SAKIZ
Özellikle son yıllarda
reklamlarda rastladığımız, artık basmakalıp olmuş bir tümce var: ''Size bir
telefon kadar yakınız…'' Bunun halk dilinde anlamı:’’ Birader artık fark et!
Burnun dibindeyiz yahu!’’ demek. Burnumun ucunu göreme sıkıntım olmamasına ve daha önce gidenlerin de övgü dolu sözler etmesine karşın Sakız Adasına bu güne kadar gitmemiş olmamı pek anlamış değilim.
-' Gideyim mi? Gidersem hangi mevsimde gideyim?'' ikirciklerindeyken aniden kararımı verip eşime,
-' Gideyim mi? Gidersem hangi mevsimde gideyim?'' ikirciklerindeyken aniden kararımı verip eşime,
-‘’Haydi! Kurban Bayramından tatilinde Sakız’a gidip 2-3 gün tatil yapalım'' dedim.
Feeribottan Sakız |
Tarihte Kısa Bir Yolculuk
Geçmişi İÖ 6000 yılına kadar
uzanan Sakız Adasına ilk kimlerin yerleştiği bilinmiyor. Eğer inanmak
isterseniz kadim Yunan Söylencesine göre Sakız’a ilk gelen Dionysos’un oğlu
olan Oinipion’muş. Adanın Yunanca’daki adı olan Chios ise bu zatın kızı
Chion’dan geliyormuş.
Adada önce İyonlar daha
sonra da ’’yeter ki balın olsun sineği Bağdat’tan gelir’’ sözünü doğrularcasına
Helenler, Romalılar, Bizanslılar ve Osmanlılar egemen olmuşlar. Osmanlılar
Sakız’ı 1566 topraklarına katmışlar. Ancak, Trablusgarp savaşını bahane eden İtalyanlar, 1912 yılında Sakız’ın da içinde bulunduğu 12 adayı işgal etmişler. II. Dünya
savaşından İtalyanlar yenik çıkınca savaşı kazananlar, Türkiye’nin
olmazlanmasına karşın Sakız’ı öteki 11 adayla birlikte Yunanistan’a hediye (!)
etmişler.
Kordon |
Nerelere gidilir
Sakız küçük bir ada. Eğer
benim gibi dağ bayır gezmeyi, kartal yuvası gibi tepelere kurulmuş köyleri
ziyaret etmeyi, sakin plajlarda denize girmeyi seviyorsanız; Sakız’da gezip
görecek çok yer var. Derdiniz; ’’ Oh Sakızı da gördük’’ deyip seyahat
çizelgenize bir çentik daha atmaksa, bir gün kalmanız yeterli. Biz Sakız’da 3
gün kaldık. Bu nedenle görülebilecek yerlerin büyük bir bölümünü gördük diyebilirim.
Kale Kapısı |
Saat 09.30’da Çeşme
Marina’ya el sallayan feribotumuzdan saat 10.30 gibi Sakız limanında indik.
Yaklaşık 45 dakika süren pasaport kontrolünden sonra doğrudan otele gidip
valizlerimizi bıraktıktan sonra Sakız’ı dolaşmaya başladık. Kent küçük; iyi bir
planlamayla akşama kadar ayak basmadık yer bırakmaya bilirsiniz. Önce araba
kiralama acentalarına uğradım. Fiyatlar günlük 30-40 euro arasında değişiyor.
Europe Car ile akşam 17.00’de almak ve 2 gün sonra aynı saatte teslim etmek
üzere bir Nissan Micra kiralamak üzere anlaştım.
Kale İçinde Osmanlı Hamamı |
Sakız’daki ilk ziyaret
ettiğimiz yer kale idi. Kale kentin kuzeyinde ve deniz kenarında. VIII.
yüzyılda Bizanslılarca yapılmış. Daha sonra Sakız’a egemen olanlarca eklentiler
yapılmış. Kale tarihi boyunca ayrıca yerleşim yeri olarak da kullanılmış. Zaten
kalenin dar ve taş döşeli sokaklarında dolaşmaya başladığınızda bunların
izlerini görebilirsiniz. Özellikle Osmanlı döneminde bir- çok çeşme, ev, cami
yapılmış. Bunlardan hala ayakta olan Bayraklı Camisini, Türk hamamını ve Osmanlı
mezarlığını ziyaret edebilirsiniz. Bayraklı Camisi, 1881 depreminde yıkılan bir
kilisenin temelleri üzerine yapılmış. Eklektik bir mimari biçemi olan caminin
girişinde Sultan Abdulaziz’e ait olduğu söylenen bir tuğra var. Mezarlıkta ise Kaptan
Ali Paşa ile Sakız’ı yöneten önemli Osmanlı Memurlarının mezarları bulunuyor.
Ayrıca Soğuk Çeşme(Kria Vrisi), Av. Giorgios Kilisesi, Justiniani
Sarayı(Palataki İustinani) ve Zindan (Skotini Filaki) kalenin içinde yer alan
görülmesi gerekli yerlerden birkaçı…
Kale-Osmanlı Evleri |
Kaleyi dolaşırken küçük bir
meydana ulaşıyorsunuz. Osmanlı Mezarlığının karşısında bulunan meydanın adı
İliastra. Burada, yürüyüşünüze ara verip
dinlenirken bir şeyler yiyip içeceğiniz 2 kafe var. Ben adı Frapa olan
Destina’nın kini önereceğim. Destina, sıcak kanlı ve hoş sohbet. Kırık
Türkçesiyle size iyi bir ev sahipliği yapıyor.
Osmanlı Mezarlığında Destina Yol Tarifliyor |
Kaleden çıktıktan sonra
kentin, özellikle kale ve parkı ile liman arasında kalan bölümündeki en önemli
Osmanlı eseri Mecidiye Camisidir. Cami 1847 yılında Sultan Abdülmecit
tarafından yaptırılmış. Yapılış sebebi 1822 yılındaki Sakız halkının
ayaklanmasını kanlı bir şekilde bastıran Osmanlı’nın ''gönül alması'' olarak gösteriliyor. Bu gönül alma işine aklım takıldı. İsyanı bastırdıktan sonra hırıstiyanların gönlü cami yapılarak nasıl alınıyormuş ? Bana tuhaf geldi doğrusu. Camide Abdulmecid’in tuğrası var. Cami ibadete kapalı. Sakız’ın merkezi olarak
adlandıracağımız bu bölümde, Osmanlı eserlerinden 1881 depreminden sonra
yapılan Osmaniye Camisi, Abdulhamit Çeşmesi ve
klaşik biçemli mimarisiyle 1768 olan Melek Paşa Çeşmesini
görebilirsiniz. Ayrıca burada hoş bir kent parkı da var.
Kent Park'ında Suriyeli Göçmenler |
İşgal Altındaki Park
Sakız’ın merkezinde bulunan
park Suriyeli mültecilerle ( adeta değil) adam akıllı işgal edilmiş. Onlarca
çadır ve bu çadırlarda yaşayan çoğunluğu genç erkeklerden oluşan yüzlerce insan... Top oynayanlar, uyuyanlar, çocuk emzirenler, sohbet edenler… Parkı dolaşırken yaşları 18-20 arasında olan gençlerden oluşan bir gurupla sohbet
ettim. Önce İngilizce başlayan konuşmamız, Türk olduğum anlaşılınca Türkçe
sürdü. Çoğu Suriyeli Kürt ve Arap. Irak’dan gelenler de var. Oralardan can
güvenliği nedeniyle kaçtıklarını söyleyip Esad’a ver yansın ediyorlar. Önce
Türkiye’ye gelmişler, uzun süre kampta kaldıktan Ege kıyılarından bindikleri
botlarla Sakız’a atmışlar kendilerini... Buradan gemiyle Pire’ye, oradan da öteki
Avrupa ülkelerine gideceklermiş.
Umuda Yolculuk-Suriyeli Mülteciler |
-‘’ Neden Türkiye’de
kalmadınız? Türkiye can güvenliğinizi sağlamadı mı?’’ Diye sordum. Soruma bir
birlerine baktıktan sonra, Türkçesi düzgün olan gülerek;
-‘’Can güvenliği tamam ama Türkiye’de
iş yok. Biz ya Almanya ya da İsveç’e gitmek, oralarda iş bulup daha sonra
ailelerimizi de yanımıza alarak yeni bir hayat kurmak istiyoruz ‘’diye yanıt
verdi.
Mülteciler Çamaşırı Heykeller Üzerinde Kurutuyor |
Bu kısa sohbet, yaklaşık 2
milyon 500 bin mültecinin ülkelerini sadece can güvenliği nedeniyle terk
etmediklerini, bu kitlesel göçün nedenlerinden birinin de ( bir çok aydının bilip de dile getirmediği/getiremediği gibi) ekonomik nedenlerden kaynaklandığını özetleyiverdi.
Başka Nerelere Gidilir
Sakız Adası’nda Chios’un
dışında görülecek pek çok yer var. Buraları görmek için de direksiyonun başına
geçip turunuza Daskalopetra’dan (Öğretmen Taşı) başlamanızı öneririm. Adayı
tanıtan hemen her yazıda Homeros’un Sakızlı olduğu yazılır ve onun açık hava
şiir okulunu görmeniz önerilir. Ben de kent dışı turuma oradan başladım.
Daskalopetra kentin hemen kuzeyinde deniz kıyısında küçük bir yerleşim yeri.
Şiir
okulu deyince; gözünüzün önüne kapısı, bacası ve çatısı olan bir okul gelmesin.
Homeros’un Şiir Okulu küçük bir seki üzerine bulunan 30-35 metrekarelik bir
alan. Bu alanın ortasında, Homeros’un nasıl oturabildiğini hala anlayamadığım, oturanı
rahatsız edecek bir kaya var. Homeros’un kürsüsü (!) sandığım bu kayanın hemen karşısında ise; ancak 3-5 kişinin oturacağı, sıra şekli
verilmeye çalışılmış başka bir kaya bulunuyor. Öğrenci sayısı, sıra şekli
verilmiş kaya da oturulacak yer sayısı ile sınırlı ise; ya Homeros’un şiir
okulu aşırı pahalıydı ya da o dönemde şiir sever sayısı çok azdı. Her neyse. Bu
açık hava sınıfının hemen altında ise; bereket tanrıçası olan Kibele’nin Kutsal
Yaşam Alanı var. Sakız halkı, bulunduğumuz bu alanda Kibele için İÖ VI. Yüzyılda
bu gün yerinde yeller esen bir tapınak yapmışlar. Bu tapınakta Kibele’den
yurtlarına bereket getirmesini diliyorlarmış. Ben görmedim ama alanda bulunan
harnup(keçiboynuzu) ağacına bazı turistler bereket getirsin diye kredi
kartlarını ve para cüzdanlarını sürüyorlarmış.
Daskalopetra-Homeros Şiir Okulu |
Bu arada Chios Daskalopetra
arasında deniz kenarına yapılmış, bugün hala ayakta kalan 4 adet yel değirmeni
var.
Daskalopetra Yolunda Yel Değirmenleri |
Daskalopetradan sonra adanın
en ünlü manastırı olana Nea Moni’yi görmek için Karyes’e yöneldik. Karyes ile
Avgonyma arasında bulunan manastırın geçmişi 11. Yüzyıla kadar dayanıyor. Meryem
Ana’nın Göğe Yükselişi’ne adanan manastır, 1056 yılında tamamlanmış.Yunanlılar,
UNESCO tarafından dünya kültür mirası listesine alınan manastırdaki bir şapelde
bulunan kafatası ve kemiklerin, Türkler tarafından öldürülen hırıstiyanlara ait
olduğunu iddia edince, bizimkiler buna bozulmuşlar.
Sonuçta iki taraf
orta yolu bulup, hırıstiyanları katledenlerin Türkler değil, Osmanlılar olduğu
husunda anlaşmışlar. Bu anlaşma için ‘’Ha ali veli, ha veli ali’’diyenleriniz
olabilir. Ama dış ilişkilerde buna ‘’diplomasi(!) ''deniyor. Manastırda en ilginç
şey keşişlerin yemek yedikleri yaklaşık 8-10 metre uzunluğundaki taş masa ve
masayı çevreleyen taş oturma sıralarıydı. Manastırdaki görevli rehber, bunun
dünyada eşi olmadığını söyleyince; Kapadokya’yı ziyaret edip etmediğini sordum.
Etmemiş. Eğer Kapadokya’yı ziyaret etmiş olsaydı, oradaki peri bacalarının
içinde ilk hıristiyanların yaptığı küçük kiliselerin mutfağında bu tür masaları
görürdü.
Nea Moni Manastırı |
Manastır da bir de müze var.
Hediyesi 2 euro.
Ortaçağ Köyleri
Sakız adasında Orta Çağdan
kalma genelde tepelere kurulmuş birçok köy var. Evlerin dışa bakan duvarlarının
bir kale duvarı oluşturacak şekilde bir birlerine bitişik olarak inşa edilmiş
olmaları, köylerin ortak özelliği… Bu tip yapılaşmanın nedeni sakız bitkisini
ve ondan elde edilen sakızı, korsanlardan ya da yabancılardan korumakmış. Evler, bölgede bulunan kara taştan birbirlerine omuz vermişçesine küp şeklinde yapılmış. Sokaklar dar
ve taş döşeli…
Bu köylere en iyi örnek
Anavatos.
Biz Anavatos’a daracık dağ yollarından kıvrıla büküle ulaştık. Şimdilerde 25-30 haneden oluşan köy, yüksekçe bir tepede kurulmuş. Uzaktan bir kartal
yuvasını andırıyor. Köyün girişinde küçük bir kilise var. Daracık bir-iki sokağın
iki yanında sıralanmış, küçük pencereli, bir birine sırtını dayamış, kara
taştan yapılmış evler tepeye kadar uzanıyor. Tepenin üstünde ise bir kale var.
Köyde yaşayan yok gibi. Kendi yaptığı eserleri küçük bir dükkanda satan kadın
sanatçıdan başka kimseye rastlamadık. Köy ile ilgili bizi de ilgilendiren bir
söylence var. 1822 ayaklanmasında Osmanlılar köyü kuşatmışlar. Ancak teslim
olmayı kendilerine yediremeyen Anavatoslular tepedeki uçurumdan atlayıp,
topluca intihar etmişler. 1822’de 400 hane olan köy o tarihten sonra
terkedilmiş. Söylence böyle; inanıp inanmamak size kalmış.
Anavatos |
Avgonyma |
Anavatos’dan dönüşte yol
üzerinde olan Avgonyma’ya uğradık. Köy denizden yaklaşık 500 metre yükseklikte
olan bir tepeye kurulmuş. Evler ve konumları Anavatos’daki gibi; birbirlerine
sırtlarını dayamışlar ve savunma amaçlı yapılmışlar. Köyün kuruluşu XI. yüzyıla
kadar gidiyor. Köyü, Nea Mani manastırının yapan keşişler kurmuş dediler. Köye
ulaşmak için kullandığımız yol çam ormanlarının içinden kıvrıla kıvrıla
geçiyor. Manzara çok güzel. Köyde yaşayanların sayısı 2 elin parmaklarını
geçmiyor. Ortalama yaş ise 70 civarında. Köyün sokaklarında dolaşırken bir
tavernaya öğle yemeği için girdik. Ben tam garsona sipariş verirken 70
yaşlarında biri,
Ben,Stan,Gail,Niko ve Eşim, |
-‘’İsterseniz size
tercümanlık yapıp ne istediğinizi söyleyebilirim’’ dedi.
Nazikçe teşekkür edip bir
masaya oturduk. Garson sipariş alırken az önce bana yardım öneren kişinin
birkaç masa ötede tek başına oturduğunu görünce; yerimden kalkıp masamıza davet
ettim. Önce rahatsız etmeyeyim falan dedi ama sonra masamıza geldi.
-‘’ Adım Yaşar ‘’ dedim.’’
Ben bira içeceğim, siz ne içersiniz?’’
-‘’İzninizle ben rakı
içeceğim’’.
Hikayesi bildik: Adı Niko’ymuş.
Cihangir’de doğmuş. 1963 senesinde Kıbrıs’da Rumlar’ın 364 Kıbrıs Türkü’nü
katletmesinden sonra Türk Hükümeti, Türkiye’de yaşayan Yunan yurttaşı binlerce
Rum’u sınır dışı edince;19 yaşında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2. sınıf
öğrencisiyken İstanbul’u terk etmek zorunda kalmış bizim Niko.
Ailesi Yunanistan’a
yerleşirken o, Kanada’ya gitmiş. Yarım bıraktığı eğitimini tamamlayıp savcı
olmuş. Emekliliğini ise Sakız’da geçiriyormuş.
Changirli Niko |
-‘’Ya çoluk çocuk ?’’
-‘’6 Çocuğum var, hepsi
Kanada’da yaşıyor. Karı ölünce ben buraya yerleştim.’’
-‘’Gençlik yıllarında Türklerle
aranız nasıldı?’’ diye sordum.
-‘’Onlarla mahalle maçı
yapardık. Maçta mutlaka kavga çıkar, bir birimize girerdik. Ama ertesi gün
hiçbir şey olmamış gibi yeniden toplanıp, top oynardık. Aslına bakarsan
Yaşarcığım bizim Türklerle, Türklerin Rumlarla bir alıp veremediğimiz yoktu.
İşin tadını kaçıran her iki tarafın siyasetçileridir. Ben bunu bilir bunu
söylerim.’’
Patates ve Nohut Köftesi |
Biz Niko ile sohbet ederken,
adaya onu ziyarete gelen İngiliz( Stan),ve Amerikalı’yı da (Gail)) da masamıza davet
ettim. Önce bize katılıp katılmama hususunda tereddüt ettiler ama sonunda birer sandalye çekip oturdular. Arkadaşları onun Yunan vatandaşı olduğunu biliyorlar
ama benim Türk olduğumu öğrenip, Niko ile samimi bir şekilde konuştuğumu
görünce şaşırdılar:’’ Nasıl olur da iki düşman ülkenin yurttaşları bir birlerine bu denli
yakın olabilirler’’ diye düşünmüş olmalılar. Durumu anlayan Niko, halklar
arasındaki düşmanlığa her iki tarafın siyasilerinin yol açtığını, aslında
Türklerle Yunanlıların, özellikle gurbette birbirlerini dost bildiklerini
anlattı.
Hatta benle Türkçe konuşurken bir ara dalıp onlarla Türkçe konuşmaya
başlayınca,
Tavşan Yahnisi |
-‘’Niko rakıdan iki yudum
alınca özüne döndün. Adamlarla Türkçe konuşuyorsun’’ dedim.
Gülüştük.
Niko’nun tüm ısrarına karşın
onları masama davet ettiğim için hesabı ben ödedim. Bu işe tavernanın sahibi
Yorgo’da şaşırdı.
Niko’yla, birbirimizi sanki
40 yıllık dostmuşçasına kucaklayıp vedalaşırken, Stan ve Paul sanki
gördüklerine inanamıyorlarmış gibi bizi izliyorlardı.
Ah şu emperyalistler!…
Volisos, adanın kuzey
bölgesinde yer alan üzerinde Bizans döneminde yapılmış bir kalenin bulunduğu
tepenin eteklerinde kurulmuş, taş döşeli daracık sokaklarıyla neredeyse terk
edilmiş bir yerleşim yeri. Biz İzmir diye biliriz ama Sakızlılar Homeros’un
doğum yerinin Volisos olduğuna inanmışlar. Sokaklarında dolaştım, bolca
fotoğraf çektim ama insan bir kedi bile göremez mi? İnanın sokaklarda soluk
alıp veren bir canlı görmek nasip olmadı. Benim Volisos’u dolaştığım sırada bura
sakinleri belki siestadaydılar. Kim bilir?
Sakız’da Ortaçağ'dan günümüze
kadar gelmiş 3 önemli yerleşim yeri daha var. Bunlar Pyrgi, Olimpi ve Mesta.
Mesta, Sakız Adası’nın en iyi korunmuş
köylerinden birisi. 12. Yüzyıldan kalma yapılar bulunuyor. Mesta korsan
saldırılarından korunmak amacıyla öteki köyler gibi inşa edilmiş. Onlardan farkı; yaşayanların yaş ortalaması 70'de olsa burada yaşam var. Taş döşeli, kemerli,daracık sokaklarında
dolaşırken, sakız ayıklayan, örgü ören kadınlarla karşılaşıp, ’’kalimeramıza’’ içtenlikle
söylenen çokça ‘’kalimera - günaydın‘’ ile karşılık aldık. Burayı görmeden Sakız’dan
ayrılmayın.
Pirgi |
Mesta’nın hemen yakınında görülmesi gereken köylerden biri de
Pirgi. Anlatıldığına göre burası sakız üretiminin merkeziymiş. Daracık
sokakların iki yanına sıralanmış olan taş evlerin en önemli özelliği dış
duvarlarının geometrik şekillerle süslü olması.
Burada da yaşam var. Kadınlar
sokaklarda, erkekler ise küçük kahvelerde tavla oynayıp sohbet ediyorlar. Mesta'da dikkatimi çeken bir şey oldu. Kadınların çok büyük bir bölümünün kara giysiler
içinde olduğunu fark edip, nedenini sordum. Kocası ya da bir yakını ölen kadın, bu kapkara giysileri( kara çarşaf değil) yas tuttukları sürece giyerlermiş. Çoğu
yaşlı kadınların yas tutma süresi ölünceye kadar devam edermiş. İlginç. Pirgi’de
de ortalama yaş 70. Bir kez daha anımsatayım dedim.
Mesta |
Issız Pirgi Sokakları |
Kesinlikle görülmesi gereken ‘’üçlemenin’’
son köyü ise Olimpi. Düz bir alanda kurulmuş Sakız köylerinden biri olan Pirgi'yi dolaşırken labirent benzeri yolumuz küçük bir meydana çıktı. Meydanda birkaç
masalı bir taverna var. Baktım bir masada köyün yaşlı papazı ile orta yaşlı
biri oturuyor. İzin isteyip yanlarındaki bir sandalyeye oturdum.
Papazla,
kendisi İngilizce bilmediği için, adının
Costa olduğunu öğrendiğim bir Olimpi’li aracılığı ile sohbet ettim. Daha sonra Michael de katıldı. Papaz Yorgo’nun Cemaati yok denecek kadar
azmış. Zaten köyde kışın kendi ve birkaç yaşlıdan başka kimse kalmazmış.Costa ne içersiniz diye sordu,
Olimpi |
-‘’ Türk Kahvesi’’ dedim.
Müşterisizlikten olacak,
başımızda dikilip bizi dinleyen tavernanın sahibesi,
-‘’Bizde Türk Kahvesi yok’’
diye söze girince,
-‘’Ne yapalım ben de Türk
Kahvesi olan bir yer bulur orada içerim’’.
Sonuçta bana, bize özgü bol köpüklü bir Türk Kahvesi servisi yaptılar.
Costa,Ben,Papaz Yorgi ve Michael- Olimpi'de Türk Kahvesi |
Eğer Olimpi’deki tavernada
sohbete doğrudan ya da dolaylı katılanlar, söylediklerinde içtenlikli iseler-ki ben
söylediklerimde içtendim-, iki ülke arasındaki bu düşmanlığın nedenini
kolaylıkla politikacılara bağlayabiliriz.
Olimpi’de görülmesi gereken
yerlerden biri de, köye yaklaşık 5 km uzaklıktaki sarkıt-dikit mağarası. Magara, bizdekilerin benzeri. Ancak buraya kadar gelmişken uğrayıp, görün derim.
Hediyesi 5 euro.
Elinda |
Sakız’da görülecek yerler bu
kadar değil, Söz gelimi; Chios’un dış mahallesi sayılabilecek kadar, Chios’a
yakın olan Kambos bunlardan biri. Buraya yerleşim 14. Yüzyılda başlamış.
Narenciye bahçeleri arasında, yüksek duvarlarla çevrili villalarda yörenin
zenginleri yaşıyormuş. Elinda tam kartpostallık bir köy, ayrıca Agio Galas daracık sokakları, taş evleri ile
tipik bir Sakız köyü. Daracık sokaklardan, taş evlerden gına geldi diyorsanız
gitmeyin. Ama köyde görmeyi arzulayacağınızı sandığım mağaralar da var. Bu
arada Aigos Galas yolu çok dar. Gidiş yolunuz ile tali yolların kesiştiği
köşelerde yansıtıcı aynalar var. Ansızın bir araba ya da at çıkabilir dikkatli
sürün.
Kumsallar,Kumsallar,Kumsallar...
Yazının başlığını kumsallar yerine plajlar diye yazsam daha gerçekçi olurdu. Çünkü denize gireceğiniz plajların bir kaçı dışında tamamına yakını irili ufaklı çakıl taşlı. Ama hepsi tertemiz ve denizi pırıl pırıl. Deniz suyu benim gibi Adanalı olanlar için birazcık soğuk sayılır ama suya girince çabuk alışıyor insan; denizden çıkmak istemiyorsunuz. Plajların çoğunda tesis yok. Ama yanızda havlunuz varsa ve sessizliği seviyorsanız doğrusu tesise de gerek yok.
Yazının başlığını kumsallar yerine plajlar diye yazsam daha gerçekçi olurdu. Çünkü denize gireceğiniz plajların bir kaçı dışında tamamına yakını irili ufaklı çakıl taşlı. Ama hepsi tertemiz ve denizi pırıl pırıl. Deniz suyu benim gibi Adanalı olanlar için birazcık soğuk sayılır ama suya girince çabuk alışıyor insan; denizden çıkmak istemiyorsunuz. Plajların çoğunda tesis yok. Ama yanızda havlunuz varsa ve sessizliği seviyorsanız doğrusu tesise de gerek yok.
Ben Sakız’da kaldığım 3 gün
içinde günün değişik saatlerinde 5 kumsalda (plajda) denize girdim. Hepsi de
çakıllıydı. Nedense kumlu plajları pek sevmem. Kumsallarda denizden çıkınca, su dökünseniz
bile vücudunuzdan kum eksik olmuyor.
Kumlu sahilleri sevenler için
hemen Chios’un yakınındaki Kambos plajını önerebilirim. Plajın hemen yakınında
tavernalar ve kafeler var. Olimpi köyü yakınındaki Aia Dinami plajı küçük
çakıllı ve kumlu. Mesta yakınındaki Apothika plajında ise dalış dersleri
veriliyor. Glari plajı kum çakıl karışık. Tavernası olan Lihti plajı ise kumlu. Sakız’daki
plajların bana göre en ilginci Emborio Limanı’nın yakınındaki Mavra Volia
plajıdır.
Plajın ilginçliği sahilindeki volkanik, siyah renkli çakıl taşlarından
kaynaklanıyor. Bir tane soyunma kabini olan plajda denize girip çıkarken
düşebilirsiniz. Dikkat edin. Mavra Volia plajına 5 dakikalık mesafedeki Komi plajı ise ‘’beach’’ tarzında. Güzel de bir baalık restoranı var.
Karataşlı Plaj-Mavra Volia |
Ne Yenir Ne İçilir
Sakız’da yenebilecek en iyi şey
taze deniz ürünleri. Ben oradayken sardalyenin sonuydu. Limanı çevreleyen kordonda bulunan sahibi Keşanlı Yusuf’un yeri Greek Fish Taverna’da yediğim dil balığının,
ahtapotun ve kalamarın ve karidesin tadı hala damağımda. Abartmıyorum;
özellikle ahtapotu Türkiye’de ancak sayılı balık restoranında bu kadar lezzetli
yaparlar.
Kalamar,Karides,Ahtapot ve Alfa Bira |
Deniz ürünleri dışında size
yaban tavşan yahnisi ve keçi güvecini önerebilirim. Ben bunları Avgonyma’daki
Pirgos taverna da yedim, hani Niko’yla karşılaştığımız taverna. Bu arada yerel
mezelerden nohut ve patates köftelerini ve gerçek keçi peynirini de
deneyebilirsiniz.
Keçi peynirinin ızgarası olan
mastello, bizim çoban salatanın üzerine beyaz peynir konmuşu olan Greek Salat,
dağ koruğu turşusu tadabileceğiniz mezelerden.
Kahvaltı için kordondaki Liman Kafe’yi tek
geçerim. Sahibi İskeçeli bir Türk olan Rıdvan. Ayrıca sakızlı dondurmalarını da
tatmanızı öneririm.
Bu arada soğuk içilen frape
adlı bir de kahveleri var. Hoş bir içecek, deneyin.
Sakız’da uzoların yanı sıra
oraya özgü şarapları da deneyebilirsiniz. İdioniros (kırmızı-tatlı) ,Evodiatos(
sek-beyaz), Theikos( kırmızı-sek) ben tatlı şaraptan hoşlanmadığım için son ikisini
denedim, öneririm.
Bizim rakının Yunancası olan
uzo onların ulusal içkisi. Ben Apolarina markalı olanı içtim fena değildi. Buraya özgü olduğu söylenen iki bira var. Alfa ve Mytos. Her ikisi
de hoş içimli.
Kordonda birçok taverna ve kafe
var. Keşanlı Yusuf’un yeri dışında deniz ürünü yemek için Adalılar nereye gidiyorsa oraya gidin derim.
Balıkçılarda, bir bardak şarap,
bir duble uzo ya da bir şişe bira dahil deniz ürünleri, nerede yerseniz yiyin
kişi başı 25-35 euro arası. Chios dışındaki köylerde aynı yemekler için biraz daha az euro ödersiniz.
Alış Veriş
Sakız’da illa da şunu alın
diyeceğim şeylerin sayısı sınırlı. Seramiğe meraklıysanız Pirgu’ya giderken
yolunuzun üstündeki Armolia’da buraya özgü seramikler satın alabilirsiniz.
Ancak Sakız’a adını veren ya da adını Sakız’dan alan ‘’mastika-damla sakızı ''buranın her şeyi. Nasıl Gaziantep’de her
şeye, kebaba bile (Iıghh !) fıstık konuyorsa; burada da sakızın konmadığı bir
yiyecek yok gibi. Sakız rakısı, likörü, kahvesi, dondurması, simidi, sütü,
köftesi, yüz ve vücut kremi, meşrubatı… Anlayacağınız damla sakızı burada her
derde deva dibi.
Bir de çeşitli meyvelerden
yapılmış reçelleri de ünlü Sakız’ın. Size fıstık (Antep Fıstığı) reçelini
öneririm, değişik bir reçel. Türkler reçeli nedense kordon boyuna paralel olan bir sokakta dükkanı olan ''Reçelci Rena'dan'' alıyorlar. Ben başka dükkandan aldım.
Reçelci Rena'nın Dükkanı |
Bu saydıklarımın fiyatlarına
gelince; eeehh! diyebilirim sadece.
Nelere Dikkat Etmeli
· Sakız’da yollar dar,ancak düzgün. Trafik ve yer tanımlayan levhalar
yeterli. Çok virajlı kesişen yollarda ayna var.
· Ada halkı dindar. Kiliseleri gezerken sessiz olmaya gayret edin.
· Sakız Adası’nda, özellikle köylerde yaşayan nüfus yaşlı. Türkçe
bilen biri bulursanız sohbet edin, ilginç şeyler anlatıyorlar.
· Taverna denince bizler buralarda müzik yapılıyor sanıyoruz. Oysa
taverna lokanta demekmiş. Büyük tavernalarda sadece hafta sonu müzik var.
· Sakız Adası sakinleri Midilli’de yaşayanlar gibi güler yüzlü.
Bunda adalı olmalarının rolü var sanki.
· Alış verişlerinizde pazarlık etmeyin. Fiyatlar zaten ehven. Zaten
pek de alışkın değiller.
.Pazar günleri açık dükkan bulamazsınız. Sadece tavernalar açık. Hafta içinde de öğle uykusunda oldukları için dükkanlar gene kapalı.
.Pazar günleri açık dükkan bulamazsınız. Sadece tavernalar açık. Hafta içinde de öğle uykusunda oldukları için dükkanlar gene kapalı.
· Türk ehliyeti ile araba kullanabiliyorsunuz. Ama kaza yaparsanız
sigorta kapsamına girmiyorsunuz.siesta
· Araba kiralamada rayiç günlük 30-40 euro. Ben günlüğü 30 euro’ya
Nissan Micra kiraladım. Buranın dar yolları için küçük araba ideal. Motosiklet
kullanabiliyorsanız adayı motosikletle de dolaşabilirsiniz. Yok ben turla
gezmek istiyorum derseniz günlük ada turları var ama doğrusu önermem.
· Bahşiş kabul ediyorlar, miktarı size kalmış.
· Chios'da park yeri bulmak sorun. Araba kiraladıysanız, arabanızı iskelenin
hemen karşı ucunda bulunan Chios Chandris Oteli’nin arkasındaki sokaklara park
edebilirsiniz.
· Aklınızda bulunsun. Sakız’da çoğu yer nakit çalışıyor, kredi
kartına itibar etmiyorlar.
Nasıl Gidilir
Sakız’a gitmeden önce biraz kitap karıştırdım. Kitap karıştırmak lafın gelişi; internette biraz süre at koşturup, adanın Çeşme sahillerine 6 km mesafede olduğunu öğrendim. 6 km, tam techizatlı piyade yürüyüşü ile yaklaşık 1 buçuk saat eder. Siz Musa, ahvadınız da İsrail Oğulları olmadığı için denizi yarıp Çeşme’den sakıza yürüyerek gidemeyeceğinize göre en iyi seçenek feribot oluyor. Sezonda Sakız’a karşılıklı iki sefer var. Biri saat 09:00’da diğeri ise; saat 09.30’da. Feribotlardan ilki Çeşme’den Sakıza, bindin-indin 1 saat. Hızlı olanının süresini ise bilmiyorum. Daha pahalı olduğu için 15-20 dakika önce gidiyor olabilir. Sakız’dan dönüş ise; 18.00’de. Feribot sınırlı sayıda otomobil ve motosiklet de alıyor. Yolcu başı gidiş dönüş 42.40 Euro ödüyorsunuz.
-------
Eylül 2015
-------
Eylül 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder