21 Şubat 2019 Perşembe

Hardal Renkli Kız Ayakkabısı



HARDAL RENKLİ KIZ AYAKKABISI

Ayakkabı dolabını temizleyen eşim, elinde bir ayakkabı kutusu ile yanıma geldi.
    ''Bak dolabın dibinde ne buldum?''
Kutunun kapağını açtı. Kutudan hardal rengi bağsız bir ayakkabı çıkardı.
    ''Hiç giyilmemiş, ne zaman aldın bunu?’’                                                           

 

                                                         ***
    50'li yılların sonu.
    Kurban bayramı.
    Evcek erkenden kalktık.
    Ben ve kardeşlerim, annemin,
    ''Daha önünüzdekini bitirmediniz!'' uyarısına aldırmadan, bir an önce bayramlıklarımızı giymek için annemin özenle hazırladığı kahvaltı sofrasından çar çabuk kalktık.
    Bayram demek, yeni giysiler demek ne de olsa... 
    Kız kardeşlerimin bayramlıklarını her zaman olduğu gibi terzi olan teyzem dikmişti. Benimki ise; 'çarşı işiydi'. Öyle ya; ailenin soyunu geleceğe taşıyacak olan tek erkek çocuk bendim; elbette çarşıdan' giyinecektim (!) Bayramlıklarımızı coşkuyla giydik. Bana alınan bayramlıklar içinde en hoşuma giden ise; 'hardal renkli' bağsız ayakkabıydı.

     Bir süre sonra babam bahçe kapısından seslendi.
     ''Haydin taksi geldi, bekletmeyin!''
    Taksiye doluştuk, köye gidiyoruz. Nenem ve büyük amcam köyde. Bayramlarda adettendir; önce büyükler ziyaret edilir.
    Taksi anayoldan ayrıldıktan sonra ardındaki toz bulutu ile yarışarak köye girdi.
    Kahvenin önünden geçerken  yavaşladı, babam başıyla oturanları selamladı.
    Amcamın evinin bulunduğu sokağa döndüğümüzde, sokağın köşesinde oturan çocuklardan biri,   

     ''Hafız emmi geldiiii, kopun!''(1) diye bağırdı.
    Taksi amcamın evinin önünde durdu.
    Köy yolu boyunca, soluk soluğa ardımızda gelen toz bulutu da sonunda bize yetişti; sonunda soluğu kesilip toprakla buluştu.
    Daha biz arabadan inmeden, taksinin  ardından koşan köyün çocukları, çevremizi çoktan sarmışlardı. Önce babam indi arabadan, ardından ben, sonra annem ve kardeşlerim.
    Onlar fazla oyalanmadan yüksek taş duvarla çevrili evin büyük kapısından içeri girip gözden kayboldular. 
    Babam arabadan iner inmez köyün çocukları O'nun çevresini sardılar. Babam her bayramda yaptığı gibi, etrafını saran çocuklara elindeki torbadan şeker dağıtmaya başladı.
    Kimisi el öpüp şeker aldı, kimi, şekeri alıp daha sonra el öptü, kimi de şeker almasına karşın el öpmedi. Bense, bu çoşkulu kalabalığı biraz şaşkınlık ama çokça da gururla izliyordum.
    Torbada dağıtılacak şeker kalmayınca babam da amcamın evine gitti..
    Şeker savaşından biraz da yorgun çıkmış çocukların ilgi odağı ben olmuştum şimdi. Etrafımı sardılar. Ne de olsa kendilerine her bayram şeker dağıtan Hafız emmilerinin şeerli oğluydum. Çarşı işi pantolonum, kutu gömleğim ve en önemlisi de hardal renkli ayakkabılarımı dikkatle ve imrenerek incelediler. Çocukların çoğu bayramlık giymişti ama eh işte!  Hiçbiri çarşı işi değildi.
    Bir süre sonra bana ilgisini yitiren kalabalık dağılmaya başladı. Eskiden beri arkadaş olduğum bir kaç çocukla sohbet ederken, bir süredir sürekli ayakkabılarıma bakan Kopuk Ali (2) ile göz göze geldik.
    ''Sen gız mısın lan!'' dedi.
     Yanıtımı beklemeden,
    ''Gız babıcı giymişsin.''
    Oldu bitti hoşlanmazdım bu Kopuk'tan. Köyde hoşlanan olduğunu da sanmıyordum. Dul anası, ablası ve ağabeyiyle tek gözlü bir huğda (3) yaşıyorlardı.
    ''Hadi lan Kopuk, sen ne anlarsın ayakkabıdan. Hayatında hiç ayakkabı giydin mi ki?
    Gerçekten de Kopuğu yaz olsun kış olsun pek ayakkabılı görmedim. Çoğu kez yalın ayak ya da birilerinin verdiği eski ve her zaman ayağından büyük ayakkabılarla dolaşırdı.
   ''Oğlum sarı babıç olur mu? Çocuk bokuna benziyor. Onu ancak gızlar giyer''.
    Benden ses çıkmayınca öteki çocuklara dönüp,
   ''Deel mi? Gız babıcı  deel mi''? diye sürdürdü konuşmasını.
    Arkadaşlarımdan Kopuğa, 'hadi lan! ne kız babıcı, basbaya erkek babıcı' deyip beni desteklemelerini bekledim ama onlar bana destek vermek konusunda pek de istekli görünmediler. Aksine 'du bakalım ne olacak?' beklentisi içindeydiler.
    Arkadaşlarımın beni desteklemediğini görünce, Kopuk başladı bağırmaya.
    'Yaşar gız babıcı  giymiş, gız babıcı giymiiişşş!''
    Arkadaşlarımdan beklediğim destek gelmeyince; vurmak için Kopuğun üzerine yürüdüm, kaçtı.
    Arayı biraz açtıktan sonra durup, yeniden bu kez daha yüksek sesle bağırmaya başladı.
    ''Gız babıcııı, gız babıcııı! Yaşar gızzz babıcııı geymiş!''. Kopuğu yeniden kovalamaya başladım.
    Yetişmek ne kelime, tozuna bile ulaşamadım. O yalın ayak, tazı gibi koşuyor, bense ayaklarıma henüz alışmamış sarı iskarpinlerle ona yetişmeye çalışıyorum...
    Kopuk bir yandan koşuyor, bir yandan ardından koşan beni göstererek,
    ''Gız babıcııı, gız babıcııı !. Yaşar kız babıcı  geyiyor, duymadık demeyinnn!'' diye bağırıyordu.
    Onu yakalayamayacağımı anlayınca umarsız geri dönüp, az önce Kopuğa karşı beni desteklemeyen arkadaşlarımın yüzüne bakmadan eve girdim.
    Merdivenleri isteksizce çıktım. Sofa kalabalık. Herkes kendi aleminde. O kadar ki; benim yokluğumun bile ayırdına varmamışlar anlaşılan. Bu ilgisizlik, az önceki olayın üstüne gelince, iyice bozuldum.
    İsteksizce, sıradan el öpmeye başladım. Önce nenemin, sonra amcamın, ardından da yengemin... Ne nenemin bayram harçlığı olarak verdiği kağıt 2 buçuk liraya ne de amcamdan aldığım gümüş elliliğe sevinebildim. 
     Kurban kesmek için bahçeye indiğimizde, babama yaklaştım.
    ''Ben bu ayakkabıyı giymek istemiyorum''.

     ''Neden? ''
    ''Kız ayakkabısıymış .
    ''Kim söyledi kız ayakkabısı olduğunu.
    ''Kopuk, Kopuk Ali''.
    ''Feride'nin'nin oğlu mu?''

    ''Evet.''
     Babam bir süre gözlerime bakıp, derince bir nefes aldı. 
    ''Giyme o zaman.''
     Doğrusu babamdan böyle bir yanıt beklemiyordum. O'nun, 'Kopuk ne anlarmış ayakkabıdan, bu çok güzel, hem de pahalı bir ayakkabı. Üstelik makosen. Rengi de elbisene uyuyor, kıskanmıştır seni' demesini umuyordum. Ama onun yanıtı kısa  ve  netti: 'Giyme o zaman!'
     Amcam, salavat getirerek bıçağın iki yüzünü, koyunun boynuna bir aşağı bir yukarı sürtmeye başlayınca, ben oradan sessizce ayrılıp yukarı çıktım.             Ayakkabılarımı çıkarıp bir köşeye koyduktan sonra, oradaki ayakkabı kalabalığı içinden ayağıma uyan bir yemeniyi ayağıma geçirip yeniden, aşağıya, bahçeye indim. Amcam koyunu kesmiş, derisini yüzmeye koyulmuştu.


                                                                ***
     O günün öğleden sonrası, annemin 'üstünü başını kirletme' uyarısıyla evden çıkıp, sokağın köşesinde toplanmış çocukların yanına gittim.
     Herkes kopuğun etrafına toplanmış, ayaklarına bakıyordu. Kopuğun ayaklarında, sabahleyin ''kız ayakkabısı'' diye beni kızdırdığı hardal rengi ayakkabılarım vardı. Bozulmadım desem yalan olur. Ama belli etmedim. Şimdi fırsat bana geçmişti. Kopuğu işaret ederek,
    ''Kız ayakkabısı, kızzz ayakkabısı, Kopuk kız ayakkabısı giymiş.''
    Kopuk, yüzünde hınzır bir gülümseme; umursamadı bile.
    Öteki çocuklardan da ses yok. Bir kez daha
    ''Kopuk kız ayakkabısı giymiş, kopuk kız ayakkabısı giymiş'' dedim ama kimsenin umursadığı yok.
     O,fırça görmemiş sapsarı dişlerini göstererek sırıtmaya başlayınca, cinim tepeme çıktı. Bu kez sesimi daha da yükselterek,

   ''Kız ayakkabısı, kıızzz...!'' Sinirden olacak sesim çatallaştı.
    Gözlerim doldu; dokunsalar ağlayacağım.
    Hızla yüz geri edip, eve, doğru koşmaya başladım...
    Avluda babamla karşılaştım: yüzüme bile bakmadı. Anlaşılan babam benim kız ayakkabısı diye istemediğim ayakkabılarımı, Kopuğa vermiş. Ayakkabımı neden   Kopuğa verdiğini babama soramadım. O da bana bir şey demedi.. Annem bile bu konuda konuşmadı. Kızlar ise, benden yiyecekleri dayağın korkusundan olacak, bir yorumda bulunmadılar. Ama içten içe 'oh olsun!' diye  sevindiklerinden hiç kuşkum yok.
                                                                 ***
    Yıllar sonra bir alışveriş merkezindeki  ayakkabı dükkanında, ayağıma uygun bir şeyler ararken kız ayakkabısı diye giymediğim, sonrasında Kopuk Ali'nin ayağında görünce giymediğime ''itten pişman olduğum'' hardal renkli ayakkabımın benzerini gördüm. Dükkanın bir köşesinde, indirimli satılan ayakkabıların arasında öylesine duruyordu.  Günün modasına uygun olup olmadığını düşünmeden satın aldım. Sadece ayakkabıyı değil çocukluğumu da satın aldım sanki. Evde, kutusundan çıkarmadan ayakkabı dolabının en arkasına koydum onları... 
    Ayakkabıyı aldığım günden bu güne kadar giymedim hardal renkli ayakkabılarımı. Belki bir gün erkeklere hardal rengi ayakkabı moda olur da o zaman giyerim onları. Hem de  Kopuğa inat...

------
İstanbul- Ocak 2019

----

1-Kopmak: Koşmak
2-Kopuk: Serseri, işsiz güçsüz, toplum kurallarına uymayan
3-Huğ:Kamış, saz ya da ağaç dalları ile örülmüş; tek gözlü bekçi ya da bağ evi.