Horozumu Kaçırdılar
Köyde hemen hemen her erkek çocuğu, evlerindeki
evcil hayvanlardan birini sahiplenir; onu elleriyle besler, büyütürdü. Bunlar it eniği, yeni doğmuş buzağı, kaz ya da ördek
palazı olurdu. Ben de onca evcil hayvanımız içinden bir kaç ay önce yumurtadan
çıkmış, gösterişli kıpkırmızı ibiği olan, süt beyazı bir horozu sahiplenmiştim. Adını 'Cimbit' koymuştum. Cimbit, avluda ve
evimizin önündeki boş arsada, 'küçük dağları ben yarattım' edasıyla dolaşır;
alımlı çalımlı yürüyüşünü görenler, onu kümesin kralı sanırlardı. Ama
gösterişine karşın çok korkaktı; bu özelliğinden dolayı tavukların yanında bile
itibarı yoktu. Öyle ki; onun, bırakın bir horozun, tavukların önünden de
ciyaklayarak kaçtığına çok kez tanık olmuştum.
Kümesteki horozların da şamar oğlanıydı.
Bu yüzden onlardan uzak durmaya dikkat ederdi.
Aklına estiği zaman bir tümseğe
zıplar, ilk kez ötmeye başlayan horozların soluk borusundan hırıltıyla çıkan
cırlak sesiyle kesik kesik öterdi.
İyi dövüşçü olmayan, tavuklardan bile korkan bu
horozu neden severdim? Cinsi Legorndu. Babam, Legorn cinsi kümes
hayvanlarını yumurta verimlerinin yüksekliği nedeniyle beslerdi. Horozlarının
görevi ise sabahları ötüp, on, on beş tavuğu idare etmekti. Dövüşmek onların
işi değildi. Kuşkusuz bu gerçeğin ayırdındaydım ama civcivliğinden bu yana onu
elimle beslediğim için korkaklığı beni hiç ırgalamazdı. Korkak olsundu, yerli
yersiz ötsündü, benim için hiç önemi yoktu bunların; kocaman kıpkırmızı ibiği,
kar beyazı tüyleri, caka satarak yürüyüşü ile o benim Cimbitimdi.
***
Karşı komşumuz İsmet ağabey, dövüş
horozlarına meraklıydı. Onun, Cimbit ile aynı dönemde; martta yumurtadan
çıkmış, ince uzun boyunlu, adaleli uzun
bacaklı, küçük ibikli; gösterişli olması nedeniyle olacak; bizim oralarda
İstanbul horozu dediğimiz dövüşçü bir Gerze horozu vardı. Bu horozlar özellikle
dövüş için yetiştirilir, sahipleri onlara öteki kümes hayvanlarından daha özel ilgi
gösterirlerdi.
İşte dövüşçü olan bu horoz, ne
hikmetse benim Cimbit’i nerede görse kaçar, hadi biraz abartayım kaçtığında da
ardından kurşun yetişmezdi. Laf aramızda, dövüşçü olmalarıyla ünlü bu horozun,
tavuklardan bile korkan Cimbit’imden korkmasına içten içe sevinir; horozumla
gurur duyardım.
***
Bir Pazar günü İsmet ağabey, evimizin
önünde arkadaşlarımla gulle (1) oynarken yanımıza geldi. ‘Kolay gelsin gençler’
deyip, bana döndü.
‘’Yaşar, senin horozu getir de benimki ile
dövüştürelim.’Gullede şansım iyi; kazanıyorum. Oyunu bırakmak istemiyorum ama
İsmet ağabey hem büyüğüm hem de sevdiğim
bir ağabeyim.
‘’Şimdi mi dövüştüreceğiz?’’
‘’Şimdi.’’
Cimbit’in, onun İstanbul’unu önüne katıp,
kovalayacağından o kadar eminim ki; sorusunu ikiletmedim.
''Olur ağabey, onu şimdi tutar, getiririm.''
''Bizim avluya getir; orada
dövüştürelim''
Kümes hayvanları, yaz sıcağından
korunmak için öğle vakti, ağızları açık; sık aralıklarla soluyarak yüksek
bahçe duvarımızın gölgesine sığınırlardı. Cimbit'i onların arasından almam zor
olmadı. Bana alışkın olduğu için kaçmadı.
Cimbit'i kaptığım gibi bir koşu
İsmet ağabeylerin avlusuna gittim.
Avluda ondan başka bir kaç kişi daha
var; bacıları da olacakları izlemek için sofaya çıkmışlar...
İsmet ağabey, bir eliyle horozunu
tutarken diğeriyle de cebinden mendile benzeyen kırmızı bir bez parçası çıkarıp,
bana uzattı.
''Yaşar al bunu seninkinin boynuna
dola''
''Niye ki?''
''Niyesini sorma; dediğimi yap!''
İsmet ağabeyin yapmak istediği
herkesçe bilinen ve sıkça kullanılan bir hileydi. Ben kırmızı bezi Çimbit'e
dolayınca; onun dövüşçü horozu Cimbit'i, her gün önünden kaçtığı horoz değil de,
başka bir horoz sanıp, dövüşçü içgüdüsü ile ona saldıracaktı.
Fazla soru sormadan dediğini yapıp,
verdiği kırmızı bezi Cimbit'in boynuna doladım.
‘'Oldu mu ağabey?''
‘'Oldu, hemi de nasıl.''
Horozlarımız elimizde, karşılıklı
olarak çömeldik. Aramızda iki metre kadar mesafe var. Onun horozu, kırmızı
renkli yabancı bir horoz sandığı Cimbit'e, başını yere eğip, boyun tüylerini
kabartarak, sol kanadını da hafifçe yere doğru sarkıtıp, yan yan yaklaşmaya
başladı. Ben, ellerimi hafifçe aralayınca da Cimbit, elimden kurtulup birden
ileri fırladı.
Ne olduysa oldu: İsmet ağabeyinki,
üzerindeki kırmızı bez parçası olmasına karşın, bunun kıyafet değiştirmiş
belalısı(!) olduğunu, onunla göz göze gelince anlamış olmalı ki; kavgaya
girmeden tabanları yağlayıp kaçmaya başladı. Ardından da benimki onu kovalamaya
başladı..
Başta İsmet ağabey olmak üzere
herkes, dövüşçü bir horozun, tavuklardan bile korkan bir horoz bozuntusunun
önünden kaçmasının şaşkınlığı içindeydi. Bense, zevkten dört köşeyim.
Şaşkınlığını üzerinden ilk atan
İsmet ağabey oldu.
''Senin şu horozu bana sat Yaşar''
dedi.
O an karşısında zafer kazanmış bir
horozun sahibi olmanın verdiği güvenle,
''Satamam ağabey.''
''Çok para veririm.''
''Satamam ağabey, onu ben büyüttüm.''
''Biliyorum ama vereceğim para ile o
horozdan üç tane alırsın.''
İsmet ağabeyi severdim ama Cimbit'in
yeri başkaydı.
O da satmama kararımın kesin
olduğunu anlayınca üstelemekten vazgeçti. Omuzlarımı
kaldırıp oradan uzaklaştım.
Cimbit, soluk soluğa duvarın
duldasında dinleniyordu. Ona zibilliğimizden (2) çıkardığım bir kaç solucanı
ödül olarak verdim; bir çırpıda yedi.
***
Ertesi gün ara ki Cimbit'i bulasın.
Yer yarıldı içine girdi sanki. Oysa bir gün önce akşam ezanında, kümestekilerle
birlikte bahçe duvarının üstünde tünemişti.
Girip çıkabileceği her yeri aradım; sanki
yer yarılmış da Cimbit içine girmişti.
Çakal geldi boğdu desem; evimiz
köyün orta yerinde. Acından ölse bile hiç bir çakal itlerin korkusundan buraya kadar
gelemez.
Aklıma İsmet ağabey geldi. Belki de
gizlice o aldı Cimbit’i tünediği yerden…
Evlerinin avlusuna girdim. Sağa sola bakarken, küçük bacısı,
''Ne arıyon laan!''
Ne arayacam, eliyin körünü demek var ama
‘’Heeç!’’ dedim kısaca.
Avlularında Cimbit’ten iz
bulamayınca evlerinin ardındaki zibilliğe gittim. Kesip tüylerini oraya atmış
olabilirlerdi. Zibillikte de bir izine rastlayamadım Cimbit’in.
Aklıma kanal boyu geldi. Kimi yaz
geceleri köyün gençleri kanalın kenarında ateş yakar, içki içer, eğlenirlerdi. ‘Belki
benim Cimbit'i İsmet ağabey tünekten alıp, orada kesip yemiştir’ deyip, bir
koşu kanala gittim. Geceden kalan külleri karıştırdım, ne bir kemik parçası, ne
etrafta bir tüy, ne de Cimbit'in kesik başı...
***
Devrisi günün akşamüstü evin önünde
fırındak (3) çevirirken, Çukobirlik'deki işinden dönen İsmet ağabey
yanımdan geçerken selam verdim.
''Merhaba İsmet abi!''
Yüzüme bakmadan yarım ağızla aldı
selamımı.
''Merhaba'' deyip yürüdü.
Şaşırmadım desem yalan olur. Oysa
her zaman içtenlikle alırdı selamımı.
Eğer horozumu satmadım diye
gönüllendiyse; varsın gönüllensin. Horoz benim değil mi? İster satarım, ister
satmam. Ben İsmet ağabeyin ardından bakıp bunları düşünürken, annem, evimizin yola bakan takasından (4) başını uzatıp,
''Yaşaaarrr eve gel, nerdeyse baban
gelecek!’’
Fırındağımı ve kaytanımı (5) cebime
koydum.
''Tulumbada elini ayağını yıkamadan
da geelmee!''
Avlunun ortasındaki tulumbaya doğru
seğirttim. Taş merdivenlerden yukarı çıktığımda yer sofrası hazırdı. Birkaç
dakika sonra da babam geldi. Babam gelir gelmez de sofraya oturduk.
''Baba'' dedim, ilk lokmayı çiğneyip
yuttuktan sonra. ''Sabahtan akşama kadar kanalın kenarında, zibilliklerde her yerde Cimbit'i aradım ama
bulamadım''.
''Belki kaçmıştır, bakarsın yarın, bürgün döner gelir’' dedi babam
yüzüme bakmadan.
Babama,’ bu it değil ki; dönüp
dolaşıp geri gelsin’ dememe kalmadan annemin dudaklarını büzüp, gözlerini
kısarak babama, 'yaptığını beğendin mi?'dercesine baktığını fark ettim.
Annemin bu sitemli bakışının ne anlama geldiğinin kuşkusuz babam da ayırdındaydı. Anneme yanıt vermeden yemek yemeği sürdürdü.
Anladığım kadarıyla; ben horozu
satmaya yanaşmayınca, İsmet ağabey babama durumu anlatmış, babam da ben uyurken
sabah erkenden Cimbit'i tutup ona vermişti. O da ‘hediyem olsun’ deyip, fabrikadaki
müdürüne vermiştir elleham (6) .Kimse ile göz göze gelmemeye çalışarak, yemek
sonuna kadar konuşmadım.
Sofradan
kalkarken babam,
‘’Pineden kendine yeni bir tane seç
istersen’’ dedi.
Bu
büyükler hiçbir zaman çocukların duygularını anlamayacaklar. Babama yanıt
vermeden kalktım sofradan.
------
İstanbul-2020 Ocak
------
1-Gulle:
Misket
2-Zibillik :Çöplük
3-Fırındak: Topaç
4-Taka:
Tahta pancur kapılı küçük pencere.
5-Kaytan:Pamuktan
yapılmış sicim. Topaca sarılır, topaç onla döndürülür.
6-Elleham:
Sanki, herhalde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder