İÇEÇEK SEKTÖRÜNDE PET ŞİŞELERİN KULLANIMI VE GERİ DÖNÜŞÜMÜNDE ÇEVKO'NUN R ROLÜ
26 Şubat 2020 Çarşamba
ÇEVKO 2016
İÇEÇEK SEKTÖRÜNDE PET ŞİŞELERİN KULLANIMI VE GERİ DÖNÜŞÜMÜNDE ÇEVKO'NUN R ROLÜ
17 Şubat 2020 Pazartesi
Sinsin
Sin Sin
Köyde düğün var.
Günlerden perşembe...
Bizim ora köylerinde düğünler perşembe günü
akşama doğru başlar, pazar akşamı damadın, silah sesleri arasına karışan
dualarla gerdek odasının kapısına kadar götürülmesine kadar devam ederdi.
Uzak köylerden kendilerine okuntu (1)
gönderilen konuklar gelince muhtar, onları üçer beşer evlere dağıtırdı.
Çağrılılar, düğün bitinceye dek evlerde konuk edilir; yedirilir, içirilir,
yatırılırdı; göreneğimiz böyleydi...
***
Akşamı heyecanla bekliyorum, içim kıpır
kıpır...
Bu akşam kesinlikle sinsin oynamalıydım.
Acaba babam, ben sinsin oynarken üstüme varır mı? Alatorlak (2) del'anlı
(delikanlı) sayılırım artık...
Ben yaşlardaki bir gencin babası, oğlu
sinsin oynarken ''helee, heleee'' deyip üstüne varırsa; bunun anlamı ''oğlum artık büyüdü, adam oldu'' demektir
bizim oralarda... Artık, kuytu bir köşeye oturmak kaydıyla kahveye gitmesi,
tavla ya da kağıt oynayanları izlemesi garip karşılanmaz...
Akşam
ezanı okundu.
Öğleden sonra köy meydanına dikilen dev
meşalenin içi çiğit kabuğu(3) ile doldurulup üstüne yanık yağ döküldü.
Ama meşalenin yakılmasına daha zaman
var...
Akşam yemeğini düğün evinin hazırladığı
sofralarda yiyen insanlar yavaş yavaş meşalenin etrafında halka
oluşturmaya başladılar.
Davul zurna, sinsinin her zaman ki giriş
parçası olan Köroğlu türküsünü çalmaya başladı. Atalarımız,''davulun sesi uzaktan hoş gelir'' derler
ama davul, bize yakından da hoş gelmiştir her zaman. Davul demek; eğlence
demek, düğün demek bayram demekti bizler için...
Kalabalık gittikçe artıyor...
Ortadaki meşalenin çevresindeki halka
genişlemeye, yeterince kalabalık oluşmaya başlayınca; gençlerden biri,
kalabalığın 'Yaşşşaa! Vaar
ooll!' sesleri arasında meşaleyi tutuşturdu.
Önce çiğit kırığının kendine özgü yağlı
kokusu yayıldı ortalığa, ardından ateş birden harlandı; ortalık gündüze
döndü...
Sinsin oynanan alana kadınlar gelmezdi.
Kocalarının, nişanlılarının ya da yavuklularının oyununu izlemek için
alanı gören çevredeki evlerin takalarına, sofalarına doluşurlardı.
Köroğlu türküsü bitti, zurna başka
bir havaya geçince, kalabalıktaki gençlerden biri, meşaleye doğru fırladı. Bir
eli belinde, diğeri havada, ayakları, davulun sesine uyumlu, meşalenin
çevresinde dönerek oynamaya başladı.
Bir
kaç tur döndü, dönmedi, kalabalıktan biri fırlayıp 'hele heleee!' diyerek sinsin oynayan gence tam karşısından
yaklaştı. Ateşin etrafında dönen, gözünü alevin ışığı aldığı için kendisine,
ellerini açarak gelen kişiyi son anda fark etti ve ateşi çevreleyen halkaya
doğru koşmaya başladı. Ancak geleni geç fark etmenin cezasını da sırtına inen
iki yumrukla ödedi.
Bu kez yeni gelen dönmeye başladı ateşin
etrafında. Onu da bir başkası ''Allah, Allah!'' diye insan çemberinin dışına
kadar kovaladı.
Davul, zurna hiç durmadan çalıyor. Ateşin
etrafında dönenler, onları kovalayıp yerine geçenler her dakika artıyor,
sönmeye yüz tutan ateş yeniden harlanıyordu.
Ben ise heyecandan yerimde duramıyorum,
içim kıpır kıpır. Yaşıtlarım birer birer sinsine çıkıp ateşin etrafında
dönüyor, bense bir türlü yüreklenip çıkamıyorum. Ha şimdi, ha
bundan sonra derken neredeyse sinsin bitecek...
Nasıl oldu anlamadım?
Beni
biri mi ardımdan itti, yoksa ben mi yüreklendim? kendimi bir elim belimde,
diğeri omuz hizamda, zurnanın yanık yanık öttürdüğü Cezayir havasının kıvrak nağmelerine
ayak uydururken meşalenin dibinde buldum. Harlı ateşin yüzümü yalamasına
aldırmayarak, meşalenin etrafında, geri geri giderek, davulun ritmine ayak
uydurmaya çalışıyorum. İki ya da üç kez döndüm, dönmedim;
ateşin
çevresindeki halkadan, bir gölgenin iki elini açarak bana doğru '' hele, hele, heleee'' diyerek
geldiğinin ayırtına vardım. Yapmam gereken; hemen oyunumu kesip, ilk fırsatta
insan çemberinin dışına kaçmak olacaktı. Biraz geç kalmış olacağım ki; beni
oyun dışı etmek isteyen kişiye daha çembere ulaşmadan yakalandım. Sırtıma
hafifinden iki yumruk yedim.
Kimdi beni yumruklayıp, oyun dışı
eden?
Bunu öğrenmenin yolu elbette benden
sonra ateşin etrafında dönen kişiyi görmekti.
Arkadaşlarım, müjdeyi verdiler.
''Hafız emmiydi.''
''Babandı seni kovalayan.''
''Hadi gene iyisin, babanla kadeh
tokuşturabilirsin artık.''
Ateşin etrafında davulun ritmine ustaca
ayak uyduran, kişi gerçekten de babamdı.
O an nasıl gururlandım anlatamam. Babam
benim alatorlaklıktan, delikanlılığa geçişimi, sinsinde üstüme gelerek
onaylamıştı.
Sinsin bitti.
Eve dönerken, yürüyüşüm değişmiş; her iki
kolumu vücudumdan hafifçe aralayıp kostak kostak yürümeye başlamıştım.
Değişen neydi?
Bir kaç saat öncesine göre ne
boyum uzamış, ne de kilom artmıştı. Yaşım da aynıydı. Ama ben
kendimi daha bir büyümüş hissediyordum.
Islıkla Köroğlu türküsünü çalmaya başladım.
---------
Şubat 2020
1-Okuntu:
Köy düğünlerinde davetiye olarak gönderilen çağrılık. Havlu, yazma vb.
2-Alatorlak:Delikanlılığa
henüz adım atmış, 15 yaşlarındaki genç.
3-Çiğit kabuğu: Pamuk tohumunun, yağı alındıktan sonra kalan kısmı.
1 Şubat 2020 Cumartesi
Yassı Ada ve İki Bardak
Yassıada ve İki Bardak
Temmuz ayının sıcak ve
rutubetli bir akşamüstü. Evimizin içi hamam gibi...
Gün henüz batmış, bahçede yaprak
kımıldamıyor. Annem, bahçedeki döllenin altındaki masaya, patlıcan
dolması tenceresini ve içinde ince ince çintilmiş hıyarların ve buz
parçacıklarının yüzdüğü cacık kasesini çoktan yerleştirmişti. Cacığın üstüne
serpili kuru nane kokusu dolmanın nefis kokusunu bastıracak kadar güçlüydü.
Biz dört kardeş, yemeğe kıtlıktan çıkmış
gibi saldırırken babam, bizim bu halimize kaçamak bakışlar fırlatıp, yüzünde
hafif tebessümle; ağır ağır içkisini yudumluyordu. Annem de tüm anneler gibi yemeğe
en son başladı. Benim ve en büyük kız kardeşimin iri bir cevizden hallice olan
patlıcan dolmalarını çiğnemeden yuttuğumuzu görünce;
''Yavaş, yavaş, iyice çiğneyerek yiyin,
yoksa boğazınızda kalacak.''
Evimizin iki küçüğünün ise, arada bir
annemden yardım alsalar da yemeklerini kendileri yeme derdindeydiler.
Yemeği yarılamıştık ki; bahçe kapısının
tokmağı hızlı hızlı çalmaya başladı.
Babam göz işaretiyle kapıyı açmamı işaret
etti.
Bahçe kapısına seğirttim.
Evimize sabah, akşam demeden gelen giden
akrabalarımız çok olduğu için,''kim
o!'' demeden kapıyı açtım.
Amcamla dayım karşımda. Akşamın alaca
karanlığında ışıl ışıl parıldıyorlar. Her ikisi de bembeyaz takım elbise
giymiş, ayakkabıları bile beyaz...
''Amcam geldi! Dayım geldi babaa!''
Üç amcam, beş dayım var. Gelenlerin hangi
amcam, hangi dayım olduğunu söylememe gerek yoktu. Bizimkiler kimin geldiğini
çoktan kestirmişlerdi. Büyük dayım, ortanca amcamdan on yaş küçük olmasına
karşın, ikisi çok iyi anlaşırlardı. Bildiğim kadarıyla amcam İzmir'in Salihli
ilçesinde kalıyordu. Bir sokak ötemizde oturan dayımın bir süredir orada
eğleştiğini söylemişti yengem...
Amcamın ve dayımın geliş haberini annem
sevinçle karşıladı. Babamsa pek belli etmedi duygularını. Oysa ben onun da,
annemin yaptığı gibi her ikisini kucaklamasını beklerdim.
Amcam da dayım da sırayla babamın elini
öptüler.
İki sandalye daha getirdim, annem onlara
da servis açtı. Masaya iki de içki bardağı koydu.
''Kaynananız severmiş, dolma ve cacık
yapmıştım.''
Babam onlara sormadan bardaklarına içki
koydu. Şerefe deyip babama eşlik etmeye başladılar.
Masada alışmadığımız bir sessizlik, ağız
şapırtısından başka ses duyulmuyor.
Bir süre sonra sessizliği ilk babam
bozdu. Amcama döndü,
''Eee! anlatın bakalım.''
Amcam başladı anlatmaya: ‘Salihli'de
yaşıyormuş, fuar zamanı İzmir Fuarında bir gazinoda şarkı söylüyormuş, buradan
köye geçip dedemden kalan tarlaları satacakmış. Adana'ya da dayımla gelmiş'
Biz çocuklar yemeğimizi yemiştik. İki
küçük kardeşim sofradan kalktı. Ben ve
benim küçüğümün de usulen sofradan kalkmamız gerekiyordu ama nedendir,
sandalyelerimize çivilenip kalmıştık. Ne de olsa uzun zamandır görmediğimiz
amcamızın, bize anlatılan birazı gerçek, çoğu düş ürünü renkli anılarını onun
ağzından bir kez daha dinlemek istiyorduk.
Bardaklar doldu, boşaldı, doldu boşaldı...
''Gardaş'' dedi amcam, dayıma, ''Devrikler
şimdi Yassıada'da.''
Eyvah dedim şimdi kıyamet kopacak. Çünkü
Amcam de dayım da Halk Partiliydi.
Amcam, tüm aile Demokrat olmasına karşın nedendir bilinmez; 'ak koyunlar arasında bir o kara koyundu'.
Dayım ise; 'atadan öteden' Halk
Partliydi. Büyük babam, onun babası, kardeşleri, dayılarım hep Halk Partiliydiler.
Dedem Sultani mezunu, İstanbul'da Nazımla günler geçirmiş, Orhan Kemal ile
arkadaş olmuş sol görüşlü biriydi. Hatta dediğine göre; Orhan Kemal, Bereketli
Topraklar Üzerinde adlı romanındaki batöz ustasını büyük babamdan esinlenerek
yazmış. Gerçekten çok iyi bir makinistti. Hatta 1930'yıllarda 'Tarım Makinistleri Derneği Başkanlığı da'
yapmıştı.
Amcamı ise, son kez yıllar önce görmüştüm.
Memlekete pek gelip gitmez, haberlerini başkalarından alırdık.
Dayımsa, askerden geldikten sonra babamın
aracılığı ile DSİ'de dozer operatörü olmuştu. Geliri fena sayılmazdı. Bizim bir
sokak ötemizde oturuyordu. Evliliğinin ilk yıllarında, henüz işi yokken babam
çok yardım etmişti ona.
Tüm bunlara karşın, 27 Mayıs sabahı
ihtilal olunca, dayım bizim evin önünde, mahalledeki öteki Halk Partililerle
uzun süre teneke çalmıştı. Bizim oralarda birine teneke çalmak hoş karşılanmaz;
hakaret sayılır. Buna karşın Adana deyimi ile 'osuruğu cinli' (1) babamın ihtilal sonrası kapımızın önünde teneke
çalınmasına ses etmemiş olmasına hayret etmiştim. Babamın bu sessizliğinde 'örfi idare'
çekingenliği mi, yoksa annemin soğukkanlılıkla onu sakinleştirmesi mi rol
oynadı bilemiyorum.
''Yanlışın var gardaş, Yassıada deeel,
Sivri Ada. Ben olsam Sivri Ada'ya koyardım'' dedi dayım.
''Helal, doğrusu da bu... Sivri Ada. Haah
haa!''
''Hemi de Sivri Ada'nın en sivri
yerine...''
''Oturtalım'' diye tamamladı amcam.’’
Babam, konuşmaları önemsemiyormuş gibi sakince,
''Başka lafa bakın çocuklar'' dedi.
Annem az sonra çıkması olası fırtınayı
dindirmek için lafı değiştirmek istedi.
''Ağabey, çoluk çocuk ne alemde?'’
Amcam,
''İyiler
yenge'' dedi kısaca. ''Soranlara selamları var.''
Dayım, bıraktığı yerden aldı lafı:
''Sadece devrikleri değil, demokratların
karılarını, metreslerini de oturtmalı adanın en sivri yerine.''
''Sivri Ada'ya oturtacaklarına bize
verseler ya karıları...''
''Helal gardaş.'' Diye destekledi amcamın
bu düşüncesini dayım.
''Allööşş!'' (2)
Sivri Adaya oturmayı düşündükleri
demokratların karıları arasına annem de giriyordu. Oysa annem, birinin
ablası, ötekinin yengesiydi...
Babam müfrit demokrat; Menderes hayranı...
Yekinip(3), oturduğu sandalyeden kalktı.
Kaşla göz arasında dolma tenceresini amcamın, cacık tenceresini de
dayımın başından aşağı boca etti.
‘’Deminden beri susuyorum, misafirdirler
diye seslenmiyorum'' deyip,
ardından da''ana avrat asvaltta koştu.'' (4)
Amcamın beyaz takım elbisesi patlıcanın moru,
biber salçasının kırmızısı ile desenli bir takım oldu. Dayımın beyazları
cacıkla aynı renk olduğu için pek etkilenmedi. Biraz salatalık yeşili, biraz
nane hepsi o...
Annem,
''Aman ne yaptın adam! Onlar misafir.''
Babam, öyle bir baktı ki annemin yüzüne...
Annem bu bakıştan sonra susmanın en iyisi
olduğuna karar verdi.
Ne kadar sinirli olursa olsun babam
güngörmüş, olgun bir adamdı. İşi uzatmadan doğrudan eve girdi.
O sırada bahçe kapısından dışarı çıkan
amcamla dayımın ardından annem sokağa fırladı.
Bir kaç dakika sonra birlikte eve geldiler.
Amcam hala,
''Na'ptık yenge allanı seversen. Ben
demokratlar derken Menderes'i kastetmiştim.''
''Bil'miyon mu ağanın
huyunu? Neyse, şimdi size su ısıtırım, yunar yıkanırsınız. Üstünüze de
bir şeyler uydururum.''
Amcamla dayım banyonun yolunu tutarken
annem, kız kardeşim ile bana ellerini iki yana açarak 'olur böyle şeyler’
dercesine gülümsedi.'
Böyle şeyler pek olmuyordu bizim ailede
ama neyse...
***
Ertesi gün akşam yemeği vakti.
Havanın dünden farkı yok; zaten böyle bir
beklentimiz de yok.
Yemek masasındayız.
Kapı çalındı.
Babama baktım.
Gelenlerin kim olduğunu kestirmiş olacak
ki; önce derince bir soluk aldı, sonrasında başıyla kapıyı işaret etti.
Kapıya seğirttim.
Amcam, dayım ve karnı burnunda dayımın
karısı; yengem.
Dünü düşündüm bir an; şaşırmadan desem
yalan olur.
Amcamın elinde kocaman bir karpuz.
Masaya yöneldiler...
Babam görmezden geldi.
Annem hiç bir şey olmamış gibi, gözlerinin
içi gülerek,
''Hoş geldiniz'' dedi. Önce yengemi,
sonrasında amcam ve dayımı öptü.
Amcam elindeki karpuzu masaya bırakıp,
''Öpiim Ağa !'' deyip babamın ellerine
sarıldı. Babam da pek olmazlanmadı. Ardından dayım, önce babamın, sonra annemin
ellerinden öptü.
Babam, dünkü olay hiç yaşanmamış gibi
yengeme dönüp, gülümseyerek,
''Az günün kalmış, hadi hayırlısı.''
Yengem mahcup, başını eğdi.
Annemin, gelenler için masaya
yeni tabaklar koyarken, bu kez içki bardağı getirmediğini fark ettim.
------------
Ocak 2019
------------
1- Osuruğu cinli: Aşırı derecede sinirli.
2- Allöşş: Sevinç ünlemi.
3-Yekinmek: Kalkmak, doğrulup kalkmak
4- Ana avrat asvaltta koşmak: Çok ağır küfürler etmek.