Pavyonu Kim Kapattı
Ekimin son günleri; hava sıcak; yazdan
bir gün sanki.
Taksi plakalı bir Amerikan arabası, köy
kahvesinin önünde durdu.
Ana yoldan ayrılıp köy yoluna giren
taksinin ardından ona yetişmeye çalışan toz bulutu, havada bir kaç saniye
asılı kaldıktan sonra bir süre önce terk ettiği toprak yolla yeniden buluştu..
Toz bulutunun dağılmasının ardından, köy
kahvesinin önündeki üstü bedri (1) kaplı örtmenin altında oturan köylülerin
meraklı bakışları arasında taksinin arka kapısından, uzunca boylu, güneş yanığı
tenli, bıyıklı, 35-40 yaşlarında, gençten biri indi. Kahvenin önündeki
küçük su arkının üstündeki tahta köprüden geçip, 3-5 basamaklı merdiveni acele
etmeden çıktı.
Kahvenin,
merdivene yakın girişindeki masada oturanların önünde durdu.
Önce
onları, daha sonra diğer köylüleri selamladı.
'Selamunaleyküm ağalar!''
Kahvedekiler;
oyun oynayanlar da dahil ,sandalyelerinde öylesine bir kıpırdanıp,
ellerini göğüslerine götürüp, verilen selamı tek tek aldılar.
''Aleykümselam !.''
''Ve aleykümselam!''
''Merhaba!''
''Merhaba!''
Gelen, tanış biri değildi.
Kahvenin girişindeki masada oturan köyün
yaşlılarından Kozanoğlu Mehmet,
''Hoş geldin efendi! Buyur otur.''
'' Sağ ol emmi oturmayayım. Sırrı Ağayı arıyorum da'' dedi.
''Hele bir otur, soluklan, soğuk bir şey iç .''
''Emmi sağ ol, başka zaman kısmetse.''
Domino oynayan köylülerden biri, yabancıya
dönüp,
''Bayaktan (2) buradaydı, eve yemeğe gitti ellehem!''(4) dedi.
''Evde midir acep?''
''Evdedir evde, nerede olacak? Yemeğe gitti'' diye de üsteledi
domino oynayan köylü.
''Evini tarif eder misiniz? Bilmiyorum da.''
Örtmenin bir köşesinde tavla oynayan ve o
ana kadar söze karışmayan, Sırrı Ağa'nın
emmi oğlu Mustafa, tavladan kafasını kaldırıp,
''Na’pacan ki ağamı?''
''Çiftçi Birliği'nden tanırım, askerlik arkadaşım olur, bir işimiz
vardı da.'' Mustafa tavlanın başından kalktı.
''Hayırdır ne işin var ağamla ?''
Yabancı Mustafa'nın sorusunu ''ne
yapacaksın birader, dert mi sana'' diye yanıtlamak isterdi ama bura köylük
yerdi, aşağıdan almalıydı.
''Motor (3) alım satımı birader'' dedi.
Yabancının ''motor alım işi'' demesi
Mustafa'ya inandırıcı gelse de bir süre evi gösterip göstermemek konusunda
kararsız kaldı. 'Bu sıcakta tee şeerden geldiğine göre işi önemli olmalı. Hemi
de Sırrı Ağam'ı Çiftçiler Birliği'nden tanıyormuş' diye düşündü. Tavla oynadığı
arkadaşına dönüp,
''Tavlayı kapama birezden gelir, devam ederim'' dedi. Arabaya
geçtiler.
Yabancı
arka koltuğa, Mustafa ön koltuğa oturdu. Köye geldiklerinden beri arabadan
çıkmayan şoför, arabayı çalıştırıp hareket ettirdi.
Sırrı Ağa 40'lı yaşlarda, köyün en geniş
ailesindendi. Ailesi köyün kurucularındandı. Babası öldükten sonra ona ve
kardeşlerine yüklü miras kalmıştı. Köyün
en büyük narenciye bahçesi onundu. Ayrıca büyükçe bir alana da pamuk ekiyordu.
Köyün en varsılı olmasa bile hatırı sayılır varlığa sahipti.
Taksi bir kaç yüz metre gittikten sonra,
oturduğu ön koltuktan hafifçe geriye dönen Mustafa,
''Aha şu soldaki kemerli daş kapı. Siz önünde durup, bekleyin. Ben
ağama habar edim.''
Arabadan
inip, bir kaç adım attıktan sonra, kapıya varmadan geri döndü.
''Ağama kim deyim?''
''Sirkenli'den Ahmet, Kartal Duran'ın oğlu Ahmet de.''
İki kanatlı büyük kemerli kapının bir
kanadında, yayaların girip çıkması için yapılmış olan kapıdan çiftlik evine
giren Mustafa, bir kaç dakika sonra geri döndü. Arabanın yanına gelmeden ana kapının iki
kanadını da açıp, takside bekleyenlere içeri gelmelerini işaret etti.
Araba hareket edip, çiftlik evinin büyük
kapısından içeri girer girmez, Mustafa kapının her iki kanadını da kapattı.
Sırrı Ağa, çiftlik evinin üst katında,
merdivenin başında durmuş, konuğunu bekliyordu.
Kartal Duran'ın oğlu Ahmet şoföre,
''Arabayı duvarın gölgesine çek, işim uzun sürmez'' deyip,
merdivenlere doğru yürüdü.
''Vay hayırsız hangi yel attı seni buralara?''
Kartal Duran'ın oğlu Ahmet sorma dercesine
bir işaret yapıp, taş merdivenden üst kata çıktı, kucaklaştılar.
Sırrı Ağa konuğuna sofadaki sırt yastıkları
halı kaplı kirevitte(6) yer gösterdi. Yanına
geçmeden,
''Aç mısın? Az önce sofrayı kaldırdık.''
''Sağ ol Sırrı aç değilim.''
''Çekinme bre herif, sen yabancı değilsin, hemen bir sofra
kurdurayım çocuklara.''
''Valla aç değilim. Ama yanında suynan bir acı kahveye
hayır demem.''
Sırrı Ağa içeri seslendi,
''Durdane bize iki şekersiz.''
***
Ağa içtiği kahvenin fincanını
yanındaki sehpaya koyup,
''Demek öyle; 10 bin lira lazım ha?''
''Heye (5) senedin yarın son günü.''
''Niye bu güne kadar bekledin ki?''
''Çukobirlik'e güvendim. Döktüğüm pamuğun parasını, ha bu gün ha
yarın verirler diye bekledim ama boşuna. Buraya gelmeden gene muhasebeye
uğradım; daha sıraya bile koymamışlar.''
''Olur, hallederiz. Ben üstümü değişip, şeerliklerimi giyesiye
kadar bekle. Taksiyi de gönder; benim arabaynan gideriz bankaya'' Ahmet, taksi şöförüne
parasını ödeyip, onu göndermek için avluya inerken, Sırrı Ağa da üstünü
değişmek için sofaya bakan odalardan birine girdi.
***
Bankadan çıktılar.
''Valla sağ ol gardaşım, beni bir dertten kurtardın.
Çukobirlik'ten bu gün, yarın paramı alırım. Alır almaz da parayı kontonda(6)
bil. Hatta senet bile yaparız istersen.
Sırrı
Ağa senet işine bozulmuş gibi yaparak, sitemli bir ifadeyle,
''Ayıp ettin şimdi bak! Senedi menedi unut. Aramızda ayrı
gayrı yok. Bilirsin biz askerlik arkadaşıyız. Çukobirlik'deki hak edişine
gelince; bizim köyden bir ağabeyimiz yönetim kurulunda. Onun yardımıynan öne
aldırırız ödemeni.
''Sağ ol!. Bu eyiliğini unutamam kirvem. darda komadın beni.
''Gardaşlık bu günlerde belli olur. Hadi ben buradan ayrılayım
artık.''
''Valla olmaz! Bir kebap yedirmeden bırakmam seni. Bingöl'e
götüreyim, kebap yer birer duble de atarız.''
''Başka işlerim var Ahmet. Daha ilaççıya uğrayıp; ilaç borcunu
kapatacağım. Bir iki ufak işim daha var; halledip köye döneceğim. Daha sonra
görüşürüz.''
Ayrılırken
bir kez daha kucaklaştılar. Sırrı Ağa arabasına binerken, kendisini yolcu etmek
için bekleyen Ahmet'e,
''Bingöl'ü unutma ha! Tamam mı?''
***
Sırrı Ağa Kartal Duran'ın oğlu Ahmet'ten
ayrıldıktan sonra tarımsal ilaç ve gübre bayisi olan arkadaşına uğradı. Ona
bahardan kalan ilaç ve gübre borcunu eksiksiz ödedi.
Kahvelerini içerlerken ilaç bayisi,
''Eee na’pacan şimdi?''
'' Bir kaç işim daha var, onları halledip köye dönecem Şükrü.''
''Köyde ne işin var bre herif? İşlerini hallet, sonra seni akşam pavyona
götüreyim.''
''Dönsem iyi olur. Yarın ırgatlar Bozyer'deki, pamuğun ikinci ağzını
toplayacaklar. Yağmur gelmeden pamuğu Çokobirlik'e dökmek lazım.
''Aman Sırrı her gün mü geliyon şeere. Erken kalkarık; söz.''
Sırrı,
bu öneriyi ikiletmeyip,
''Olur, gidelim'' dedi.
''Ben mağazayı saat dokuz gibi kapatırım. Burada buluşup, önce
kebap yer, sonra da pavyona giderik. Bendensin unutma!''
Pamuk paralarının çiftçinin cebine girdiği
bu günler, pavyoncuların yüzünün güldüğü, en çok iş yaptığı günlerdi. Paralanan
''hacıağalar'' soluğu pavyonlarda alırlardı. Pavyon sahipleri kendileri için
sezon açılışı sayılan bu günlerde, ağırlıklı olarak İstanbul ve İzmir'den,
genellikle sesleri değil ama yüzleri güzel sanatçıları transfer ederlerdi.
Müşterilere hizmet edecek konsomatrisleri ise yöre erkeklerinin göz zevkini
okşayacak sarışın ve balıketli olanlardan seçerlerdi. Konsomatrislerin gerçek
sarışın olup olmaması pavyon sahipleri için sorun değildi. Saçların sarıya
boyanması yeterliydi. Pavyonun loş ışığında, kafayı bulmuş müşterilerin,
dertlerini dinleyen ve onlara acıklı yaşam öykülerini(!), bazen gözyaşları ile
süsleyerek anlatan kadınların, gerçek mi yoksa sahte sarışın mı olduklarını
fark edemeyeceklerini, yıllardır edindikleri deneyimlerden biliyorlardı.
***
Kararlaştırdıkları saatte buluşup,
Sırrı'nın arabasıyla kentin ünlü kebapçısı Bingöl'e gittiler. Kentin yerlileri,
pavyon konusunda deneyimli oldukları için pavyona gitmeden önce bir kebapçıya
gider, kebap yer, rakı içer, karınlarını doyururlardı. Çünkü kebapçıda yediğine,
içtiğine ödediğin hesap, aynı şeyleri yiyip içsen de pavyonda ödediğinin
yanında devede kulak kalırdı. Bu konuda deneyimli olan iki arkadaş, kebabın
yanında bir de küçük rakı içtiler. Hesabı Şükrü ödedi; çıktılar.
Önlerine çıkan ilk pavyonun önüne
geldiklerinde Şükrü,
''Dur burada! Biraz bekle, ben artislere ve programa bakayım.
İyiyse birer duble atar sonra bir başkasına gideriz. Arabadan inip, renkli
ışıklarla aydınlatılmış pavyonun giriş kapısı önündeki, artist resimlerinin
olduğu kartelalara (7) şöyle bir bakıp, kapıdaki görevliyle bir şeyler
konuştuktan sonra döndü.
''Ne oldu? Beğenmedin mi? dedi Sırrı.
''Fena değil ama bir iki yere daha bakalım.''
Şükrü bir kaç pavyona daha girip çıktı.
Sonunda birini beğenmiş olacak ki;
''Buradaki avratlar fena görünmüyor. Hoşumuza giderse burada
oturur, olmazsa bir iki duble içer başka bir yere mitili (8) sesreriz. Ben
sahneye yakın bir yer ayarlayayım. Sahibi de tanış olur biraz.''
''Valla buraların kurdu sensin, dediğin gibi olsun.''
''Sen arabayı park et. Ben masa işini halledeyim.''
Şükrü arabadan inip, pavyonun girişine geldi,
kapıda onu ''vay Şükrü bey! Özledik valla'' diye karşılayan şefin avucuna bir
ellilik sıkıştırıp, kulağına bir şeyler söyledi.
''Lafı mı olur Şükrü bey, sen
yeter ki emret.''
Şef, Şükrü'nün kulağına fısıldadığı ''
ağır misafirim var haberin olsun'' sözünü emir kabul edip, üzerinde ''rezerve''
yazısı bulunan sahnenin hemen dibindeki masayı hazırlatmaya başladı.
Arabayı park eden Sırrı da gelince Şükrü,
''Nasıl beğendin mi yerimizi?''
''Dedim ya buraların kurdu sensin, bundan iyisi can sağlığı.''
Garsonlar şefin tembih ettiği gibi masayı
hafif mezelerle donattıktan sonra, Şef,
''Ne içersiniz? Her zamankinden mi?'' Şükrü olur anlamında başını
salladı. Şef,
''İki İzmirli var yeni; sadece ağır misafirlere çıkıyorlar.''
Şükrü, onay almak için Sırrı'ya ‘ne diyorsun’ anlamında bir işaret yaptı. Onun
olurunu da aldıktan sonra.
'' Tamam'' dedi. ''Madem helal süt emmişler, gelsinler bakalım. Yaptığı
' helal süt emmişler' şakasını kendisi de beğenmiş olacak ki, garsonların
servis doldurduğu rakı bardağına uzanırken gülümsüyordu.''
''Hadi en kötü günümüz böyle olsun.''
***
Program devam ederken, saat sabahın 2'si
gibi Şükrü hesabı ödeyip, masaya yüklü bir bahşiş bıraktıktan sonra kalktılar.
Tam arabanın olduğu yere giderken Şükrü,
'' Sırrı gel şu bitişiğe de uğrayalım, cilayı orada çekeriz.''
''Geç oldu kirvem, seni bıraktıktan sonra köye anca giderim.''
''Gel yahu! Bu yaştan sonra avrattan mı korkar oldun? Birer bira
içer çıkarız bre herif!''
Sırrı, istemeyerek de olsa bir kaç adım
ötedeki pavyona gitmekte olan Şükrü'nün peşine takıldı. Pavyonun önüne
geldiklerinde kapıdaki görevli, onları göğüsledi.
''Kapalıyız beyler!''
Daha selam vermeden, kapıdaki görevlinin
yekten (9) ''kapalıyız beyler'' demesine bozulan Şükrü,
''Kapalısınız da içeriden gelen türkü sesi ne oluyor?''
''Kapalıyız dedim ya beyim.''
Şükrü
görevli ile ''girerim girmezsin''
tartışmasına girince; başka bir görevli Pavyon'un şefini çağırdı. Şef, Şükrü'yü
tanımış olacak ki, kapıdaki görevliyi oradan uzaklaştırıp,
''Şükrü bey hoş geldiniz, mesele nedir?''
'' Pek hoş bulmadık kirve. Ortada bir mesele de yok. Sadece yarım
saat oturup, bir şeyler içtikten sonra çıkacaktık ama seninkiler...''
Şef,
Şükrü'nün sözünü kesip,
''Başka zaman olsa can baş üstüne ama bu gün olmaz. Bir kaç
arkadaş pavyonu tamamen kapattılar. Onun için kimseyi alamıyoruz
anlayacağınız.''
Pavyon
kapatmak tam hacıağalara özgü bir şeydi. Eskilerin pavyon kapatma öykülerini
duymuşlardı ama son yıllarda pavyon kapatan böyle bir babayiğit ne görülmüş ne
de duyulmuştu.
Şükrü,
''Allah Allah! Merak ettim
ya! İçeri bakabilir miyim?'' Şef,
'Belli etmeden, kapının gındırığından (10) bakıver Şükrü bey.''
Şükrü,
pavyona açılan kapıya doğru giderken, Sırrı şefe,
''Bu devirde pavyonu kim kapatır ola? Buna güç mü yeter?''
'' Valla ben de anlamadım. Dört kişi, aralarında 10'ar bin lira
toplamışlar. 40 bin lirayı denkleyip, kapattılar pavyonu. Pamuk ağası
bunlar; para zibilullah(13)''.
40
bin lafını duyan Sırrı,
'' Kim bunlar? Tanır mısın?''
''Birini iyi tanırım: Traktör alıp satar, adı Ramazan öteki de galiba Yüreğir
köylerinden birinden, arada bir gelir.''
Yüreğir köyleri sözünü duyan Sırrı,
duyulur, duyulmaz bir sesle
''Ulan bunlardan biri bizimki olmasın
sakın?'
Pavyonun giriş kapısının aralığından
içeriye bakan Şükrü'nün yanına gitti. Onu kenar çekip, kapının aralığından
içeri baktı. İlk gördüğü; pırıltılı bir elbise giymiş türkü söyleyen bir kadın
ve ardındaki saz ekibiydi. Gözleri loş ışığa alışınca; büyükçe bir masanın
etrafında eğlenen kadın ve erkekleri fark etti. Masanın çevresinde 4 erkek
vardı, bunlardan biri de tahmin ettiği gibi bu gün kendisinden traktörün senedi
var diye 10 bin lira borç alan Ahmet'ti.
Sunturlu bir küfür savurdu. Hemen omuz
başında duran Şükrü,
''Hayırdır kirve niye sövdün? Tanıdık biri mi vardı
içeride?''
Sırrı, Şükrü'ye yanıt vermedi.
Onu kolundan tutup, dışarı çıkardı. Park yerindeki arabaya doğru yöneldi.
Sırrı'daki bu değişiklikten pek bir şey anlamayan Şükrü,
''Kirve cila?''
''Bir başka zaman kirve. Yarın er kalkacağım. Önce seni eve bırakayım.''
***
Köye
giderken, yol boyu gün içinde olanları düşündü. ''Ulan Ahmet akıl işi değil
yaptığın bu devirde. Hadi paran olsa neyse. Hem günü gelmiş senedim var
diyorsun hem de senet parasıynan pavyon kapatıyorsun. Aman bre herif!
Benim de düşündüğüm şeye bak! Paramı bilirim ben. Ne demiş atalarımız: Koyun,
koyun bacağından, keçi keçi bacağından asılırmış. Allah bildiği gibi yapsın
seni emi.''
Ana
yoldan ayrılıp, köy yoluna saptığında horozlar ötmeye başlamıştı.
------
1-Berdi:
Dere kenarları ve sulak alanlarda yetişen, sepet örmede ve çatı örtmede
yetişen bir tür saz ya da ince kamış.
2-Bayaktan:
Az önce
3-Motor:Traktör
4-Kirevit: Tahta kanepe, sedir6-Heye:Evet
5-Heye:Evet
6-Konto:
Hesap, banka hesabı
7-Kartela:
Sinema afişlerinin ya da sanatço fotograflarını sergilendiği ahşap tanela.
8-Mitil:Yüzü geçirilmemiş, yorgan ya da yatak
9-Yekten:Birden,
aniden
10-Gındırık:
Kapının ya da pencerenin hafifçe aralık olması
11-Zibilullah:
Sürüsüne bereket, çok fazla