KÜBA
Düşten Gerçeğe
-Duydun mu Yaşar?
-Neyi ?
-Atomu be! Ruslar bize atom bombası atacakmış.
-Niye ki? Oğlum biz ne yaptık onlara?
-Valla bilmem. Ruslar’ın Amerika’yla araları bozulasıymış;
Küba yüzünden. Ruslar da siz Küba’yı
vurursanız biz de Türkiye’yi vururuz diyesilermiş.
-!!!
…
Atom bombasını Japonya’dan biliyorum. Bir kez patladığında
on binlerce insanın ölümüne yol açıyormuş. Sağ kalanlar ise ölmeyi dileyecek
kadar acıyla yaşıyorlarmış.
Aynı günün akşamı, babam işten gelir gelmez okulda
duyduklarımı anlattım.
Babam, Küba’yı, Castro’yu, onların Amerika’ya kafa tutuşunu,
Rusya’nın, komünist yapmak için Küba’yı
desteklediğini, Amerika’nın da haklı (!) olarak buna kayıtsız kalamayacağını
uzun uzun anlattı. Babam soluklanmak için durunca; sabahtan beri kafamı
kurcalayan soruyu sordum:
-‘’Baba Rusya bize atom bombası atarsa ne olur?’’
- ‘’Amerika varken Rusya bize bir şey yapamaz.’’
İyi güzel de bu anlattıkları sorumun yanıtı değildi ki.
Üsteledim:
-Ya atarlarsa?
Babam tüm babalar
çocukları ile nasıl konuşursa; öyle konuştu.
-Korkmayın! Ben varken size kimse bir şey yapamaz. Hem atom
atılmadan sizi Altini’ne (*) götürür, orada saklarım. Oraya atom matom işlemez.
Oh bee! İyi ki babam varmış…
Ortaokulda ilk yılım, aylardan Ekim, yıl 1962. Küba
sözcüğünü ilk o zaman duymuştum.
Daha sonra lise yılları… Siyasete ucundan kıyısından
bulaştığım altmışlı yılların sonu…
Ve üniversite…
Che ile ilk orada tanıştım. Kaldığım SBF yurdunun kantin
duvarında Che’nin o ünlü portresi boydan boya resmedilmişti.
Ve resmin altında da bir yazı: ‘’zincirlerimizden başka kaybedecek bir
şeyimiz yok’’.
Neden Geç Kaldım
Bu başlık, Füsun Erbulak’ın bir kitabının adı. Sahi Küba’ya
gitmek için neden bu kadar geç kaldım?
Oysa Fidel ve Che’nin önderliğindeki Küba’nın, soğuk savaş
döneminde Amerikan emperyalizmine karşı direnişi ve bu direnişin başarıya
ulaşması; benim gibi 68’i ucundan kıyısından yakalayanlar için bile gurur
kaynağıydı. Savaş makinası ABD’ye karşı olmazı olduran ve bir düşü gerçeğe
dönüştüren Küba’yı ve Küba Halkını görmek, onları tanımak isteği, zamanla bir
tutkuya dönüştü. Bu seyahatimden önce Küba’yı ziyaret etme şansını iki kez elde
etmiştim. Ama işlerimin yoğunluğu, 20 yıl öncesine dayanan bu fırsatları
değerlendirmeme izin vermedi. Bu kez ıskalamayacaktım. Kararımı Haziran 2015’de
verdim. İşte Şubat 2016 ve ben Küba’dayım.
Turdan Bir Grup |
Tarihte Kısa Bir Yolculuk
Küba deyince akıllarına öncelikle Fidel ve Che’yi getirip,
1959 Devriminden önceki Küba’yı ve Küba Halkı’nın yüzyılı aşkın özgürlük
mücadelesini bilmeyenlere, bilip de görmezden gelenlere sayanlara öncelikle
şunu söylemeliyim: 1959, sadece yıllar önce toprağa ekilen özgürlük tohumundan
yıllar sonra ortaya çıkan bir çiçektir.
Küba'da Kırsal Yaşam |
Kolomb, ipten kazıktan kurtulmuş çapulculardan ve serüven
tutkunu soylulardan oluşan mürettebatıyla 1492 yılında Küba’ya ayak basıp,
ardından Güney Amerika’dan gelip burayı yurt edinen, savaş sanatıyla uzaktan
yakından ilgisi olmayan yerli halkı kolayca sindirdikten sonra adayı İspanya
toprağı olarak ilan etmiş. Sonrasında İspanyollar, ada topraklarının
şekerkamışı üretimi için elverişli olduğunu anlayınca, Afrika’dan köle getirmeye başlamışlar. Çünkü
adanın yerlileri, salgın hastalıklardan ve sömürgecilerin şevkatli (!)
tutumlarından dolayı bu sömürü çarkını sürdüremeyecek kadar azalmışlardı. Köle
ticareti 1865 yılında yasaklandı ama sömürü ortadan kalkmadı. Sonunda eski
köleler, 1895 yılında İspanya’ya karşı ayaklandı. Bu başkaldırının önderi ise;
bugün ‘’Küba’nın Babası’’ diye anılan ünlü şair Jose Marti idi. İspanya ile
arası iyi olmayan ABD de işe karışıp, ‘’benim Maine adlı gemimi batırdın’’ bahanesiyle
İspanya’ya savaş açınca; Küba’da, bugün dünyanın birçok ülkesinde sahneye konan
‘’renkli devrimlerden’’ biri gerçekleştirildi ve İspanyollar, 1902 yılında
Küba’nın bağımsızlığını tanımak zorunda kaldılar. Tanıdılar tanımasına da Küba
için pek bir şey değişmemişti. Değişen sadece ‘’tellaktı’’, ‘’hamamsa’’ kubbesi
ve göbek taşıyla aynı kalmış,
İspanyollar gitmiş, onların yerine Amerikalılar gelmişti. Bu arada sırası
gelmişken söyleyeyim; kimi ‘’şom ağızlılar, sırf İspanya’ya savaş açmak için
Maine’yi bizzat Amerikalıların batırdığını söylüyorlar''. Ne ayıp(!)
![]() |
Ernesto Che Guavera (Google'dan alınmıştır) |
Küba bağımsız oldu da ne oldu diye düşünebilirsiniz. Halkın
yaşamında, özellikle Afrika kökenlilerin yaşamında bir değişiklik olmadı. Bunlar
şekerkamışı plantasyonu sahiplerine karşı
-ki çoğunluğu Amerikalı patronlardı- zor çalışma koşulları ve düşük
ücretleri protesto etmek için bir çok kez gösteriler yaptılarsa da, bu gösteri
ve kalkışmalar çoğu Amerika’nın himayesinde ve desteğinde olan seçilmiş
diktatörler tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı.
1930’lu yıllarda, ABD’nin desteğiyle başa geçen Batista
döneminde Küba, bu ülkenin arka bahçesi oldu. Kısaca Küba, Amerikalı para
babalarının, onların yerli işbirlikçilerinin kumar oynadığı, fuhuş dahil her
türlü çılgınlığı yaptığı dev bir eğlence merkezi haline geldi.
Halk mı?
Onlar yoksulluğun pençesinde, umarsız bir yaşam kavgası
veriyorlardı.
Ve 1956’nin Aralığında, Meksika’da sürgünde bulunan Fidel ve
81 yoldaşı, devrim zamanının geldiğini düşünerek Granma adlı tekneyle Meksika’dan Küba’ya
doğru denize açıldılar. Bu küçük gerilla
birliğinde Che de vardı. Ama Che’nin bu birliğe katılması hiç de kolay
olmamıştı. Çünkü Che, Küba yurttaşı değildi ve milliyetçi olan Fidel ‘’Küba’da
yapmayı planladığı devrimi sadece Kübalılarla
gerçekleştireceğine inanıyordu. Sonunda Raul Castro Fidel’i ikna etti:
Gerillanın savaşta doktora ihtiyacı vardı ve Ernesto Che Guavera’da bir
doktordu.
![]() |
Devrimden Sonra İlk Konuşma. Che,Fidel ve Camilo(Google'dan alınmıştır) |
Meksika’dan 82 kişiyle yola çıkan birlik, ilk kez devrim
ateşini yaktıkları Siera Maestra’ya ulaştıklarında doktorlar dışında 18 kişi
kalmıştı. Yolda 64 yoldaşlarını yitirmişlerdi. 18 kişiyle başlayan bu serüven,
2 yıl içinde taraflı tarafsız hemen herkesin hayranlıkla söz ettiği Küba
devrimi ile sonuçlanmış, devrimin başlangıcında adı Dr. Che olan Ernesto Che
Guavera, Küba halkının kendisine verdiği ünvanla Comandante Che olarak anılır olmuş ve 9 Ocak
1959 yılında Küba yurttaşlığına kabul edilmiş.
Gerisi?
Gerisi masal ve gerçeğin bir birine karıştığı bilinen bir
öykü…
Havana
İspanyollar Küba’ya ilk olarak 1511 yılında yerleşmişler.
Havana’nın kuruluşu ise 1519. O yıllarda İspanyollar Güney Amerika’nın kadim
uygarlıkları olan, İnka, Aztek ve Maya İmparatorluklarını soyup soğana
çevirdikten sonra elde ettikleri altın ve gümüşleri İspanya’ya doğrudan
götürmek yerine Havana’ya getirirler, orada toplayıp, daha sonra yeniden
gemilere yükleyerek, donanmaları eşliğinde İspanya’ya taşırlarmış bu
ganimetleri. Kısaca Hava’na bir toplanma ve aktarma merkezi olarak
kurulmuş. Zaman içinde korsan
saldırılarını önlemek için çevresine surlar ve kaleler yapılmış olan Havana,
sonrasında Küba’nın başkenti olmuş. Havana bir ara İngilizlerin eline geçmiş,
ancak İspanya, kendisi için stratejik konumu olan bu adayı İngilizlerden geri
almak için onlara Florida’yı teslim etmiş.
Bugün Küba’nın başkenti olan Havana, 2milyonu aşan nüfusu
ile Küba’nın ve Karayipler’in en büyük nüfusa sahip kentidir.
Güneş Turizm Konukları Hamingway'in Evine Girişte |
Havana’ya İlk Adım
Amsterdam aktarmalı İstanbul uçuşumuzdan yaklaşık 17 saat
sonra Havana’ya vardık. Rehberimizin ilk sözü şu oldu:
-Burada işler yavaş yürür, alışın.
Uçağımızın, tekerleklerini piste deydirmesinden yaklaşık 1
saat sonra, bizi otelimize götürecek otobüse binmiştik. 30 dakikalık bir
yolculuktan sonra otele ulaştık. İlk şaşkınlığım otel oldu. Beklentimin
üzerinde bir oteldi. Karayip Denizi’nin hemen kıyısındaki bir tepenin üzerine
konuşlanmış olan otelimiz, koloni döneminden kalmaymış.
Otelimiz National |
Resepsiyondaki görevliler rehberimizi yalanlarcasına oda
anahtarlarımızı çar çabuk teslim ettiler. Av.Del Puero üzerinde bulunan Park
Antonio Maceo Meydanı’na bakan deniz manzaralı bir odaya yerleştik. Odaya
yerleşmemizden yarım saat sonra meydandaydık. Meydanda dizili eski model
Amerikan arabaları, arabaların hemen yanı başında her yaştan gençler, kıvrak ve
insanın kanını kaynatan Latin Şarkıları eşliğinde gülüp eğleniyorlardı. Güneş, ufukta kaybolup, kızılımsı ışıkları
otelimizin pencerelerinde yansıyıncaya kadar bir köşeye oturup olanı biteni
izledim. Bu Küba başkaydı. Komünizmi yaşadıkları dönemde birçok doğu bloku
ülkesini ziyaret etmiştim. O dönemde gittiğim hiçbir ülkede böylesine çalıp
söyleyen, gülen eğlenen bir topluluğa rastlamamıştım. Asık suratlı demeyeyim
ama yorgun, bezgin, bıkkın insanlardı gördüklerim; hiç abartmıyorum. Bu ülkeler
çoktan kapitalist oldular. Küba ise hala komünist. Bu komünistler o
komünistlere hiç benzemiyorlar. Al sana iki saat içinde ikinci şaşkınlık.
Bulunduğum süre içinde Küba beni şaşırtmaya devam edecekti.
Artık şaşkınlıklarımı saymayı bıraktım.
Havana’daki ilk ziyaret ettiğimiz yer Devrim Meydanıydı
(Plaza de la Revolocion).
Meydan, diktatör Batista döneminde yapılmış.
Devrim Meydanı Jose Marti Anıtı |
Önceki
adı sivil meydanmış. Devrimden sonra adı değiştirilmiş. Meydan’ın ünü
büyüklüğünden ya da güzelliğinden değil, Fidel’in devrimden sonraki ilk
konuşmasını burada yapmış olmasından ve dünyanın en görkemli 1 Mayıs
kutlamalarının yapıldığı alan almasından geliyor. Bu meydanda dünyanın en
görkemli 1 Mayıs İşçi Bayramı Kutlamaları yapılıyormuş. Sırası gelmişken
söyleyeyim; 1 Mayısta burada coşkulu kalabalıklar nedeniyle iğne atsan yere
düşmüyormuş. 1 Mayıs haftasında buradaki otellerde ve Havana’ya giden uçaklarda
yer bulmak zor oluyormuş.
Bir de bizdeki 1 Mayısları düşünün… Hadi keyfiniz kaçmasın
bırakın bizdeki 1 Mayısları düşünmeyi, şu an tatildeyim ve yazmaya devam etsem
iyi olacak.
Meydanda göze batan en önemli öge, daha öncede söylediğim
gibi Küba’nın Babası olarak adlandırılan ve 109 metre yüksekliğinde bir sütunun
kaidesinde yontusu bulunan şair, yazar ve ulusal kahraman Jose Marti’nin anıtıdır.
Anıtın hemen karşısında bulunan ve bu gün İç İşleri Bakanlığı olarak kullanılan
binanın meydana bakan yüzünde ise; Che’nin, Kübalı fotograf sanatçısı Alberto
Korda’nın 1960 yılında çektiği, Che denince akla gelen o ünlü fotoğrafından
uyarlanan demirden bir heykeli var.
Altında da şu yazı: ’’Hasta la Victoria
Siempre- Zafere Kadar Her Zaman’’. İspanyolca’dan çeviri rehberimizden…
Devrim Meydanı ve Che. Duvardaki Yazı:Hasta la Victoria Siempre |
Che’nin demir heykelinin bulunduğu binanın hemen yanı
başındaki Savunma Bakanlığı binasının duvarındaki heykel ise; Fidel’in sağ kolu
olan Camilo Cienfuegos’a ait. Heykelin altındaki yazının öyküsü şöyle: Fidel
Devrimden sonra bu meydanda ilk konuşmasını yaparken yanında duran Camilo’ya
dönüp, konuşmasını kastederek,
-‘’Nasıl gidiyor?’’ diye sormuş. Camilo’nun yanıtı da
- ‘’Vas bien Fidel- İyi Gidiyor Fidel’’. Çeviri gene
rehberimizden.
Meydan çok geniş. Meydanı çevreleyen binaların bir bölümü
bugün müze olarak kullanılıyormuş. Küba Komünist Partisi Merkez Komitesi Binası
ve Jose Marti Kütüphanesi de bu Meydanda.
Saati 40 CUC |
Bu arada Devrim Meydanında park etmiş, en yenisi 1959 model
olan eski Amerikan Arabalarını kiralayabilir ya da fotoğraflarını
çekebilirsiniz. Venedik’te gondola
binmek ne anlama geliyorsa; Havana’da da bu arabalara binmek aynı anlama
geliyor. Hiç çekinmeyin araba sahiplerinin hepsi kibar, hepsi güler yüzlü. Kiralama
bedeli olarak kapıyı 50 CUC’dan açıyorlar. İyi pazarlıkçıysanız bu fiyatı 30
CUC’a kadar düşürebilirsiniz. Ben 40 CUC’tan kiraladım. Kiralama süresi Havana’
turunu kapsıyor ve 1 saat.
El Capitolio |
Havana’da görülmesi gerek yerlerden biri de El Capitolio
(parlamento binası). Central Park’ın hemen yanı başında bulunan binanın temeli
1926 yılında atılmış, hizmete giriş tarihi ise 1929. Binanın mimarları R.Otero
ve E.R.Pietra imiş. El Capitolio, yapıldığı tarihteki Amerikan etkisinin bir
sonucu olsa gerek Washington’daki Capitol’ün bir benzeri. El Capitolio bir süre
parlamento binası olarak kullanılmış. Binanı kubbesinin yüksekliği 92 metre.
İçinde sergilenen sanat eserlerinin yanı sıra,
kapalı alanda bulunan dünyanın en büyük 3. Heykeli de Capitalio’daymış.
Devrimden sonra Bilimler Akademisine devredilmiş. Bu günlerde onarımda,
dolayısı ile kapalı. Bu yüzden içindeki heykelden söz ederken mişli geçmiş zaman
kullandım.
Tiyatro Binası |
Hazır oralarda dolaşıyorken Capitolio’nun hemen arkasında
kubbeleri ile dikkati çeken Küba Telekom binasını da görülebilirsiniz.
Capitolio ile aynı sırada, yine koloni döneminden kalma ve
bu günlerde Küba Ulusal Bale ve Tiyatro gösterilerinin sunulduğu Teatro la
Habana’nın mimarı Belçikalı P. Belau imiş. Temeli 1837’yınında atılan bu barok
biçemli tiyatro binasının ön cephesinde İtalyan yontucu Guiseppe Moretti’nin
elinden çıkma 4 adet yontu vardır. Gerçekten hoş bir yapı. Parque Central’da
(Merkez Park) bulunan önemli anıtlardan biri de Jose Marti’nin yontusudur. Bu
Parkta fotoğraflanacak çok şey var.
Jose Marti Anıtı-Central Park |
Eski Havana-Habana Vieja
UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesine alınan ‘’Eski Havana’’
sömürge dönemi mimarisini yansıtan sivil ve dini yapıları, taş döşeli daracık
yolları ile hem yerlisi hem de yabancısı tarafından Havana’nın en çok ziyaret
edilen yeridir.
Bu bölge, Havana’da kaldığım 4 gün içinde oraya gündüz ya da
gece, ne zaman yolum düşse; hep canlı ve hareketliydi. Eski Havana’nın
yabancılar tarafından en çok rağbet edilen yerlerinden biri Plaza de la
Catedral’dir( Katedral Meydanı). Meydandaki başat yapı, Catedral de San
Cristobal de la Habana’dır. Ana yapısı barok biçemli olmasına karşın eklektik
bir anlayışı içeren özelliği de vardır. 1748 yılında Cizvit papazlarının
desteği ile yapımına başlananmış ve 1787 yılında hizmete girmiştir. 19.
Yüzyılda ise Katedrale, eklektik özellik kazandıran neo klasik ‘’makyajlar’’
yapılmıştır. Katetrali ilginç yapan bir özellik ise; çan kulelerinin simetrik
olmamasıdır. Soldaki kule sağdakine göre küçük olarak yapılmıştır. Nedenini
sordum: Katedralin sol kulesi tarafında bulunan sokağın, ancak bu büyüklükte
bir kule yapmaya elverişli olduğunu söylediler. Anlayacağınız Katedralin İtalyan Mimarı Francesco Borromini
burayı tasarlarken ufak bir hesap hatası yapıp soldaki sokağı hesaba katmamış.
Bu hata da Katedrali, dünyada benzeri olmayan asimetrik kuleli ünlü bir kilise
yapmış. Katedral, Pazartesi- Cumartesi 09.00-16.00 arası açık. Girişte para
alınmıyor.
San Cristobal Katedrali |
Katedralin bulunduğu meydanda, bir kısmı bu gün müze olarak
kullanılan, koloni dönemi şeker üretimini ellerinde bulunduran zenginlerin gene
barok biçemli evleri var.
Havanalı Kadın Memurlar |
Meydanda dolaşırken allı yeşilli giysileri ile turistlerle
fotoğraf çektiren, neşeli iki yaşlı kadın dikkatimi çekti. Yaklaştım. Her iki
kadın aralarındakini boş bırakıp, birer sandalyeye oturmuşlar, isteyenle
fotoğraf çektiriyorlardı ve hediyesi de 1 CUC’tu. Doğal olarak ben de o
seremoniye katıldım. Fotograf çektirip parayı öderken ilginç bir şey fark
ettim. Kadınların boynunda birer kimlik kartı vardı. Rehberimize sordum.
‘’Onlar devlet memuru Yaşar bey! Şu an mesaideler’’. Bizdeki klasik devlet
memurlarını anımsadım birden. Hem mesaide ol, hem de yaptığın işi bu kadar
neşeyle yap. Olacak şey değil.
Obispo Sokağı. Eski kent |
Eski kenti dolaşırken mutlaka görmeniz gereken bir sokaktan
söz etmeden geçmeyeyim. Bu sokağın adı Obrapia.
Sokak bir hayli uzun; bir ucu Capitolio’da diğeri ise; Obispo’da…
Sokağın her iki yanında koloni dönemi zenginlerinin genellikle barok biçemli
binaları yer alıyor. Bu arada sokağın sonuna doğru 1648 yılında bir şeker
tüccarının evi olarak yapılan ama 1983’den beri müze olarak kullanılan küçük,
sarı renkli bir binayı görmeden geçmeyin.
Adı; Casa de la Obra Pia. Eğer vaktiniz varsa ziyaret edin. Küçük
bahçesi, 19 yy’dan kalma mobilyaları, döneme ilişkin giysi ve eşyaları ilginç.
Hotel Ambos Mundos de Calle- Hamingway'in Kaldığı Hotel |
Obrapia’nın paralelinde ise; Floridata’dan başlayıp Plaza de
Armas’a kadar uzanan Obispo Sokağı-Barlar Sokağı- uzanıyor. Bu sokak biraz daha
dar ama daha eğlenceli.
Sokak neredeyse günün her saatinde kalabalık. Çalanlar,
söyleyenler, allı güllü giysileri ile gösteri yapanlar, karikatür ressamları,
seyyar kitapçılar, ulusal içkileri olan Ron’dan(rom) yaptıkları kokteylleri
satan seyyar barlar(!) vb… Bunlar, sokağı biz turistler için ilginç kılan özellikler.
Obispo’nun ünlü mekanlarından biri de La Bodeguita Del Medio adlı cafe-bar.
Rehberimiz Lionel’in söylediğine göre Havana’ya gelen her turist burayı
kesinlikle ziyaret eder, ünlü kokteyllerinden tadarmış. Ama gene Lionel’in
söylediğine göre kokteyllerinin eski tadı yokmuş, üstelik birazcık da kazıkmış.
Sebebini de gelişen turizme bağladı. Ahh Turizm! Girdiğin yeri kendine
benzetiyorsun; kalitesiz tatlar, kazık fiyatlar. Çar naçar biz de nasibimizi
aldık.
Del Medio 2 katlı çok eski bir yapı -Havana’da yeni yapı zaten yok,
benimki sözün gelişi-. Biz üst kattaydık. Tıkış tıkış dolu bir salon, oturacak bir yer bulmak olanaksız gibi. Buraya gelenler
duvarlara adlarını yazmışlar; geri durur muyum. Ben önce bir Türkiye haritası çizdim, Adana’yı
bu haritaya yerleştirip adlarımızı yazdım. Kokteyli aman aman güzel olmasa bile
buraya gelip bir şeyler için. Yarın ülkeye döndüğünüzde
Del Medio'ya Girmek İçin Sıra Bekleyen Turistler |
-’’ Şekerim Del Medio’ya gitmediysen Havana’ya boşuna
gitmişin’’ dedirtip, sinir sahibi olmayın.
El Medio-Duvarlar Yazı Dolu |
Medio’dan çıkıp sokakta sağa sola bakıp, aylak aylak aylak
dolaşırken, daha önce rehberimizin sözünü ettiği Hotel Ambos Mundos de Calle
ile deyim yerindeyse burun buruna geldik.
Otelin özelliği şuradan geliyor: Ernest Hemingway 1946 yılında Küba’ya
geldiği zaman bu otelde birkaç yıl kalmış. Daha sonra Havana dışındaki bir
villaya taşınmış. Kendisine Nobel Edebiyat Ödülü kazandıran -aslında Nobel
Ödülü yazarın tüm eserleri için verilir-‘’ The Old Man And The Sea’’ romanını
Havana’dayken yazmış. Buraya kadar gelmişken yazılarını yazdığı 511 nolu odayı
da ziyaret ettik. Hemingway devrimden sonra Küba’dan ayrılmış.
Sokakta yürümeye
devam ederseniz Plaza de Armas’a varırsınız.
Burası, ortasında ulusal kahraman Carlos
Manuel Cespendes’in güzel bir yontusunun bulunduğu küçük bir park. Parkın
çevresinde küçük birkaç restoran, kitapçı tezgahları, hediyelik eşya dükkanları
ve görülmesi gereken birkaç yapı var. Bunlardan en önemlisi Amerika’daki en
eski taş kale olarak kabul edilen ve 1982 yılında UNESCO tarafından Dünya
Mirası listesine alınan Castillo de la Real Fuerza ‘dır (Kraliyet Kuvvetleri
Kalesi). 1555 yılında, korsan saldırılarına karşı yapılmış olan ama saldırılara
karşı gerekli korumayı sağlayamayan eski bir kalenin üzerine yapılmış. Zaman
içinde birçok onarımlar geçiren kale, Devrimden sonra silah ve seramik müzesi
(Museo de la Ceramica) olarak kullanılmaya başlanmış. Seramikler İspanyol yani Endülüs tarzı. Parkı çevreleyen
binalardan biri de Palacio de los Capitanes ise; eski başkanlık sarayı olup bu
gün kent müzesi olarak hizmet vermektedir.
Sarayın temeli eski bir kilise kalıntısının
üzerine atılmış, 1876’da başlayan yapımı 1892 yılında tamamlanmış. Saray barok
biçemlidir. Ayrıca bu bölgede görülmesi
gereken yerlerden biri de koloni döneminden kalma neo klasik biçemli El
Templete’dir.
Obispo'da Tezgahlar |
San Fransico Convent. Gece Görünüş |
Eski Havana’da birçok bina onarıma muhtaç. Küba turizme
açıldıktan sonra turizm gelirinin bir bölümü bu binaların onarımına harcanır
olmuş. Onarıma da Eski Havana’dan başlamışlar.
Orhan Veli Gemlik için şunları yazmış: ‘’Gemliğe doğru
denizi göreceksin sakın şaşırma’’. Siz de Plaza de Armas’dan sahile çıkıp, denize paralel Av.Del Puerto’dan batıya doğru gidince,
karşınıza çıkan bir parkta tanıdık, hem de çok tanıdık bir kişinin büstünü
görünce sakın şaşırmayasınız.
Bu büst, M. Kemal
Atatürk’ün. 2008 yılında buraya konmuş. Elbette Küba’ya gelirken burayı ziyaret
etmek planlarımız arasındaydı. Ve bizim için sürpriz olmayacaktı onu burada
görmek. Ama inanın, yurdunuzdan binlerce kilometre uzaktaki bir ülkede, oradaki
varlığından haberinizin olmadığı ve uzun yıllardır görmediğiniz bir
arkadaşınızla karşılaştığınızda neler hissederseniz, işte ben de onu hissettim
Atatürk’ü görünce…
Atatürk Büstü |
Büstün oturtulduğu kaidede, Fidel'in de birçok konuşmasında
alıntı yaptığı, Atatürk’ün o ünlü sözcüğü yazılmış.’’ Yurta Sulh, Dünyada
Sulh’’. Bu günlerde en çok gereksinim duyduğumuz dilek…
Büst, heykeltıraş Metin Yurdanur tarafından yapılmış ve 2008
yılında buraya konmuş. Aynı heykeltraş Küba’nın Babası sayılan Jose Marti’nin
büstünü de yapıp Çankaya’da bir parka yerleştirmiş. Amaç; Türk ve Küba
Halklarının dostluğunu ve kardeşliğini simgeleştirmekmiş.
Atatürk büstünün kuzeye bakan tarafındaki tepede ise benzerini Rio ve Lizbon'da gördüğüm bir İsa yontusu var.
Havana’da görülecek çok yer var. Bunlardan biri, de size
biraz garip gelebilir ama mutlaka görün diyeceğim Cristobal Colon( Cristof
Kolomb) Mezarlığıdır. Mezarlığı tasarlayan mimar İspanyol C.de Liora adlı bir
mimarmış.
Mezarlık 56 dönüm arazide kurulmuş ve içindeki yolların uzunluğu
toplam 20 kilometreyi buluyormuş. Mezarlık, yukarıdan bakınca haç şeklinde
görülüyormuş. Mezarlığa ‘’barış kapısından ‘’giriliyor. Barış kapısının
önündeki yolun sağında ve solunda din adamları, ünlü kişiler ve devrim
liderlerinin mezarları varmış.
Rehberin dediğine göre burada gömülü olanların
sayısı 3 milyona ulaşıyormuş. Seyahatlerimde beni çok etkileyen mezarlık birçok
mezarlık olmuştur. Paris’deki ünlülerin
yattığı La Pere Lachaise, Moskova’daki
Nazım’ın mezarının bulunduğu Novodeviçe, Eva Peron’un gömütünün
bulunduğu, adeta bir açık hava müzesi görünümündeki Buenos Aires’deki La
Recolete bunlardan birkaçıdır. Kolomb, Paris
ve Moskova’daki mezarlıklar gibi
ünlüleri konuk etmiyorsa ve Recoleta gibi bir açık hava müzesi görünümünde
değilse de bence kesinlikle ziyaret edilmeyi hakkediyor. Mezarlık Vedado
semtinde. Mutlaka görün.
Critabal Colon Mezarlığı |
Mezarlıktan Bir Başka Görünüm |
Hamingway'in Yatak Odası |
Hemingway’in villası kentin dışında. Büyükçe bir bahçenin
içinde 2 katlı bir ev. Villa dediğime bakmayın, Adana’nın eski bağ evlerinin
biraz iricesi. Burada yazara ait eşyalar sergileniyor .Yazarın ününden olsa
gerek ziyaretçisi bol. Bahçe’de Hemingway’a ait bir de tekne sergileniyor.
Teknenin adı Pillar. Hemingway bu tekne ile kılıç balığı avına çıkarmış. Yaşlı
adam ve deniz adlı romanının kahramanı da bu tekneyi kullanan Grigorio Huantes
adlı kaptan imiş.
Başka nerelere gidilir
Dediğim gibi Havana’da gezecek yer çok. Eski Havana’nın
karşısında, hemen körfezin başlangıcında ve liman girişinde yer alan, korsanlara karşı Havana’y ı savunmak için
yapılmış güzel bir kale var. Kalenin adı Castilo San Carlos la Habana.
1763 yılında
yapımına başlamış, yapımı 11 yıl sürmüş. Buradan hem körfezi, hem de eski ve
yeni Havana’yı uzaktan da olsa etraflıca görebilirsiniz. Fotograf çekmek için
güzel bir yer. Kaleye giderken bembeyaz bir kaide üzerinde bulunan,
İspanyollara karşı ulusal kurtuluş savaşı veren Kübalılara komuta eden ulusal
kahraman Maximo Gomez’in görkemli anıtını da fotoğraflayabilirsiniz.
Castilo San Carlos la Habana |
Maximo Gomez Anıtı |
Ayrıca Araba Müzesini, Granma yatının orjinalinin bulunduğu müzeyi (kapalı olduğu için
giremedik), yabancı elçilikler ve devrim öncesinden kalan villaların bulunduğu
Miramar ve Vedado bölgesini, 1728
yılında açılmış olan Neo-klasik biçemli Havana Üniversitesi’ni, Museo de la
Revolicion(Devrim Müzesini), kaldığımız otel olan Havana Nacional’in önünden
geçen 8 km uzunluğundaki Malecan Bulvarını-kordon-, Cohibar Kalesini gezebilirsiniz.
Almacenes San Jose Artisan's Market- Satışın Zaferini Kutluyor Olmalı |
Havana’da kesinlikle görmeniz gerek bir yer de Almacenes San
Jose Artisan’s Market’tir. Avenida del Puetro ile Calle Cuba’nın kesiştiği
yerde, men denizin kıyısında kurulu bu kapalı pazarda, Küba’ya ilişkin yerel
ürünleri bulabilirsiniz. Bir birine koşut 4 -5 sokaktan oluşan bu üstü kapalı
pazarda alış veriş yapmasanız bile hoşça vakit geçirebilirsiniz. Eğer alış
veriş yapacaksanız hevesinizi buraya saklayın.
Çoğunluğu eski Amerikan
arabalarını betimleyen tablolar, seramikler, deriden yapılmış eşyalar, ağaç
işlemeleri, mercandan üretilmiş takılar, purolar, ronlar, Havana Şapkaları…
Anlayacağınız ülkenize döndüğünüzde size Küba’yı anımsatacak her şey... Size
önerilen fiyatlarda birazcık pazarlık payı var. Ron ve puroların satıldığı
resmi dükkanlarda pazarlığın lafı bile olmuyor.
Almacenes San Jose Artisan's Market |
Küba’da Sadece Havana mı Var?
Elbette sadece Havana yok. Turumuz, Küba’nın batısını kapsayan bir gezi programı içeriyordu.
Havana’na dışında ilk gittiğimiz yer Vinales
Vadisi'ydi. UNESCO Dünya Mirası Listesinde yer alan bu vadi, yer yüzünde bir
cennet sanki. Vadi yem yeşil. Küba'nın ünlü tütünleri buradaki tarlalarda
geleneksel yöntemlerle üretiliyor. Ayrıca vadide çeşitli sebze ve meyve üretimi
de yapılıyormuş.
Vadide görülecek yerlerden biri de Cueva del Indio mağarası. Magara içinde
bir süre sarkıtlar ve dikitler arasında yaklaşık 200 metre kadar yürüdükten
sonra bir yeraltı ırmağına ulaşıyorsunuz. Burada küçük bir iskele ve iskelede
tekneye binmek için sıra bekleyen insanlar var. Yaklaşık 15-20 dakika kuyruk
bekledikten sonra, küçük bir tekneyle 10 dakikalık bir yeraltı ırmağı turundan
sonra mağaranın dışındaki küçük bir göle ulaşıyorsunuz. Görmeseniz eksiklik
hissetmeyeceksiniz aman aman bir mağara değil ama vadiye kadar gelmişken burayı
da görün derim. Mağara turunun bitiminde alış veriş yapabilir, taze meyve suları ve
Küba’ya özgü kokteyllerden içebilirsiniz.
Cueva del İndio Mağarası Çıkışı |
Mugeta adı verilen kireç taşı
oluşumlu ve üzerileri yemyeşil bir örtüyle kaplı dağlar vadinin her iki yanında
sıralanmış. Dağlarda irili ufaklı birçok mağara var. Bu mağaralarda bir zamanlar efendilerinden kaçan köleler saklanırmış. Kaçmanın cezası ise köpeklere
parçalatılmakmış.
Vadide yol alırken, ana geliri tütün ve turizm olan Vinyales kasabasına da
uğruyorsunuz. Kasabada 4 bin kişi yaşıyor. Kasaba, verandası olan genellikle
küçük ve tek katlı koloni dönemi evlerden oluşuyor. Verandalarda sıkça
göreceğiniz mobilya, sallanan sandalyeler. Bu sandalyeler Küba’nın sembolü gibi.
Özellikle yaşlı Kübalıları, dudaklarının arasında puroları ile bu sandalyeler
üzerinde sallanırken sıkça görebilirsiniz.
El Mural de la Prehistoria |
Vinyales yakınlarında bulunan bir vadidi de El Mural de la Prehistoria adlı,
180x120 metre boyutlarında, düz bir kaya üzerine resmedilmiş, evrim kuramını betimleyen bir tablo var. Bu
tabloyu yapma fikrini 1959 yılında Fidel’in sevgilisi vermiş. Tablo,
Leovilgildo Gonzalez Morillo tarafından 1962 yılında tamamlanmış. Morillo’nun,
bu kaya panosunu tasarlarken Frida’nın kocası olan sanatçı Diego Rivera’dan
etkilendiğini söyledi rehberimiz…
Montemar Parkı |
Montemar Parkı, Zapata yarımadasında
koruma altına alınmış yaklaşık 300 bin hektarlık bir doğal yaşam alanında
kurulmuştur. Çevresi ormanlarla çevrili, genelde bataklık olan parkta,160 kuş
türü, 115’i Küba’nın endemik bitkisi olan 900 tür bitki bulunuyor. Parkta bir
de timsah çiftliği var.
Bura timsahları 3 buçuk metreye kadar ulaşıyorlarmış. Timsahlar etrafı yüksek kafes tellerle çevrili
bir gölde korunuyorlar. Artık teller, timsahları mı koruyor, yoksa ziyaretçileri mi ?... Takdir sizin. Çünkü timsahlara yem vermeye çalışan, taş benzeri şeyler atarak onları tellerin gerisinden tahrik eden insanlar da timsahlar kadar tehlikeli geldi bana. Burada balık oltası biçiminde bir aletle timsahları
sığır eti ile besleyebiliyorsunuz, tabi bedeli karşılığı… Parkta hediyelik eşya
satın alabileceğiniz, ron içebileceğiniz ve yemek yiyeceğiniz mekanlar da
var. Park alanında bulunan ilginç yerlerden biri de tekne ile 15 dakikada ulaşabileceğiniz,
bura yerlilerin yaşamından kesitler sunan, denizden yüksekliği yaklaşık 50 cm olan çok güzel bir ada...
Ada’da
yerlilerin kullandığı evlerin benzerleri ve yerlilerin günlük yaşamını
betimleyen yontular var. Ada, gölleri ve ağaçlarıyla
cennetten bir parça sanki. Adada hediyelik eşya ve yiyecek içecek satan küçük
bir de dükkan var. Burayı kesinlikle görmenizi öneririm.
Montemar'da Yerli Yaşamını Betimleyen Yontular |
Timsah Çiftliği |
Adaya Tekne Yolculuğu |
Havana’nın 160 km güney batısında yer alan Pinar del Rio’ya yemyeşil bir
vadide kıvrıla kıvrıla giden bir yoldan geçerek ulaşıyoruz. Pinar del Rio,
yaklaşık 190 bin nüfusu ile Küba’nın tütün ve şeker kamışı merkezi…
Buradaki ilk ziyaretimizi, eskiden bir tutuk evi olan bir puro üretim
atölyesine yaptık. Bir süre ‘’kuyruk ‘’bekledikten sonra içeri girdik. İlginç
bir yer. Art arda, okul sıraları gibi dizilmiş tezgahlarda genellikle kadın olan
işçiler çalışıyor. En arkadaki sıradan, ‘’yaprak’’ olarak sisteme giren tütün,
sıranın en başındaki işçi tarafından kutulanıp satışa hazır hale geliyor. Puro
üretiminde genelde kadınlar çalışıyor. Puroyu,çoğumuzun bildiğini sandığı gibi
bacaklarında yuvarlayarak yapmıyorlar. Bunun için önlerindeki sırayı
kullanıyorlar. Bacağında tütün saran kadınları göremeyince
bazılarımız-özellikle erkekler- düş kırıklığına uğramadı desem yalan olur.
Rehberimiz
bunun bir şehir efsanesi olduğunu söyledi.Tütün içinde çalışan kadınlar makine
gibiler. Ama şakalaşmaktan, bir birbirlerine takılmaktan geri durmuyorlar.
Acaba rol mü yapıyorlar diye düşünmedim değil. Ne de olsa komünist bir ülkede
yaşıyorlar. Bizdeki anlayışa göre asık suratlı, nemrut ve soğuk olmaları
gerekiyor. Ama bunlar çalışırken gerçekten mutlu görünüyorlar. Bu bir şehir
efsanesinin sonu mu ne?
Pinar del Rio |
Atölyede puro bir de satış yeri var. Resmi yerlerde fiyat aynı. Guantanamera purosunun fiyatı, 25’lik kutuda 50 CUK. Dışarıda ise 40’a hatta 35’e alabilirsiniz.
Rehberimiz dışarıda satılan puronun iyi kalite olamayabileceğini söyledi. ''Peki
dışarıda satılan bu puroların kaynağı nereden'' diye düşünebilirsiniz. Ne de olsa burada hemen her şey
devletin tekelinde. Rehberimiz,
Vadide Mola |
-‘’Puro fabrikalarında çalışan her işçinin
günlük, bedava bir puro alma hakkı var. Puro içmeyenler kendi haklarını
satabilirler’’ dedi.
Pinar del Rio’da ziyaret ettiğimiz yerlerden biri de ron fabrikasıydı. İkram edilen ronlardan bolca içtim. Buraya özgü bir ron var. Adı Guayabita del Pinar. Farklı bir tadı var. Satın alabilirsiniz fiyatı, yılına göre değişiyor.
Küba'nın bir çok kentinde olduğu gibi buradaki evlerin ya da dükkanların sokağa bakan yanı ''Portico'' denilen biçemde yapılmış. Yani binaların önündeki kaldırımların üstünü örten, insanları yağmur ve güneşten koruyan sütunlu revak. Eskiden Adana'da da bu tür kaldırımlar vardı. Şimdiki İnönü caddesi buna güzel bir örnektir.
Santa Clara, Küba’nın orta batısında, Havana’nın güney doğusunda yer alan 225 bin nüfuslu bir kent. Kentin aman aman bir özelliği yok. Buranın ünü, kent dışında bulunan Ernesto Che Guavera’nın anıt mezarından geliyor.
Savaşı Sonlandıran Katar |
Che'nin Anıtı Önünde |
-’’ Ateş etmeyin! Ben Che Guavera. Sizler için canlı halim ölü halimden
daha değerlidir’’ dediği rivayet edilir. Ekim 1967.
Che’den geriye kalanlar, Bolivya'da Vallegrande yakınlarındaki bir uçak pistinin
altından çıkarılmış, bedeninden arta kalanlar Küba’ya getirilerek, son
çatışmada yanında olan 6 yoldaşı ile birlikte Santa Clara’daki bu anıt mezara
gömülmüştür. 17 Ekim 1997. Anıtta bir de
müze vardır. Müzeye giriş 1 CUC.
Santa Clara’da devrimi hızlandıran bir olay da devrimden birkaç gün önce
gerçekleşmiş. Batista’nın kuvvetlerine silah ve cephane götüren Tren, 30 Aralık
1958 yılında Che’nin komuta ettiği gerillalar tarafından sabotajla durdurulunca, savaşın
sonu da belli olmuş,
Batista güçleri teslim olmuşlardır.
Batista güçleri teslim olmuşlardır.
Dr. Cantero'nunŞimdi Müze Olan Evi |
O tren sabotaja uğradığı yerde ve müze olarak kullanılıyor.
Trinidad, Küba’nın batısında yer alan turistik kentlerinden birisi. Küba’nın 1980 yılından itibaren turizme açılmasından sonra gelişen ve 1988 yılında UNESCO’nun Dünya Mirası Listesinde yer alan Trinidad’ın adı, Hristiyanlığın kutsal üçlemesinden geliyor; baba, oğul ve kutsal ruh.
Söylenceye göre Kolomb, ''İlk ayak bastığım yere Trinidad adı vereceğim'' diye söz verdiği için buraya Trinidad adını vermiş.
Kentin kuruluş tarihi 1514.
Arnavut kaldırımlı dar sokakları,
sokakların her iki yanında yüz yıl öncesini anımsatan renk cümbüşü evleri ile
ilginç bir kent Trinidad.
Kent küçük; yürüyerek dolaşabilirsiniz. Sokakları arşınlarken, evlerinin önünde oturup sohbet eden yaşlılarla,
aynı dili konuşmasanız da anlaşabiliyorsunuz. Sevecen bakışları, gülen
yüzleriyle ve tüttürdükleri purolarıyla bu insanlar, konuşmasalar da size uzun uzun sohbetlerde anlatılamayacak şeyleri anlatıyorlar sanki...
Plaza Mayor Trinidad |
Trinidad'da Bir Sokak |
Trinidad’ın merkezi Plaza
Mayo’dur(belediye meydanı). Meydan’da neredeyse bir birine bitişik konumda,
Trinidad Kilisesi, Mimari Müze, içinde 18. yy ait möble ve ev eşyalarının bulunduğu Romantik Müze ve Arkeoloji Müzesi bulunmakta.
Müze girişleri 2 CUC. Fotograf çekecekseniz 1 CUC daha ödüyorsunuz. Kilisenin önündeki bir de park var. Parkın giriş kapısının her iki yanında iki
köpek yontusu dikkatimi çekti. Genelde bu tip park ya da saray girişlerine aslan yontusu koymak gelenektir.
Bana garip gelen bu durumu rehbere sordum.
Trinidad |
Park Kapısını Aslan Yerine Köpek Bekliyor |
-‘’Kapıları neden aslanlar değil de
köpekler bekliyor?’’ Yanıtı ilginçti Lionel'in:
-‘’ Buranın halkı İspanyol kökenlidir. 19
yüz yıldaki bağımsızlık savaşında İspanyollara karşı savaşmakta ilgisiz
kaldılar. Anlayacağınız onlar sahiplerine köpekler gibi sadıktılar. Bu köpekler onun için aslanların
yerine kondu.Vay vay vay!!! Bu söz itin önüne atsan yenmez.
Kentte dolaşırken bizdeki köy
bakkallarına benzeyen bir devlet mağazası gördüm. Merak edip içeri girdim.
Bakkal dediğime bakmayın, sözün gelişi. Raflar neredeyse bom boş. Hadi biraz
abartayım; iki şundan, üç bundan beş ondan. Koca dükkanda en fazla 10-15 kalem
mal ya var ya yok. Burada peso ile yerli halk alışveriş yapıyormuş. Küba'da bir çok şey karne ile satılıyor. Bu da o tür mağazalardan biri. Söz gelimi devlet aylık kişi başı 225 gram yağ, 2 ayda bir de 1 kğ tuz veriyormuş. Yağı, tuzu, ronu yeterli olmayanlar bu mağazalardan peso ile alış veriş yapıyorlarmış.
Devlet'e Ait Bakkal-Raflar Boş |
Bu gün müze olarak kullanılan ve köle taciri Dr. Cantero'ya ait ev de Trinidad'ın ilginç yapılarından biri. Müzeye giriş için para ödemiyorsunuz. Evin eşyaları ve mimarisi, doktorun ne menem bir zengin olduğunu gözler önüne seriyor.
Bir Elimde Chancancara, Ötekinde Puro :Umrumda mı Dünya |
Trinidad'a özel bir de kokteyl var. Ron, bal,maden suyu ve yeşil limon suyundan yapılıyor. Adı, Chancancara. Toprak Bardakta plastik kaşıkla servis yapılıyor. Aman içerken benim yaptığımı yapmayın. İçmeden önce bardağı iyice karıştırın. Yoksa bal erimeden bardağın dibinde kalıyor ve içkinin tadına varamıyorsunuz ve ikinci bir bardağı sipariş etmek zorunda kalıyorsunuz. Hediyesi 3 CUC.
Trinidad'da kaldığımız otelin adı Del Mar. Çok güzel bir kumsalın hemen yanında yapılmış. Kumu ve denizi çok güzel. Palmiye ve muz ağaçları kıyı biter bitmez başlıyor. Keşke zamanımız daha fazla olsaydı.
Cienfuegos |
Pallacio Ville.Endülüs Mimarisine Dikkat |
Cienfugeos'da Kordon |
Varedero-Hotel Melia |
Küba'da bulunduğum süre içinde kendimi Küba'da gibi hissetmediğim tek yer Varedero idi. Havana'nın doğusunda yer alan Varedero gerçekte de Küba Anakarası'nda değil. Anakara'ya küçük bir köprü ile bağlanan Varedero, böcek avlayan bir bukalemunun dili gibi Karayip Denizine uzanmış, ince uzun bir yarım ada. Rehberimizin dediğine göre bu arda turistik bölgelerde çalışanların dışında Kübalı olmazmış. Çok güzel
kumsalları, yem yeşil doğası ile Varedero tam anlamıyla turizm merkezi. Kendinzi Küba'da değil de Havai'de, Seyşellerde, Tailand'da Phuket'te sanabilirsiniz. Otelimizin adı Melia idi. Barmenlerinden odaları temizleyenlere, garsonlarından, resepsiyondaki görevlilere kadar tüm çalışanlar kibar insanlardı
. Hele sahilde güneşlenip denize girenlere, 30 derece sıcak altında yüksünmeden, of demeden soğuk içecek servisi yapan güler yüzlü garsonları unutamayacağım. İnsan, bizdeki otellerde bu tür içten davranışlara sıkça rastlamadığı için bu kadar ilgiden mahcup oluyor doğrusu.
Varedero-Melia Hotel |
kumsalları, yem yeşil doğası ile Varedero tam anlamıyla turizm merkezi. Kendinzi Küba'da değil de Havai'de, Seyşellerde, Tailand'da Phuket'te sanabilirsiniz. Otelimizin adı Melia idi. Barmenlerinden odaları temizleyenlere, garsonlarından, resepsiyondaki görevlilere kadar tüm çalışanlar kibar insanlardı
Hotel Melia |
Burası tam anlamı ile tatil merkezi ama bir Küba değil.
Eğlence
Hani biraz abartayım: Havana'da rumba, salsa gibi geleneksel dansları izlemek, Küba'ya özgü ezgileri dinlemek için bir eğlence yerine gitmenize gerek yok. Adamlar dans ve müzik için yaşıyorlar sanki
Tropicana |
Tropicana |
Neredeyse önünden geçtiğiniz her evden müzik sesi geliyor. Müzik ve dans burada hava, su ve ekmek gibi. Ama illa rahat oturup, birkaç kadeh ron içip dans ve müzik izlemek isterseniz size Tropicana'yı öneririm. Gerçekten burada Küba'ya özgü dansa ve müziğe doyarsınız. Bazı turistik mekanlarda, söz gelimi kimi restoranlarda, kaldığınız otellerde de bu tür gösterileri izleyebilirsiniz.
Ne Yenir Ne içilir
Küba mutfağı zengin değil. Otel mutfaklarını bir yana bırakırsak, turistik restoranlarda ağırlıklı olarak başta ıstakoz, karides ve buraya özgü pargo balığından oluşan deniz ürünleri ile yetineceksiniz. Bir de pansiyon olarak kullanılan ve adına'' Pabada'' denilen evlerde 3-4 masalık restoran bölümleri var. Burada geleneksel Küba yemekleri, başta tavuk olamak üzere, ağırlıklı olarak pirinç, fasulye ve domuz etinden yapılmış yemekler yiyebilirsiniz. Fiyatları büyük, restoranlara göre nispeten ucuz.
Kokteylde Kullanacağım Şeker Kamışı Suyunu Kendim Sıkıyorum |
Ne içilir sorusunu yanıtı ise; basit: Ron ve rondan yapılmış kokteyller. Küba'da bulunduğum süre içinde kokteyllerin hemen her türlüsünü tattım. Söz gelimi; şeker kamışı suyu, dövülmüş taze nane, maden suyu,limon ve yaşlanmamış Havana Club'dan yapılan Mohito,
ananas suyu, hindistan cevizi suyu ve Havana Club'dan yapılan Pina Colada, kola, Havana Club, yeşil limon dilimi ve bol buzdan oluşan Cuba Libre, Küba'da iken içilecek kokteyller. Ayrıca hem içeceğiniz, hem de hediyelik olarak getireceğiniz ron markaları da şunlar: Cohiba, Havana Club ve Varedero. Bir de Pinar del Rio kentine özel
Guayabita ronu.
Guayabita ronu.
Yemekte |
Kahve meraklıları için Cafe Cubita'yı önerebilirim. Yok ben kafein ve alkol dışında bir şeyler içmek isterim diyenlere de önerim var: Tu Kola, mango, papaya, ananas, guanbana ve şeker kamışı suyu... Ne diyeyim? Yarasın...
Bira için ise iki marka önerebilirim: Cristal ve Bucanero. Cristal hafif içimli, Bucanero ise biraz daha sert.
Karides,Pilav ve Cristalin |
Nelere Dikkat Etmeli
.Küba'da iki tür ekonomi var: Biri turistler için, öteki Kübalılar için. Turistler CUC adı verilen turist parası ile alış veriş yapıyorlar. 1.03 CUC 1 euro. 0.85 CUC ise 1 USD. dolara düşük CUC vermelerinin nedeni, doları dış ticaretlerinde kolay kullanamıyorlarmış. Ben, euro bozdurdum,dönüşte artan CUC'u dolar ile değiştim. Bir tür arbitraj. Aklınızda Bulunsun.
.Ayrıca bir CUC 25 Peso ediyor. Peso'yu yerel halk kullanıyor.
.Kadınların ünlü Küba purosunu bacaklarında sarmaları şehir efsanesi. Bir kaç kez sordum; kadınlar ne diyorsun der gibisinden yüzüme tuhaf tuhaf baktılar.
.En yeni Amerikan arabası 1959 model. Devrimden sonra Amerikan arabası gelmemiş. Ama gördüklerimin hepsi çalışır durumdaydı. En yenisi 57 yaşında olan bu otomobillerin hala çalışıyor olması; bir başka Küba mucizesi sanırım.
Almagenes San Jose Artisan's Market |
.1970 yıllarda Sovyetler Birliği'nden Lada almışlar. Şimdilerde ise yollarda Çin ve G.Kore otomobilleri boy gösteriyor.
.Cocotaxi adı verilen 2 kişilik üç tekerlekli motosiklet taksilerle de Havanayı dolaşabilirsiniz.
.Amerikan arabalarını kiralayabiliyorsunuz. Şöförle birlikte 1 saat Havana turu 50 CUC. Ama bu fiyat pazarlığa tabi. Mavi plakalı arabalar devlete, sarı plakalar kişilere ait.
.Hava'na da ya da gittiğimiz öteki kentlerde gece ya da gündüz, tek başımıza ya da grupla herhangi bir güvenlik sorunu ile karşılaşmadık. Ancak taşra kentlerinde evlerin kapı ve pencerelerdeki demirler dikkatimi çekti. Nedenini sordum: Bu demirler hırsızlık ya da başka bir nedenle takılmamış. Evlerin eski sahipleri kendi kölelerinin isyan etmesinden korktukları için bu demirleri yaptırmışlar. Yani evlerin demirli olmasının bu günkü güvenlikle ilgisi yokmuş.
.Küba'ya giderken yanınızda bolca sabun, kalem ve çocuklar için şekerleme olsun. Ayrıca giymediğiniz giysileri de götürüp dağıtabilirsiniz. Yanlış anlaşılmasın insanlar dilenci değil, ama özellikle sabun, her kişi için ayda bir kalıp verildiği için zor bulunuyormuş. Ben yanımda bir hayli sabun ve kalem götürdüm.
.Küba'da internet yok gibi. Otellerde internet kullanmak isterseniz 24 saat için 20 CUC ödemeniz gerekiyor. İnternetin pahalı olması bana hayatımın en sakin tatilini yaptırdı. Teşekkürler Küba.
Havana |
.Küba'da kentler arası kamu ulaşımı yetersizmiş. İnsanlar taşıt bulamayınca gidecekleri yere yürüyerek gidiyorlarmış. Onca tütün tüketmelerine karşın ortalama yaşam süresinin erkeklerde 80, kadınlarda 85 olmasının nedeni bu uzun yürüyüşler olmalı (!). Uzun süre yaşamaları iklime de bağlanabilir. Ama Küba'nın bulunduğu enlemlerdeki hiç bir ülke bu ortalama yaşı yakalayamamış. Kübalıların uzun yaşamalarının bir nedeni de burada tıbbın çok gelişmiş olmasıdır. Anımsatırım.
.Küba'da iki mevsim var. Biri yağmurlu yaz: Mayıs-ekim arası. Öteki nispeten az yağmurlu yaz:Kasım-nisan arası.
.Rehbere sordum:3 yıl önce Fidel'in öldüğü söylendi. Doğrumu? Evet 3 yıl önce ölen biri var ama Fidel değil, Fidel'in 3 dublöründen biri dedi. Fidel ve geriye kalan 2 dublörü yaşıyor.
.Küba'da elektrik enerjisi 110 volt. Ama otellerde her ikisi de var.
.Küba'nın en önemli dış satım kalemleri şeker ve puro.Ama bir miktar da buraya özgü kahve dış satımları varmış.
.Kadınları Küba'ya çeken en önemli şey, burada üretilen gençlik kremi. Kremin adı: Alicia. Bu kremin gece, gündüz, göz kenarı olmak üzere üç türü var. En kıymetlisi ''plesantadan'' üretileni. Bu krem devlet eczanelerinde satılıyor. Fiyatı 8.75 CUC. Bulabilirsen tabii. Eşim zar zor 2 tane buldu. Sıraya girip de kremi alamayan kadınların eşime bakışlarını unutamıyorum. Kadınlık hali...
.Buradan faturasız olarak en fazla 25'lik iki kutu puro götürebiliyorsunuz. Faturanız varsa bir sınırlama yokmuş. Ama çıkarken valizinizi de kontrol etmiyorlar. Ron da ise bir sınırlama yok. Valizinize taşıyabileceğiniz kadar koyabilirsiniz.
.Buraya şimdilik THY'nin seferi yok. Ama Obama burayı ziyaret ettikten sonra (20 mart 2016) THY buraya aktarmasız sefer koyacaktır, emin olun.
.Alana 3-3.5 saat önceden gidin. Çalışanlar turizme ve turiste alışık değiller. Söz gelimi valizlerinizi koyduğunuz yürüyen bant bozulur bu nedenle chek-in için bekleme süreniz uzayabilir. Bizim grup bu arıza yüzünden uçağa geç bindi ve Paris aktarmalı uçağımızı kaçırdık. Aklınızda bulunsun.
Nasıl Gidilir
Küba'ya şimdilik ya Amsterdam aktarmalı KLM ya da Paris aktarmalı Air France ile gidebiliyorsunuz. Aktarmalar da daahil yolculuk, yaklaşık 17 saat sürüyor. THY'nin de önümüzdeki bir kaç ay içinde Havana'ya aktarmasız uçacağını sanıyorum.
SON SÖZ
Küba'ya ilişkin bir çok şey okumuş, orayı ziyaret edenlerden bir çok şey dinlemişizdir. Ben, bu satırları, gördüklerime duygularımı da katarak yazdım. Demem o ki;burada yaşadıklarımı ne salt gerçekler, ne de arı duygularla anlatamazdım. Bunu yapsaydım, bir şeyler eksik kalacaktı. Kimileri Küba hakkında şunu yazabilir.
-'' Adamlar yoksul, binalar dökülüyor, üstelik internetleri bile yok.''
-'' Adamlar yoksul, binalar dökülüyor, üstelik internetleri bile yok.''
Doğrumu?
Doğru?
Ama Küba, sadece dökülen binalardan, yoksulluktan oluşmuyor ki; orada yaşayan, köleliğe karşı direnmiş, direnmeye devam eden- daha ne kadar direnirler bilmiyorum- neşeli, kibar ve sevecen bir halk var. Küba'yı anlatmak körlerin -görme engelli mi demeliydim- fili tarifine benzer. Kim filin neresini tutuyorsa; fil onun için odur. Ayağını tutan fili, kalın, yumuşak bir direğe; dişini tutan; ince ama sert bir direğe; kulağını tutan yumuşak bir deriye, kuyruğunu tutan bir saçağa benzetir fili...
Dedim ya Kübayı anlatmak körlerin fili anlatmasına benzer. Ben böyle anlattım.
Not: Küba'ya gitmek için acele edin. Obama Mart ayında oradaydı. Amerikalılar oraya bir dadanırlarsa; yandınız. Küba o zaman özgünlüğünü yitirir, güzel ama çok uzak bir tatil beldesi olur.
-------------------------------
(*)Adana'nın İlçesi İmamoğlu'na bağlı Çörten köyü yakınındaki,ormanlık alanda su kaynağı olan bir mağara. Bu gün Altini'nde ne orman kalmış, ne de doğru dürüst kaynak.
Doğru?
Ama Küba, sadece dökülen binalardan, yoksulluktan oluşmuyor ki; orada yaşayan, köleliğe karşı direnmiş, direnmeye devam eden- daha ne kadar direnirler bilmiyorum- neşeli, kibar ve sevecen bir halk var. Küba'yı anlatmak körlerin -görme engelli mi demeliydim- fili tarifine benzer. Kim filin neresini tutuyorsa; fil onun için odur. Ayağını tutan fili, kalın, yumuşak bir direğe; dişini tutan; ince ama sert bir direğe; kulağını tutan yumuşak bir deriye, kuyruğunu tutan bir saçağa benzetir fili...
Dedim ya Kübayı anlatmak körlerin fili anlatmasına benzer. Ben böyle anlattım.
Not: Küba'ya gitmek için acele edin. Obama Mart ayında oradaydı. Amerikalılar oraya bir dadanırlarsa; yandınız. Küba o zaman özgünlüğünü yitirir, güzel ama çok uzak bir tatil beldesi olur.
-------------------------------
(*)Adana'nın İlçesi İmamoğlu'na bağlı Çörten köyü yakınındaki,ormanlık alanda su kaynağı olan bir mağara. Bu gün Altini'nde ne orman kalmış, ne de doğru dürüst kaynak.
Türkiye'nin Havana Büyük Elçiliği
Telefon:
+53 (7) 204 22 37 +53 (7) 204 12 04 +53 (7) 204 12 05 +1-613 902 5711 (Kanada VoIP)Faks:
+ 53 (7) 204 28 99E-posta:
embajada.habana@mfa.gov.trBüyükelçilik Posta adresi:
5 Ta Avenida No: 3805 Entre 36 Y 40, Miramar, Ciudad Havana,---------Cenral Park. Geride Jose Marti Anıtı ve Parlamento Binası |
Kaleden Havana |
Karşı Yakada İsa Yontusu |
Katedral Meydanı |
Hediyelik Eşya Dükkanı |
Sokak Çalgıcıları |
Hotel Melia |
Yaşar bey ,
YanıtlaSilKüba yazınızı büyük bir keyifle okudum ve her köşesini yeniden geziyor gibi hissettim.
Küba turuna birlikte katılmış olmamıza ve anlattıgınız tüm yerleri birlikte gezmiş olmamıza ragmen yazınızı okuduktan sonra farklı bakış açıları kazandıgım noktalar oldu.Güzel ve keyifli anlatınız için teşekkürler eder, blogunuzu takibe zevkle devam edeceğimi bildirmek isterim.
Selam ve Teşekkürlerimle. Gülhan Şendag/Adana