25
Kuruşluk Baba
Okul Müdürü, süklüm püklüm odasına giren Mehmet ile Mahmut'a kükredi:
''Nedir ulan sizlerden çektiğim terbiyesiz herifler!
İyilikten anlamıyorsunuz, kötülükten anlamıyorsunuz. Hiç adam olmayacak
mısınız?''
!!!
'' Okulun merdivenlerine s..lır mı ulan? Her basamağa bir
püntük. (1) Ne biçim adamlarsınız, dağdakiler bile yapmaz sizin yaptığınızı.
Hela mı ulan burası?''
!!!
'' Biri fark etmeyip üstüne bassa; kayıp merdivenlerden
aşağı düşüp bir yerlerini kırsaydı, ne olurdu düşündünüz mü ?''
!!!
''Beş Ocak Bayramında, kerusa(2) kiralayıp, davul zurna
çalan iki aptalla (3) valinin, belediye başkanının önünden sanki kortejdeymiş
gibi sarhoş sarhoş geçtiniz. Kerusada okulun adı madı yoktu da, Allahtan kimse
ne olduğunu anlamadı.''
!!!
''Beni sürdürecek misiniz ulaann eşşolu eşekler !... Tövbe
tövbe! Bana ağzımı bozduracaksınız şimdi...''
!!!
'' Bu işler hep ikinizin başının altından çıkıyor. Ulan
Mamıt, zayıf not verdiler diye öğretmenlerine kızıp, kaç kere bahçedeki palmiye
ağacına tırmandın ha? 'Hadi in' dediğimizde, 'inemem, inerken düşerim de bir
yerimi kırarım' deyince, seni indirsinler diye itfaiyeden yardım istemekten
yoruldum ulan. İtafaiye müdürü her hal maytap geçiyordur (4) benimle, elaleme malamat(5)
oldum.''
Mehmet ve Mahmut, ellerini
göbeklerinin altında kavuşturmuş, okul müdürü ile göz göze gelmemek için
başları önlerine eğik, kıpırdamadan duruyorlardı. Her ikisi
de Ticaret Bakanlığı'na bağlı ''Ticaret Mektebi'ne'' devam
ediyorlardı(6). Okul, ırmağa koşut bir caddenin üstünde; iki katlı, cumbalı,
iki büyük palmiye ağacı ile küçük bir süs havuzu ve havuzun hemen yanında
kameriyesi olan, bahçe içinde tipik bir Adana konağıydı. Konağın alt
katındaki odalar sınıflara ayrılmış, ahşap bir merdivenle çıkılan ikinci katta
ise, okul müdürünün, yardımcısının ve öğretmenlerin odası bulunuyordu.
Konağın bahçesinin bir köşesinde ise,
okulun hademesi Ümeyye Efendi’nin kaldığı küçük kulübe vardı. Ümeyye, Birinci Dünya Savaşı'nda
İngilizler safında Türklere karşı savaşırken, silah attığı insanların müslüman
olduğunu anlayınca saf değiştirmiş; savaş bitince de memleketine, dönmeyip
burada kalmıştı. Hiç evlenmemiş, yalnız başına yaşayan, inatçı ama çalışkan bir
Libya Arabıydı.
***
Mehmet'in babası, kente yakın bir
köyde çiftçilik yapıyor, kentteki mağazasında ise buğday ticaretiyle
uğraşıyordu. Yaz aylarını genelde köyde, kışı ise, Tepebağ'daki evlerinde
geçiriyorlardı.
Mahmut'un babası ise, Arasta'da deri
işi yapan bir tabaktı(7). Dükkanı, aynı arasta'da deri işi yapan Memet'in
halasının kocasının dükkanı ile yan yanaydı; yani him tim(8) komşuydular.
Mehmet ile Mahmut'un
arkadaşlıklarının geçmişi Arasta'ya dayanıyordu. İlk okuldayken, okul çıkışı
öğlen yemeğini eniştesinin dükkanında yiyen Mehmet, gene öğlen yemeği için
babasının dükkanına gelen Mahmut ile orada tanışmış; arkadaş olmuşlardı.
İlkokulu bitirip de ortaokula
gitmeleri gerektiğinde; Mehmet'i Ticaret Mektebi'ne yazdıran
babası, ' ne edecek başka mektebi, ticarete gönder; hemi hesap kitap
öğrenirler, hemi de birbirlerine koltuk çıkarlar Kadir efendi' deyip, Mahmut'u
orta okula göndermek isteyen debbağ Kadir efendiyi razı edip, Mahmut'u da
Ticaret Mektebine göndermesini sağlamıştı.
Aynı okulda ve aynı sınıfta olmaları,
Arasta'daki arkadaşlıklarını daha da pekiştirmiş; kardeş gibi
olmuşlardı. Tatil günlerini birlikte geçirir, sinemaya, maça birlikte
giderler, okullarının yakınındaki Kız Lisesi'nin önünde bekleyip, gözlerine
kestirdiklerini takip ederler, ardını önünü düşünmeden kavgaya birlikte
girerlerdi .
Gözü kara oldukları için onlara okulda kimse bulaşmaz, uzak
dururlardı.
***
Müdürün, onları odasına çağırdığı
günün sabahı Mahmut, kimsenin olmadığı bir saatte erkenden okula gelmiş; Ümeyye
Efendinin uyuduğundan emin olduktan sonra ikinci kata çıkan tahta merdivenin
her basamağına birer birer pisleyip, okuldan ayrılmış; zil çalmadan da sanki
yeni geliyormuş gibi sınıfa girip, olacakları beklemeye başlamıştı.
Merdiven basamaklarındaki pislikleri
ilk fark eden Ümeyye Efendi olmuştu. Bu haltı kimin yediğini fazla düşünmeden
anlamış, 'bu işi yapsa yapsa benim deliler yapmıştır' diye düşünmüştü. Gerçekte
onları severdi. 'Haylaz, maylazdılar ama mert çocuklardı. Her zaman hal hatır
sorarlar, onu hiç sigarasız bırakmazlardı. Ama neme lazım! vazife mühimdi ve
sevgiden önce gelirdi'.
Merdivenleri temizleme henüz
başlamıştı ki geldiğini görüp, elindeki süpürgeyi ve kovayı bırakmadan müdürü
üst kata çıkan merdivenin başında karşıladı.
''Hayırlı günleriniz olsun müdürüm'' deyip, başıyla, henüz
temizleyemediği basamakları işaret etti.
Müdür önce sunturlu bir küfür savurup, bu haltı kimlerin yediğini
sormadan,
''Ümeyye! şu iki iti hemen odama getir’’ deyip,
basamaklardaki pisliklere basmamaya dikkat ederek odasına çıktı.
***
Mehmet ile Mahmut, müdürün hiç bir sorusuna yanıt vermeden dikilip
duruyorlardı.
'' Bu boku size yedirirdim amma! Neyse... Yarın
babalarınızı getirin. Onlarla konuşacaklarım var. Bu böyle gitmez. Şimdi yıkılın
karşımdan eşek herifler.''
İki kafadar odadan çıkarken, kapıda bekleyen Ümeyye efendiye,
''Ümeyye! Bunların eline helkeynen (9) bir fırça ver,
kendi boklarını kendileri temizleyip, merdiveni arısili yapsınlar(10)''
***
Meehmet ve Mahmut, müdürün odasından çıktıktan sonra Ümeyye Efendinin de
yardımıyla merdivenleri, zil çalıncaya kadar temizlediler.
Mahmut,
'' Na'pacık lan, babamıza söyleyecek miyik?'' dedi.
''Kafayı mı yedin oğlum, söylenir mi? Babam duyarsa sürer
beni allahıma, kitabıma.''
''Eee!''
''Eeee'si şu. Yarın sabah okula gelmeden erden(11) Kale
Kapısı'na(12) varır, oradan iki Urumlu(13) tutarık. Ellerine üş- beş kuruş
verir, yarım saatliğine babamız olun derik. Böyleliğinen ne Kadir emminin ne de
babamın habarı olur.''
''Ne vaat düşündün bunları oğlum? Senden gorkulur, şeytan
gibisin valla!''
***
Ertesi sabah erkenden, Taş Köprü'nün
karşısındaki Çiftçiler Birliği binasının giriş kapısının önünde buluştular.
Ortalık aydınlanmış, ama güneş henüz doğmamıştı. Kiralık baba bulmayı umdukları
Kale Kapısı, Çiftçiler Birliği’ne çok yakındı. Geçmişte, kentin doğu giriş
kapısında bulunan kalenin kalıntısı önündeki alanda yüzlerce işsiz,
her sabah erkenden toplanır, kendilerine iş verecek olan işverenleri
beklerlerdi. Deyim yerindeyse; emeğin alınıp satıldığı bir işçi pazarıydı
burası...
Bir kaç dakika yürüyüp, işçi
pazarına ulaştılar. Alan ana baba günüydü. İş isteyenler, işçi arayanların
çevresini sarmış, işverenlerin kendisini seçmesi için adeta yarış ediyorlardı.
İş için seçilenler ise, kendilerini seçenlerin ardına takılmış, onları iş
yapacakları yere götürecek at arabalarına doğru yürüyorlardı.
Mehmet köylü çocuğu olduğu için daha önceden de babasıyla Kale Kapısı'na gelip
işçi seçtiği için deneyimliydi. İşçi nasıl seçilir; seçilen işçiyle nasıl
pazarlık yapılır biliyordu.
''Oğlum bunların arasından nasıl seçeceğiz babalarımızı,
zor valla'' dedi Mahmut.
'' Acele etme, sabırlı ol. Anana koca seçmiyok ya?
Efendiden birilerini buluruz elbet.''
Kalabalığın içine dalıp, kendilerine yakıştıracakları ''babaları'' aramaya
başladılar.
Bir süre sonra Mehmet,
'' Babalarımızı buldum galiba.''
'' Hani, kim, neredeler?''
'' Şuradaki dudun dibine çömelmiş iki kişi var ya onlar. Bu
pazarda iş bulmaları zor gibi. Babamız yaşında sayılırlar. Hadi gidelim.''
Dut ağacının yanın gittiler.
''Selamunaleyküm ağalar '' dedi Mehmet.
Adamlar kafalarını kaldırıp çocuklara şöyle bir bakıp, istiflerini bozmadılar.
'' İş arıyorsunuz ellehem.''
''He arıyoruk'' dedi ötekinden biraz daha yaşlı olanı.
''Nideceen ki?''
Mehmet adamların Urumlu olduğunu konuşmalarından anlamasına karşın gene de
sordu.
''Nerelisiniz ağalar?''
Ötekine göre yaşlı olan, çömeldiği yerden kalkmadan,
''Uluğışla'dan. Nidecen ki?''
Mehmet onları ne iş yapacaklarını açık açık anlattı.
''Yarım saatliğine babamız olacaksınız. Okula, müdürün
yanına gideceğiz. O size bizim hakkımızda ne derse, 'tamam müdür bey, biz onlara
cezalarını veririz, maraklanmayın' diyeceksiniz. Korkmayın, biz sizin arkanızda
olacağız.''
Her iki Urumlu da çömeldikleri yerden doğruldular. Mehmet ile konuşan,
'' Eyi de bizim menfaatimiz ne olacak bu işten?''
Mehmet biraz düşünür gibi yaptı. Ama daha önceden kararlaştırdığı miktarı
söyledi.
''Adam başı 25 kuruş, hemi de yarım saat için. Okul iki
adım mesafede. Daş atıp da kolunuz mu yorulacak?''
O gün iş bulmaktan umutlarını
yitirmiş olacaklar ki yarım saat içinde 25 kuruş kazanacak olmalarını kar
sayıp, pazarlık etmediler. Toparlanıp iki arkadaşın ardına düştüler.
Okul yolunda Mehmet, müdürün odasına
nasıl gireceklerini bir kaç kez daha anlatmış, anlayıp anlamadıklarını sınamak
için de müdürün odasına nasıl gireceklerini, nasıl davranacaklarını, neler
söyleyeceklerini yineletmişti. Okulun kapısından içeri girmeden önce bir
kez daha,
''Aman deyim unutmayın! Müdürün odasına girince
şapkalarınızı çıkarıp, elinize alacaksınız. Başınız da eğik olacak'' dedi.
Okula girer girmez, doğrudan Ümeyye
Efendinin kulübesine gittiler. Mahmut gülümseyerek,
''Babalarımızı getirdik, Ümeyye Efendi. Müdür gelesiye burada bekleyecik.''
Ümeyye Efendi, çocukların ardında duran Urumlulara şöyle bir bakıp; bir
şey demeden olur anlamında başını sallayıp, temizlik için okul binasına doğru
yürüdü.
***
Zil çaldı. Müdür de gelmiştir diye düşündüler.
Biraz sonra Ümeyye Efendi yanlarına geldi.
''Müdür Bey babalarınızı bekliyor,'' deyip önlerine düştü.
Önde Ümeyye Efendi, ardında iki
kafadar, onların da ardında Urumlular, merdivenden yukarı çıktılar. Mehmet,
Mahmut ve babaları(!) sahanlıkta beklerken Ümeyye Efendi, müdür odasının
kapısını tıklattı. İçeriden müdürün 'geeel' sesini duyunca, kapıyı azıcık
gındırıp(14), geri çekildi. Mehmet, Urumlulara, 'hadi içeri girin' anlamında
işaret etti. İşareti, onların müdürün odasına girmeleri için yeterli gelmemiş
olacak ki, arkalarından müdürün odasına itti.
İçeri ilk giren Urumlu’nun ayağı kapının eşiğine takılıp; adam, boylu boyunca
müdür odasına düşünce,
Müdür,
''Ahıra mı giriyorsunuz bre göreneksizler'' diye bağırdı. Kiralık
babalar, böyle bir karşılama beklemedikleri için birden panikleyip, korkuyla
odadan çıkarak, hızla merdivenlerden aşağı indiler. Şaşkınlıktan olacak; önce
Ümeyye Efendinin kulübesine seğirttiler. Çıkışın orası olmadığını anlayınca da
dönüp, okulun ana kapısından caddeye fırladılar. Arkalarından da Mehmet ve
Mahmut...
Bir yandan kaçanları kovalıyorlar, öte yandan da
''Durun be ağalar, hiç olmazsa paralarınızı alın,'' diye
bağırıyorlardı.
Kiralık babalar, Kale Kapısı yerine,
Tepebağ'a yönelip, bir süre sonra mahallenin dar sokaklarında yitip gittiler.
***
Müdür yardımcısı Mehmet ve Mahmut'u
odasına çağırıp, her ikisine de tart(15) cezası aldıklarını söyledi. Okuldan
bir hafta uzaklaştırılmışlardı. Okula gidemedikleri bir haftalık sürede, 'okula
gidiyoruz' diye her gün evden çıkıp ya sinemaya gittiler, ya da kız
okullarının önünde vakit geçirdiler.
Tart aldıklarından ne Mehmet'in ne
de Mahmut'un babasının haberleri olmadı.
-----
Corona
Tutukevi-İstanbul
Nisan 2020
-------
1-Püntük:Parça, bir parça
2-Kerusa: Fayton
3-Aptal-Abdal: Burada Çingene anlamında kullanılmıştır
4-Maytap geçmek: Dalga geçmek, alay etmek
5-Malamat etmek: Rezil etmek, kepaze etmek
6-1930'lu yıllar.
7-Tabak: Debbağ, deri işi yapan
8-Him tim komşu olmak: Çok yakın, duvar duvara bitişik komşu olmak
9-Helke: Kova
10-Arı sili: tertemiz, pırıl pırıl
11-Erden: Erkenden
12-Kale Kapısı: Adana'nın Taş Köprü'ye bakan doğu tarafındaki surlarında
bulunan
kente giriş kapısı.
13- Urumlu: Genelde Niğde, Ulukışla gibi yerlerde oturanlar için kullanılan
deyim. Rum diyarı anlamında. Türkçe'de ''R'' ile başlayan sözcük olmadığı
için Rum, Urum diye söylenir. Ramazan'ın halk arsasında Iramazan diye
söylendiği gibi.
14-Gındırmak: Hafifçe aralamak
15-Tart: Bir haftalık okuldan uzaklaştırma cezası.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder