Arap
Mahmut'un Mevlidi
Bir
köy düğünü
Perşembe akşamı damadın
ağabeyinin evinin önünde çalan davul zurna ile başlayıp, dört gündür devam eden
düğünün son günüydü.
Yüksek taş duvarlarla çevrili büyük
bir avlu içindeki iki katlı evin üst katının bir yanında, yan yana dizilmiş
yatak odaları, öte yanında ise büyükçe mutfak, odaların ve mutfağın önünde
boylu boyunca uzanan sofa bulunuyordu. Depolar, hamam ve ekmek yapılan tandır
evin alt katındaydı. Avluda suyu acı bir tulumba, onun önünde hayvanları
sulamak için konmuş; nereden ve nasıl geldiği bilinmeyen, kireç taşından
yontulmuş, yıllar öncesinden kalan kapaksız, kaba bir lahit, onun yanı başında ulu bir dut ağacı vardı. Köy
evlerinin olmazsa olmazı dölle (1) ise, dut ağacının gölgesinin erişemeyeceği
uzaklıkta; hemen sofanın önündeydi. Döllenin yanında ise, yemek pişirmek için
kullanılan iki ocak bulunuyordu.
***
Kırkım (2) atılıp, düğün armağanları
toplandıktan sonra konukların yiyip içtiği avludaki masaların çevrelediği
alanda köyün gençleri, dört günün yorgunluğunu umursamadan; daha davul sesini
duydukları ilk günün isteği ve coşkusuyla çevre köylerde yapılan düğünlerin de
değişmez ikilisi Seyit ve Solak'ın çaldığı ''Adana Üçayağı'' halayını çekiyorlardı. Düğün evinin
uzun ve büyük sofası ise, halay çekenleri izleyen kadın ve kızlarla tıklım
tıklımdı. Kimi eşinin, kimi nişanlısının, kimi de gönlündeki yavuklusunun
halayını izliyordu.
Halay başı, elindeki mendili
sallayıp, davulu ve zurnayı susturdu. Önce halay çekenlere, döndü, ardından da
sofada kendilerini izleyen kadınlara şöyle bir bakıp,
''Atalım, atalııımmm, kimin kucağınaaa?'' diye bağırdı.
Halaydakiler hep bir ağızdan,
''Herkesin sevdiğinin kucağınaaa!'' diye yanıtladılar halay
başını.
Halay başı,
''Kimin kucağınaaa!'' diye bir kez daha yineledi
sorusunu. Bu kez halay çekenlerden biri,
''Arif'in sevdiğinin kucağınaaa!'' dedi.
Halay başının hemen yanındaki Arif,
adı söylenince; sanki bu çağrıyı bekliyormuş gibi önce hafifçe öksürüp,
boğazını temizledi, ardından da sağ elini kulağına koyup, köy düğünlerinin en
sevilen türküsü ''Dezze’yi (3) söylemeye başladı. Arif türküye başlayınca
sofada bir hareketlenme oldu. Özellikle genç kızlar, bir birlerine kaş göz edip,
gülüşerek başlarıyla, Arif'e yakıştırdıkları Ayşe'yi gösterdiler. Ayşe,
kızların kendisini işaret etmelerinin nedenini anlamış olacak ki; başını önüne
eğip, yüzünün kızarıklığını gizlemek için yağlığının (4) iki ucuyla yüzünü
örttü.
Arif türkünün ortalarına geldiğinde,
halay başı Arif'e eşlik eden davul zurnayı susturdu. Halay çekenlere döndü,
mendilini havaya kaldırdırıp,
''Bir öpmüüşşş!''
Halay çekenler,
''Neresindeenn!''
‘’O biliirrr diye yanıtladı
halay başı. Ardından halaydakiler, silah sesleri arasında, kaldıkları yerden üçayağa
devam ettiler.
***
Sağdıçlar, damadı hazırlarken
ayakkabısının bir teki ile çoraplarının olmadığının ayırdına vardılar. Damadı
hazırladıkları evi tüm aramalarına karşın ne ayakkabının tekini, ne de
çorapları bulabildiler. Köyün adetlerinden biri olduğu için damadın arkadaşları,
sağdıçları zor durumda bırakmak için hem ayakkabıyı, hem de çorapları
saklamışlardı. Sonunda ayakkabıyı ve çorapları saklayanlarla sağdıçlar, uzun
süren bir koyun pazarlığından sonra 50 liraya anlaştılar.
***
Avlunun büyük ve geniş kapısından
10-12 yaşlarında bir çocuk, düğün sahibinin bulunduğu masaya kadar koşarak
geldi; muştular gibi,
'' Müdür emmi güva(güvey) geliyor! Ferzi (Feyzi) abi
geliyoor!''
Kardeşinin damat tıraşına
gecikmesinden endişelen damadın büyük ağabeyi, derin bir ''ohh!'' çekip,
oturduğu masadan kalkarak eliyle davul ve zurnayı susturdu.
''Seyit! Feyzi geliyormuş; damat tıraşına...'' der demez, o
sırada Kırıkhan çalan Zurnacı
Seyit, damadın geleceğini öğrenince, Kırıkhan'dan Adana Karşılaması’na döndü.
Bir kaç dakika sonra iki sağdıcın arasında damat ve arkalarında köyün gençleri,
çoluk çocuk, avlu kapısından içeri girdiler.
Önce damadın ağabeyi, ardından kimi
konuklar ve damadın deli lakaplı teyzesi Emine, damat ile sağdıcı görür görmez
tabancalarını çekip, havaya ateş etmeye, sofada oturan kadınlar, ''lu lu lu
luuu!'' diyerek zılgıt (5) çekmeye başladılar. Öyle bir an geldi ki, tabanca
sesinden ve çekilen zılgıttan ne davulun, ne de zurnanın sesi duyulur oldu.
Sağdıçlar, Feyzi'yi, berber henüz
hazır olmadığı için ağabeyinin bulunduğu masaya oturtup, kendileri de her iki
yanına oturdular.
Masada oturanlardan biri, yeni
gelenlerin önüne birer bardak koyup, bardakları rakı ile yarıya kadar doldurdu.
Önce bardaklara rakı koyan, ardından da masadakiler, hep birden önlerindeki
rakı bardaklarını havaya kaldırıp,
''Feyzi'n şerefine, güvamızın şerefine!'' dediler. Önce
'içeyim mi içmeyeyim mi' diye ikirciklenen Feyzi, ağabeyine bakıp, onun
bardağını da havada görünce, elindeki rakı dolu bardağı bir dikişte bitirdi.
***
Damat tıraşını yapacak berber,
avludaki çocukların yardımıyla halay çekenlerin boşalttığı alanın tam ortasına
damadın oturacağı berber koltuğunu, aletlerini koyacağı küçük sehpa ve büyükçe
bir masayı yerleştirdi. Berber, izleyenlerin meraklı bakışları arasında, masanın
üzerine karton bir kutudan çıkardığı, içlerinde renkli kolonyalar olan küçük cam
şişeleri dizmeye başladı. Şişelerin yanına da damada kolonya dökecek olanların
vereceği bahşişleri koyacakları boş büskivi kutusu da yerleştirmeyi de
ihmal etmedi.
Berber hazır olunca; davul zurna
neşeli bir hava çalmaya başladı. Feyzi, oturduğu sandalyeden sağdıçları ile
birlikte kalktı. Silah sesleri ve sofadaki kadınların zılgıtları eşliğinde
berber koltuğuna oturdu.
Berber, çantasından, katlanmış,
haşırlı (6), beyaz bir Amerikan bezi çıkarıdı. Onu bir kaç kez çırptıktan sonra Feyzi'nin
önüne yayıp, uçlarından ensesine düğümledi. Omuzuna da gene haşırlı mavi renkli
bir havlu koydu. Berber, bir eline makası, ötekine ise tarağı aldı. Makası
Fevzi'nin saçları arasına sokup, saçını keser gibi yaptı. Feyzi'nin ağabeyine
dönüp,
''Allah Allah! Makas kesmiyor ağa. Yeni de yületmiştim (7)
halbuki'' dedi.
Lafın nereye geleceğini kestiren
avludakiler gülmeye başladı. Makasın neden kesmediğini anlayan ağabey yerinden
kalkıp, berberin bahşiş kutusuna, şalvarından çıkardığı bir tomar paranın
arasından çekip, çıkardığı bir ellik attı.
Berber, Feyzi'nin saçını bir kez
daha keser gibi yaptı.
''Bir kez daha denedim ağa valla kesmiyor bu makas''
deyince, ağabey çar naçar kutuya bir ellilik daha koydu.
Sonra masadaki küçük kolonya
şişelerinden birini aldı; kapağını açtı, içindekileri kardeşinin
başına döküp, sofadaki kadınların zılgıtları eşliğinde masasına dönerken berber
tıraşa başladı. Önce damadın yakınları, ardından konuklar, masanın üzerindeki
kolonyaları, Feyzi'nin başına döküp, bahşiş kutusuna gönüllerinden kopanı
koydular. Damadın ölmüş anasının yerine koyduğu deli namlı teyzesi, kolonya
şişesinin kapağını açmayı beceremeyince, şişeyi yeğeninin kafasına vurmaya
başladı. Niyeti; şişeyi yeğeninin kafasında kırıp, kolonya dökme geleneğini
anlının akıyla yerine getirmekti. Feyzi, canı ne kadar yansa da yiğitliğe halel
gelmesin diye sesini çıkarmadı; ne de olsa kendi düğünüydü. Feyzi'nin yanı
başında duran sağdıçlardan biri yerinden kalkıp, teyzesinin bileğini tuttu.
''Durr dezze vurma! Oğlanın kafasını yaracan.
Şişenin gapağını ben açiim de öyle dök.''
Sağdıç, Emine teyzenin elindeki
kolonya şişesini aldı; kapağını zorlanmadan açıp, şişeyi yeniden kadının eline
tutuşturdu. Kolonya şişesini kazasız belasız yeğeninin başına döken teyze,
görevini eksiksiz yerine getirmenin mutluluğu ile elini beline atıp, kuşağından
sıyırdığı tabancasıyla bir kaç el ateş edip, yerine geçti. Teyzenin yerine geçmesinden bir kaç dakika
sonra bir oğlan çocuğu koşarak berbere geldi. Elindeki 20 lirayı kutuya
koyarken,
''Emine nenem para vermeyi unutmuş'' dedi.
***
Berber, damat tıraşına devam
ederken, kentten gelen konukların masasında oturan Feyzi'nin ortanca ağabeyi
ayağa kalkıp, bir el işaretiyle davul zurnayı susturdu.
''Komşular, şimdi arkadaşım Arap Mahmut mevlit okuyacak.!'
Konukların bir bölümü, 'ne günlere
kaldık? içki masasında mevlit okunur mu?' derken, Arap Mahmut'u tanıyanlar,
'işin işinde bir iş var, dur bakalım ne çıkacak bunun ardından?' dediler.
Mevlit okunacağını duyan
sofadakiler, bu işe pek anlam veremediler ama ne olur ne olmaz diyerek,
başlarındaki yağlıkları çözüp, yeniden bağladılar.
Feyzi'nin ortanca ağabeyinin yakın
arkadaşı olan Arap Mahmut'un Araplığı, Arap asıllı olmasından değil; koyu
esmerliğinden geliyordu. Kırklı yaşlarda; iri yarı olmasına karşın gövdesinden
beklenmeyecek şekilde nazik, şaka yapmaktan hoşlanan ve en önemlisi şaka
kaldıran biriydi. Bir kamu kuruluşunda şoför olarak çalışan Arap Mahmut için
ortanca ağabey, 'öyle mukallit ki (8) ölüyü bile güldürür' derdi.
Davul zurna susmuş, ortalık
sessizleşmişti.
Arap Mahmut, bir iki öksürüp,
boğazındaki gıcığı giderdikten sonra önünde duran bardaktan bir yudum su aldı.
Suyu ağzında bir kaç kez dolandırdıktan sonra yuttu.
Davudi sesiyle, öyle bir besmele
çekti ki; avludakiler de, sofadakiler de bir kez daha kendilerine çeki düzen
verme gereği duydular.
Arap Mahmut, besmeleden sonra
mevlidine başladı.
''Hakta alaaa çün(9) yarattıı Ademiii
Adem kırdı balta ile bademiii.''
Arap Mahmut'a yakın oturanlar,
mevlitin(!) ilk iki dizesini duyunca gülümsediler. Ancak sofadaki kadınlar,
masalara uzak olduklarından ''hakta ala ve Adem'' sözleri dışındaki sözcükleri
anlamadıkları için çoktan göz yaşı dökmeye hazır olan gözlerini silmeye başladılar.
Köyün kadınları, ne zaman Kur'an ya da mevlit dinleseler; sözlerini anlasınlar
anlamasınlar; adettendir deyip her seferinde göz yaşı dökerlerdi.
''Havva aydur(10) yiyelim al almayııı(elma)
Adem aydur yir isek unut burda kalmayııı.''
Mevlitin burasında avludakiler
arasındaki gülüşmeler arttı. Kendilerini, davudi sesle okunan mevlitin
ahengine kaptırıp, öne arkaya sallanan sofadaki kadınların göz pınarlarında
biriken yaşlar, yavaş yavaş yanaklarından aşağı süzülmeye başladı.
Arap Mahmut sesini daha da
yükseltti.
''Allahümme zakiriiinnn(11)
Karnı doymaz fakiriiinn,.''
Sofada neredeyse kıyamet koptu. Kadınların
bir bölümü içli içli ağlamayı bırakıp, burunlarını çekip; yüksek sesle hıçkırmaya
başladılar.
''Getirin ha getiriiin,
Yemezse yüzüne tükürüüün.''
diye sürdürdü kendine özgü mevliti Arap Mahmut.
Avludan kendilerine kadar ulaşan
kahkahalardan işkillenen kadınlar, okunanın, bildikleri mevlit olmadığını
anlayınca,
''Anam ne diyor bu herif? Tövbe tövbe!''
''Mevlüt deeel anam bu okuduğu.''
''Tüü! Boyun devrile herif, bir de Arabım diye
dolanıyor ortalıkta.''
''Deertt!'
''Çarpılacak bacım!''
''Hafız'ın(12) arkadaşı da Hafız'a benzer''
Arap Mahmut mevlidi bitirdiğinde,
damadın tıraşı da bitmişti.
***
Gün kavuşmaya başlamıştı. Davul ve
zurna ''Gelin Alma'' havasını çalmaya başladı. Önde, çevresi altın sırmalı
şerit ile çevrili bayrağı taşıyan bayraktar, ardında her iki yanındaki
sağdıçlarıyla Feyzi, kalabalık bir gurupla, kız evine doğru yürümeye
başladılar. Kız evine varınca Feyzi, evin merdiveninin alt başında durdu. Damadın gelin almaya geldiği haberi yengelere
iletilince; gelin de duvağı örtülü beyaz gelinliği ile kendini gerdeğe hazırlayan
yengelerin(13) arasında, merdivenin üst başındaki sahanlıkta göründü. Gelini
almak için merdivene çıkmaya çalışan Feyzi'yi gelinin küçük kardeşi göğüsledi.
Göreneğe göre damadın gelini baba evinden alırken gelinin erkek kardeşine para
ya da bir armağan vermesi gerekiyordu. Buna hazırlıklı olan Feyzi, cebinden
çıkardığı 17 taşlı, deri kayışlı Nacar marka kol saatini kaynın koluna takınca;
gelinin kardeşi kenara çekilip, eniştesine yol verdi. Feyzi, kız evi baba evine çok yakın olmasına
karşın, geleneğe uyarak gelini, çieklerle süslenmiş kır bir ata yengelerin
yardımı ile bindirdi. Önde gene
bayraktar, ardında davul zurna, onların hemen arkasında kır at üzerinde gelin
ve atın dizginlerini tutan damat ile onları evlerine kadar yolcu etmek isteyen
konuklar, damadın baba evine doğru yürümeye başladılar.
Fevzi, atından inen gelini evinin merdiveninin başında yengelere teslim etti.
Yengeler, gelini sofada bekleyen kadınlara, göstermek için, yüzünü açıp onu bir
sandalyenin üzerine çıkardılar. Ardından da dualar eşliğinde gerdek odasına
soktular.
Artık gün kavuşmuş, damadı
yolculamak zamanı gelmişti. Silah sesleri arasında gerdek odasına girmek için
evin merdiveninin başına gelen Feyzi'yi bu kez bayraktar göğüsledi; o da
bahşişini alıp yana çekildi. Bayraktardan kurtulan Feyzi, sırtına yumruk vurup,
''beline kuvvet, utandırma bizi aslanımmm!'' diyerek onu cesaretlendirmeye
çalışan arkadaşlarının önünde, merdivenleri koşar adım çıkarken, uğur olsun;
yapılan büyüler bozulsun diye evin damına konmuş çiçek demetinin
arasındaki aynayı vurmak amacıyla nişancılığına güvenenler ateş etmeye
başlamışlardı.
***
Gelinin oğlan kardeşi, eniştesinin
kendisine armağan ettiği deri kayışlı saati, biraz imrenerek, çokça da
kıskanarak bakan arkadaşlarına gösterip,
''Nacar, hemi de 17 rubis'' dedi.
'' Nacar'ı biliyom, emmimde de var'' dedi oğlanlardan biri,
''amma 17 rubis ne ki laan? onu bilmiyom''
''Rubis nedir ben de bilmiyom, ama eyi bi'şey olmazsa
eniştem dakmazdı'' deyip, deri kayışlı,17 rubisli saatini başkalarına da
göstermek için koşarak köy meydanına gitti.
---
İstanbul- Temmuz 2020
---
1-Dölle: Bir çardağa sarılmış üzüm asması.
2-Kırkım atma: Düğünde yeni evliler için armağanları toplama. Yanında, başının
üstünde bir sini tutan kız çocuğu olan köyün yerlisi yaşlı bir kadın, bir
sandalyenin üzerine çıkar, verilen armağanları, armağanı verenin adını
söyleyerek sinye koyma eylemine kırkım atma denir.
3-Türkünün tamamı:
Aman dezze yaman dezze/Ben yoruldum geze geze/ üç gızıyın birini
bana versen/
alırım dezze.
Dezze fikrini iyi düşün/ Odununu çekerim gışın/satılıksa param
peşin/ borca kalır
sanma dezze.
4-Yağlık: Adana köylerinde, pamuklu kumaştan yapılmış, boyama desenli baş
örtüsü.
5-Zılgıt çekmek: Dilini ağzının içinde oynatarak, başparmak hariç, 4
parmağı ile dudaklarına hafif hafif vuraral’’lu lu lu’ diye ses çıkarmak. Bir
tür beğeni ifadesi.
6-Haşırlı:Haşırlı.Yeni, hiç kullanılmamış, havlu ya da bez.
7-Yülemek: Bileylemek
8-Mukallit: Taklit yapan
9-Çün-:Nice, mademki, nasıl
10-Aydur: Söylemek, söyledi
11-Zakir: Zikr eden
12-Hafız: Fevzi'nin ortanca ağabeyi Mehmet'in lakabı. Hafız olduğu için değil,
sesi güzel olduğu için bu lakabı almıştır.
13-Yenge:Gelini gerdeğe hazırlayan, evli kadınlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder