Delta Kanatlı Uzay Aracı
Hukuk Fakültesi'ne kaydımı yaptırmış,
Adana'ya dönmüştüm. Baba evinde bir kaç gün geçirdikten sonra, her köylü çocuğu
gibi zibilliğin (1) kokusunu özlemiş olmalıyım ki, köye gittim.
Amcamlara şöylesine görünüp, ayağımın
tozuyla soluğu köy kahvesinde aldım. Kahvenin önündeki örtmenin (2) altında
oturan köylülerim,
''Ooo hakim
bey hoş geldin.''
''Hayırlı
olsun, artık mahkemeye düştüğümüzde bize torpil geçersin.''
''Angara mı,
Istanbıl mı?''
''Valla
pravo, köyümüzden bir abukat daha çıktı.
Sorulara teker teker yanıt verip, bir
köşede oturan köy gençlerinin yanına gittim.
Onlar da kutladılar.
Yakın arkadaşlarımdan Yasin, bir ara
kulağıma eğilip,
''Eve
gitmeden, bize uğrayalım, babam seninle konuşmak istiyor'' dedi.
Aslında köye gelişlerimde, davet
beklemeden her zaman uğrardım Kenan
emmiye... Görüşme isteği ondan geldiğine göre, konu önemli olmalıydı. Doğrusu
merak etmedim de değil. Her halde kutlamak için çağırmadı beni.
Bir süre sonra kahveden birlikte ayrıldık
Yasin ile birlikte.
''Hayırdır
oğlum konu ne? Neden görüşmek istiyor baban?''
''Eve
gidelim, konuşuruz.''
Kenan amca yaşamım boyu tanıdığım bir kaç
ilginç insandan biriydi. Kentte doğmuş,
orada büyümüş, bir iş için köye geldiğinde, köyden biriyle; Yasin'in anasıyla evlenmişti. Kendi kendine
İngilizce öğrenmişti. İngilizcesi, köyden koleje giden öğrencilere bile
İngilizce öğretecek düzeydeydi. Kahveye
pek gitmez, gitse de oradaki bardakların temizliğinden emin olmadığı için çay
bardağını yanında götürür, sandalyesini kıyıda köşede bir yere çeker,
kahvedeki sohbetlere pek katılmaz, genelde dinlerdi. Kentte doğup büyümenin,
üstüne üstlük bir de yabancı dil bilmenin verdiği güvenle ve okuduğu
yabancı dildeki dergilerin bilgi birikimiyle olacak; köydekilere biraz üstten
bakar, hadi gerçeği söyleyeyim; onları küçük görürdü.
Çok büyük bir düş gücü vardı.(2) Yıllar
önce daha bizlerin normal telefondan haberimiz yokken, bir deftere yazdığı, konusu
uzayda geçen romanında, kahramanlarını görüntülü telefonla konuşturmuştu.(3)
Romanı, birkaç yıl önce defterinden bana okurken, yeniliklere açık olduğum
halde içimden ''bu kadarı da olmaz artık'' demiştim.
Kenan amcanın evi köydeki ata evimizin tam
karşısındaydı. Tipik bir köy eviydi: İki katlı; alt katındaki odalardan biri
mutfak, diğeri ise depoydu... Hela,
evden ve tulumbadan biraz uzakta, bahçenin aşağı yeli (4) almayan bir
köşesindeydi. İkinci kat geniş bir sofaya açılan iki oda ve banyodan oluşuyordu.
Beni sofada, ayakta karşıladı. Elini
öptüm. Hukuk fakültesini kazandığımı o da duymuş olacak ki;
''Hayırlı
olsun avukat olacakmışsın'' dedi.
''Öyle.''
''Keşke beni
dinleyip dişçi olsaydın, daha iyiydi.''
Sınav sonuçları belli olmadan bana diş hekimi
olmamı öğütlemişti. Nedenini sorduğumda
ise;
''Nedeni şu:
Oğlum bir adamın ağzında 32 diş var; dişçi olsan zengin olurdun''
demişti.
Hep birlikte odaya geçtik. Sedire oturdum.
''Hayırdır
?''
''Hayırı şu:
Bildiğin gibi Yasin sanat okuluna gidiyor. O bir icat yapmış. Şimdiye kadar kimseye söylemedik. İlk sana
söylüyorum. Bu aramızda kalacak.''
Bu güvensizliğe üzülmüş gibi yapıp, biraz
da sitem ederek,
''Emmi, Yasin
köydeki en yakın arkadaşım. Beni bilmiyon mu, burada konuşulan burada kalır.
Güvenmiyorsanız....'' Sözüm yarım kaldı.Gülümseyerek elini omzuma koydu.
''Seniynen de
şaka yapılmıyor be oğlum.''
Sonra Yasin'e dönüp, anlat anlamında
başını salladı.
Yasin, büyük sırlarını anlatmaya başladı:
Sanat okuluna gidip gelirken, bir kez çalıştıktan sonra, bir daha enerjiye
gereksinim duymayan bir düzenek üzerinde düşünmeye başlamış. Günlerce bu
düzeneğin çalışıp, çalışmayacağı konusunda kafa patlatmış. Sonunda bu işi başaracağı
kanısına varınca; buluşundan babasına söz etmiş. Onun da onayını alınca benimle
konuşmaya karar vermişler.
''İyi de ben
ne motordan ne de elektrikten anlarım. Elektrikle ilgim düğmeyi açıp kapamaktan
ibaret. Burada benim katkım ne olacak ki?''
''Senden
teknoloji için destek beklemiyoruz, sadece çizim yapacaksın; iyi resim
yaptığını biliyoruz'' dedi Kenan emmi.''
Bu yanıtı duyunca rahatladım. Demek bilim
dünyasına, çizimle de olsa bir katkım olacaktı.
''Tamam
çizmesine çizerim ama bana bunun nasıl işlediğini ayrıntılı şekilde anlatmanız gerekli ki, çizimden
istediğimiz sonucu alalım.''
Yasin gizli icadını anlatmaya başladı.
Düzeneğin ana elemanı özel bir aküydü. Aküden çıkan elektrik, bir motoru
çalıştırıyor, motora bağlı dinamo da motordan aldığı güçle elektrik üretiyor ve
bu üretilen enerji aküyü yeniden elektrik enerjisi ile yüklüyordu. Bu döngü
böylece sürüp gidiyordu.
Bu işe pek aklım yatmadı doğrusu. Bu kadar
basit bir şey onca bilim adamının aklına gelmemiş ama Yasin'in aklına gelmiş.
Yasin düzeneği anlatırken öyle coşkuluydu ki, '' Valla bu işe kafam yatmadı,
bana olmaz gibi geliyor'' deyip, heveslerini kırmadım.
Düzeneğin nasıl çalıştığını öğrendikten
sonra anlatılanları, sonradan dolma kalemle üstünden geçmek için kurşun kalemle
kağıda dökmeye başladım. Çize- sile, çize- sile, yaklaşık bir saat
sonra düzeneğin, ortaya çıkan çizimdeki gibi olacağı konusunda anlaştık.
Çizim ortaya çıktı da bunu ne yapacaktık?
Kenan emmiye sordum:
''İyi de bu
çizim ne işe yarayacak Emmi?''
Baba oğul birbirlerinin yüzüne bakıp,
çizimi ne yapacaklarını bana söyleyip söylememe konusunda bir süre kararsız
kaldıktan sonra, Yasin,
''Nasa'ya
göndereceğiz'' dedi.
Hadi motordan elektrikten anlamam ama en
azından Nasa'nın ABD'nin Ulusal
Havacılık ve Uzay Dairesi olduğunu biliyorum.
''Oğlum Nasa
naapsın bu pojeyi ? Onların işi Uzayla, uzay araçlarıyla.''
Bu soruyu beklememiş olacaklar ki; bu da
nereden çıktı dercesine bir birlerine baktılar.
Onların şaşkınlığı sürerken,
''Ama bir
yolu var'' dedim. Onların '' yolu neymiş'' sorusunu beklemeden,
''Nasa uzayla
ilgili olduğu için bu çizimi uzay aracına yerleştirir öyle göndeririz. O zaman
ilgilerini çeker sanırım.''
Bu düşüncem her ikisi tarafından da kabul
görünce, bir de uzay aracı çizmemi istediler.
Bu kez uzay aracı düşüncesini ortaya atan
ben olduğum için, şekline de ben karar verecektim. Mevcut uzay araçlarının
dışında bir şey olmalıydı ki, ilgi çeksin. Sonunda mekik (5) şeklinde bir uzay
aracı çizdim. Çizdim çizmesine de bu mekik, pisti olmayan aya nasıl inecekti?
Hadi indi diyelim, yeniden nasıl havalanacaktı? Hep beraber kafa patlattık.
Sonunda çözümü gene ben buldum. Ayda yer çekimi az da olsa vardı. Ama uçakların
ineceği bir pist olmadığı için, mekiğimiz doğrudan aya inse yere çakılırdı.
Bunu önlemek için mekiğin üzerine bir helikopter pervanesi eklersem, bu sorunu
çözebilirdim. Ne Kenan emmi ne de Yasin ayla ilgili yeterli bilgiye sahip
olmadıkları için benim pervane düşüncem tartışmasız kabul edildi. Zaten mekik düşüncesi
de benden çıkmıştı.
Proje tamamlandı. ''Sonsuz enerji üreten
motor'', mekiği uzaya götürecek; ayın üzerine geldiğinde, pervaneler mekiğin
üzerinden çıkıp, mekiği yavaşça ay yüzeyine indirecek, uzay adamlarının oradaki
araştırmaları bitince de mekik, pervane gücüyle ay yüzeyinden havalanacak,
yeterli yüksekliğe ulaştıktan sonra pervane yuvasına girecek ve mekik uçak gibi
hareket edecekti. Dünyaya inişinde ise pervaneye gerek olmayacak; uçak gibi piste
inecekti.
Bir hayli yorulmuştuk ama bu yorgunluğumuz
bilim dünyasına yaptığımız katkının verdiği mutluluk yanında hiç değerindeydi.
Kenan emmi,
''Ben bu gün
yemekten sonra oturur, Nasa'ya İngilizce bir mektup yazar, çizimleri de ona
iliştirip, Amerikan Konsolosluğu’na (6) elden veririm. Bakalım ne olacak?''
Bu konudan kimseye söz etmeme sözü
verdikten sonra ben, akşam yemeğine bekleyen amcamlara gittim.
Ertesi gün Yasin ile buluştuk.
Babasının erkenden mektubu vermek üzere kente gittiğini söyledi.
Aslında işin başında, çizimleri yaparken
bile bu projenin uygulanabileceğinden umudum yoktu. Çünkü çok basit olan bizim
düzeneği, teknolojik bilgisi olanların, özellikle
bu işle uğraşan araştırma merkezlerinin gözden kaçırması olanaksızdı. Ancak,
Kenan emmi ile Yasin'in bir başarma isteği ve bu istekten kaynaklanan
coşkularını göz ardı edemezdim.
***
Aradan ne kadar geçti anımsamıyorum, Yasin'den bir mektup
aldım. Bizim proje Nasa'ya
ulaşmış. Onlar da bir teşekkür mektubu yazıp, projemizi değerlendireceklerini
söylemişler.
Nasa'da Kenan emminin yazdığı
mektubu kim okuduysa, kesinlikle gülümsemiş ve mektubu ve çizimlerimizi çöp
kutusuna atmıştır.
Olsun! Çöp kutusuna atılacak bir proje de
olsa, erinmeyip (7) yanıt verdiler ya. Ben ona bakarım.
-----
Corona Tutukevi
Nisan 2020
1- Zibillik: Hayvan gübrelerinin biriktirildiği yer. Çöplük.
2-Birçok kişi Kenan emminin esrar
içtiğinden kuşkulanırdı.
3- İlk görüntülü telefon 1964'de
kullanılmıştır. Kenan emmi ise bu romanı 50'li yıllarda
yazmıştı.
4- Aşağı yeli: Lodos. Güney
batıdan eser ve kokusu gelmesin diye tuvaletler o yönde
olacak şekilde
yapılmazdı
5- O zamana kadar, mekik
şeklinde bir uçak görmemiştim. Bunu, defter kağıdından
yapılan ve mekik şeklinde olan basit ''avganlı''
uçurtmasından esinlenerek çizmiştim.
6- ABD Konsolosluğu o zaman
Atatürk Caddesinde, Sabancı Apartmanının yanındaydı.
7- Erinmek: Üşenmek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder