29 Ocak 2020 Çarşamba

Horozumu Kaçırdılar


Horozumu Kaçırdılar



     Köyde hemen hemen her erkek çocuğu, evlerindeki evcil hayvanlardan birini sahiplenir; onu elleriyle besler, büyütürdü. Bunlar  it eniği, yeni doğmuş buzağı, kaz ya da ördek palazı olurdu. Ben de onca evcil hayvanımız içinden bir kaç ay önce yumurtadan çıkmış, gösterişli kıpkırmızı ibiği  olan, süt beyazı bir horozu sahiplenmiştim.  Adını 'Cimbit' koymuştum. Cimbit, avluda ve evimizin önündeki boş arsada, 'küçük dağları ben yarattım' edasıyla dolaşır; alımlı çalımlı yürüyüşünü görenler, onu kümesin kralı sanırlardı. Ama gösterişine karşın çok korkaktı; bu özelliğinden dolayı tavukların yanında bile itibarı yoktu. Öyle ki; onun, bırakın bir horozun, tavukların önünden de ciyaklayarak kaçtığına çok kez tanık olmuştum.

     Kümesteki horozların da şamar oğlanıydı. Bu yüzden onlardan uzak durmaya dikkat ederdi.
     Aklına estiği zaman bir tümseğe zıplar, ilk kez ötmeye başlayan horozların soluk borusundan hırıltıyla çıkan cırlak sesiyle kesik kesik öterdi.

    İyi  dövüşçü olmayan, tavuklardan bile korkan bu horozu neden severdim? Cinsi Legorndu. Babam, Legorn cinsi kümes hayvanlarını yumurta verimlerinin yüksekliği nedeniyle beslerdi. Horozlarının görevi ise sabahları ötüp, on, on beş tavuğu idare etmekti. Dövüşmek onların işi değildi. Kuşkusuz bu gerçeğin ayırdındaydım ama civcivliğinden bu yana onu elimle beslediğim için korkaklığı beni hiç ırgalamazdı. Korkak olsundu, yerli yersiz ötsündü, benim için hiç önemi yoktu bunların; kocaman kıpkırmızı ibiği, kar beyazı tüyleri, caka satarak yürüyüşü ile o benim Cimbitimdi.

 

                                                               ***

                                                                   

     Karşı komşumuz İsmet ağabey, dövüş horozlarına meraklıydı. Onun, Cimbit ile aynı dönemde; martta yumurtadan çıkmış, ince uzun boyunlu,  adaleli uzun bacaklı, küçük ibikli; gösterişli olması nedeniyle olacak; bizim oralarda İstanbul horozu dediğimiz dövüşçü bir Gerze horozu vardı. Bu horozlar özellikle dövüş için yetiştirilir, sahipleri onlara öteki kümes hayvanlarından daha özel ilgi gösterirlerdi.
     İşte dövüşçü olan bu horoz, ne hikmetse benim Cimbit’i nerede görse kaçar, hadi biraz abartayım kaçtığında da ardından kurşun yetişmezdi. Laf aramızda, dövüşçü olmalarıyla ünlü bu horozun, tavuklardan bile korkan Cimbit’imden korkmasına içten içe sevinir; horozumla gurur duyardım.


                                                                        ***

     Bir Pazar günü İsmet ağabey, evimizin önünde arkadaşlarımla gulle (1) oynarken yanımıza geldi. ‘Kolay gelsin gençler’ deyip, bana döndü.

     ‘’Yaşar, senin horozu getir de benimki ile dövüştürelim.’Gullede şansım iyi; kazanıyorum. Oyunu bırakmak istemiyorum ama İsmet ağabey hem büyüğüm  hem de sevdiğim bir ağabeyim.
     ‘’Şimdi mi dövüştüreceğiz?’’

     ‘’Şimdi.’’

     Cimbit’in, onun İstanbul’unu önüne katıp, kovalayacağından o kadar eminim ki; sorusunu ikiletmedim.

     ''Olur ağabey, onu şimdi tutar, getiririm.''
     ''Bizim avluya getir; orada dövüştürelim''


     Kümes hayvanları, yaz sıcağından korunmak için öğle vakti, ağızları açık; sık aralıklarla soluyarak yüksek bahçe duvarımızın gölgesine sığınırlardı. Cimbit'i onların arasından almam zor olmadı. Bana alışkın olduğu için kaçmadı.
     Cimbit'i kaptığım gibi bir koşu İsmet ağabeylerin avlusuna gittim.
     Avluda ondan başka bir kaç kişi daha var; bacıları da olacakları izlemek için sofaya çıkmışlar...
     İsmet ağabey, bir eliyle horozunu tutarken diğeriyle de cebinden mendile benzeyen kırmızı bir bez parçası çıkarıp, bana uzattı.


     ''Yaşar al bunu seninkinin boynuna dola''
     ''Niye ki?''
     ''Niyesini sorma; dediğimi yap!''


      İsmet ağabeyin yapmak istediği herkesçe bilinen ve sıkça kullanılan bir hileydi. Ben kırmızı bezi Çimbit'e dolayınca; onun dövüşçü horozu Cimbit'i, her gün önünden kaçtığı horoz değil de, başka bir horoz sanıp, dövüşçü içgüdüsü ile ona saldıracaktı.
     Fazla soru sormadan dediğini yapıp, verdiği kırmızı bezi Cimbit'in boynuna doladım.


    ‘'Oldu mu ağabey?''
    ‘'Oldu, hemi de nasıl.''


     Horozlarımız elimizde, karşılıklı olarak çömeldik. Aramızda iki metre kadar mesafe var. Onun horozu, kırmızı renkli yabancı bir horoz sandığı Cimbit'e, başını yere eğip, boyun tüylerini kabartarak, sol kanadını da hafifçe yere doğru sarkıtıp, yan yan yaklaşmaya başladı. Ben, ellerimi hafifçe aralayınca da Cimbit, elimden kurtulup birden ileri fırladı.
     Ne olduysa oldu: İsmet ağabeyinki, üzerindeki kırmızı bez parçası olmasına karşın, bunun kıyafet değiştirmiş belalısı(!) olduğunu, onunla göz göze gelince anlamış olmalı ki; kavgaya girmeden tabanları yağlayıp kaçmaya başladı. Ardından da benimki onu kovalamaya başladı..
     Başta İsmet ağabey olmak üzere herkes, dövüşçü bir horozun, tavuklardan bile korkan bir horoz bozuntusunun önünden kaçmasının şaşkınlığı içindeydi. Bense, zevkten dört köşeyim. 
     Şaşkınlığını üzerinden ilk atan İsmet ağabey oldu.


    ''Senin şu horozu bana sat Yaşar'' dedi.


     O an karşısında zafer kazanmış bir horozun sahibi olmanın verdiği güvenle,


    ''Satamam ağabey.''
    ''Çok para veririm.''
    ''Satamam ağabey, onu ben büyüttüm.''
    ''Biliyorum ama vereceğim para ile o horozdan üç tane alırsın.''

  
     İsmet ağabeyi severdim ama Cimbit'in yeri başkaydı.
     O da satmama kararımın kesin olduğunu anlayınca üstelemekten vazgeçti.       Omuzlarımı kaldırıp oradan uzaklaştım.
     Cimbit, soluk soluğa duvarın duldasında dinleniyordu. Ona zibilliğimizden (2) çıkardığım bir kaç solucanı ödül olarak verdim; bir çırpıda yedi.

 

                                                                 ***
     Ertesi gün ara ki Cimbit'i bulasın. Yer yarıldı içine girdi sanki. Oysa bir gün önce akşam ezanında, kümestekilerle birlikte bahçe duvarının üstünde tünemişti.
     Girip çıkabileceği her yeri aradım; sanki yer yarılmış da Cimbit içine girmişti.
     Çakal geldi boğdu desem; evimiz köyün orta yerinde. Acından ölse bile hiç bir çakal itlerin korkusundan buraya kadar gelemez.
     Aklıma İsmet ağabey geldi. Belki de gizlice o aldı Cimbit’i tünediği yerden…

     Evlerinin avlusuna girdim. Sağa sola bakarken, küçük bacısı,


    ''Ne arıyon laan!''

     Ne arayacam, eliyin körünü  demek var ama

    ‘’Heeç!’’ dedim kısaca.


      Avlularında Cimbit’ten iz bulamayınca evlerinin ardındaki zibilliğe gittim. Kesip tüylerini oraya atmış olabilirlerdi. Zibillikte de bir izine rastlayamadım Cimbit’in.
     Aklıma kanal boyu geldi. Kimi yaz geceleri köyün gençleri kanalın kenarında ateş yakar, içki içer, eğlenirlerdi. ‘Belki benim Cimbit'i İsmet ağabey tünekten alıp, orada kesip yemiştir’ deyip, bir koşu kanala gittim. Geceden kalan külleri karıştırdım, ne bir kemik parçası, ne etrafta bir tüy, ne de Cimbit'in kesik başı...

          

                                                           ***                                                   


     Devrisi günün akşamüstü evin önünde fırındak (3) çevirirken, Çukobirlik'deki işinden dönen  İsmet ağabey yanımdan geçerken selam verdim.


     ''Merhaba İsmet abi!''
    Yüzüme bakmadan yarım ağızla aldı selamımı.


     ''Merhaba'' deyip yürüdü.


     Şaşırmadım desem yalan olur. Oysa her zaman içtenlikle alırdı selamımı.
     Eğer horozumu satmadım diye gönüllendiyse; varsın gönüllensin. Horoz benim değil mi? İster satarım, ister satmam. Ben İsmet ağabeyin ardından bakıp bunları düşünürken, annem,  evimizin yola bakan takasından (4) başını uzatıp,


     ''Yaşaaarrr eve gel, nerdeyse baban gelecek!’’


     Fırındağımı ve kaytanımı (5) cebime koydum.


     ''Tulumbada elini ayağını yıkamadan da geelmee!''


     Avlunun ortasındaki tulumbaya doğru seğirttim. Taş merdivenlerden yukarı çıktığımda yer sofrası hazırdı. Birkaç dakika sonra da babam geldi. Babam gelir gelmez de sofraya oturduk.


     ''Baba'' dedim, ilk lokmayı çiğneyip yuttuktan sonra. ''Sabahtan akşama kadar kanalın kenarında,  zibilliklerde her yerde Cimbit'i aradım ama bulamadım''.


    ''Belki kaçmıştır, bakarsın yarın, bürgün döner gelir’' dedi babam yüzüme bakmadan.
     Babama,’ bu it değil ki; dönüp dolaşıp geri gelsin’ dememe kalmadan annemin  dudaklarını büzüp, gözlerini kısarak babama, 'yaptığını beğendin mi?'dercesine  baktığını fark ettim.

     Annemin bu sitemli bakışının ne anlama geldiğinin kuşkusuz babam da ayırdındaydı. Anneme yanıt vermeden yemek yemeği sürdürdü.


     Anladığım kadarıyla; ben horozu satmaya yanaşmayınca, İsmet ağabey babama durumu anlatmış, babam da ben uyurken sabah erkenden Cimbit'i tutup ona vermişti. O da ‘hediyem olsun’ deyip, fabrikadaki müdürüne vermiştir elleham (6) .Kimse ile göz göze gelmemeye çalışarak, yemek sonuna kadar konuşmadım.

Sofradan kalkarken babam,

     ‘’Pineden kendine yeni bir tane seç istersen’’ dedi.

Bu büyükler hiçbir zaman çocukların duygularını anlamayacaklar. Babama yanıt vermeden kalktım sofradan.

 ------
İstanbul-2020 Ocak

------

1-Gulle: Misket

2-Zibillik :Çöplük

3-Fırındak: Topaç

4-Taka: Tahta pancur kapılı küçük pencere.

5-Kaytan:Pamuktan yapılmış sicim. Topaca sarılır, topaç onla döndürülür.

6-Elleham: Sanki, herhalde.