26 Şubat 2020 Çarşamba

ÇEVKO 2016





İÇEÇEK SEKTÖRÜNDE PET ŞİŞELERİN KULLANIMI VE GERİ DÖNÜŞÜMÜNDE ÇEVKO'NUN R ROLÜ

ÇEVKO NEDİR
ÇEVKO Çevre Koruma ve Ambalaj Atıkların Değerlendirme Vakfı, 1991 yılında Ülkemizin 16 seçkin sanayi firmasınca kurulmuştur.
Kar amacı gütmeyen ÇEVKO'nun görevi;  Ambalaj Atıkları Kontrolü Yönetmeliğinin kendisine verdiği görev doğrultusunda, yükümlülüklerini aldığı sanayicilerin piyasaya sürdükleri ambalaj  atıklarının toplanıp, işlenerek yeniden düşük maliyetli ham maddeye dönüşmesini sağlayacak sistemi oluşturmak, oluşan bu sistemi ayni ve nakti olarak desteklemektir.
ULUSLARARASI ÜYELİKLER
ÇEVKO , 2003 Yılında PRO-Europ'a(Packaging Recovery Organisation Europe) üye olmuştur. PRO-Europe'ni bizim dışımızda 30 üyesi daha vardır. ÇEVKO aynı zamanda PRO-Europe'nin ''Yeşil Nokta'' markasının Türkiye'de kullanım hakkına sahip tek kuruluştur.
ÇEVKO 2010 Yılında 1000'den fazla üyeye sahip ISWA'ya (International Solid Waste Association) üyesi  oldu.
2013 yılında ise 23 ülkeyle birlikte EXPRA'nın (Extended Producer Responsibilty Alliance)kurucu- yönetim kurulu üyesidir.
2005 yılında ise o zamanki adıyla Çevre Orman Bakanlığı tarafında Türkiye'nin ilk yetkilendirilmiş kuruluşu olarak görevlendirilmiştir. (YK)
Bu kısa girişten sonra, 1992 yılından bu yana içecek sektörüne damgasını vuran PET Şişelerin ambalajlı su sektöründeki gelişimine ve bu süreçte ÇEVKO'nun üstlendiği rol üzerinde birkaç söz edelim.
PET Şişeler tüketicilerin yaşamına 1970'li yılların başında girmiş, Türkiye'de tüketicilerle buluşması ise 1992 yılında gerçekleşmiştir.
Başlığımız  '' Su Ambalajı Olarak PET Şişe Kullanımı''  olduğu için  için , burada sadece bu sektörle ilgili PET Şişe kullanımını, bunun Çevreyle ilişkisini ve bu konuda ÇEVKO'nun yaptıklarını özetlemeye çalışacağım.
PET Şişe ilk olarak ülkemizde 1978 yılında üretilmiş, 1984 Haziranında ise PET Şişe, su ambalajı olarak  ilk kez HAYAT markası ile pazara sürülmüştür. Markanın sahibi ise ÇEVKO'nun kurucu üyesi ve bir SABANCI kuruluşu olan SUSA'dır. PET Şişeler bu gün  Türkiye'nin hemen her ilinde üretim yapan irili ufaklı 150 civarında su firması tarafından kullanılmaktadır. 1990'ı yılların başında,  PVC ve Cam ambalajın kullanıldığı sektörde kişi başına ambalajlı su tüketimi bir kaç litre ile ifade ediliyor ve bu tüketimin neredeyse tamamına yakını 3 büyük kentte gerçekleşiyordu. Ambalajlı su tüketimi bu gün PC damacanalar dışında yaklaşık olarak kişi başına 100 litreye ulaşmıştır. Bu  kişi başına artan gelirin yanı sıra, PET ambalajlı su üretiminin tüm ülke düzeyine yayılmış olmasının bir sonucudur.
Bu gün ülkemizde PET Resin kapasitesi  yaklaşık olarak 582 bin ton/yıldır. Ancak Fiili kapasite ise 510 bin ton civarındadır. Miktarın yaklaşık olarak 360 bin tonu iç pazarda kullanılmaktadır. Buna  80 bin ton(2016 sonu) dış alımı da eklersek ülkemizde, tamamına yakını ambalaj üretiminde kullanılan 440  bin ton PET  resin şişe yapımında kullanılmaktadır.
PET Şişe üretiminde kullanılan resinin sadece 160 bin ton kadarı su şişesi ambalajı üretiminde kullanılmaktadır.  Su ambalajı olarak kullanılan 160 bin ton Pet Şişenin bir bölümü su firmalarınca''ambalajlı su'' olarak yurt dışına satılmaktadır. Ambalajlı su üretiminde kullanılan PET  Şişelerin yurt dışına satılan bölümünü hesaplama dışında bırakırsak, yaklaşık  120-125 bin tonluk PET su şişesinin ülke içinde tüketildiğini söyleyebiliriz.
YURT İÇİNDE SATILAN PET SU ŞİŞELERİNİN NE KADARI GERİ DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR
Bu kadar PET su şişesi kullanıldıktan sonra ne oluyor?
Bunun ne kadarı ekonomiye ham madde olarak geri dönüyor?
 Burada, üye sayısı 49 olan ve piyasaya ambalajlı ürün satan yaklaşık 1800 firmanın temsilciliğini yapan ÇEVKO devreye giriyor. Ambalajlı ürünleri piyasaya süren firmaların  2016 Yılındaki yükümlülükleri % 52'ydi.  Yani piyasaya 100 birim ambalajlı ürün süren bir firma, Ambalaj Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği uyarınca; bunun %52'sini toplamak ya da toplatmak zorundadır.
ÇEVKO, 2016 yılında , piyasaya ambalajlı ürün süren firmaların yükümlülüğünü, 165 belediye ve 65 lisanslı firma ile işbirliği yaparak yerine getirmiştir. Bu çalışmalar sonu 65 bin ton PET Şişe ekonomiye düşük maliyetli ham madde olarak geri kazandırılmıştır. Elbette bu PET Şişelerin tamamı su şişesi değildir. Toplama ve geri dönüşüm sırasında şişeleri kullanıldığı sektöre göre ayırmak olanaksızdır. Bizim hesabımıza göre topladığımız 65 bin ton PET'in yaklaşık 30 bin tonu su ambalajlarından oluşmaktadır. Ancak bu rakam  bizim belgeli olarak topladığımız gerçek şişe miktarıdır.  Bizim dışımızda da belgeli olarak toplandığını tahmin ettiğimiz PET su şişesi miktarı da yaklaşık 15-20 bin ton civarındadır. Bu rakamı da hesaba kattığımızda 120 bin ton olarak piyasaya sürülen PET su şişesinin belgelendirilmiş ve geri dönüştürülmüş miktarı yaklaşık 50 bin ton olmaktadır. Bu da toplanması gereken %52'nin (62.4 bin ton) gerisindedir: 57.6 bin ton( yüzde 47.8).
Peki yukarıdaki rakamlara göre toplanmadığı görülen PET Şişeler ne oluyor?
Bunun tek bir yanıtı vardır. PET Şişelerin bir bölümü ''Sokak Toplayıcıları'' tarafından toplandığı ve kayıt dışı olduğu için ÇEVKO tarafından geri dönüşüm kayıtlarının dışında tutulmaktadır.
Belgelendirilmiş miktarın düşük olmasının ana nedenlerinden biri de halkın Çevre konusunda yeterli bilgiye sahip olmamasıdır. Ayrıca  Ambalaj Atıklarının Kontrolü Yönetmeliğine uygun hareket etmesi gereken 1367 belediyenin yaklaşık olarak % 90'nın bu konuda her hangi bir etkinlikte bulunmaması da bir diğer etkendir.
Toplanan belgeli PET su şişesinin miktarının düşük olmasının bir başka nedeni de sistem içinde olmamasına karşın sistemde yer alan ''Sokak Toplayıcıları'dır'' Bunların topladığı PET şişeler belgeli olmadığı için kayıtlarımızda gözükmemekte dolayısı ile toplanan PET şişe miktarı gerçek rakamlardan daha az gözükmektedir.
GERİ DÖNÜŞTÜRÜLEN PET ŞİŞELER HANGİ ÜRÜNLERDE HAM MADDE OLARAK KULLANILIYOR
Geri dönüştürülen PET Şişelerin çok az miktarı yeniden PET Şişe olarak değerlendirilir. Büyük bir bölümü tekstil sektöründe dolgu elyafı ve polyester iplik olarak kullanılır.
Bir başka önemli kullanım alanı ise PET  su bardaklarıdır.  PET Su bardaklarının üretiminde kullanılan PET levhaların ikinci ve dış kat yüzeyin ger dönüştürülmüş PET'lerden oluşur.
Özetle şunu söyleyebiliriz. Türkiye'de piyasaya sürülen gazlı- gazsız içecek, yağ, deterjan vb. ambalajlarda kullanılan PET şişelerin dönüşüme giden gerçek rakamı, resmi olarak belgelenmiş rakamların çok üzerindedir.
 OLÜ

17 Şubat 2020 Pazartesi

Sinsin

 
Sin Sin
 
 
 
    Köyde düğün var.
     Günlerden perşembe...
     Bizim ora köylerinde düğünler perşembe günü akşama doğru başlar, pazar akşamı damadın, silah sesleri arasına karışan dualarla gerdek odasının kapısına kadar götürülmesine kadar devam ederdi.
    Uzak köylerden kendilerine okuntu (1) gönderilen konuklar gelince muhtar, onları üçer beşer evlere dağıtırdı. Çağrılılar, düğün bitinceye dek evlerde konuk edilir; yedirilir, içirilir, yatırılırdı; göreneğimiz böyleydi...
                                           ***
    Akşamı heyecanla bekliyorum, içim kıpır kıpır...
    Bu akşam kesinlikle sinsin oynamalıydım. Acaba babam, ben sinsin oynarken üstüme varır mı? Alatorlak (2) del'anlı (delikanlı) sayılırım artık...
    Ben yaşlardaki bir gencin babası, oğlu sinsin oynarken ''helee, heleee'' deyip üstüne varırsa; bunun anlamı ''oğlum artık büyüdü, adam oldu'' demektir bizim oralarda... Artık, kuytu bir köşeye oturmak kaydıyla kahveye gitmesi, tavla ya da kağıt oynayanları izlemesi garip karşılanmaz...
    Akşam ezanı okundu.
    Öğleden sonra köy meydanına dikilen dev meşalenin içi çiğit kabuğu(3) ile doldurulup  üstüne yanık yağ döküldü.
    Ama meşalenin yakılmasına daha zaman var... 
    Akşam yemeğini düğün evinin hazırladığı sofralarda  yiyen insanlar yavaş yavaş meşalenin etrafında halka oluşturmaya başladılar.
     Davul zurna, sinsinin her zaman ki giriş parçası olan Köroğlu türküsünü çalmaya başladı. Atalarımız,''davulun sesi uzaktan hoş gelir'' derler ama davul, bize yakından da hoş gelmiştir her zaman. Davul demek; eğlence demek, düğün demek bayram demekti bizler için...
 
     Kalabalık gittikçe  artıyor...
     Ortadaki meşalenin çevresindeki halka genişlemeye, yeterince kalabalık oluşmaya başlayınca; gençlerden biri, kalabalığın 'Yaşşşaa! Vaar ooll!' sesleri arasında meşaleyi tutuşturdu.
     Önce çiğit kırığının kendine özgü yağlı kokusu yayıldı ortalığa, ardından ateş birden harlandı; ortalık gündüze döndü...
 
     Sinsin oynanan alana kadınlar gelmezdi. Kocalarının, nişanlılarının ya da  yavuklularının oyununu izlemek için alanı gören çevredeki evlerin takalarına, sofalarına doluşurlardı.
    Köroğlu türküsü bitti, zurna başka bir havaya geçince, kalabalıktaki gençlerden biri, meşaleye doğru fırladı. Bir eli belinde, diğeri havada, ayakları, davulun sesine uyumlu, meşalenin çevresinde dönerek oynamaya başladı. 
Bir kaç tur döndü, dönmedi, kalabalıktan biri fırlayıp 'hele heleee!' diyerek sinsin oynayan gence tam karşısından yaklaştı. Ateşin etrafında dönen, gözünü alevin ışığı aldığı için kendisine, ellerini açarak gelen kişiyi son anda fark etti ve ateşi çevreleyen halkaya doğru koşmaya başladı. Ancak geleni geç fark etmenin cezasını da sırtına inen iki yumrukla ödedi.
     Bu kez yeni gelen dönmeye başladı ateşin etrafında. Onu da bir başkası ''Allah, Allah!'' diye insan çemberinin dışına kadar kovaladı.
 
     Davul, zurna hiç durmadan çalıyor. Ateşin etrafında dönenler, onları kovalayıp yerine geçenler her dakika artıyor, sönmeye yüz tutan ateş yeniden harlanıyordu.
     Ben ise heyecandan yerimde duramıyorum, içim kıpır kıpır. Yaşıtlarım birer birer sinsine çıkıp ateşin etrafında dönüyor, bense bir türlü yüreklenip  çıkamıyorum.  Ha şimdi, ha bundan sonra derken neredeyse sinsin bitecek...
 
     Nasıl oldu anlamadım?
     Beni biri mi ardımdan itti, yoksa ben mi yüreklendim? kendimi bir elim belimde, diğeri omuz hizamda, zurnanın yanık yanık öttürdüğü Cezayir havasının kıvrak nağmelerine ayak uydururken meşalenin dibinde buldum. Harlı ateşin yüzümü yalamasına aldırmayarak, meşalenin etrafında, geri geri giderek, davulun ritmine ayak uydurmaya çalışıyorum. İki ya da üç kez döndüm, dönmedim;
ateşin çevresindeki halkadan, bir gölgenin iki elini açarak bana doğru '' hele, hele, heleee'' diyerek geldiğinin ayırtına vardım. Yapmam gereken; hemen oyunumu kesip, ilk fırsatta insan çemberinin dışına kaçmak olacaktı. Biraz geç kalmış olacağım ki; beni oyun dışı etmek isteyen kişiye daha çembere ulaşmadan yakalandım. Sırtıma  hafifinden iki yumruk yedim.
    Kimdi beni yumruklayıp, oyun dışı eden? 
    Bunu öğrenmenin yolu elbette benden sonra ateşin etrafında dönen kişiyi görmekti.
    Arkadaşlarım, müjdeyi verdiler.
    ''Hafız emmiydi.''
    ''Babandı seni kovalayan.''
    ''Hadi gene iyisin, babanla kadeh tokuşturabilirsin artık.''
    Ateşin etrafında davulun ritmine ustaca ayak uyduran, kişi gerçekten de babamdı.
    O an nasıl gururlandım anlatamam. Babam benim alatorlaklıktan, delikanlılığa geçişimi, sinsinde üstüme gelerek onaylamıştı.
    Sinsin bitti. 
    Eve dönerken, yürüyüşüm değişmiş; her iki kolumu vücudumdan hafifçe aralayıp kostak kostak yürümeye başlamıştım.
    Değişen neydi?
    Bir kaç saat öncesine göre ne boyum  uzamış, ne de kilom artmıştı. Yaşım da aynıydı. Ama ben kendimi daha bir büyümüş hissediyordum. 
    Islıkla Köroğlu türküsünü çalmaya başladım.
---------
Şubat 2020
 
1-Okuntu: Köy düğünlerinde davetiye olarak gönderilen çağrılık. Havlu, yazma vb.
2-Alatorlak:Delikanlılığa henüz adım atmış, 15 yaşlarındaki genç.
3-Çiğit kabuğu: Pamuk tohumunun, yağı alındıktan sonra kalan kısmı.



1 Şubat 2020 Cumartesi

Yassı Ada ve İki Bardak

Yassıada ve İki Bardak


     Temmuz ayının sıcak ve rutubetli bir akşamüstü. Evimizin içi hamam gibi...

    Gün henüz batmış, bahçede yaprak kımıldamıyor. Annem, bahçedeki döllenin altındaki  masaya,  patlıcan dolması tenceresini ve içinde ince ince çintilmiş hıyarların ve buz parçacıklarının yüzdüğü cacık kasesini çoktan yerleştirmişti. Cacığın üstüne serpili kuru nane kokusu dolmanın nefis kokusunu bastıracak kadar güçlüydü.

     Biz dört kardeş, yemeğe kıtlıktan çıkmış gibi saldırırken babam, bizim bu halimize kaçamak bakışlar fırlatıp, yüzünde hafif tebessümle; ağır ağır içkisini yudumluyordu. Annem de tüm anneler gibi yemeğe en son başladı. Benim ve en büyük kız kardeşimin iri bir cevizden hallice olan patlıcan dolmalarını çiğnemeden yuttuğumuzu görünce;

     ''Yavaş, yavaş, iyice çiğneyerek yiyin, yoksa boğazınızda kalacak.''

     Evimizin iki küçüğünün ise, arada bir annemden yardım alsalar da yemeklerini kendileri yeme derdindeydiler. 

     Yemeği yarılamıştık ki; bahçe kapısının tokmağı hızlı hızlı çalmaya başladı.

     Babam göz işaretiyle kapıyı açmamı işaret etti.

     Bahçe kapısına seğirttim.

     Evimize sabah, akşam demeden gelen giden akrabalarımız çok olduğu için,''kim o!'' demeden kapıyı açtım.

     Amcamla dayım karşımda. Akşamın alaca karanlığında ışıl ışıl parıldıyorlar. Her ikisi de bembeyaz takım elbise giymiş, ayakkabıları bile beyaz...

     ''Amcam geldi! Dayım geldi babaa!''

     Üç amcam, beş dayım var. Gelenlerin hangi amcam, hangi dayım olduğunu söylememe gerek yoktu. Bizimkiler kimin geldiğini çoktan kestirmişlerdi. Büyük dayım, ortanca amcamdan on yaş küçük olmasına karşın, ikisi çok iyi anlaşırlardı. Bildiğim kadarıyla amcam İzmir'in Salihli ilçesinde kalıyordu. Bir sokak ötemizde oturan dayımın bir süredir orada eğleştiğini söylemişti yengem...

     Amcamın ve dayımın geliş haberini annem sevinçle karşıladı. Babamsa pek belli etmedi duygularını. Oysa ben onun da, annemin yaptığı gibi her ikisini kucaklamasını beklerdim.

     Amcam da dayım da sırayla babamın elini öptüler.

     İki sandalye daha getirdim, annem onlara da servis açtı. Masaya iki de içki bardağı koydu.

    ''Kaynananız severmiş, dolma ve cacık yapmıştım.''

     Babam onlara sormadan bardaklarına içki koydu. Şerefe deyip babama eşlik etmeye başladılar.

     Masada alışmadığımız bir sessizlik, ağız şapırtısından başka ses duyulmuyor.

     Bir süre sonra sessizliği ilk babam bozdu. Amcama döndü,

     ''Eee! anlatın bakalım.''

     Amcam başladı anlatmaya: ‘Salihli'de yaşıyormuş, fuar zamanı İzmir Fuarında bir gazinoda şarkı söylüyormuş, buradan köye geçip dedemden kalan tarlaları satacakmış. Adana'ya da dayımla gelmiş' 

     Biz çocuklar yemeğimizi yemiştik. İki küçük kardeşim sofradan kalktı.   Ben ve benim küçüğümün de usulen sofradan kalkmamız gerekiyordu ama nedendir, sandalyelerimize çivilenip kalmıştık. Ne de olsa uzun zamandır görmediğimiz amcamızın, bize anlatılan birazı gerçek, çoğu düş ürünü renkli anılarını onun ağzından bir kez daha dinlemek istiyorduk.

     Bardaklar doldu, boşaldı, doldu boşaldı...

    ''Gardaş'' dedi amcam, dayıma, ''Devrikler şimdi Yassıada'da.''

     Eyvah dedim şimdi kıyamet kopacak. Çünkü Amcam de dayım da Halk   Partiliydi. Amcam, tüm aile Demokrat olmasına karşın nedendir bilinmez; 'ak koyunlar arasında bir o kara koyundu'. Dayım ise; 'atadan öteden' Halk Partliydi. Büyük babam, onun babası, kardeşleri, dayılarım hep Halk Partiliydiler. Dedem Sultani mezunu, İstanbul'da Nazımla günler geçirmiş, Orhan Kemal ile arkadaş olmuş sol görüşlü biriydi. Hatta dediğine göre; Orhan Kemal, Bereketli Topraklar Üzerinde adlı romanındaki batöz ustasını büyük babamdan esinlenerek yazmış. Gerçekten çok iyi bir makinistti. Hatta 1930'yıllarda 'Tarım Makinistleri Derneği Başkanlığı da' yapmıştı. 

     Amcamı ise, son kez yıllar önce görmüştüm. Memlekete pek gelip gitmez, haberlerini başkalarından alırdık. 

     Dayımsa, askerden geldikten sonra babamın aracılığı ile DSİ'de dozer operatörü olmuştu. Geliri fena sayılmazdı. Bizim bir sokak ötemizde oturuyordu. Evliliğinin ilk yıllarında, henüz işi yokken babam çok yardım etmişti ona.

     Tüm bunlara karşın, 27 Mayıs sabahı ihtilal olunca, dayım bizim evin önünde, mahalledeki öteki Halk Partililerle uzun süre teneke çalmıştı. Bizim oralarda birine teneke çalmak hoş karşılanmaz; hakaret sayılır. Buna karşın Adana deyimi ile 'osuruğu cinli' (1) babamın ihtilal sonrası kapımızın önünde teneke çalınmasına ses etmemiş olmasına hayret etmiştim.    Babamın bu sessizliğinde 'örfi idare' çekingenliği mi, yoksa annemin soğukkanlılıkla onu sakinleştirmesi mi rol oynadı bilemiyorum.

    ''Yanlışın var gardaş, Yassıada deeel, Sivri Ada. Ben olsam Sivri Ada'ya koyardım'' dedi dayım.

    ''Helal, doğrusu da bu... Sivri Ada. Haah haa!''

    ''Hemi de Sivri Ada'nın en sivri yerine...''

    ''Oturtalım'' diye tamamladı amcam.’’

     Babam, konuşmaları önemsemiyormuş gibi sakince,

    ''Başka lafa bakın çocuklar'' dedi.

     Annem az sonra çıkması olası fırtınayı dindirmek için lafı değiştirmek istedi. 

    ''Ağabey, çoluk çocuk ne alemde?'’

    Amcam, 

    ''İyiler yenge'' dedi kısaca. ''Soranlara selamları var.''

     Dayım, bıraktığı yerden aldı lafı:

     ''Sadece devrikleri değil, demokratların karılarını, metreslerini de oturtmalı adanın en sivri yerine.''

     ''Sivri Ada'ya oturtacaklarına bize verseler ya karıları...''

     ''Helal gardaş.'' Diye destekledi amcamın bu düşüncesini dayım.

     ''Allööşş!'' (2)

     Sivri Adaya oturmayı düşündükleri demokratların karıları arasına annem de giriyordu. Oysa annem, birinin ablası, ötekinin yengesiydi...

     Babam müfrit demokrat; Menderes hayranı...

     Yekinip(3), oturduğu sandalyeden kalktı. Kaşla göz arasında dolma tenceresini amcamın, cacık tenceresini de dayımın  başından aşağı boca etti.

    ‘’Deminden beri susuyorum, misafirdirler diye seslenmiyorum'' deyip,

ardından da''ana avrat asvaltta koştu.'' (4)

     Amcamın beyaz takım elbisesi patlıcanın moru, biber salçasının kırmızısı ile desenli bir takım oldu. Dayımın beyazları cacıkla aynı renk olduğu için pek etkilenmedi. Biraz salatalık yeşili, biraz nane hepsi o...

     Annem,

    ''Aman ne yaptın adam! Onlar misafir.''

     Babam, öyle bir baktı ki annemin yüzüne...

     Annem bu bakıştan sonra susmanın en iyisi olduğuna karar verdi.

     Ne kadar sinirli olursa olsun babam güngörmüş, olgun bir adamdı. İşi uzatmadan doğrudan eve girdi.

    O sırada bahçe kapısından dışarı çıkan amcamla dayımın ardından annem sokağa fırladı.

    Bir kaç dakika sonra birlikte eve geldiler.

    Amcam hala,

    ''Na'ptık yenge allanı seversen. Ben demokratlar derken Menderes'i kastetmiştim.''

    ''Bil'miyon mu ağanın huyunu?  Neyse, şimdi size su ısıtırım, yunar yıkanırsınız. Üstünüze de bir şeyler uydururum.''

    Amcamla dayım banyonun yolunu tutarken annem, kız kardeşim ile bana ellerini iki yana açarak 'olur böyle şeyler’ dercesine gülümsedi.'

     Böyle şeyler pek olmuyordu bizim ailede ama neyse...

 

                                                         ***

     Ertesi gün akşam yemeği vakti.

     Havanın dünden farkı yok; zaten böyle bir beklentimiz de yok.

     Yemek masasındayız.

     Kapı çalındı.

     Babama baktım.

     Gelenlerin kim olduğunu kestirmiş olacak ki; önce derince bir soluk aldı, sonrasında başıyla kapıyı işaret etti.

     Kapıya seğirttim. 

     Amcam, dayım ve karnı burnunda dayımın karısı; yengem.

     Dünü düşündüm bir an; şaşırmadan desem yalan olur.

     Amcamın elinde kocaman bir karpuz.

     Masaya yöneldiler...

     Babam görmezden geldi.

     Annem hiç bir şey olmamış gibi, gözlerinin içi gülerek,

    ''Hoş geldiniz'' dedi. Önce yengemi, sonrasında amcam ve dayımı öptü.

     Amcam elindeki karpuzu masaya bırakıp,

    ''Öpiim Ağa !'' deyip babamın ellerine sarıldı. Babam da pek olmazlanmadı. Ardından dayım, önce babamın, sonra annemin ellerinden öptü.

     Babam, dünkü olay hiç yaşanmamış gibi yengeme dönüp, gülümseyerek,

    ''Az günün kalmış, hadi hayırlısı.''

    Yengem mahcup, başını eğdi.

    Annemin, gelenler için masaya yeni tabaklar koyarken, bu kez içki bardağı getirmediğini fark ettim.

------------
Ocak 2019

------------

1- Osuruğu cinli: Aşırı derecede sinirli.

2- Allöşş: Sevinç ünlemi.

3-Yekinmek: Kalkmak, doğrulup kalkmak

4- Ana avrat asvaltta koşmak: Çok ağır küfürler etmek.