KAMBUR
KAZIM'IN ÇANDIRI
Güz sonunda köyde tarla takım
işi kalmazdı: Pamuk tarlaları felhan (1) edilmiş, buğday ve arpa çoktan
toprakla buluşturulmuş, Çukobirlik’den alınan pamuk paraları ile evin haceti
giderilmiş, everilecekler everilmiş olurdu. İş güç olmayınca da köylüler köy
kahvesinde toplanır; tavla, domino ve çeşitli kağıt oyunları oynarlardı.
Köyün kentteki takımlara kök söktüren bir futbol takımı olduğu için oyunlardan
arta kalan zamanda ise, sohbet konusu genelde futbol olurdu. Köylünün vazgeçilmez alışkanlıklarından biri
de ‘ajans haberlerini’ (2) dinlemekti. Ajans başlayacağı zaman, kahvenin
duvarında bulunan raftaki ‘’Berec ‘’ marka pille çalışan Alman malı Tonfung
marka radyonun dantel örtüsü kaldırılır, radyo açılırdı.‘’Ajans
Haberleri ‘’ okunurken kahve sessizleşir; oyun oynayanlar , sohbet
edenler kahvedeki herkes radyoya kulak
kesilir; tavla oynayanlar, pullarını şakırdatmazlar, dominocular ise
taşlarını, masadaki taş sırasına sessizce dizerlerdi. ‘Ajans Haberleri’
biter bitmez köyde çoğunluğu oluşturan Demokratlar, hemen her haber sonrasında
olduğu gibi sözü döndürür dolaştırır İsmet Paşa zamanında ekmeğin karne ile
satıldığına, şeker kıtlığı olduğu için karaborsadan bulabildikleri çayı bile
kuru üzüm ile içmek zorunda kaldıklarına getirirler; kahve bulunmadığı için
kavrulmuş nohuttan öğütülerek yapılan kahveyi bile içmek zorunda
kaldıklarını söyleyip, ‘öldürcü son vuruşu’ yaparlardı. Koca köyde sayıları bir
elin parmakları kadar olan ‘Halkçılar’ın savunmaya geçip; ‘savaş zamanında
bunlar olağan şeyler’’ demeleri kar etmez, tartışmalar sürer giderdi.
Köyde iddiaya girmek gelenek gibiydi. Hele tarla takım işlerinin
olmadığı bu günlerde…
En çok atı, iti, horozu olanlar
bir birleri ile iddialaşır, atı, iti, horozu olmayanlar ise iddiayı
kızıştırırlardı.
Atı, iti, horozu olmayıp da
iddia kızıştıranların başında Dezze Yunus gelirdi. Öyle ki, iddia
kızıştırmakdaki namı yedi köye yayılmıştı.
‘’Valla onu bunu bilmem. Sami Ağa’nın Gumaşını
öte’ön davaşanda gördüm, Hakkı Dayının Garakuşuna toz yutturdu.
Heç gorkma! Davşan avında Garaguş, seninkinin tozuna bilem
yetişemez. Gene de sen bilin Ahmet Ağa,’’
‘’ Ne diyon sen İsmail emmi. Süleyman Ağa’nın
atını köyde kimsenin atı geçemez. Süleyman Ağa saklar, kimseye demez lakin ben
eyi biliyom o yarım gan Arap. Seninki onun ardından nal toplar. Yerinde olsam
girmem o iddiaya. Ben deyim de, gerisi senin bileceen iş,’’
‘’Durmuş emminin horuzu benim diyen neçelerini
önüne gattı govaladı. Aha Durmuş emminin horuzu, aha senin ki’’diye
ortaya bir laf atar iddiayı başlatırdı.
Aslında traktör yarıştırma da
güzel bir iddia konusu olurdu olmasına da, hepi topu üç traktör vardı köyde...
Sahipleri de ağır, oturaklı kişiler olduğu için iddiaynan, middiaynan işleri
olmazdı.
***
Köyün tek kahvesinin bir
köşesinde Dezze Yunus, Arapoğlu Necip’i karşısına almış, onu horoz dövüşüne
ikna etmeye çalışıyordu.
‘’Ben onu bunu bilmem kirvem. Onca horuz gördüm
ama Kambur’unki gibisini görmedim. Çandır (3) mandır ama haza (4) horuz. Önüne
geleni deviriyor. Hele senin cülüğü( 5) ös’seet (6) devirir.’’
‘’Beni koşuya getirme Yunus. Ben Kazım’ın
horuzunu da eyi biliyom, benimkini de. Onunki eyiydi hasdı ama yaşlandı
artık, benimki ise daha üç bile deel ,on dakkada Kazımınki’nin nefesini
keser.’’
‘’Heç kimse ayranım ekşi demez. Halep ordaysa
arşın burada.’’
Yunus’un yeni bir iddia
kızıştırdığına kulak misafiri olan kahvedekilerin bir bölümü, ‘gene eğlence
var’ diye düşünüp, iddiayı daha da kızıştırmak için sandalyelerini onların
yanına çektiler. Yunus, sakalından girdi, bıyığından çıktı, sonunda Arapoğlu’nu
razı etti. Arapoğlu,
‘’Kazım ağayı (7) razı edersen ben hazırım.
Ama kesmecesine.’’
***
Kambur Kazım köyün yerlisi
değildi; Urumluydu. Kamburluğu doğuştan olan Kazım’ın anası babası o
çocukken ölmüşler; emmi, dayı, hala, teyze olmayınca sahipsiz kalmıştı.
Köylerinde elinden tutan bir müslüman da çıkmayınca, ver elini Çukurova deyip; yayan yapıldak
yola koyulmuş, adını Çukurova’ya çalışmaya giden hemşerilerinden duyduğu bu
köye gelip, köyün ileri gelenlerinden Durmuş Ağa’nın yanına kapılanmıştı.
Durmuş Ağa, kapısına gelen; 12-13 yaşlarında olmasına karşın, yaşından küçük
gösteren bu kara, kuru çocuğu koruyup, kollamış; köyün orta yerindeki ahırın ve
samanlığın arasındaki tek göz evinini yatıp, kalkması için ona vermişti. Kazım,
önceleri getir götür işlerine bakmış, ileriki yaşlarında da bağ, bostan beklemiş;
bekçilik yapmıştı. Durmuş Ağa’nın ölümünden sonra da oğulları da babalarının emaneti;
kimi kimsesi olmayan Kazım’ı yanlarında tutmuşlardı. Hatta yaşlanmaya başladığı
yıllarda tarla takım işlerine gidemeyince büyük oğul, kentte arabacılık yapması
için at ve araba satın almıştı.
Kazım elden ayaktan düşüp de
arabacılığı bırakmak zorunda kaldığında ise; horoz beslemeye heveslenmişti.
Bir gün büyük oğulun gurk (8) tavuğunun ardına dolaşan kızıl renkli
İstanbul civcivlerinin arasında sarımsı, kahverengi tüyleri olan ayrıksı bir
civcivi görünce; onu ağasından istemiş, ağasının ‘Na’pacan çandırı, ondan
bi’şey olmaz. Istanbullar’dan birini al istersen’ demesine karşın, o çandırı
seçmişti. Gurk tavuğun peşinde dolanan onca civcivin arasından onlara
benzemeyen çandırı seçmesinin nedeni; onun da kendisi gibi ayrıksı olmasıydı
belkide. Çandır için evin önüne güzel bir kümes yapmış; eliyle besleyip,
büyütmüştü. Çandır onun için bir horozdan öteydi: Onu hiç sahip olmadığı çocuğu
yerine koyar, tırnağına taş değsin istemezdi.
Çandır’ın babası İstanbul
horozu, anası ise yerli bir tavuk olmasına karşın dövüşecek duruma gelmesinden
bu yana, girdiği hemen her dövüşten galip çıkmış, karşılaştığı rakiplerini
evire çevire dövmüş; meydandan kaçırtmıştı. Ancak yıllar içinde o da sahibi gibi
yaşlanmıştı.
***
Kahvede horoz iddiası
sürerken Kazım, onların biraz uzağında, sandalyesini duvarın dibine
çekmiş; güz güneşinde kemiklerini ısıtıyordu. Önündeki başka bir
sandalyeye de ayaklarını dayamış, örtü gibi açtığı karadonunun (9) peyiğine
(10) Durmuş Ağasından yadiğar gümüş tabakasını koymuş, nasırdan çatlamış kalın
parmakları arasına yerleştirdiği kaçak sigara kağıdına, tabakadan aldığı ince
kıyılmış altın sarısı Bitlis tütününü özenle sarıyordu.
Arapoğlu Necip dışında horoz iddiası
yapanlar, sandalyelerini de alıp, Kazım’ın yanına geldiler. Kazım, az önce
çandırın da adının geçtiği konuşmalara kulak kabarttığı için gelenlerin
niyetlerini üç aşağı beş yukarı kestirmişti: Bozuntuya vermedi.
‘’Selamunaleyküm Kazım Ağa.‘’
Kazım, rahatının bozulmasından hoşnut
olmasa da Yunus’un selamını ‘Allahın selamı’’ olduğu için usulen alıp, elini
göğsüne götürdü.
Dezze Yunus, sandalyesini
Kazım’ın tam karşısına çekti. Ötekiler de sandalyelerini Yunus’un ardına
yarım ay şeklinde yerleştirdiler. Kazım onların istemelerine fırsat vermeden
gümüş tütün tabakasını Yunus’a uzattı.Yunus, tabakadan aldığı sigara kağıdını
ince kıyılmış tütüne sardıktan sonra tabakayı ardında oturana uzattı.
Kimi tütünü kağıda fazla koyuyor; bu nedenle kağıdı yuvarlayıp bir türlü sigara
saramıyor, kimleri de tütün sardıkları kağıdı dilleri ile fazla ıslattıkları
için ıslanan kağıdın yerine tabakadan bir yenisini alıyorlardı. Kazım onların
tütün sarmadaki acemliklerini görünce başını iki yana sallayıp, bıyık altından
gülümsedi.
Gümüş tabaka, elden ele
dolaştıktan sonra Kazım’ın peyiğine geri döndü.
İddia kızıştırmak üzerine yedi
köyde nam salmış Dezze Yunus, sardığı sigarasından bir nefes çekip, dumanını
yere doğru üfledikten sonra Kazım’a döndü.
‘’Demitden beri Arapoğlu ile gonuşuyoruk. Ben senin
çandırın yaşlanmasına rağmen onu Istanbul’unu evire çevire döveceğini söyledim.
O da ‘Kazım Ağanın gözü yetiyorsa ben varım, hem de kesmecesine’ dedi. Sen ne
diyon?’’
Kazım, Dezze Yunus’un iddia kızıştırmadaki
ününü iyi bildiği için hiç oralı olmadı. Gerçi çandırını o güne kadar kimse
meydandan kaçırtamamıştı ama horozunun artık yaşlandığının da farkındaydı.
Kazım’dan ses çıkmayınca Yunusla
birlikte gelenlerden Sarı Ramazan lafa girdi.
‘’Boşuna yorulma Yunus. Kazım emmi gibi horuzunda
da iş galmamış; yüreyemiyor bile. Üflesen yıkılacak. Kazım emmi deli mi
ki, çandırı Arapoğlu’nun gartalının önüne atsın.’’
Bir başkası,
‘’Şimdi baltayı daşa vurdun Sarı. Ben gendimi
bildim bileli çandırı döven görmedim. Deel ki, Arapoğlu’nun horuzu dövsün. Geç
bunları.’’
Gençten biri,
‘’Valla Kazım ağanın çandırı Necip emminin
horuzunu tercübesiynen bilem döver. Öyle namzaları (11) var ki, Namza
deel, Gama İpraam emminin gaması sanırsın.''
‘’Ben onu bunu bilmem. Ö’teön Kazım ağanın
pinesinin önünde gördüm çandırı… Gamburunu çıkarıp yere ıhmış (12); o da Kazım
Ağa gibi gemiklerini ısıtıyordu güneşte…’’
Sarı Ramazan’ın bu benzetmesine bir kaç kişi gürültülü şekilde güldüler.
Horozunun kendisine benzetilmesine ve gülüşmelere Kazım’ın bozulduğunun
fark eden Yunus hemen araya girdi.
‘’Öyle deme Iramazan! Çandırın
tavuğa çevirdiği horozların sahaplarının ardından az mı zort (13) çekti
Kazım ağa.’’
Konuşulanları içinden ‘la
havle’’ çekerek dinleyen Kazım sarma sigarasından bir nefes daha alıp, yarısından
fazlasını içtiği sigarayı yere attı. Duvara dayadığı sandalyesinden kalkıp,
kimseye sağlıcakla kalın demeden yavaş adımlarla evine doğru yürümeye başladı.
Kazım’ın Çandır’ı getirmek için
eve yollandığın kestiren Dezze Yunus, ardından bağırdı.
‘’Odanın uğrundaki sakızların (14) altına getir
Kazım Ağa. Orada bekliyecik.’’ Daha sonra
kahvenin önündeki haymanın (15) altında oturup iddianın sonucunu bekleyen Arapoğlu’na,
‘’O iş tamam dayıoğlu. Oğluna söyle de seninkini
getirsin.’’
‘’Tamam, ama kesmecesine.’’
‘’Kesmecesine…’’
Yaklaşık on beş dakika sonra köy
meydanındaki sakızların altında kısa sürede kalabalık oluşmuştu.
Arapoğlu’nun horozu üç yaşında,
parlak kırmızı tüylü, uzun boyunlu, adaleli baldırlı genç bir horozdu.
İstanbul horozlarının en önemli özelliği olan ibikleri belli belirsizdi
ama buna karşın, dövüş horozlarının silah olarak kullanacağı mahmuzları ise
henüz tam anlamıyla gelişmemiş; yaklaşık bir buçuk santim boyundaydı.
Çandır, Arapoğlu’nun İstanbul’una
göre daha iri, yıllar yılı dövüşmekten ince uzun boynunda tüy kalmamış, bir
gözü de 2 yıl öncesi galip geldiği bir dövüşten sonra kör olmuştı. Uzun,
adaleli bacakları çok güçlüydü. Yaklaşık dört santim boyunda, sürekli meşin bir
kılıf içinde tutulan kıvrık, ucu bir kama kadar sivri mahmuzları çandırın en
önemli silahıydı.
Kazım, çandırın mahmuz
kılıflarını çıkarınca, Arapoğlu itiraz edecek oldu.
‘’Namzalardaki gılıf galsın Kazım Ağa, çıkarma.’’
Araya Dezze Yunus girdi.
‘’Gavlimiz (16) öyle değeldi dayıoğlu.
Namzalar galacak. Ne demiştik? Kesmecesine.’’
Hem Kazım, hem Arapoğlu,
çömelip, ellerinde tuttukları horozları bıraktılar. Arapoğlu’nunki
rakibine korku vermek amacıyla hemen boynundaki tüyleri kabarıp, birden
saldırıya geçti. Ancak karşısında yılların deneyimi çandır vardı. İstanbul’un
atağın yerinden kımıldamadan karşıladı; boynunu gagası ile tutup, iki ayağı ile
sertçe tekmeledi. Mahmuzlarından biri genç horozun göğsüne saplanmıştı.
Horozunun göğsünden inceden bir kan sızdığını gören Arapoğlu horozları ayırmak amacıyla çömeldiği yerden yekinip
fırladı. Ancak hakemlik yapan Dezze Yunus,
‘’Dek dur (17) dayıoğlu! Gavlimiz kesmescesineydi,
unutma!’’ deyince; Arapoğlu gözü horozunda, ister istemez, yeniden
çömeldi.
Dövüş başlayalı yarım saati
geçmişti. Bu süre içinde dövüş, hakem kararıyla iki kez durdu. Horoz sahipleri,
horozların soluk borularına kaçan rakiplerinin tüylerini, tavuk kanadı
telekleriyle temizlediler. Verilen aralardan sonra dövüş yeniden başladı.
Arapoğlu’nun horozu, çandırın bir gözünün görmediğini ayırdına varmış olacak
ki, ataklarını hep o taraftan yapıyordu. Zaman geçtikçe çandır yorulmaya,
ayakta durmakta güçlük çekmeye başlamıştı. Gerçekte bu durumda olan horoz
sahibinin yenilgiyi kabul edip, pes etmesi gerekirdi. Ama bu dövüş
kesmecesineydi; kurallara göre pes etmek olmazdı; yenilen horoz bıçak altına
yatacaktı..
Arapoğlu ne kadar heyecanlıysa,
Kazım da o kadar sakindi. Çömeldiği yerden gözlerini horozlara dikmiş, ‘’Oturan
Buda heykeli‘’ gibi kımıldamadan duruyordu.
Hakem, soluk almakta
güçlük çekip, hırlamaya başlayan horozların soluk borularının bir kez daha temizlenmesi
için bir dakika kadar dövüşe ara verdi.
Dövüş yeniden başlar başlamaz,
Arapoğlu’nunki tüm gücünü toplayıp çandıra hızla saldırdı. Çandır bu atağa gene
yerinden kımıldamadan son bir çabayla çok sert bir karşılık verdi. Sivri
mahmuzu İstanbul’un göğsünde bir delik daha açmıştı. Ancak bu ataktan sonra
çandır, ayakta duramayıp yere çöktü, kanatları sarktı, kafası önüne düştü. Bunu
fırsat bilen Arapoğlu’nunki yerde kımıldamadan yatan çandıra birkaç kez daha
saldırdı. Çandırın yerde hareketsiz yattığın gören, az önce ortalığı velveleye
verip, bir kısmı İstanbul’u, ama çoğunluğu Çandır’ı destekleyen kalabalığa bir
sessizlik çöktü. Öyle ki sinek uçsa sesi duyulurdu; öylesine bir sessizlik.
Sessizliği ilk bozan
Dezze Yunus oldu
‘’Tamam bu iş’’ deyip horozların yanına geldi. Galibi
ilan etmesine fırsat kalmadan, Kazım kendinden umulmayacak bir çeviklikle
çömeldiği yerden yekinip, şalvarından çıkardığı ucu kıvrık bıçağı ile
izleyenlerin şaşkın bakışları arasında çandırın kafasını gövdesinden
ayırdı. Çandır, bir iki kez çırpındıktan sonra hareketsiz kaldı. Cansız
bedeni, vişneye çalan koyu bir kan gölü ile çevrilirken Kazım, ardına
bakmadan evin yolunu tuttu. Kimse onun ardından zort çekmeye cesaret edemedi.
Köyün yaşlılarından Şeker Ali, yerde kımıldamadan yatan çandırın
başında dikilip duran Yunus’a dönüp,
‘’Yaptığını beğendin mi Yunus? Bunun böyle
olacağı belliydi. Nerde duracağını bilemedin getti. İşin bokunu çıkardın
şindi’’
Yunus, Şeker Ali Ağaya yanıt
vermedi. Eğilip çandırın cansız bedenini yerden aldı, Arapoğlu’na uzattı.
Arapoğlu,
‘’Na’parsan yap’’ deyip, göğsünden kan sızan
horozunu alıp gitti.
Yunus çocuklardan birine,
‘’Al bunu Kazım ağaya götür’’ deyip, kanlar içinde
kalmış çandırı çocuğun eline tutuşturdu.
***
Ertesi sabah ağanın küçük oğlu
Mustafa, elinde bir ekmek bohçası, kahvede oturan babasının yanına geldi.
‘’Baba! demitten beri Kazım emminin kapısını vurup
duruyom. Gayfeltisini verecedim. Ama gapıyı açan olmadı.’’
‘’Belki uyuyordur oğlum. Eyice vurdun mu?’’
‘’Hem vurdum, hem bağırdım ama ses
vermedi.’’
‘’Telaşlanma belki erden şeere gitmiştir.’’
Köy kahvesini işleten Yırtık
Musa, araya girdi.
‘’Şeere getmiş olsa iptil (18) bana uğrardı. Ne
zaman şeere gidecek olsa, önce gaveye gelir, iki bardak çay içer, ondan kelli
(19) çıkardı yola.’’
Ağa, ‘’başına bir şey gelmiş
olmasın?’’ deyip yanına bir kaç kişi aldı, hep birlikte Kazımın evine gittiler.
Kapıyı birkaç kez yumrukladılar.
Seslendiler. İçerden ses gelmeyince kapıyı omuzlayıp içeri girdiler.
Kazım, bir gün önce çocuğun
getirip bıraktığı çandırın ölüsü ayaklarının ucunda, sırtı kapıya dönük,
yanlamasına uzanmış soluksuz yatıyordu.
***
Kazım’ı gömerken çandırı da
ayakucuna koydular. Mezarın üzerine toprak atılırken köyün imamı talkına
başladı. Bu sırada Arapoğlu'nun oğlan koşarak mezarlığa geldi. Oturduğu
yerden imamın talkınını dinleyen babasının kulağına eğilip,
‘’Baba, bizim horuz da az önce
öldü’’ dedi.
-------
Dikili-Ekim 2020
------
1:Felhan etmek: Buğday, pamuk, mısır gibi ürünlerden sonra tarlayı yeni
ürüne hazırlamak için derince sürmek.
2-Ajans haberi: 50’li yıllarda Ankara radyosunda yayınlanan akşam
haberlerinin adı.
3-Çandır: Melez,karışık.
4-Haza: Eksiği, kusuru olmayan. Kusursuz.
5-Cülük:Civciv
6-Ös’seet: Anında, hemen
7-Ağa: Ağa gerçekte büyük toprak sahiplerine verilen san olmasına karşın
köyde yaşça büyük olanlara emmi, dayı gibi verilen san
8-Urum: Niğde ve Aksaray çevresi.
9-Gurk: Belli bir olgunluğa geldikten sonra döllenmiş yumurtanın üzerinde
21 gün yatarak civciv çıkarmış ana tavuk.
10-Karadon:Şalvar. Siyah kumaştan dikilmiş şalvar.
11-Peyik:Şalvarın iki paçası arasına konan üçgen kumaş parçası..
12-Namza: Horozların ayaklarının ardında çıkan kemiksi, ucu sivri mahmuz
13-Pine Kümes
14-Ihmak:Çökerek oturmak
15-Zort çekmek:Biri ile alay etmek ve dalga geçmek için baş parmak ve işaret
parmağı arasında boşluk bırakılarak, bu parmaklar kapalı dudaklar arasına
götürülür ve ağızdan çıkarılan güçlü soluğun kapalı dudakların arasından
geçerken çıkardığı ses.
16-Sakız ağacı: Melengiç ağacı. Aşısız fıstık ağacı
17-Hayma: Üzeri genellikle kamış ya da sazla kapatılmış gölgelik.
18-Gavil: Sözlü anlaşma. Söz.
19-Yekinmek: Oturduğu yerden aya kalmak. Harekete geçmek.
20:Dek durmak: Sakin olmak, rahat durmak.
21-İptil:İlk önce
22-Ondan kelli: Ondan sonra
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder