4 Eylül 2019 Çarşamba

Efgan Efekan




Efkan Efekan

Yıllar önce, günümüzün moda deyimiyle ''insanların henüz sosyalleşmediği'' günlerde, kente yakın köylerde oturanlar, kente indiklerinde;  genellikle babaları, dedeleri  nereden alışveriş ediyorlar, hangi berberde tıraş oluyorlar ya da ya da hangi dükkandan çul çaput kestiriyorlarsa(1) oralara giderlerdi.

Söz gelimi eğer Kozan ya da İmamoğlu köylerinde yaşıyorsan kente ilk giriş yerin kesinlikle Taşköprü civarıydı. Köye gelen mektuplar için adres olarak gösterdiğin bakkal, tıraş olduğun berber, çul çaput alacağın dükkanlar hep bu bölgedeydi.


Yok Karaisalı  köylerinden birinde yaşıyorsan, kentteki ilk durağın Kanal Köprü civarıydı.


Köyümde yaşayıp da kentte işi olanların en çok eğleştikleri yer ise,  Hacı Bayramdı. Mektup adresi olarak gösterdiğimiz bakkalımız,  berberimiz, yağı, çayı, şekeri aldığımız toptancımız, her gelişimizde uğramadan köye  dönmediğimiz kebapçı Mesut ve  en önemlisi ürünümüzü döktüğümüz (2)  sebze halimiz oradaydı.


Sözün özü;  köylüm, bayram alış verişi gibi olağan dışı bir durum olmadıkça bu bölgenin dışında alış veriş etmez, eni boyu birkaç yüz metreyi bulan bu çevrede, hem işini görür, tanış dükkancılarla yarenlik eder, hem de şeere (3) gelmenin mutluluğunu yaşardı. Alışkanlık mıdır, çevreyi değiştirmekten ya da yeni ilişkilere girmekten korkmak mıdır bilemem? Varsa yoksa Hacıbayram...

...

Temmuz ortası, sıcak, ve nemli bir gün. Nefes almakta güçlük çekiyorum. Elimde ev için aldığım öteberi filesi...

Bir kaç yere daha uğrayacağım için fileyi bir yere bırakmam gerek. Bakkalımıza bırakamam, gireni çıkanı çok. En iyisi berber Selahattin'in dükkanına bırakmak. Hem biraz oturur dinlenirim, hem de ısmarladığı çayı içerken sağdan soldan konuşuruz. Sağdan soldan konuşuruz dediğime bakmayın, sıkı Galatasaraylı olduğu için döndürür dolaştırır sözü Metin Oktay'a Turgay Şeren'e getirir. Ben Fenerbahçeli olmama karşın, Onun zaman zaman, hatta her zaman abartıya kaçan Galatasaray övgülerine itiraz etmem, edemem. Çünkü adam berber ve elinde usturası var...
...
Kapı açıkken içeri sinek ya da börtü böcek girmesin diye kapı çerçevesinin üst tarafına  tutturulup, eşiğe kadar sarkan ve binlerce renkli boncuktan oluşan bir dizi saçağın ardından berber dükkanının içine göz attım. İçeride 15-16 yaşlarındaki çıraktan başka kimse yok. Berber koltuklarının birinin önündeki aynaya bakıp biryantinli saçlarını düzeltip, poz verir gibi kaşını gözünü oynatıyor, arada bir de sağ elini şakağına dayayıp düşünür gibi yapıyor...

Bir süre çırağı izledim, sırtı kapıya dönük olduğu için beni fark etmedi.


Boncuk dizisini aralayıp içeri girdim. Boncukların çıkardığı sesten olacak, geriye dönüp beni görünce toparlandı.


-''Buyur ağabey''


-''Ustan nerede? ''


-''Daha gelmedi.''


-''Gün öğlen olmuş hala ortalıkta yok ha!''.


...''!''


-''Ne zaman gelir?''


-''Eli kulağındadır.''


Bizim usta bu gece feneri dışarıda söndürmüş anlaşılan.


Fileyi köşedeki paravanın ardına bıraktım. Çırağın buyur ettiği bir sandalyeye oturdum. Onu ilk kez görüyormuş gibi, sol elimin iki parmağıyla  çenemi kavradım, gözlerimi kısıp az önce artist gibi poz veren çırağı bir süre süzdüm.

Çırak şaşkın şakın bana bakarken,

-''Dur hele ! Bir türlü çıkaramadım, adı dilimin ucunda,neydi yaa! Sen o artiste ne kadar benziyorsun...''


Daha sözümü tamamlamadan,


-''Efkan Efekan mı ağabey ?'' dedi.


Demek bizim oğlan çoğu kenar mahallenin yeni yetmeleri gibi artist olma hevesinde.


-''Aklınla bin yaşa, evet Efkan Efekan. Bir insan bir insana bu kadar benzer, sanki ikizin...''


Aslına bakarsanız Efkan Efekan pek bildiğim bir artist değil. Ayhan Işık, Orhan Günşüray olsa neyse...Yüzünü gözümün önüne getirmeye çalışıyorum. Buldum galiba; Mahallenin Sevgilisi filminden anımsar gibiyim. Hani İstanbul'daki gecekondu semtlerinde çekilen filmlerin ilk kareleri perdeye yansırken, kamera soldan sağa çevrinir, fonda tok sesli bir erkek  ' bu mahallede  fakir ama namuslu insanlar yaşar...'' diye söze başlar ya, işte o filmlerden biriydi Mahallenin Sevgilisi... Efgan Efekan da o filmde oynamıştı. Gençten, temiz yüzlü, parlak biriydi... 


Ben Efkan Efekan'ı anımsayıp, yüzünü gözümün önüne getirmeye çalışırken, O gözlerini açmış, dudaklarında çocuksu bir tebessüm, beni inceliyordu.


Başımı anlamlı anlamlı sallayıp, yüzünü bir kez daha inceledim.


-''Evet, evet Efkan'a çok benziyorsun.'' Özellikle soy adını söylemeyip Efkan dedim. Olsun o kadar havamız... 


Bu övgüm etkisini hemen  gösterdi. Bir çırpıda tavan vantilatörünü çalıştırdı. Bana dönüp,


''Çay mı kahve mi ağabey?''


-''Kahve, sade olsun.''


Dükkandan fırladı...

...
Tahminimde yanılmamışım. Artist olmak istiyormuş, gazete ilanıyla artist arayan bir firmaya önce iki fotograf, daha sonra da bir kaç kez de masraflar için para yollamış. Deneme çekimi için davet bekliyormuş, davet bu günlerde ha geldi ha gelecekmiş...

Fırın ağzı gibi sıcak bu temmuz sabahında, hazır sade kahveyi bulmuşum. Oturduğum koltuk rahat, birde tepemde uğuldayarak dönen vantilatörün serinliği...Oh !Yarenlik için tam fırsat. Köpüklü kahvemden, hafifçe höpürteterek bir yudum aldım. 


-''Demek artist olmak istiyorsun?'' Evet anlamında başını salladı.


-''Bak oğlum dedim iyi has da, artist olmak için Efkan'a yada başka birine benzerlik yetmiyor. Kavga etmesini, yumruk sallamasını da öğrenmelisin. ''Az kalsın öpüşmesini de bilmelisin diyecektim, baktım yaşı küçük, tuttum dilimi...


-Nasıl yani ?''


 -Yanisi manisi yok. Geç aynanın karşısına. Aynadaki suretine düşmanmış gibi yumruk salla, tekme at. Ne bileyim antrenman neyim yap. Tamam Efgan'a benziyorsun ama Ayhan'ı, ne bileyim Orhan'ı örnek al. Adamlar acayip yumruk atıyorlar. Sen de ancak o zaman iyi bir artist olursun.


-Tamam ağabey, yaparım...


Kahvemi içtikten sonra , çıktım dükkandan.

...
Hacı Bayram dışındaki işim biraz geç bitti. Ama hava henüz kararmamıştı. Köye gidecek son otobüsü kaçırmamak için adımlarımı sıklaştırdım.  Dükkanda Selahattin usta bizim köyden birini tıraş ediyordu.

Selam verdim. Hem usta hem köylüm aldı selamımı. Dükkan, sabahtan bıraktığım gibi değil;  çırağın önünde rol kestiği aynanın yerinde yeller esiyor...


Ne ola ki?


Paravanın yanında kımıldamadan ayakta duran  çıraktan tık yok. Oturayım diye yer bile göstermedi. Suratı asık, sabahki izzet ikramdan eser yok. Sağ elinde beyaz bir sargı var. Yüzüne dikkatlice bakınca da sol gözündeki morartı dikkatimi çekti. Ayna kırık, sağ el sarılı,  göz altında morluk...Bunlar olanı biteni açıklıyor gibi...


İşi saflığa vurup,


-''N'olmuş burda yahu! Geçmiş olsun. Kim kırdı o misilli aynayı Selahhattin usta ?'' dedim.


Tıraş etmeyi bırakıp bir an çırağa, sonra bana döndü.


-N'olacağı var mı be! Hıyar ağası artist olacağım diye tutturmuş. Kim ne dediyse artık; bu salak da inanıp aynanın karşısında yumruk atma antrenmanı yaparken...'' Bir an durdu. Sonra ciğerlerinde biriktirdiği havayı püf diye burnundan verip, '' Parasını haftalığından kesmezsem bana da Selahattin demesinler.'' diye sürdürdü konuşmasını.


- Geçmiş olsun, valla çok üzüldüm, bir kazadır olmuş, neyse mala gelen cana gelmemiş ya!''


Çırakla göz göze geldik. Kaşlarının altından bana öyle bir bakış baktı ki; hemen gözlerimi kaçırdım gözlerinden.


Çırakla eğleneyim derken olana bitene bak sen! 

...
Yaklaşık bir ay sonra, gene  Selahttin Usta'nın dükkanındayım. Koltukta yakın köylülerden biri var. Sıramı beklerken çay söyledi. Baktım çırak, o çırak değil.

- ''Bu yeni mi. N'oldu senin artist heveslisine?'' dedim.


-''Nolacağı var mı be gardaş. Bir hafta önce artist olacağım diye İstanbul'a gitti. Yapma etme dedim ama dinleyen kim, kafasına koymuş bir kere.''


-''Boşuna dememişler, deli kan işte, zamanı gelince kaynamaya başlıyor.''

...
Çırak elindeki askıda(4) üç çay, kapıdaki boncuk dizisini şakırdatarak içeri girdi.

Çayımı uzatırken, yaşını tahmin etmeye çalıştım; 11- 12'sinde görünüyor. Berber Selahattin'n en az 4-5 yıl daha çırak değiştirmez.

Yaşı artist olmak için çok küçük...

Soğumaya yüz tutmuş çayımdan ağız dolusu bir yudum aldım...


-------------


1-Çul çaput kestirmek. O günlerde konfeksiyon olmadığı için elbiselikler kumaş topundan kesilirdi.

2-Ürünü dökmek: Tarla ve bahçeden getirilen sebze ve meyveyi haldeki komisyoncunun mağazası önüne indirmek.
3-Şeer:Şehir, Burada Adana anlamında.
4-Askı: Dairesel bir tabandan yukarıya doğru uzatılmış ve tepe noktasında 4-5 cm çapındaki bir halkayla birbirine tutturulmuş 35-40 cm boyundaki çubuklardan yapılmış metalden çay ve kahve servisi yapılan gereç.

.....


Temmuz 2019


14 Haziran 2019 Cuma

Bath





BATH- İngiltere 

Dünyanın en iyi korunmuş Roma hamamına ev sahipliği yapan kent

Bana göre; sadece yönettiği toprak büyüklüğü ile değil, uygarlığı ile de dünyanın en büyük imparatorluğudur Roma İmparatorluğu... Yönettiği her ülkeye sadece askerini değil, kendi yönetim sistemini, yasalarını ve uygarlığını da götürmüştür çünkü...
Bath
Kızım,
-''Baba Londra'ya geldiğinizde sizi Bath'a götürelim'' demişti. 
Doğruyu söylemek gerekirse; o zamana kadar Bath'ı TV'deki belgesellerden edindiğim bilgilere dayanarak sadece Roma Hamamı olarak biliyordum. Alışkanlığımdır; bir yeri ziyaret etmeden oraya ilişkin bilgi edinirim.
Ziyaretim öncesi hakkında bilgi edindiğim ve bu yazıma konu olan  Bath, sadece Roma Hamamı'na ev sahipliği yapan bir yer  değil; üniversitesi, kamu binaları, dinsel yapıları, festivalleri ile tarihsel kimliğinden ödün vermeden bu güne ulaşmış çağdaş bir kentmiş...
Bath

Tarihte Kısa Bir Yolculuk
Bath'ın tarihi İngiltere'yi  İS 43 yılında işgal eden Romalılarla başladı desem yanlış olmaz. Hatta bu tarihi Roma Hamamı'nın yapıldığı İS 60 yılına taşısak da yanlış bilgilendirme yapmış olmayız. Çünkü o zamana kadar keşfedilmemiş, bilinse de önemsenmemiş olan kaplıca alanı üzerine yapılan Roma Hamamı, bu gün hayranlıkla gezdiğimiz Bath kentinin toprağa atılmış ilk tohumudur. 
Romalılar  İngiltere'de yaklaşık 350 yıl hüküm sürmüşler. Sonrasında Saksonların, Vikiglerin ve Normanların istilasına uğrayan Bath, bu istilaların getirdiği yıkımlara karşın gelişmeye devam etmiş, özellikle ''deli kral'' olarak anılan III. George döneminde yapılan yatırımlarla bu gün hayranlıkla izlediğimiz Kent ortaya çıkmıştır.  Avon Nehri kıyısında yer alan Bath, sakin sokak ve caddelerinin her iki yanında inci misali dizilmiş, insana 19 yüzyılda yaşıyormuş duygusu veren tarihsel binaları, yemyeşil doğası ile insana huzur veren bir kent. 1987da UNESCO tarafından ''Dünya Mirası Listesi'ne '' alınan Bath, Londra'nın yaklaşık 150 km. güney batısında yer alıyor.
Bath'ı anlatmadan şunu söylemeliyim: Kent'e ilk ayak bastığımda kendimi İngiltere'de değil İtalya'nın bir kentinde yürüyorum duygusuna kapıldım.

Nerelere Gidilir
Bath'da Roma Hamamı'nı sona bırakarak, gezilip görülmesi gerekli yerleri Royal Cresent'den (Kraliyet Hilali) başlayarak anlatmaya çalışayım.

Bath'ın  sırtını dayadığı küçük bir tepede konuşlanmış olan Royal Cresent ilk yapıldığında adı sadece crsentti. Royal sanı sonradan eklendi), 1767 ve 1775 yılları arsında dönemin mimari geleneğine (Georgian *) uygun olarak  mimar John Wood ve oğlu John Wood tarafından planlanmış ve hizmete alınmıştır. 

Royal Cresent , Roma mimarisini temel alan, Palladiyan mimari biçemine göre yapılmıştır. Yaklaşık 150 metre uzunluğunda olan, ayça (hilal) şeklindeki ön cephesinde 114 iyon tipi sütun bulunmaktadır.


Royal Cresent- Ön Cephe ve Royal Victoria Park.
 Royal Victoria Parkı'nın çim alanına bakan ön yüzünden tek bir blok görüntüsü veren binanın arka cephesi bir birinden bağımsız 30 teras evden oluşmaktadır.
Royal Cresent'in arkadan görünüşü. Binayı bu açıdan görüntülemem mümkün olmadığı için, Okuyucuya RC hakkında bilgi vermesi için bu fotografı Googl'dan aldım.
Royal Cresent'i oluşturan teras evlerin bazıları, zaman içinde mülk sahipleri tarafından kiraya verildi, bazı evler lojman olarak kullanıldı. İkinci Dünya savaşı sırasında bir bölümü Alman bombardımanıyla yıkılsa da, savaş sonrası onarıldı.
Royal Cresent Hilal'in Ucu

Tarisel süreçte bir çok ünlünün yaşadığı Royal Cresent'n bir bölümü hotel-spa olarak, teras evlerden biri de müze olarak hizmet vermektedir. Zaman zaman bazı filmlerin çekildiği , kent merkezinden de görülebilen bu yapıyı içine girmeseniz de  mutlaka yakınından görün
ADRES: 1 Royal Cresent ba1 2 LR

Bath Abbey
15. YY sonlarında eski bir Norman kilisesinin kalıntıları üzerine inşa edilen ve başlangıçta bir manastır olarak hizmet veren Bath Abbey, VII, X,XII ve XVI. yüzyıllarda onarım görmüş ve bu günkü görünüşüne, 1860 yılında yapılan onarım  sonucunda ulaşmıştır. Anglikan cemaati tarafından kullanılan ve Gotik mimari biçemli kilisenin daha sonra yapılan eklenti ve onarımlarında da özü bu biçeme dayanan mimari anlayışa sadık kalınmıştır.
Kilise St.Paul ve St. Pier'e adanmıştır.
Bath Abbey



Bir çok gotik kilise de olduğu gibi Bath Abeey'in planı da haç şeklindedir. Aynı anda 1200 kişinin ibadet ettiği kilisede dinsel etkinliklerin yapılmasının yanı sıra  konferanslar ve klasik müzik konserleri verilmektedir. 


Bath Abbey-Aydınlık ve Ferah
Bath Abey, Kara Avrupası'nda gezdiğim gotik biçemli bir çok kilise ve katedralden çok daha aydınlık ve ferahtı.

Ayrıca kilisenin her biri  sanat eseri olan 
vitraylarının güzelliğinden de söz etmesem olmaz.

Yerdeki ve  duvarlardaki mermer plakalara işlenmiş isimler ve şekiller dikkatimi çekti. Sordum; bu şekil ve isimler bazı tarihsel olayların betimlenmesinden ve buradaki ünlülerin isimlerinden oluşuyormuş.

Kiliseye giriş için hiçbir bedel ödemiyorsunuz, ama kapıdaki görevlinin bakışı ise'' Hemşehrim giriş beleş ama sen yine de 3-5 paound at bağış kutusuna'' der gibi.

Ben görevli ile göz göze gelmeden '' I'll pray-dua edeceğim '' deyip geçtim.
Siz de öyle yapın.

Ziyaret saati hafta i,çi 09.30-17.00 arası.

Adres:Bath BA1 1 LT


Pulteney Bridge 

Bath'ın içinden geçen Avon Nehri üzerindeki  45 metre uzunluğundaki taş köprünün yapımına 1769 yılında başlanmış,  Köprü 1174 yılında hizmete girmiştir .
Pulteny Bridge
Andrea Palladio'nun evrimleştirdiği klasik mimari kaynaklı Palladyan biçemli köprünün mimarı Robert Adamdır. Üzerinde karşılıklı küçük dükkanlar bulunan  köprü, Floransa'daki Ponte Vecchio'nun küçük bir örneği gibi geldi bana.


Adres: Bridge St.Bath BA2 +AT
Roma Hamamı Ana Giriş


The Roman Bath
Roma Hamamı, İS 43 yılında İngiltere'yi işgal eden ve bu ülkede yaklaşık 350 yıl egemen olan  Romalılar tarafından, bu bölgede bulunan bir kaplıca üzerine 68 yılında kurulmuştur.  Adını, Celtic'in koruyucu Tanrıçası Sulis'e adanan bu hamamdan alan Bath ise, bu kaplıcanın çevresinde gelişmiştir. Roma Hamamı zaman içinde bir çok yıkıma uğramış, içinde bulunan tapınak bağnaz hıristiyanlarca yıkılmış ancak 1894-1897 yılları arasında Kraliçe Victoria'nın buyruğu ile mimar Jhon Wood ve aynı adı taşıyan oğlu tarafından büyük bir onarımdan geçmiş ve bu güne ulaşmıştır.
Havuz
Hamam, Neo Klasik ve Victorian mimari biçeminde olup 4 bölümden oluşuyor.

Kutsal Kaynak


Birinci bölüm ''Kutsal Kaynak', suyun ilk çıktığı yer. Hamamdaki suyun 46 derece olduğunu söyleyenler, suyun bu kaynaktan çıktığı andaki sıcaklığını kastetmiş olmalılar. Kaynaktan çıkan su , daha sonra  kanallar ve kurşun borularla buhar odalarına, alttan ısıtmalı odalara, hamam bölümüne ve havuza taşınıyor.


Kaynaktan Çıkan Saıcak Su Kanallar ve Kurşun Borular Aracılığı ile Hamamın Çeşitli Bölümlerine Taşınıyor.

Hamamın İkinci bölüm ise, bir pağan tapınağından oluşuyor. Anladığım kadarıyla insanlar buraya önce şifalı suya girerek bedenlerini, daha sonra da tapınakta tapınarak ruhlarını sağaltmak amacıyla geliyorlarmış. 
The Roman Roof'dan Havuza Üstten Bakış

3. Bölüm İse Hamam ve Havuzdan oluşuyor. Önceleri üzeri kapalı olan 1,5 metre derinliğindeki havuz, yaklaşık 15X30 metre boyutunda. 
4. Bölüm ise müze. Burada onarımlar sırasında ortaya çıkan yapıtlar sergileniyor.
En sonda ise bu tip yerlerin olmazsa olmazı; hediyelik eşya satan bir dükkan sizleri bekliyor.
Hamam çok ilginç; dolaşırken, '' bu köşeden olmasa bile mutlaka şu köşeden bir Romalı ile karşılaşırım '' duygusuna kapılıyorsunuz.
Hamamı Dolaşırken Kısa Video Filmleri İle Gezdiğiniz Bölümle İlgili  Orasının Ne maçla Kullanıldığını Anlatıyorlar. Burası Kadınlar Hamamı



Ülkemizde de benim ziyaret ettiğim, Roma egemenliği sırasında yapılmış hamamlar var. En ünlüsü Ankara'daki Roma hamamı. Girişinde ''Roma hamamı'' yazmasa oranın ne olduğunu anlayamazsınız. İkincisi Niğde Adana yolu üstünde;sadece havuzu kalmış... Üçüncüsü de Yozgat'ın Sarıkaya ilçesinde...  Bunların hiç birine değerleri ölçüsünde sahip çıkmamışız. Lafı sözü uzatmadan yazayım, Bath'ın nüfusu yaklaşık 90 bin,The Roman Bath'ı ise yılda 3.8 milyon kişi ziyaret ediyor. Artık ne demek istediğimi siz anlayın.
Bu arada insanların yıllarca şifa aradığı Roma Hamamı'nda  kullanılan suyun geçtiği
The Roman Bath, Maket, Özgün Hali.
boruların kuşundan olması dikkatimi çekti.

Roma Hamamına girişin hediyesi yetişkinler için hafta içi 20, hafta sonu 22 pound.
Adres: Stal St. Bath BA1 1LZ UK

Bath'da başka nereler görülebilir?
Bath, yürüyerek bile bir günde gezilebilecek  kadar küçük bir yer. Sakin ve temiz sokakları, yemyeşil parkları ile insana huzur veren bir kent. Kent'de bir çok park var. Royal Victoria Parktan söz etmiştim. Görmeniz gereken iki park adı daha vereyim. Biri Sydney Garden, öteki ise Prior Park.
Bath'ın Çevresi İnsana Huzur Veren Yemyeşil Parklarla Çevrili
Müze gezme merakınız varsa, The Countess of Hantigdon's Chapel, The Pragon, The Vinegards, Bath BA1 5NA adresindeki  Museum of BatH Architecture'ı önerebilirim.


Alış Veriş
Bath alış verişte, alış veriş tutkunlarını pek tatmin edecek olanaklar sunmuyor. Bunun önemli nedenlerinden biri hiç kuşkusuz Kent'in küçük, öteki ise bana göre en önemlisi burayı ziyaret edenlerin önceliğinin alış verişten çok Roma Hamamı olması. Bu arada Kent'in Londra'ya da yaklaşık 150 km mesefede olduğunu unutmamak gerekir
Markets
Ancak ben alış veriş yapmadan duramam diyenler için, Kent'in dışındaki Shout Gate Centre adlı alış veriş merkezini önerebilirim. Orası uzak diyenler  The Corridor'u ziyaret edebilirler.
Markets

Benim önerim ise; küçük dükkanların sıralandığı Markets. İçinde aklınıza gelebilecek her türlü hediyelik eşya var. Ayrıca kurulduğu güne rast gelirseniz. Quen Square'de kurulan ve tezgahlarda eski eşyanın, yöresel yiyeceklerin ve tekstil ürünlerinin satıldığı bit pazarını da ziyaret edebilirsiniz.
Tüm bunlar alış veriş tutkunuzu kesmediyse; Walcot Street'de bir tur atın derim.


Resim yazısı ekle

Ne yenir Ne içilir.
Bath'da illa da şunu yiyin , şunu için diye önereceğim bir şey yok. Burada Hint mutfağını da ,Tayland mutfağını da bulabilirsiniz. '' Neden İngiliz mutfağını saymadın diyenler'' için bir not: İngilizlerin bir mutfağı yok. Sadece balığı denizden, patates kızartması da Fransılardan olan ''fish and Ccips'leri'' var. Bir yemekle mutfak olmaz anlayacağınız.
İçeck de ise benim tercihim, Ale birası . Yanlış bilmiyorsam bu bira da İrlanda kökenliymiş

Bath'a Nasıl Gidilir
Türkiyeden Bath'a hava yoluyla doğrudan gidemiyorsunuz. Ancak Londra'ya gidip oradan tren ve otomobille ulaşabilirsiniz. 
Londra Bath arası yaklaşık 150 km. Araba ile Londra'dan çıkış yerinize göre 1.5 ile 2 saat arası sürüyor.
...........
Haziran 2019
(*)  Bath ile ilgili kimi yazılarda Georgian Mimarisi Gürcistan Mimarisi olarak çevriliyor. Buaradaki Aslı Georgian Dönemi mimarisi olacak (ııı. George dönemi.)




Bath'ın küçük, ziyaretçi dostu merkezi, yemek ve içmek için yerlerle doludur, ayrıca İngiltere'deki en iyi bağımsız mağazalardan bazılarıdır ve onu ideal bir şehir tatili haline getirmektedir. Kendinizi Bath'in dikkat çekici müze ve galeri koleksiyonuna bırakın ve yıl boyunca sürecek festivallerin, tiyatroların, müziğin ve sporun tadını çıkarın.
Bath'in çarpıcı bal rengindeki Gürcü mimarisi doğruca Jane Austen romanından geliyor - vurgulanan ikonik Kraliyet Hilal ve görkemli Sirk. Stonehenge, Avebury ve Longleat Safari Parkı gibi ilgi çekici yerlerin yanı sıra, keşfedilecek muhteşem Somerset kırsalının da bulunduğu şehrin ötesinde görülecek çok şey vardır.
Görülecek çok şey olduğu için, bir gecelik konaklamaya davet etmeye değer - lüks oteller ve büyük Gürcü misafirhaneleri ya da rahat kır evleri ve şık merkezi daireler arasından seçiminizi yapın. Daha sakin bir ziyaret için, şehrin farklı bir tarafının tadını çıkarmak için hafta ortası kalın.

...........................................................................................................










Bath'ın küçük, ziyaretçi dostu merkezi, yemek ve içmek için yerlerle doludur, ayrıca İngiltere'deki en iyi bağımsız mağazalardan bazılarıdır ve onu ideal bir şehir tatili haline getirmektedir. Kendinizi Bath'in dikkat çekici müze ve galeri koleksiyonuna bırakın ve yıl boyunca sürecek festivallerin, tiyatroların, müziğin ve sporun tadını çıkarın.
Bath'in çarpıcı bal rengindeki Gürcü mimarisi doğruca Jane Austen romanından geliyor - vurgulanan ikonik Kraliyet Hilal ve görkemli Sirk. Stonehenge, Avebury ve Longleat Safari Parkı gibi ilgi çekici yerlerin yanı sıra, keşfedilecek muhteşem Somerset kırsalının da bulunduğu şehrin ötesinde görülecek çok şey vardır.
Görülecek çok şey olduğu için, bir gecelik konaklamaya davet etmeye değer - lüks oteller ve büyük Gürcü misafirhaneleri ya da rahat kır evleri ve şık merkezi daireler arasından seçiminizi yapın. Daha sakin bir ziyaret için, şehrin farklı bir tarafının tadını çıkarmak için hafta ortası kalın.
Bath'ın küçük, ziyaretçi dostu merkezi, yemek ve içmek için yerlerle doludur, ayrıca İngiltere'deki en iyi bağımsız mağazalardan bazılarıdır ve onu ideal bir şehir tatili haline getirmektedir. Kendinizi Bath'in dikkat çekici müze ve galeri koleksiyonuna bırakın ve yıl boyunca sürecek festivallerin, tiyatroların, müziğin ve sporun tadını çıkarın.
Bath'in çarpıcı bal rengindeki Gürcü mimarisi doğruca Jane Austen romanından geliyor - vurgulanan ikonik Kraliyet Hilal ve görkemli Sirk. Stonehenge, Avebury ve Longleat Safari Parkı gibi ilgi çekici yerlerin yanı sıra, keşfedilecek muhteşem Somerset kırsalının da bulunduğu şehrin ötesinde görülecek çok şey vardır.
Görülecek çok şey olduğu için, bir gecelik konaklamaya davet etmeye değer - lüks oteller ve büyük Gürcü misafirhaneleri ya da rahat kır evleri ve şık merkezi daireler arasından seçiminizi yapın. Daha sakin bir ziyaret için, şehrin farklı bir tarafının tadını çıkarmak için hafta ortası kalın.
Bath'ın küçük, ziyaretçi dostu merkezi, yemek ve içmek için yerlerle doludur, ayrıca İngiltere'deki en iyi bağımsız mağazalardan bazılarıdır ve onu ideal bir şehir tatili haline getirmektedir. Kendinizi Bath'in dikkat çekici müze ve galeri koleksiyonuna bırakın ve yıl boyunca sürecek festivallerin, tiyatroların, müziğin ve sporun tadını çıkarın.
Bath'in çarpıcı bal rengindeki Gürcü mimarisi doğruca Jane Austen romanından geliyor - vurgulanan ikonik Kraliyet Hilal ve görkemli Sirk. Stonehenge, Avebury ve Longleat Safari Parkı gibi ilgi çekici yerlerin yanı sıra, keşfedilecek muhteşem Somerset kırsalının da bulunduğu şehrin ötesinde görülecek çok şey vardır.
Görülecek çok şey olduğu için, bir gecelik konaklamaya davet etmeye değer - lüks oteller ve büyük Gürcü misafirhaneleri ya da rahat kır evleri ve şık merkezi daireler arasından seçiminizi yapın. Daha sakin bir ziyaret için, şehrin farklı bir tarafının tadını çıkarmak için hafta ortası kalın.
Bath'ın

12 Haziran 2019 Çarşamba

Hocam Bizim Oraya Ne Zaman Geliyorsun


Hocam Bizim Oraya Ne Zaman Geliyorsun ?


     Adana'ya taşınalı bir kaç ay olmuştu. Kiraladığım ev, genelde orta halli ailelerin oturduğu bir mahallede, iki otomobilin ancak yan yana geçebileceği genişlikte ve ana caddeye bağlantısı olan daracık bir sokaktaydı. Sokağın her iki yanında, kaldırım niyetiyle yapılmış, ama kaldırım olduğunu kanıtlamak için deyim yerindeyse 'bin şahit gerektiren’ en fazla 50 cm genişliğinde yükseltiler vardı. 

     Belediye temizlik işlerinin ilgi alanına (!) pek girmeyen sokağımızın her iki yanında biriken toz- toprak, yabani otlar için bitek bir araziye dönüşmüştü. Eee! Arazi bitek olur da ot yetişmez mi? Hem de yetişkin bir adamın bel seviyesine ulaşacak kadar... Hadi biraz abartayım; bizim sokağa girdiğinizde, evleri görmezden gelirseniz, her iki yanı yabani otlar ve çiçeklerle bezenmiş bir dağ yolunda yürüyüşe çıkmış gibi hissederdiniz kendinizi.                                                        ***

     Çocukluğum Adana'da geçtiği için iyi bilirim; komşular arasında arada bir,

     ‘'Zibilini (1) niye bizden yana süpürdün kele bacım !'' diye başlayan ,     Öte'ön (2) senin gız da bizden tarafa yığmıştı zibilini' diye devam eden ama kısa sürede sonlanan ağız dalaşı olmasına karşın herkes evinin önünü süpürür, çöpleri bir araya toplar, belediyenin tek atla çekilen iki tekerlekli, gri renkli  çöp arabasını beklerdi. Çöp arabasının hangi sokağa girdiğini, arabadaki çürümüş çöplerin sokaklarda bıraktığı pekmez kıvamındaki izlerinden anlardınız. 

 

     Bir cumartesi günü kahvaltıdan sonra eşime,

     ''Var mısın? Bizim evin önünden başlayarak yol kenarlarındaki otları ve birikmiş toprakları temizlemeye'' dedim.

     ''?''

     ''Böylelikle hem sokağı temizlemiş, hem de komşulara örnek oluruz. Şimdilerde unutulmuş olan 'herkes kendi evinin önünü süpürürse; bütün mahalle temiz olur' sözünü bir kez daha anımsatır, onlara güzel bir mesaj vermiş oluruz. Ne de olsa okumuş yazmış, aydın insanlarız.’’

     ''İyi de kazma kürek?''

     ''Ev sahibinden isteriz, bir de el arabası bulduk mu tamamdır.''

     Hafta sonu olduğu için sokak tenha; anlaşılan komşularımız henüz uyanmamışlar.

     Temizliğe  bizim evin önden başladık.

     Ben yol kenarındaki otları kesiyorum, eşim onları kürekle arabaya doldurup yakınımızdaki boş arsaya döküyor. Üç yaşındaki kızım ise, elindeki plaj küreği ve kovasıyla bize yardım etme gayretinde...

     Bizim evin önünü henüz temizlemiştik ki; yanımıza ilk gelen DDY'dan emekli karşı komşumuz oldu.

     ''Günaydın hocam, kolay gelsin, ne yapıyorsunuz?

     Ne yaptığımız ayan beyan ortada.

    Kan ter içindeyim. Sonbahar olmasına kaşın Adana'nın  yakıcı güneşi tepemde; terim, ensemden kuyruk sokumuma ha ulaştı, ha ulaşacak. 'Elinin körü’ demem gerekiyor ama efendice tavırları olan komşuma böyle bir yanıt vermem bana yakışmaz.

     ''Günaydın, gördüğün gibi...''

     ''Elinize sağlık. Ben ekmek almaya bakkala gidiyorum, kahvaltıdan sonra yardıma gelirim.’’

     DDY emeklisinin bu yanıtından sonra, az önce onun hakkındaki düşüncemden utandım. Demek ki halkım yapılan iyi şeylerden gerekli mesajı alıyor.

     Elimdeki kazmaya daha bir  iştahla sarıldım.

 

     Öğle yemeği için mola verdiğimizde sokağın her iki yanından yaklaşık 20-25 metrelik bir alanı temizlemiştik. Bu süre içinde komşu çocuklarının ilgi odağı olduk. Her biri 5'er ,10 'ar dakika kadar bize yardımcı oldular ama çabuk sıkıldılar. 

     Sokaktan geçenlerden bize şöyle bir bakıp, dudak bükenleri mi ararsın, ‘kolay gelsin hocam elinize sağlık’ diyenleri mi ararsın, yok kazmayı şöyle tut, küreği böyle yap diye akıl verenleri mi...

     ''Ulan imansızlar! Hadi selam verip geçenleri anladım, ama size ne oluyor? Bir de komşu olacaksınız. Akıl vereceğinize bir kürek alıp hiç olmazsa kendi evinizin önünü temizleseniz ya! Yok; illa akıl verecekler...''

     Ben yapı olarak çabuk sinirlenen; Adana tabiriyle 'osuruğu cinli biriyim'.

     Olup bitenin yüzümdeki etkisini fark eden eşim, 'sakin olmamı, bu gün olmazsa yarın insanların bize katılarak, en azından kendi evlerinin önünü temizlemeye başlayacaklarını' söyleyerek beni sakinleştirmeye çalıştı.

     O günün sonunda yolun her iki yanında yaklaşık 50-60 metrelik bir alanı otlardan ve topraktan arındırmıştık. Yolun hiç olmazsa bir bölümünün eli yüzü açılmıştı.

     Ertesi gün pazardı.

     Bir gün öncesi kazmayı küreği çıplak elle kullandığımız için eşimin de benim de ellerimiz hafif tertip su toplamıştı. Evde bu iş için kullanacağımız eldiven yok. İlk fırsatta eldiven almaya karar verip, işe yeniden koyulmadan önce, önlem olarak ellerimize birer çorap geçirdik, eldiven yerini tutmasa da hiç yoktan iyidir diye düşünmüştük.

 

     Ekipten ilk fireyi o gün verdik. Kızım geleceği gördüğü için mi bilmiyorum,

     ''Baba ben meşajı daha sonra veririm'' deyip bize katılmadı. 'O daha çocuk, vereceğimiz mesajın önemini anlamayabilir' deyip üstünde durmadım.

     Ha gayret! İşe yeniden koyulduk. 

 

     Öğleye doğru sokak yeniden kalabalıklaşmaya başladı. Biz debir gün önceki kadar olmazsa bile, önemli miktarda temizlik yapmıştık.

     Selam verip geçenler, kolay gelsin dedikten sonra, bir süre başımızda dikilip, amacımızın ne olduğunu anlamaya çalışanlar... 

     Anlayacağınız halkımın davranışlarında dünden bu güne değişen bir şey yok.

     Necip Türk Milleti kendilerine vermeye çalıştığımız 'mesajı' almamakta direniyor. Olsun, onlara örnek olma  arzumdan henüz vazgeçmiş değilim.      Toplumu bir hedef etrafında toplamak, onları harekete geçirmek kolay değil; bunun ayırdındayım...

     Öğle yemeği için ara vermeyi kararlaştırdığımız sırada, bizim evden 4-5 ev ötedeki büyücek, bahçeli bir evde oturan, geçen yıl piyangodan ikramiye kazandığı söylenen, Melek Girmez'de (3) gıda toptancılığı yapan, arada bir selamlaştığımız komşumuz yanımıza geldi.

     '' Kolay gelsin hocam, elinize sağlık, hak'katen çok güzelleşiyor sokağımız.'' 

     ''Sağ olun, sokağımız temiz olsun istedik.''

     '' Valla bravo'' dedi piyango zengini komşum. ''Bizim evin önüne ne zaman gelirsiniz' hocam!'' 

     Allahtan yemek molası için eve yönelmiş, küreği el arabasında bırakmıştım.

     Eşim niyetimi anlamış olacak, tüm sakinliğiyle, adama

     ''İnşallah önümüzdeki hafta'' dedikten sonra beni ardımdan bahçe kapısından içeri itti.

Öğle yemeğinde hiç konuşmadık. Masayı toplarken, kızım bana döndü.

    ''Baba!  Şimdi ben de sizinle komşulara meşaj vereceğim'' dedi.

Sevgi dolu gözlerle ona baktım,

     '' Onların iletişim kanalları kapalı kızım. Ne kadar uğraşsak mesajımızı almıyorlar. Belki daha sonra...''

     Soran gözlerle bana baktı...

     Benden bir yanıt alamayınca

    ''Anne, anne!'' deyip mutfakta bulaşık yıkayan annesinin yanına gitti.

Akıllı kızdır, büyük ihtimalle bana soramadığı 'iletişim kanalları kapalı’ sözünün ne anlama geldiğini '' soracaktır annesine.

-----

Haziran 2019-İstanbul

-----

1-Zibil :Çöp

2-  Öte'ön: Geçenlerde

3- Melek Girmez; Genellikle gıda toptancıların toplu olarak bir arada bulunduğu, kent merkezinde bir bölge.























29 Mayıs 2019 Çarşamba

Seul

SEUL

Bir emir geldi asker yürüdü
Kore dağlarını Türkler bürüdü...

Sözleri ile başlayan Malatyalı Fahri Kayahan'ın taş plağa okuduğu bu türküyü ben yaştakiler anımsar sanırım.
Hem bu türkünün öyküsü, hem de Kore'ye, biri savaşmak için, diğeri de BM Barış Gücü Askeri olarak giden iki yakın akrabamın Kore'ye dair anlattıkları, bu ülkeyi ziyaret etme isteğimi yıllar boyu seyahat gündemimde tuttu. Kısmet bu yılaymış...

Uzak Asya seyahatimizin ilk durağı, parkları, tapınakları, sokak pazarları  ve geniş caddeleri ile G.Kore'nin başkenti Seul'dü. Seul'de 2 gün kaldık. Ebette 10 milyonluk bir kent için 2 gün, orayı anlamak ve anlatmak için yeterli zaman sayılmaz ama ben yine de Seul'ü size anlatmaya çalışacağım. 
Eksiğim, gediğim olursa affola. 
Seul

Seul'ün Tarihine Kuş  Bakışı

Seul'ün adının tarihte anılır olması İÖ 1. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Kentin, Han nehri kıyısında olması ve stratejik konumu, zamanın  Kore egemenlerinin burayı başkent olarak seçmelerinde en büyük etmen olmuştur. Seul, 1399-1405 yılları arasındaki 6 yıllık bir süre hariç 1948 yılına değin Kore'nin başkenti olagelmiştir. 1910 yılında başlayan  ve 1945 yılında sonlanan Japon işgali sırasında Seul'ün adı Kyansang olarak değiştirilmiştir. İşgal döneminde kent, Japonlar tarafından tahrip edilmiş, bir çok tarihi bina  yeniden yapılma sözü ile yıkılmış ama sonrasında bu söz yerine getirilmemiştir. 1948 yılında ülke güney ve kuzey olarak bölündükten sonra Seul bu kez G.Kore'nin başkenti olmuştur.
Seul bu gün sadece modern binaları ile değil, ekonomisi, ticareti, teknolojisi, kültürel ve sanatsal etkinleri ile öne çıkan çağdaş bir kent görünümündedir.

Seul'de Gürülmesi Gereken Yerler

Blue Palace (Cheong Wa Dae), Kore Devlet Başkanı'nın resmi konutudur.  Kore geleneksel mimarisi ile çağdaş mimarinin karışımı olan saray, Joseon Hanedanlığı döneminde yapılan eski sarayının 250 dönümlük bahçesinde kurulmuştur. Yapımına 1989 yılında başlanan saray 2 yıl sonra hizmete açılmıştır. Sarayda başkanlık binasının yanında, toplantı salonları, ofisler, kabul salonları ve sekretarya gibi bölümler bulunmaktadır. 
Mavi Saray-Cheong Wa Dae
Adres: 1 Sejongno Jongno-gu  
Saraya giriş ücretsiz.

Gwanghwamun Plaza-Gate
Kapının yapımı 1395 yılına, Joseon Hanedanlığı dönemine kadar uzanmaktadır. Geleneksel Kore Mimarisi biçeminde yapılan kapı, Japon işgali döneminde tahrip edilmiş, ancak 1968 yılında yapılan onarımla bu günkü halini almıştır. Kapı, Gyeonbokung Sarayı'nın da giriş kapısıdır.
Gwanghwamun meydanı ise halka açık bir alandır. 2009 yılında açılmıştır.
Adres:172 Sejong-daero Sejongna-gu

Gwanghwamun Gate

Gyeonbokung Sarayı. 
Gyeonbukung Kore Dilinda ''Parlayan Mutluluk '' anlamına geliyormuş.
Saray 1392-94 yılları arasında Joseon Hanedanlığı döneminde yapılmış. Saray bizdeki ya da batıdaki saraylar gibi tek bir bloktan değil, geniş bahçesine serpiştirilmiş yapılardan oluşuyor. Sarayda toplantı odaları, kral yakınları için ayrılmış bölümler ve taht odası bulunuyor. Sarayda ayrıca bir Budist tapınağı da var. Kral ve kraliçenin yatak odaları ayrı, bir arada yatmıyorlar.  Aslına bakarsanız ziyaret ettiğim bir çok batı ülkelerinin kral ve kraliçeleri de ayrı odalarda kalıyorlar. Sebebi ne ola ki? Aslına bakarsanız sebebi bence malum ama onların yatak öyküleri bu yazının ilgi alanı dışında. Bu arada buradaki kral ve kraliçe odaları, batıdaki kral odalarına göre olabildiğince sade döşenmiş. 
Bu saray da Japon işgali sırasında tahrip edilmiş, tahrip edilmemiş olsa da şaşardım doğrusu. Her neyse... Saray işgalden yıllar sonra, 1989 yılında onarılarak  bu günkü haline getirilmiş.
Orta Çağ'da imparatorlar bir kenti ele geçirince yakıp yıkarlarmış, tarihte bunun bir çok örneği var. Genelde çalışkanlıklarına, iş disiplinlerine ve teknolojilerine hayran olunan  Japonlar da Kore'yi işgal edince  aynı şeyi yapmışlar anlaşılan...Geleneği bozmayıp onlar da Kore'yi yakıp, yıkmışlar. İkinci Dünya savaşı ve öncesinde Uzak Asya'da yaptıklarına 
Geleneksel giysisi ile bir Koreli kadın

 bakacak olursak Japonların  ''sütten çıkmış ak kaşık '' olmadıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çin de yaptıklarını saymıyorum bile. Neyse biz gezmeye devam edelim.
Gyeonbokung Sarayı

Sarayda Geleneklsel Kore yaşamından sahneler sunan bir de etnografya müzesi (National Folk Museum Of Korea) de var.

Adres: 161 Sajık-ro Sojengno Jongo-gu
Saraya ve müzeye giriş ücretsiz.  
National Folk Museum Of Korea- Geleneksel Düğün Töreni


Rehberimiz Seul'deki tarihsel mekanlara ilişkin bilgi verirken, dikkatimi kenti çevreleyen sivri tepeler çekti. Rehber, bu tepelerin her birinde birer kule bulunduğunu, bu kulelerde görevli askerlerin, ateş yakarak birbirleri ile haberleştiklerini söyledi. Seul'ü çevreleyen beş tepe varmış. Tepelere konuşlanmış askerler ateş yakarak kente yönelen düşmanları birbirlerine haber verirlermiş. Tek ateş tehlike önemli değil anlamındaymış. Tehlike büyüdükçe yakılan ateş sayısı da artarmış. Çukurova'yı gezenler bu tepelerin insan eliyle, toprak yığılarak yapılmış benzerlerinin (hüyük) ovada bir dizi halinde batıdan doğuya sıralandığını mutlaka fark etmişlerdir.. Amaç aynı; ateş yakarak iletişim kurmak.  
Seul'ü Çevreleyen Beş Tepeden Biri.

Jogyesa Temple
Jogyesa Tapınağı, Kore Budizmi'nin en önemli dini merkezidir.
Tapınak 14. yüz yılın sonlarına doğru Goryeo döneminde yapılmıştır. Tarihsel binaların ortak kaderi olsa gerek bu tapınak da zaman içinde, benzerleri gibi bir kaç yangın ve yıkım geçirmiş...
1910 yılında kimi hayır severler bu tapınağı yeniden onarmışlar ve adını Gackhwangsa Tapınağı olarak değiştirmişler.
Tapınak o tarihten itibaren Kore'nin en önemli Budist tapınağı haline gelmiş.

1936 yılında bu kez Japonlar devreye girmiş(!) ve bu adı beğenmeyip tapınağın adını Tegosa olarak değiştirmişler. İnsanın ''buna da şükür ''diyesi geliyor. Sadece adını değiştirmişler ya burayı da  yakıp yıksalardı ?

Tapınağın adından kaynaklanan yazgısı savaş sonrası da değişmemiş adı yeniden Jogyesa olmuş.
Tapınak yıl boyunca çeşitli etkinliklere; ayinlere, konferanslara,törenlere ev sahipliği yapıyor.

Joyese Budist Tapınağı

 Buda'nın doğum gününü kutlamak amacıyla yılda bir kez düzenlenen  '' Fener Festivali'' de bu tapınakta yapılıyor. Güzel bir rastlantı; festival sırasında biz oradaydık. Tapınağın ön tarafı renk renk fenerlerle kaplanmıştı. Rehberimizin söylediğine göre; buraya asılan her  fenerin bir fiyatı varmış. Söz gelimi tapınağın en yakınına asılan fenerin sahibinin yaptığı bağış tutarı, tapınağın uzağına asılan fenerin sahibinin bağış miktarından daha fazlaymış, Doğal olarak çok bağış yapanın kazandığı sevap da az bağış yapanlara göre daha fazlaymış. Budizm'de de'' parayı veren en güzel düdüğü çalıyormuş'' demek.
Tapınağa giriş ücretsiz. Ama ayin sırasında girmeyin, pek hoşlanmıyorlar.
Adres: 45 Gyeonjı-dong Jongno-gu 
Joyese Temple- Fener festivali

Seul Kulesi, Namsan tepesinde yapıldığı için Namsan Kulesi diye de bilinen 236 metre yüksekliğinde olan kulenin yapımına 1969 yılında başlanmış. Bitiş tarihi ise 1981...
Seul'de hem turistlerin hem de Korelilerin en çok ziyaret ettiği yerlerden biri olan kule, halk arasında ''aşk kulesi'' olarak da bilinmektedir.
Koreli sevgililerin en önemli uğrak yeri olan kulenin çevresinde metalden yapılmış  ağaçlar var. Sevgililer, üzerine, adlarını yazdıkları kilitleri bu ağaca takıp, kilitleyerek, anahtarları da aşklarını ebedileştirmek amacıyla metal ağacın hemen yanı başındaki kutuya atıyorlar.
Kulenin bulunduğu alanda çeşitli kafe, restoran ve hediyelik eşya satan dükkanlar var. 
Namsan Kulesi


Bu arada kulenin bulunduğu Namsan tepesinden Seul'ün  fotograflarını çekebilirsiniz.
Kuleye giriş için 8-10000 Won ödemeniz gerektiğini unutmayın.
Kilit Ağacı

Namsan tepesinin eteklerinde kurulu parkta yürüyüş yolları var. Bizim otobüsle çıktığımız tepeye Koreliler spor yapmak amacıyla olsa gerek yürüyerek çıkıyorlardı.
Kulenin ziyaret saatleri 10.00 ile 23.00 arası.
Adres:105 Namsangongwon-gil Yongsan 2(i) ga-dong Yaansan-gu

Çatıdaki Maymun Küçük Maymun Heykelleri


Namsangol Hanok Village
Hanok, Kore'de geleneksel köy evi demekmiş. Namsan tepesi ve kulenin hemen eteklerinde kurulmuş olan Namsagol Hanok'daki evler genelde ahşaptan yapılmış. 

Köyü dolaşırken bazı evlerin çatısına kondurulmuş hayvan heykelcikleri dikkatimi çekti.
Koreliler evlerinin çatılarına koydukları bu heykelciklerin, hanelerine   şans ve bereket getirdiğine inanırlarmış.

Evler,  kadınlara, erkeklere ve ibadet yapılan mekanlara ayrılmış 3 ayrı bölümden oluşuyor.
Turistlerin yoğun ilgi gösterdikleri bu köy, Japon işgali sırasında tahrip edilmiş. 
Daha sonra aslına uygun olarak yeniden yapılmış.


Namsagol Hanok 

Köy Myeong-dong ve Namdaemon alış veriş merkezlerine yürüme mesafesindedir. Namsan tepesi eteklerinde ve Namsan Parkı içinde yer alan açık hava müzesi konumundaki bu köyü, Kore'nin geleneksel yaşam alanları hakkında fikir sahibi olmanız açısından mutlaka görün derim. 

Namdaemeon Market

Namdaemon Market, geçmişi 15. yüzyıla kadar dayandığı söylenen bu pazar, Seul'ün en eski ve en büyük geleneksel pazarıdır. Pazarda, kıyafetler, mutfak gereçleri, oyuncaklar , hediyelik eşyalar, aksesuarlar gibi aradığınız ne varsa bulabilirsiniz. Pazarı kısaca Korelilerin bir sözüyle tanımlayayım: ''Eğer aradığınız bir şeyi Namdaemon Market'de bulamıyorsanız Seul'de de bulamazsınız''.
Seul'ü ziyaret eden turistlerin, alış veriş söz konusu olduğunda ilk tercih ettikleri yer burası.

Alış verişin yanında geleneksel Kore yemeklerini tadacağınız tezgahta hizmet veren seyyar lokantalar da var.

Changgyeonggung Palace
Seul'un merkezinde bulunan Changgyeonggung Sarayı, Joseon Hanedanlığı'nın 4. hükümdarı Kral Sejong (1418-1450) tarafından babası kral Toejon adına yaptırılmış. İlk adı Suganggung  olan sarayın adı, 1494 yılında yapılan yenilemeden sonra  Changgyeonggung Sarayı olarak değiştirilmiştir.
Changgyeonggung Palace

Daha çok kraliçe ve cariyelerin kullanımına ayrılan saray, Japon işgali sırasında bir süre hayvanat bahçesi olarak kullanılmıştır.
Taht Odası
Kraliyet Kabul Salonu
Saray,09.00 -21.00 saatleri arasında açıktır. Giriş ücreti yaş gruplarına ve toplu girişlere değişmekte olup, ücret 500- 1000 won arasında değişmektedir.

ADRES:185.Changgoyeonggung -ro waryong- dong jong-gu

İnsandong Bölgesi, Seul'ün alışveriş merkezlerinin, sanat galerilerinin, en başta seramik olamak üzere el sanatları satan hediyelik eşya dükkanlarının yoğun olarak  bulunduğu bir bölgedir.

İnsandong'da Bir Cadde



İnsandong-Ssamziegil  bölgesinde modern ve geleneksel Kore'yi iç içe bulabilirsiniz.  Ana caddede dolaşın, dolaşmasına ama bu günkü Kore ile geçmişin Kore'sini aynı mekanlarda yaşamak isterseniz ana caddelere açılan, fenerlerle süslenmiş daracık sokaklara bir göz atmanızda yarar var derim.
Bir kaç metre kareye sıkışmış dükkanlardan oluşmuş pasajlarda  geleneksel Kore ürünleri satanlar, incik boncukçular, Kore'de üretilmiş deri aksesuarlar, parfümler, oyuncaklar ve niceleri...
Hoşlanacağınızdan kuşkum yok.

Ssamziegil- Küçücük dükkanların Bulunduğu bir Pasaj.


Seul'de Ne Yenir Ne içilir
Elbette burada tüm Kore Mutfağını anlatacak değilim. 2 gün içinde ne yediysem onlardan söz edeceğim. Bu arada Seul'de yemek konusunda dikkatimi çeken en önemli husus insanların yeme içme tutkusuydu. İster ana cadde olsun, ister daracık sokak, hemen her yerde adım başı atıştırmalık yapabileceğiniz yerler var. Biraz daha gayret etseler, yeme içme konusunda  neredeyse Adanalılarla yarışacaklar...

Soyalı Balık Çorbası


Seul'de siz talep etmedikçe, yemeği waribashi denen çubuklarla servis ediyorlar.

Öyle ki; ben balık çorbasını bile çubukla yiyenleri/içenleri gördüm. Eğer bencileyin gibi çubuk kullanamıyorsanız garson servis yaparken mutlaka çatal, bıçak ve kaşık isteyin.

Gerçi ''yediğin içtiğin senin olsun, bize gördüklerini anlat'' diyeniniz olacaktır. Unutmayın ki, ben gezi anıları yazıyorum. Bu nedenle oraya özgü yemekleri yazmazsam anılar eksik kalır.


Kore mutfağı genelde deniz ürünlerinden oluşuyor. İsitridye çorbası (conc),dilimlenmiş ahtapot salatası (sliced raw octobus),ortasına yumurta kırılarak servis yapılan et, sebze ve erişteden yapılmış(bibimbob),


kayabalığı çorbası(rock fish),


soslanmış, ızgara tavuk şiş(Dak Kkochi). Memleketimden esintiler taşıyan, damak zevkime en uygun yiyecekti bu. İçeceklere gelince; Seul'de iken oranın geleneksel içkisi olan Saju'yu tatma fırsatım oldu.

Saju , hafif tatlımsı,votkayı andırır ama alkol oranı yüksek bir içki. Servisi, küçük bardaklarla yapıyorlar ve bir dikişte içiyorlar(shut).

Rakı hasretinizi saju içerek giderebilirsiniz ama saju içince ''ne olacak bu memleketin hali'' muhabbetine gireceğinizi garanti edemem.
Saju pirinçten yapılıyormuş. 
Bira olarak, gene prinçten yapılmış olan Suk'u önerebilirim .
Cass ise Kore'nin en iyi birkaç birasından biriymiş. İçimi kolay. 
Deneyebileceğiniz bir başka bira ise Hite. Ama çok sert bir bira.

Seul'de Dikkatimi Çekenler
Kore'ye gitmeden önce Korelilerin nasıl birer insan olduklarını anlamak için küçük bir araştırma yapmıştım.
Araştırma sonucunda gördüm ki; Koreliler hakkında düşüncesi olanların ortak kanısı onların kibar insanlar olduğuydu.
Gerçektende ziyaretim sırasına buna sıkça tanık oldum
. Rehberimiz, Korelilerin Türkleri çok sevdiklerini söyledi. Kore savaşında omuz omuza çarpışmış olmamızdan kaynaklanıyor olsa gerek bu sevgi... Ama ben Türk olduğum için olağan dışı bir sevgi gösterisi ile karşılaşmadım. Ama Amerikalılardan, aynı Vietnam halkı gibi çok hoşlanıyorlar.
.Korelilerin % 52'si hıristiyanmış. İngilere'de dil okulunda iken Koreli bir arkadaşım vardı. Bana Kore savaşından önce  Kore'deki hıristiyanların oranı %5 civarındaydı demişti.Kore savaşından sonra Rahip Sun Myun Moon, hıristiyanlık ve budizmi harmanlayıp Moon tarikatını kuruyor. Ondan sonra Koreliler hızla hıristiyan oluyorlar. Bu arada Rahip Moon'un ABD destekli olduğunu söylememe gerek yok. Emperyalizm, geleneği göreneği ne olursa olsun kendine benzer insanlar yaratmak zorunda; elbette egemenliğini sürdürmek amacıyla.
. Kore bayrağı oldum olası ilgimi çekmiştir. Araştırdım; üzerindeki semboller ne anlama geliyor diye... Dört köşesindeki üçlü çizgiler karşıtlık ve uyumu, sol üst köşedeki üç kesiksiz çizgi cennet ve gökyüzünü, sağ üst köşedeki iki kesikli çizgi arasındaki kesiksiz çizgi suyu, sol alt köşedeki iki kesiksiz çizgi arasındaki kesikli çizgi ateşi, sağ alt köşedeki kesikli çizgiler ise yeryüzünü temsil ediyormuş. Anlayacağınız bayraktaki çizgiler, 4 ana elementi temsil ediyor.
Beyaz, Kore halkının ulusal rengiymiş.Beyaz zemin üzerindeki dairenin  kırmızı bölümü yang'ı,mavi bölümü ise yin'i temsil ediyormuş. Yin ve yang evrensel semboller olup anlamsal bakımdan zıtlığı ifade ediyor. Yin,pasif ve statik konumu ifade ederken, yang ise dinamik ve aktifliğin sembolüdür.

S  Çİni ilginç hareketleri ile sessizce Çin'i protesto eden Çinliler

.Kore'de özellikle kızların en çok yaptırdıkları estetik ameliyat, göz yuvarlatma ve göz kapağı ameliyatıymış. Londra'daki  Koreli sınıf arkadaşımın, İngilizce'sini geliştirmekten muradı; ülkesinde iyi bir işe girip, bol para kazandıktan sonra göz ameliyatı yaptırmakmış.İlginç...

.Kore dünyanın elektronik devlerinden biri. Bizde adım başı olan elektronik eşya dükkanlarına hiç rastlamadım dersem yeridir. Adamlar ürettikleri elektronik eşyaları kendileri kullanmayıp, dış satım yapıyorlar sanırım.


.Dışarda sigara içebilirsiniz ama her yerde 
Bir başka protestocular. Kımıldamadan dakikalarca duruyorlar

değil. Sigara içmek isteyenler için yol kenarlarında işaretlenmiş yerler yapmışlar. Buranın haricinde bir yerde sigara içene ceza kesiyorlar. Tiryakilere duyurulur...

.Tabakta yemek artığı bırakmanızı hoş karşılamıyorlar. Tabağınızı illa ''sünnetleyeceksiniz''

.Bir de garsonlara bahşiş vermeyin. Masaya bahşiş bırakılınca kendilerini aşağılanmış sayıyorlarmış. Benim en hoşuma giden davranışları bu oldu.
.Bir de tapınakları ziyaret ederken sessiz olun. Ne kadar hoş görülü olurlarsa olsunlar, ziyaretçilerden ibadetlerine saygı gösterilmesini bekliyorlar.
Alış Veriş
Yukarıda kısmen anlattığım gibi, özellikle biz turistler için , buraya 
özgü, geleneksel hediyelik eşya satın alabileceğimiz bir çok irili- ufaklı dükkan var.Ama Markalı şeyler almak istiyorsanız size üç AVM adı verebilirim.Doosan,Doota ve Migliore. Her üç AVM'de aynı cadde üstünde. 275 Jangchungdon-ro Gwanghui-dong. Jun-gu.
İyi alış verişler.


(Mart 2019)

-----


THY'nin Seul'e her gün karşılıklı seferi var.


.Türkiye'nin Seul Büyükelçiliği

Posta adresi 
Turkish Embassy 40, Dongho-ro 20 Na-gil, Jung-gu (Jangchoong-dong 63-2) Seoul-Korea 
T: +82 2 3780 1600

F:+82 2 797 8546
E: embassy.seoul@mfa.gov.tr



1 USD : 1,1133.25  G.Kore Won'u
1 TL     :    198.71    G.Kore Won'u




--