, bir parça peyniri servis yapıyorlar. Bunları ikram sanmayın hepsinden para alıyorlar.
Bunları geri göndermek için iki sebebiniz var. Birincisi insanı enayi yerine koyup, siz sipariş etmeden tabakları bırakıp hemen kayboluyorlar.
İkincisi ise, fiyatları pek de ucuz sayılmaz.
Lizbon'a Nasıl Gidilir
Lizbon'a THY'nin her gün karşılıklı seferleri var.
Türkiye Elçiliği İletişim Bilgileri
+351-213 003 122 (Konsolosluk İşlemleri/Consular)
Restelo
1400-092 Lisboa Portugal
---------------------------------------------------------------------
Vasco da Gama Alış Veriş Merkezi-Oriente |
Market Palace, ticaret meydanına yürüyerek 5-6 dakika. Burada Portekiz'e özgü peynirler, ekmekler, sardalye konserveleri, reçeller ve yüzlerce çeşit şarabın satıldığı dükkanlar var. Ayrıca ayakta yada oturarak bir şeyler atıştıracağınız mekanlar var. İlginç. Görün derim.
Ne Yenir Ne İçilir
Baxia'da Barlar Sokağı(!) |
Lizbon, her ne kadar sırtını Avrupa'ya, önünü Atlas Okyanusu'na dönmüşse de, yeme ve içme kültürleri bize pek yabancı değil, özellikle Ege ve Akdeniz kıyılarında yaşayanlar için...
Sofralarının baş yemeği balık ve öteki deniz ürünleri. Balık olarak en fazla bulunan sardalye ve morina(codfish). Deniz ürünlerinden tatmak istiyorsanız, kesenize uygun bir çok restoran bulabilirsiniz. Baixa'da bu restoranlardaan bolca var. Kişi başı, bira ya da bir bardak şarap dahil 15 euraya çıkarsınız. Barrio Alto'daki restoranlarda ise bu rakam 12 euro civarında. Ancak ben daha lüks restoran, daha kaliteli şarap arıyorum derseniz, Rossio Meydanında ve Augusto Caddesinde aradıklarınızı bulursunuz.Deniz ürünlerinden, ahtapot, karides ve ıstakozu denemenizi öneririm. Özellikle ahtapot güvecini... Burada en çok yenen balık olan morina balığından yapılan bacalhau da denemeye değer.
Market Pakace |
Lizbon'da gezerken bir çok pastane ve bu pastanelerde çok çeşitli tatlılar ve pastalar dikkatimi çekti.Bunların en ünlüsü nata. Onu da Belem'deki Pastais de Belem'de yemenizi öneririm. İnce açılmış bir hamurdan yapılıyor ve çok hafif. Dondurma sever misiniz, bilmiyorum. Sevdiğinizi varsayarak size, Augusto Caddesindeki dondurmacıya uğramanızı öneririm. Hem dondurmaları, hem de sunumları nefis. Aynı lezzetteki dondurmayı Hamamet-Tunus'da yediğimi anımsıyorum.
İçeceklere gelince; Lizbon da (ve Porto'da) tattığım nispeten ucuz fiyatlı şaraplar da dahil 8-10 şarap çeşidinin hepsi güzeldi. Gördüğünüz her şarabı için demeyeceğim ama Portekiz Şarapları geneli hem kaliteli, hem de uygun fiyatlı.. Size tattığım şaraplardan bir kaç örnek vereyim:
Deniz Ürünlü Pahella |
Ginjina vişne likörü ise iyi bir hediyelik olur.
Portekiz, sardalya konserveleri ile ünlü.Her türlü sardalye konservesinin yanında şarabınızı yüzlerce tür şarabın satıldığı Market Palace'den alabilirsiniz.
Buralara kadar gelmişken Fado dinlemeden memlekete dönmek olmaz. Bir çok restoranda bir yandan yer içer, bir yandan da geleneksel Portekiz müziği olan fadoyu dinlersiniz. Barrio Alto'da bu restoranlardan çokça var. Bunların en ünlüsü ise Clube de Fado. Bir de aktör John Malkovich'in ortak olduğu Baca do Sapado adlı ziyaretçilerden övgü alan bir restoran varmış ama ben gidemedim. Fado restoranlarını seçenlere şu uyarıyı yapsam iyi olur. Fiyatları, fado yapılmayan restoranlara göre pahalı. Ama Lizbon'a kadar gelmişken Fado dinlememek olmaz. Yoksa dönüşte arkadaşlara ne anlatacaksınız?
Fado |
Kentin değişik yerlerinde Barrio Alto ile kale arasındaki vadiyi ve Tajo nehrini seyredeceğiniz seyir teraslarındaki kafelerde hem bir şeyler içer, hem de Lizbon'u yükseklerden de görme fırsatını yakalarsınız.
Nelere Dikkat Etmeli
.Hangi restorana giderseniz gidin daha masaya oturur oturmaz size sormadan bir kaç zeytin,biraz soslanmış zeytinyağı, bir parça peyniri servis yapıyorlar. Bunları ikram sanmayın hepsinden para alıyorlar.
Bunları geri göndermek için iki sebebiniz var. Birincisi insanı enayi yerine koyup, siz sipariş etmeden tabakları bırakıp hemen kayboluyorlar.
İkincisi ise, fiyatları pek de ucuz sayılmaz.
Lizbon'a Nasıl Gidilir
Lizbon'a THY'nin her gün karşılıklı seferleri var.
Türkiye Elçiliği İletişim Bilgileri
Telefon:
+351-213 003 110 (Genel/Geral)+351-213 003 122 (Konsolosluk İşlemleri/Consular)
Faks:
+351-213 017 934E-posta:
embassy.lisbon@mfa.gov.trPosta adresi:
Avenida Das Descobertas, 22Restelo
1400-092 Lisboa Portugal
Facebook Adres
T.C. Lizbon Büyükelçiliği / Embaixada da Turquia em LisboaTwitter Adres
www.twitter.com/EmbTurkeyLisboaVasco do Gama Kulesi ---------------------------------------------------------------------- |
Campo Pequeno- Alış veriş merkezi ve Gösteri Merkezi |
Jerenimos Manastırından Ayrıntı |
Jerenimos Manastrı İçten Görünüş |
Convent of Carmo-9 yıldır onarımı bitmemiş |
Su Kemeri |
Mesquita Central de Lissbao- Lizbon Merkez Camisi |
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)