Babam
Babasız büyüyenlerin dışında babası ile anısı olmayan kişi var
mıdır?
Hiç kuşkum yok ki; bu sorum
şaşkınlıkla karşılanıp; ''babasıyla anısı olmayan çocuk olur mu? Babayla
geçirilen her an, bir anıdır'' diye yanıtlanacaktır.
Babalı büyüyen her çocuk gibi
benim de babamla acı-tatlı yüzlerce anım olmuştur. Ama yüzlerce anım arasında
bende derin iz bırakan bir anım var ki; aklıma her geldiğinde göz pınarlarım
dolar.
Ankara'da okuyorum.
Babam hasta; hastalığı ise,
şimdilerde adını söylemeden ''amansız hastalık'' dedikleri türden ...
Güçlükle nefes alıyor, çabuk
yoruluyor...
Ne zaman,
''Baba bir
doktora git. İyi görünmüyorsun'' dediğimde,
''Ben müzmin
bronşitim'' deyip geçiştiriyordu.
Bir ara okul tatil olunca
Adana'ya gittim. Babam daha da kötüleşmiş buldum.
Erkek kardeşim,
''Ağabey
geçen gün pazara gittik Alış veriş yapıp dönerken, babam yorulup bir kaç kere
kaldırıma oturup dinlendi. Çok zor soluk alıyordu. Babamı öyle görünce,
ağladım'' dedi.
Bu kez kararlıydım. Karşı
koymasına aldırış etmeyip onu doktora götürecektim. Önce doktora gitmemek için
direndi.
Gerçeği öğrenmekten korkuyordu
sanırım.
Yılmadım; üsteledim.
Kırk dereden su getirip'', sonunda benimle Ankara'ya gelip, doktora
birlikte gitmemize razı ettim. Gitmeden de Ankara'da yaşayan dayımı arayıp,
babam için Dışkapı SSK Hastanesinden randevu almasını istedim.
Randevu gününün sabahı Ankara'ya ulaştık.
Randevu saatinde doktorun
odasındaydık.
Doktor, kısa bir incelemeden
sonra, bir karara varmak için babamın gırtlağından bir parça alınması
gerektiğini söyleyip,
''
Gırtlağından alacağımız parçanın biyopsi sonuçları bir hafta sonra belli olur.
Çıkacak sonuca göre tedaviye karar veririz.''
Hastaneden çıkar çıkmaz babam,
''Otobüs
terminaline götür beni, Adana'ya döneceğim''dedi.
'Bir hafta için Adana'ya gidip
gelmesinin kendisini yoracağını, burada kalıp,biyopsi sonuçlarını beklemesinin
sağlığı için daha iyi olacağını' söylememe karşın, gidişine engel olamadım.
Belki de tehlikeli bir ameliyata
girmeden önce çocuklarını bir kez daha görmek istiyordu.
Kim bilir?
***
O bir hafta bir türlü geçmek
bilmedi.
O gün geldiğinde, erkenden
hastaneye gidip, doktoru beklemeye başladım. Sıram gelince odasına
girdim.
''Sonuçlar
geldi. Baban...''
Sözünü bitirmesine fırsat vermeden,
atıldım,
''Kanser,
değil mi?''
Doktor elindeki dosyayı masaya
bırakıp, bir süre beni süzdü. Sonra gülümseyerek,
'' Ben de bu
kötü haberi bu genç adama nasıl söyleyeceğim diye düşünürken senin olayı
olgunlukla karşılaman beni rahatlattı'' dedi.
''Tedavisi
var mı?''
''İki türlü
tedavi yapılabilir. Birincisi şua(ışın) tedavisi. Gırtlaktaki uru şua ile yok
etmeye çalışırız. Tedavi başarılı olursa normal yaşamına devam eder. İkincisi
ise gırtlağı tamamen alırız, ama bir daha konuşamaz. Ama ameliyatın başarı
şansı, şua tedavisine göre çok yüksektir.
''Peki önce
şua tedavisi yapıp; başarılı olmazsa ameliyatı deneseniz olur mu?''
''Şua
tedavisinden sonra ameliyat yapamayız; başarılı olmaz. Onun için hangi tür
işlemi uygulamamız gerektiğine baban karar verecek'' dedi. Bir kaç saniye
düşündüm. Bir yanda başarı şansı az ama normal yaşama devam etme şansı veren
şua tedavisi, öte yandan başarı şansı fazla ama normal konuşmaya son verecek
olan ameliyat...
''Ameliyat yapın
doktor bey.''
''Baban kabul
eder mi? Tedavi konusunda babanın düşüncesini sormayacak mısın?''
''Hayır ben
onu ikna ederim.''
Ameliyat gününü kararlaştırdık.
Babama telgraf çektim. Telgrafta ayrıntıya girmeden, ameliyat için Ankara'ya
gelmesi gerektiğini yazdım.
Bir kaç gün sonra babam Ankara'ya
geldi. Geçen gelişinden daha kötüydü. Güçlükle ve sıkça soluk alıyordu.
Terminalden doğrudan Hastane'ye gittik. Yol boyu, neden ona sormadan ameliyata
karar verdiğimi, gerekçeleriyle birlikte uzun uzun anlattım. Ne bir soru sordu,
ne de itiraz etti. Sadece dinledi.
***
Doktor babama ameliyatın
nasıl olacağına ilişkin açıklamalar yaptıktan sonra,
'' Yarın
erkenden gelin, yatışını yapacağız'' dedi.
Teşekkür edip odasından çıkarken
seslendi,
''Delikanlı
bir dakika bakar mısın? Sana söyleyeceklerim var.''
Yanına gittim, kulağıma eğilip;
duyulur duyulmaz bir sesle,
''Babanın
durumu iyi değil. Her an tıkanıp, soluksuz kalarak ölebilir. Yanına büyükçe bir
çivi al, soluğu kesilince çivi ile soluk borusunu del ve hemen acile getir. Onu
sabaha kadar gözünün önünden ayırma sakın.''
Doktorun odasından çıkınca babam,
''Ne dedi
doktor?''
''Ne diyecek,
erken gelin dedi.''
Babamı, iki arkadaşımla kaldığım
öğrenci evine bırakıp, en yakın nalburdan uzunca bir çivi aldım.
Eve geldim. Çivi cebimde, babama
göstermiyorum. Babamsa yol yorgunu, soyunup yatağa uzanmak ve bir an önce
uyumak istiyor.
Acil bir durum olur diye
soyunmasına izin vermedim.
''Acelen ne?
Erkenden uyuyup da ne yapacaksın? Otur da biraz sohbet edelim'' dedim.
Babamın durumundan haberdar
etiğim ev arkadaşlarım da beni destekleyince; babam çar naçar kabul etti bu
önerimi.
Sağdan- soldan, geçmişten-
gelecekten söz edip, onu uyutmamak için oyalamaya çalışıyor, soluğu kesilir
gibi olduğunda elimi cebime sokup çiviyi kavrıyordum. Doktor, soluğu
kesilirse, soluk borusunda bir delik aç demişti ama çiviyi nereye, nasıl
batıracağımı söylememişti. Bir yandan babamı lafa tutuyor, beri yandan da
boynuna bakıp, gerektiğinde çiviyi soluk borusunun neresine batıracağımı
hesaplıyordum. Çiviyi batırdığımda acı duyar mıydı ki?
Hadi batırdım; kan akar mıydı?
Akarsa, kanı nasıl durdururdum?
Çocukluğumdan beri bir çok kez
kümes hayvanı, 18 yaşımdan buyana da koyun kestiğim için beni kan tutmazdı tutmasına
ama soluk borusunu delip, kanını akıtacağım kişi benim babamdı.
Allah'tan ev arkadaşlarımdan
Bülent,
''Dert etme,
sen yapamazsan ben yaparım ''dedi de rahatladım.
O gece, hiç abartısız yaşamımın
en zor ve en uzun gecesiydi.
Çiviyi kullanmamıza gerek
kalmadan sabahı ettik.
***
Hastanede giriş işlemlerini,
yapıp babamı odasına yerleştirdim. Doktor, 'birazdan babamı ameliyathaneye
alıp, soluk borusunda rahat soluk alıp vermesi için bir delik açacağını, basit
bir ameliyat olacağı için öğleden sonra onu ziyaret edebileceğimi, bu yüzden de
hastanede beklememe gerek olmadığını söyledi.' Asıl ameliyat ise, tahlillerden
sonra yapılacaktı.
Öğleden sonra göre görüşmek için
ayrılmadan önce babamla kucaklaştım. Her ikimizin de gözlerimiz dolmuştu. Bir
şey söyleyemeden odadan ayrıldım.
***
Akşama doğru hastaneye gittim.
Odasına girdiğimde, yatağının
üzerinde bağdaş kurmuş oturuyordu.
Babam; gölgesine bile basmaktan
çekindiğimiz babam, o kadar küçülmüştü ki... Omuzları çökmüş, gülerken ışıl
ışıl olan ela gözlerinin ışığı sönmüştü sanki...
Soluk borusuna ortası
delip, metal bir aygıt yerleştirmişlerdi. Artık ağzından ya da burnundan
değil, oradan nefes alıp verecekti.
Yatağına yaklaşıp, önce ellerini
öptüm, kucaklaştık.
Yatağının bir kenarına oturdum.
Göz göze geldik. Boğazım düğümlendi, gülümsemeye çalıştım; beceremedim.
Bir süre sustuk.
Susmakla da olmuyor, bir
şeyler söylemeliydim.
Boğazımı temizleyip, başladım
konuşmaya...
Ameliyatının başarılı geçeceğini,
büyük babamın(*) da aynı ameliyatı olmasının üzerinden on yıl geçmiş olmasına
karşın hala yaşamakta olduğunu, bu nedenle karamsarlığa gerek olmadığını, daha
uzun süre yaşayacağını söyleyip onu avutmaya çalıştım ama sanırım beni
dinlemiyordu. Sağ elinin işaret parmağı ile nefes borusundaki aygıtın, soluk alıp
vermesini sağlayan deliğini kapatıp,
''Kardeşlerini aradın mı?''dedi.
''Haber verdim.''
Babamın doğal sesiyle söylediği,
kulaklarımda kalan son cümlesiydi bu...
Hastaneden çıktığımda, yeteri
kadar param olmadığı için Hastane'den Cebeci'deki eve kadar yürürken, babamın
yanında güçlükle tuttuğum gözyaşlarım artık serbest kalabilirdi.
***
Babamın gırtlağını aldıkları asıl
ameliyatı da başarılı geçti. Bu ameliyattan sonra 23 yıl daha yaşadı.
Işıklarda uyusun gözleri ile
gülüşünü özlediğim sevgili babam.
-----
Corona Güncesi. Haziran 2020
----
(*) Annemin babası da 1960
yılında aynı ameliyatı olmuştu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder