HARDAL
RENKLİ KIZ AYAKKABISI
Ayakkabı dolabını temizleyen eşim, elinde bir ayakkabı kutusu ile yanıma geldi.
''Bak dolabın dibinde ne buldum?''
Kutunun kapağını açtı. Kutudan hardal rengi bağsız bir ayakkabı çıkardı.
''Hiç giyilmemiş, ne zaman aldın bunu?’’
***
50'li yılların sonu.
Kurban bayramı.
Evcek erkenden kalktık.
Ben ve kardeşlerim, annemin,
''Daha önünüzdekini bitirmediniz!'' uyarısına aldırmadan, bir an
önce bayramlıklarımızı giymek için annemin özenle hazırladığı kahvaltı
sofrasından çar çabuk kalktık.
Bayram demek, yeni giysiler demek ne
de olsa...
Kız kardeşlerimin bayramlıklarını her
zaman olduğu gibi terzi olan teyzem dikmişti. Benimki ise; 'çarşı işiydi'.
Öyle ya; ailenin soyunu geleceğe taşıyacak olan tek erkek çocuk bendim; elbette
çarşıdan' giyinecektim (!) Bayramlıklarımızı coşkuyla giydik. Bana
alınan bayramlıklar içinde en hoşuma giden ise; 'hardal renkli'
bağsız ayakkabıydı.
Bir süre sonra babam bahçe
kapısından seslendi.
''Haydin taksi geldi, bekletmeyin!''
Taksiye doluştuk, köye gidiyoruz.
Nenem ve büyük amcam köyde. Bayramlarda adettendir; önce büyükler ziyaret edilir.
Taksi anayoldan ayrıldıktan sonra
ardındaki toz bulutu ile yarışarak köye girdi.
Kahvenin önünden geçerken
yavaşladı, babam başıyla oturanları selamladı.
Amcamın evinin bulunduğu sokağa
döndüğümüzde, sokağın köşesinde oturan çocuklardan biri,
''Hafız emmi geldiiii, kopun!''(1) diye bağırdı.
Taksi amcamın evinin önünde durdu.
Köy yolu boyunca, soluk soluğa
ardımızda gelen toz bulutu da sonunda bize yetişti; sonunda soluğu kesilip
toprakla buluştu.
Daha biz arabadan inmeden,
taksinin ardından koşan köyün çocukları, çevremizi çoktan sarmışlardı.
Önce babam indi arabadan, ardından ben, sonra annem ve kardeşlerim.
Onlar fazla oyalanmadan yüksek taş
duvarla çevrili evin büyük kapısından içeri girip gözden kayboldular.
Babam arabadan iner inmez köyün çocukları O'nun çevresini sardılar.
Babam her bayramda yaptığı gibi, etrafını saran çocuklara elindeki torbadan
şeker dağıtmaya başladı.
Kimisi el öpüp şeker aldı, kimi,
şekeri alıp daha sonra el öptü, kimi de şeker almasına karşın el öpmedi. Bense,
bu çoşkulu kalabalığı biraz şaşkınlık ama çokça da gururla izliyordum.
Torbada dağıtılacak şeker kalmayınca
babam da amcamın evine gitti..
Şeker savaşından biraz da yorgun
çıkmış çocukların ilgi odağı ben olmuştum şimdi. Etrafımı sardılar. Ne de olsa
kendilerine her bayram şeker dağıtan Hafız emmilerinin şeerli oğluydum. Çarşı
işi pantolonum, kutu gömleğim ve en önemlisi de hardal renkli ayakkabılarımı
dikkatle ve imrenerek incelediler. Çocukların çoğu bayramlık giymişti ama eh
işte! Hiçbiri çarşı işi değildi.
Bir süre sonra bana ilgisini yitiren
kalabalık dağılmaya başladı. Eskiden beri arkadaş olduğum bir kaç çocukla
sohbet ederken, bir süredir sürekli ayakkabılarıma bakan Kopuk Ali (2) ile göz
göze geldik.
''Sen gız mısın lan!'' dedi.
Yanıtımı beklemeden,
''Gız babıcı giymişsin.''
Oldu bitti hoşlanmazdım bu Kopuk'tan.
Köyde hoşlanan olduğunu da sanmıyordum. Dul anası, ablası ve ağabeyiyle tek
gözlü bir huğda (3) yaşıyorlardı.
''Hadi lan Kopuk, sen ne anlarsın ayakkabıdan. Hayatında hiç
ayakkabı giydin mi ki?
Gerçekten de Kopuğu yaz olsun kış
olsun pek ayakkabılı görmedim. Çoğu kez yalın ayak ya da birilerinin verdiği
eski ve her zaman ayağından büyük ayakkabılarla dolaşırdı.
''Oğlum sarı babıç olur mu? Çocuk bokuna benziyor. Onu ancak
gızlar giyer''.
Benden ses çıkmayınca öteki çocuklara
dönüp,
''Deel mi? Gız babıcı deel mi''? diye sürdürdü konuşmasını.
Arkadaşlarımdan Kopuğa, 'hadi lan! ne
kız babıcı, basbaya erkek babıcı' deyip beni desteklemelerini bekledim ama
onlar bana destek vermek konusunda pek de istekli görünmediler. Aksine 'du
bakalım ne olacak?' beklentisi içindeydiler.
Arkadaşlarımın beni desteklemediğini
görünce, Kopuk başladı bağırmaya.
'Yaşar gız babıcı giymiş, gız babıcı giymiiişşş!''
Arkadaşlarımdan beklediğim destek
gelmeyince; vurmak için Kopuğun üzerine yürüdüm, kaçtı.
Arayı biraz açtıktan sonra durup,
yeniden bu kez daha yüksek sesle bağırmaya başladı.
''Gız babıcııı, gız babıcııı! Yaşar gızzz babıcııı geymiş!''.
Kopuğu yeniden kovalamaya başladım.
Yetişmek ne kelime, tozuna bile
ulaşamadım. O yalın ayak, tazı gibi koşuyor, bense ayaklarıma henüz alışmamış
sarı iskarpinlerle ona yetişmeye çalışıyorum...
Kopuk bir yandan koşuyor, bir yandan
ardından koşan beni göstererek,
''Gız babıcııı, gız
babıcııı !. Yaşar kız babıcı geyiyor, duymadık demeyinnn!'' diye
bağırıyordu.
Onu yakalayamayacağımı anlayınca
umarsız geri dönüp, az önce Kopuğa karşı beni desteklemeyen arkadaşlarımın
yüzüne bakmadan eve girdim.
Merdivenleri isteksizce çıktım. Sofa
kalabalık. Herkes kendi aleminde. O kadar ki; benim yokluğumun bile ayırdına
varmamışlar anlaşılan. Bu ilgisizlik, az önceki olayın üstüne gelince, iyice
bozuldum.
İsteksizce, sıradan el öpmeye
başladım. Önce nenemin, sonra amcamın, ardından da yengemin... Ne nenemin
bayram harçlığı olarak verdiği kağıt 2 buçuk liraya ne de amcamdan aldığım
gümüş elliliğe sevinebildim.
Kurban kesmek için bahçeye
indiğimizde, babama yaklaştım.
''Ben bu ayakkabıyı giymek istemiyorum''.
''Neden? ''
''Kız ayakkabısıymış .
''Kim söyledi kız ayakkabısı olduğunu.
''Kopuk, Kopuk Ali''.
''Feride'nin'nin oğlu mu?''
''Evet.''
Babam bir süre gözlerime bakıp,
derince bir nefes aldı.
''Giyme o zaman.''
Doğrusu babamdan böyle bir yanıt
beklemiyordum. O'nun, 'Kopuk ne anlarmış ayakkabıdan, bu çok güzel,
hem de pahalı bir ayakkabı. Üstelik makosen. Rengi de elbisene uyuyor,
kıskanmıştır seni' demesini umuyordum. Ama onun yanıtı kısa
ve netti: 'Giyme o zaman!'
Amcam, salavat getirerek bıçağın iki
yüzünü, koyunun boynuna bir aşağı bir yukarı sürtmeye başlayınca, ben oradan
sessizce ayrılıp yukarı çıktım. Ayakkabılarımı çıkarıp bir köşeye koyduktan
sonra, oradaki ayakkabı kalabalığı içinden ayağıma uyan bir yemeniyi ayağıma
geçirip yeniden, aşağıya, bahçeye indim. Amcam koyunu kesmiş, derisini yüzmeye
koyulmuştu.
***
O günün
öğleden sonrası, annemin 'üstünü başını kirletme' uyarısıyla
evden çıkıp, sokağın köşesinde toplanmış çocukların yanına gittim.
Herkes kopuğun etrafına toplanmış,
ayaklarına bakıyordu. Kopuğun ayaklarında, sabahleyin ''kız
ayakkabısı'' diye beni kızdırdığı hardal rengi ayakkabılarım vardı.
Bozulmadım desem yalan olur. Ama belli etmedim. Şimdi fırsat bana geçmişti.
Kopuğu işaret ederek,
''Kız ayakkabısı, kızzz ayakkabısı, Kopuk kız ayakkabısı
giymiş.''
Kopuk, yüzünde hınzır bir gülümseme; umursamadı
bile.
Öteki çocuklardan da ses yok. Bir kez
daha
''Kopuk kız ayakkabısı giymiş, kopuk kız ayakkabısı giymiş''
dedim ama kimsenin umursadığı yok.
O,fırça görmemiş sapsarı dişlerini
göstererek sırıtmaya başlayınca, cinim tepeme çıktı. Bu kez sesimi daha da
yükselterek,
''Kız ayakkabısı, kıızzz...!''
Sinirden olacak sesim çatallaştı.
Gözlerim doldu; dokunsalar
ağlayacağım.
Hızla yüz geri edip, eve, doğru
koşmaya başladım...
Avluda babamla karşılaştım:
yüzüme bile bakmadı. Anlaşılan babam benim kız ayakkabısı diye istemediğim
ayakkabılarımı, Kopuğa vermiş. Ayakkabımı neden Kopuğa verdiğini babama soramadım. O da bana
bir şey demedi.. Annem bile bu konuda konuşmadı. Kızlar ise, benden yiyecekleri
dayağın korkusundan olacak, bir yorumda bulunmadılar. Ama içten içe 'oh
olsun!' diye sevindiklerinden hiç kuşkum yok.
***
Yıllar sonra bir alışveriş
merkezindeki ayakkabı dükkanında, ayağıma uygun bir şeyler ararken kız
ayakkabısı diye giymediğim, sonrasında Kopuk Ali'nin ayağında görünce
giymediğime ''itten pişman olduğum'' hardal renkli ayakkabımın benzerini
gördüm. Dükkanın bir köşesinde, indirimli satılan ayakkabıların arasında
öylesine duruyordu. Günün modasına uygun olup olmadığını düşünmeden satın
aldım. Sadece ayakkabıyı değil çocukluğumu da satın aldım sanki. Evde,
kutusundan çıkarmadan ayakkabı dolabının en arkasına koydum onları...
Ayakkabıyı aldığım günden bu güne
kadar giymedim hardal renkli ayakkabılarımı. Belki bir gün erkeklere hardal
rengi ayakkabı moda olur da o zaman giyerim onları. Hem de Kopuğa inat...
------
İstanbul- Ocak 2019
----
1-Kopmak: Koşmak
2-Kopuk: Serseri, işsiz güçsüz, toplum kurallarına uymayan
3-Huğ:Kamış, saz ya da ağaç dalları ile örülmüş; tek gözlü bekçi ya da bağ evi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder