Yassıada ve İki Bardak
Temmuz ayının sıcak ve
rutubetli bir akşamüstü. Evimizin içi hamam gibi...
Gün henüz batmış, bahçede yaprak
kımıldamıyor. Annem, bahçedeki döllenin altındaki masaya, patlıcan
dolması tenceresini ve içinde ince ince çintilmiş hıyarların ve buz
parçacıklarının yüzdüğü cacık kasesini çoktan yerleştirmişti. Cacığın üstüne
serpili kuru nane kokusu dolmanın nefis kokusunu bastıracak kadar güçlüydü.
Biz dört kardeş, yemeğe kıtlıktan çıkmış
gibi saldırırken babam, bizim bu halimize kaçamak bakışlar fırlatıp, yüzünde
hafif tebessümle; ağır ağır içkisini yudumluyordu. Annem de tüm anneler gibi yemeğe
en son başladı. Benim ve en büyük kız kardeşimin iri bir cevizden hallice olan
patlıcan dolmalarını çiğnemeden yuttuğumuzu görünce;
''Yavaş, yavaş, iyice çiğneyerek yiyin,
yoksa boğazınızda kalacak.''
Evimizin iki küçüğünün ise, arada bir
annemden yardım alsalar da yemeklerini kendileri yeme derdindeydiler.
Yemeği yarılamıştık ki; bahçe kapısının
tokmağı hızlı hızlı çalmaya başladı.
Babam göz işaretiyle kapıyı açmamı işaret
etti.
Bahçe kapısına seğirttim.
Evimize sabah, akşam demeden gelen giden
akrabalarımız çok olduğu için,''kim
o!'' demeden kapıyı açtım.
Amcamla dayım karşımda. Akşamın alaca
karanlığında ışıl ışıl parıldıyorlar. Her ikisi de bembeyaz takım elbise
giymiş, ayakkabıları bile beyaz...
''Amcam geldi! Dayım geldi babaa!''
Üç amcam, beş dayım var. Gelenlerin hangi
amcam, hangi dayım olduğunu söylememe gerek yoktu. Bizimkiler kimin geldiğini
çoktan kestirmişlerdi. Büyük dayım, ortanca amcamdan on yaş küçük olmasına
karşın, ikisi çok iyi anlaşırlardı. Bildiğim kadarıyla amcam İzmir'in Salihli
ilçesinde kalıyordu. Bir sokak ötemizde oturan dayımın bir süredir orada
eğleştiğini söylemişti yengem...
Amcamın ve dayımın geliş haberini annem
sevinçle karşıladı. Babamsa pek belli etmedi duygularını. Oysa ben onun da,
annemin yaptığı gibi her ikisini kucaklamasını beklerdim.
Amcam da dayım da sırayla babamın elini
öptüler.
İki sandalye daha getirdim, annem onlara
da servis açtı. Masaya iki de içki bardağı koydu.
''Kaynananız severmiş, dolma ve cacık
yapmıştım.''
Babam onlara sormadan bardaklarına içki
koydu. Şerefe deyip babama eşlik etmeye başladılar.
Masada alışmadığımız bir sessizlik, ağız
şapırtısından başka ses duyulmuyor.
Bir süre sonra sessizliği ilk babam
bozdu. Amcama döndü,
''Eee! anlatın bakalım.''
Amcam başladı anlatmaya: ‘Salihli'de
yaşıyormuş, fuar zamanı İzmir Fuarında bir gazinoda şarkı söylüyormuş, buradan
köye geçip dedemden kalan tarlaları satacakmış. Adana'ya da dayımla gelmiş'
Biz çocuklar yemeğimizi yemiştik. İki
küçük kardeşim sofradan kalktı. Ben ve
benim küçüğümün de usulen sofradan kalkmamız gerekiyordu ama nedendir,
sandalyelerimize çivilenip kalmıştık. Ne de olsa uzun zamandır görmediğimiz
amcamızın, bize anlatılan birazı gerçek, çoğu düş ürünü renkli anılarını onun
ağzından bir kez daha dinlemek istiyorduk.
Bardaklar doldu, boşaldı, doldu boşaldı...
''Gardaş'' dedi amcam, dayıma, ''Devrikler
şimdi Yassıada'da.''
Eyvah dedim şimdi kıyamet kopacak. Çünkü
Amcam de dayım da Halk Partiliydi.
Amcam, tüm aile Demokrat olmasına karşın nedendir bilinmez; 'ak koyunlar arasında bir o kara koyundu'.
Dayım ise; 'atadan öteden' Halk
Partliydi. Büyük babam, onun babası, kardeşleri, dayılarım hep Halk Partiliydiler.
Dedem Sultani mezunu, İstanbul'da Nazımla günler geçirmiş, Orhan Kemal ile
arkadaş olmuş sol görüşlü biriydi. Hatta dediğine göre; Orhan Kemal, Bereketli
Topraklar Üzerinde adlı romanındaki batöz ustasını büyük babamdan esinlenerek
yazmış. Gerçekten çok iyi bir makinistti. Hatta 1930'yıllarda 'Tarım Makinistleri Derneği Başkanlığı da'
yapmıştı.
Amcamı ise, son kez yıllar önce görmüştüm.
Memlekete pek gelip gitmez, haberlerini başkalarından alırdık.
Dayımsa, askerden geldikten sonra babamın
aracılığı ile DSİ'de dozer operatörü olmuştu. Geliri fena sayılmazdı. Bizim bir
sokak ötemizde oturuyordu. Evliliğinin ilk yıllarında, henüz işi yokken babam
çok yardım etmişti ona.
Tüm bunlara karşın, 27 Mayıs sabahı
ihtilal olunca, dayım bizim evin önünde, mahalledeki öteki Halk Partililerle
uzun süre teneke çalmıştı. Bizim oralarda birine teneke çalmak hoş karşılanmaz;
hakaret sayılır. Buna karşın Adana deyimi ile 'osuruğu cinli' (1) babamın ihtilal sonrası kapımızın önünde teneke
çalınmasına ses etmemiş olmasına hayret etmiştim. Babamın bu sessizliğinde 'örfi idare'
çekingenliği mi, yoksa annemin soğukkanlılıkla onu sakinleştirmesi mi rol
oynadı bilemiyorum.
''Yanlışın var gardaş, Yassıada deeel,
Sivri Ada. Ben olsam Sivri Ada'ya koyardım'' dedi dayım.
''Helal, doğrusu da bu... Sivri Ada. Haah
haa!''
''Hemi de Sivri Ada'nın en sivri
yerine...''
''Oturtalım'' diye tamamladı amcam.’’
Babam, konuşmaları önemsemiyormuş gibi sakince,
''Başka lafa bakın çocuklar'' dedi.
Annem az sonra çıkması olası fırtınayı
dindirmek için lafı değiştirmek istedi.
''Ağabey, çoluk çocuk ne alemde?'’
Amcam,
''İyiler
yenge'' dedi kısaca. ''Soranlara selamları var.''
Dayım, bıraktığı yerden aldı lafı:
''Sadece devrikleri değil, demokratların
karılarını, metreslerini de oturtmalı adanın en sivri yerine.''
''Sivri Ada'ya oturtacaklarına bize
verseler ya karıları...''
''Helal gardaş.'' Diye destekledi amcamın
bu düşüncesini dayım.
''Allööşş!'' (2)
Sivri Adaya oturmayı düşündükleri
demokratların karıları arasına annem de giriyordu. Oysa annem, birinin
ablası, ötekinin yengesiydi...
Babam müfrit demokrat; Menderes hayranı...
Yekinip(3), oturduğu sandalyeden kalktı.
Kaşla göz arasında dolma tenceresini amcamın, cacık tenceresini de
dayımın başından aşağı boca etti.
‘’Deminden beri susuyorum, misafirdirler
diye seslenmiyorum'' deyip,
ardından da''ana avrat asvaltta koştu.'' (4)
Amcamın beyaz takım elbisesi patlıcanın moru,
biber salçasının kırmızısı ile desenli bir takım oldu. Dayımın beyazları
cacıkla aynı renk olduğu için pek etkilenmedi. Biraz salatalık yeşili, biraz
nane hepsi o...
Annem,
''Aman ne yaptın adam! Onlar misafir.''
Babam, öyle bir baktı ki annemin yüzüne...
Annem bu bakıştan sonra susmanın en iyisi
olduğuna karar verdi.
Ne kadar sinirli olursa olsun babam
güngörmüş, olgun bir adamdı. İşi uzatmadan doğrudan eve girdi.
O sırada bahçe kapısından dışarı çıkan
amcamla dayımın ardından annem sokağa fırladı.
Bir kaç dakika sonra birlikte eve geldiler.
Amcam hala,
''Na'ptık yenge allanı seversen. Ben
demokratlar derken Menderes'i kastetmiştim.''
''Bil'miyon mu ağanın
huyunu? Neyse, şimdi size su ısıtırım, yunar yıkanırsınız. Üstünüze de
bir şeyler uydururum.''
Amcamla dayım banyonun yolunu tutarken
annem, kız kardeşim ile bana ellerini iki yana açarak 'olur böyle şeyler’
dercesine gülümsedi.'
Böyle şeyler pek olmuyordu bizim ailede
ama neyse...
***
Ertesi gün akşam yemeği vakti.
Havanın dünden farkı yok; zaten böyle bir
beklentimiz de yok.
Yemek masasındayız.
Kapı çalındı.
Babama baktım.
Gelenlerin kim olduğunu kestirmiş olacak
ki; önce derince bir soluk aldı, sonrasında başıyla kapıyı işaret etti.
Kapıya seğirttim.
Amcam, dayım ve karnı burnunda dayımın
karısı; yengem.
Dünü düşündüm bir an; şaşırmadan desem
yalan olur.
Amcamın elinde kocaman bir karpuz.
Masaya yöneldiler...
Babam görmezden geldi.
Annem hiç bir şey olmamış gibi, gözlerinin
içi gülerek,
''Hoş geldiniz'' dedi. Önce yengemi,
sonrasında amcam ve dayımı öptü.
Amcam elindeki karpuzu masaya bırakıp,
''Öpiim Ağa !'' deyip babamın ellerine
sarıldı. Babam da pek olmazlanmadı. Ardından dayım, önce babamın, sonra annemin
ellerinden öptü.
Babam, dünkü olay hiç yaşanmamış gibi
yengeme dönüp, gülümseyerek,
''Az günün kalmış, hadi hayırlısı.''
Yengem mahcup, başını eğdi.
Annemin, gelenler için masaya
yeni tabaklar koyarken, bu kez içki bardağı getirmediğini fark ettim.
------------
Ocak 2019
------------
1- Osuruğu cinli: Aşırı derecede sinirli.
2- Allöşş: Sevinç ünlemi.
3-Yekinmek: Kalkmak, doğrulup kalkmak
4- Ana avrat asvaltta koşmak: Çok ağır küfürler etmek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder