26 Eylül 2018 Çarşamba

Onlar Ermiş Muradına



ONLAR ERMİŞ MURADINA

     Yıl 1969, aylardan mayıs; mayısın ortası. Lise son sınıftayım. Her sabah olduğu gibi Vilayetin karşısındaki durakta okula gitmek için otobüs bekliyorum. Vakit henüz erken... Aynı lisede okuduğum arkadaşlarım da yavaş yavaş dökülmeye başladılar. Herkes Kız Lisesi’nin bahçe duvarına yanaşıp, teker teker  pozisyonunu aldı; laf atacağımız kızları bekliyoruz. Vilayet’teki otobüs durağı, Adana Kız Lisesi'ne yaklaşık 25-30 metre... Bu nedenle kızların tamamına yakını, yüksek duvarların ardındaki; erkeklerin düşlerini süsleyen okullarına gitmek için önümüzden geçmek zorundalar. Kızlar yavaş yavaş sökün etmeye başladılar. Kimi kitaplarını göğsüne bastırmış başı önünde; çevresine ilgisiz gibi,  kimi dizinin altında olması gereken kara önlüğünü kemerinin altına sıkıştırıp mini yapmış; cilveli, kimi kendinden emin umursamaz...
     Önümüzden geçenlere, esprili, hoş, onların güzelliğini öne çıkaran laflar atıyoruz. Kızlar da laf attığımızda, kendilerinin önemsendiği duygusuna kapılıyor olmalılar ki, bu işten memnundular. Arada bir terslendiğimiz de olmuyor değil ama o da bu işin tuzu biberiydi. Bu arada sırası gelmişken söyleyeyim, birimizin devamlı laf attığı kıza bir başkası laf atmazdı. Bu konuda  yazılı kuralımız yoktu ama söz vardı. Bir Adanalı için verilen söz '' her türlü kuralı  döverdi''. Söz gelimi, benim sürekli laf attığım kız, uzaktan göründüğünde, arkadaşlar,
    '' Seninki geliyor, hazır ol'' diye uyarırlardı.

                                                         ***
     Kızların resmi geçidi sürüyor... 
     O sırada hem mahalle, hem de sınıf arkadaşım olan Ayhan yanımıza geldi. Tedirgin görünüyor. Guruba, usulen, 'merabyın' dedikten sonra, bana dönüp,
     ''Yaşar sen'nen konuşmam lazım, biraz gel hele'' dedi.
Yanıtımı beklemeden, kolumdan çekip, guruptan uzaklaştırdı.
    ''Ocağına düştüm gardaş bu son şansım''.
     Son şansı mı? Bu gün felsefe dersinden sınav var. Ayhan'ın durumu da iç açıcı değil. Sanırım sınavda yardımcı olmamı isteyecek.
   ''Dert etme arkama otur, sana kağıdı gösteririm''
    ''Oğlum ben sınavdan bahsetmiyorum. Yengen bu gün 19 Mayıs'ın son provalarına gidecek; mektupta yazdı. Bu gün konuştuk, konuştuk. Konuşamazsak eylülde bağdan dönünceye kadar görüşemeyiz'' dedi.
    Eylüle kadar göremem dediği kişi, Ayhan'ın aylardır mektuplaştığı, arada bir kaş göz ettiği ama baş başa kalıp iki kelime konuşmadığını sandığım Yasemin adındaki kız arkadaşıydı(!)
     Yanıt vermediğimi görünce,'
    ''Eeee !''
    ''Eeesi mesi yok  oğlum. Bu gün Ali Şadi'den (1) sınav var.Gelmeyene sıfır verecem  dedi. O yüzden gelemem.

    ''Son şansım diyom lan! Bu gün 19 Mayıs provalarının son günü. Okuldan stadyuma kadar yürüyecem, diyor mektubunda. O zaman konuşuruz dedi''.
Yasemin, bu gün benle ya konuşursun ya da okul açılıncaya kadar görüşemeyiz demekte haklı. Hepimiz lise son sınıfız. Liseden sonra kim nerede olacak tanrı bilir.
       ''Yaşar sınavı ben dert etmiyorum, sen niye dert ediyorsun? Ali Şadi'den derslerin çok iyi. Yoksa Ömer'e de, Ali'ye de teklif ederdim ama onların notları ucu ucuna. Onun için sana geldim. Sıfır alsan ne olur, kırma beni.''
     Lisede iyi bir öğrenciydim. Felsefe grubu dersleri en sevdiğim derslerimdi. Dersleri veren Ali Şadi ise en sevdiğim öğretmenimdi. Onun girdiği felsefe, mantık ve sosyoloji derslerim 9-10'du. Hatta son yazılıdan 9 alınca;
   ''Ne lan bu ''demişti. 9-10,9-10. Böyle öğrencilik mi olur. Bu notların arasın sıfır ekle, bir ekle çeşit olsun oğlum, hayat sadece notlardan değil.''
Ayhan benim daldığımı görünce,
   '' Tamam mı? Geliyon mu? '' İstemeye istemeye,
   '' Tamam ''dedim.
Bizim gruptan ayrılarak, Kız Lisesinin kapısından çıkanları daha iyi görmek için Irmak Hamamı tarafındaki kaldırıma geçtik. 15-20 dakika sonra Kız Lisesinin 19 Mayıs gösterilerinde görev alacak öğrencileri, üçerli beşerli gruplar halinde dışarı çıkıp, ellerinde çemberler, stadyum yönüne yürümeye başladılar. Ben Yasemin'i tanımıyorum. Ayhan dikkat kesilmiş kapıdan çıkanları izliyor.
    ''Aha çıktı'' dedi.
    ''Hangisi?'
    ''Elinde çember olan.''
    ''Oğlum manyak mısın? Hepsinin elinde çember var.''
     O sırada biri balıketinde, diğeri zayıfça iki kız, yolu geçip bizim bulunduğumuz kaldırıma doğru yürüdüler. Balıketinde olanı Irmak Hamamı’nın köşesine baktı, bizi görünce yanındaki zayıf kızla 19 Mayıs provasına katılacakların arasına karışmadan, stadyuma doğru yürümeye başladı.
     Biz de araya bir mesafe koyup artları sıra yürüdük.
     Aslında usul böyleydi o zamanlar. Görüştüğün kız ile arana belli bir mesafe koyar öyle takip ederdin. Buna Adana jargonunda 'kız takip etmek' denirdi. Biz de jargonu uyguluyoruz; kızlar önde, biz arkada...
     Takibimiz devam ediyor. Sokak köşelerine gelindiğinde zayıf kız, peşlerinde olup olmadığımızı kontrol için ardına bakıyor; arkaları sıra geldiğimizden emin olunca da Yasemin’e ‘merak etme peşimizdeler’ anlamına gelecek bir şeyler söylüyordu sanırım.

.
     Yaklaşık 10 dakikadır peşlerindeyiz.
   ''Hadi oğlum tam sırası, git konuş''
   ''Gardaş biraz daha gitsinler hele.'' 
     Kızlar bir köşeyi daha dönüp, yolun karşısına geçtiler.

    ''Hadi lan!''
    ''Hele şu köşeyi de dönsünler konuşacam, yeminnen''. Kızlar bir değil bir kaç köşe daha döndüler ama bizimkinde tık yok. Ona cesaret vermek için arada bir adımlarımı sıklaştırıp, kızlarla aramdaki mesafeyi azaltıyorum ama Ayhan inadına yavaşlıyor.
     Yasemin'in yanındaki  zayıf kız, her köşe dönüşlerinde geriye bakmayı sürdürüyor... 
     Baktım olacak gibi değil, Ayhan'ı gayrete getirmek için adımlarımı bir kez daha sıklaştırıp, kızlara yaklaştığım sırada, gelip gelmediğimizi kontrol eden zayıf kız aniden geri döndü, göz göze geldik. Hafifçe tebessüm etti, ben de karşılık verdim.    Anında kararımı verdim. Ayhan Yaseminle  konuşurken ben de kızla yalnız kalır, helalinden bir ekmek çıkarırım bu işten. Böylece Ali Şadi'den gelecek sıfırı da telafi etmiş olurum.
                                                                        ***
     Stadyum caddesini geçip, kapalı tribünün giriş kapısının önüne geldik. Kızların kale arkası tribünü kapısından stada girmelerine bir kaç adım kaldı, kalmadı.  Ayhan'dan hala umut kesmemiş olmalılar ki; adımları yavaşladı.
     ''Lan! az sonra kuş uçacak, git konuş. Hadi davran!'' Ayhan  zınk diye durdu. Sanki donmuş; kımıldamıyor. 
     Kızlar içeri girip, girmemekte ikircikli, Ayhan'ın gelmesini bekliyorlar. Baktım olacak gibi, değil, kızlara doğru seğirtip, stadın kapısından girmek üzereyken yakaladım onları. Tüm kibarlığımla,
    ''Yasemin hanım merhaba !''
Bir kıza hanım diye seslenmek usuldendi o zamanlar.
    ''Biraz bekler misiniz, Ayhan sizinle konuşmak istiyor.'' Yasemin, omuzunun üstünden Ayhan'dan yana  bakıp,
    ‘'Sen onun avukatım mısın? Neden o gelmiyor da seni gönderdi ?'' Bu soruyu beklemediğim için, yanıt vermek yerine hafifçe sırıttım. Yasemin'in suratı 'mahkeme duvarı' sanki. Gerilen ortamı yumuşatmak için olacak, zayıf kız bana bakıp, olur böyle şeyler anlamında  tebessüm etti. En iyisi Ayhan'ı çağırmak.
Ayhan'a 'gel kızları ayarladım' demek için geri  döndüğümde onun koşar adım bizden uzaklaştığını gördüm. Ayhan'ın hızla uzaklaştığını gören Yasemin, bana bir böcekmişim gibi bakıp,  zayıf kızı beklemeden hızla stadın kapısından içeri girip kalabalıklar içinde kayboldu...
Zayıf kızla ben bir kaç saniye bakışıp; ‘elimizden gelen bu’ anlamında karşılıklı tebessüm edip; ayrıldık. O stada yollandı bense Ayhan'ı aramaya... 
                                                      **
     Beklendiği gibi yazılıdan sıfır aldım. Ali Şadi, yazılı sonuçlarını okumaya başladı.    Sıra bana gelince,
    ''637 ayağa kalk ''dedi. İki elimle sıradan destek alarak, isteksizce  kalktım.
   ‘'Sıfır'' dedi.
     Ben sadece sırıttım.
    ‘’Bu ne lan! dokuzların, onların arasına bu sıfır yakışıyor mu?
    ''Hocam siz demiştiniz. Bu dokuzları, onları sıfırla, birle süsle, hayat falan...''   Sözümü tamamlamaya fırsat vermeden,
    ''Oğlum ben derim, bana ne bakıyorsun? Sen akıl dağıtılırken neredeydin?'' 
     Yerime oturmadan kızgın bir şekilde arka sıradaki Ayhan'a döndüm. Gözlerini benden kaçırıp, tavana bakmaya başladı. Sayesinde, neticesi ‘sıfır’ olan bir kaytarma yüzünden sınıfta sadece ikimiz sıfır almıştık. Üstelik  zayıf kız üstüne kurduğum hayallerim de yıkılmıştı...
                                                                  ***
     Bu olaydan yıllar sonra Adana'ya döndüm. Gene bir mayıs günü. Arkadaşımın önerisiyle arabamı, tanışı olan bir kaportacıya götürmüştüm. Kaportacı bıçkın biri; konuşkan mı konuşkan. Oradan, buradan derken sohbet ilerledi.
     ''Abi'' dedi kaportacı,'' Hangi Lisede okudun?
     ''Adana Erkek Lisesi'nde.'' Yılını sordu, söyledim.
     '' Dayımın oğlu da o yıllarda lisedeydi, adı Ayhan. '' Meğer Ayhan, kaportacının dayısının oğluymuş. Bunu öğrenince yukarıdaki öyküyü kısaca anlattım.
     Beni gülümseyerek, ilgiyle dinledi.
    ''Na'pıyor şimdi ?''
    '' Ayhan abim ilkokul öğretmeni oldu, iki de çocuğu var.''
     Can alıcı soruyu sormanın tam sırası idi.
    ''Bir kız vardı hani adı Yasemindi.''
    ''Evet, abim Yasemin ablamla evlendi.'' 
    ''Nasıl oldu bu iş?'' 
     O yıl okullar tatile girince; bizimkilerin görüşmesi suya düşmüş. Ancak bana olayı anlatan kaportacı her ikisi arasında, her ikisinden de para kopararak mektup getirip götürüyormuş. Mektuplardan birinde Yasemin, 'Bana görücü gelecek, babam da verimkar. Bir an önce beni istet yoksa başkasına varacağım ' diyesiymiş. Mektubu alan Ayhan'ı bir telaş almış. Henüz Lise yeni bitmiş ama öğretmen okulu sınav sonuçlarının gelmesinin de eli kulağındaymış. Netice de sınav sonucu gelmiş, Ayhan öğretmenlik sınavını kazanmış, aynı gün durumu anasına anlatmış, o da  babasına çıtlatmış. Sonunda Yasemin'i '' Allahın emri, Peygamberin sözü(kavli)'' ile babasından istemişler.
                                                             ***
     Bu gün arkadaşım emekliliğinin tadını çıkarıyor. Bu evlilikten olan çocuklarından biri tıp profesörü, diğeri de matematik öğretmeni... 
    Onlar muratlarına erdi.
    Bana ne mi oldu? O sınavdan aldığım sıfır okul bitirme puanımı düşürdü. Bu yüzden Erkek Lisesini ancak 3.lükle bitirebildim.

--------------
(1)Bu öyküde kahramanların gerçek adı yerine başka adlar kullanılmıştır.
(2) Ali Şadi Kabasakal. 1968-69 Öğretim yılında Felsefe, Mantık ve Sosyoloji dersimize girmişti. Yaşamıma yön veren bir kaç önemli öğretmenden biridir.





19 Eylül 2018 Çarşamba

Varilmiş Sadakan Varmış

VERİLMİŞ SADAKAN VARMIŞ


     Çukurova Üniversitesi İİBF'de açılan asistanlık sınavını kazanmıştım. Adana'ya  geleli de  bir kaç gün olmuştu. Ankara'daki evimi henüz taşımadığım için, geçici olarak anneannem ile birlikte kalıyordum.

     Anneannem, okuma yazması olmayan, cin gibi bir kadındır. Adana'da işini gördürmediği devlet dairesi yoktur. Neşelidir, güleç yüzlüdür, gençlerle konuşmayı sever; zorunlu olmadıkça da yaşlılarla sohbet etmez. Nedenini sorduğumda; yüzünü ekşiterek,

     ''Aman nesini seveyim be Yaşar! Ne zaman sohbete başlasak, şuram ağrıyor, buram ağrıyor deyip dert yanıyorlar. Onlar öyle dedikçe, benim de oram buram ağrımaya başlıyor.''

     Aylardan nisan; gündüzler bir hayli sıcak. Ama akşamları gündüze göre biraz daha serince.    Evin ikinci katının önündeki terasta akşam yemeğimizi yemiş, çaylarımızı içerken, şuradan buradan konuşuyoruz.

     Boşalan bardağımı doldururken,

.   ''Bu gün başıma ne geldi biliyon mu ?''

    ''Ne geldi anneanne?''

    ''Gülmeyecen amma.''

    ''Gülmem, niye güleyim ki?''

    ''Söz mü?''

     Benden söz istediğine göre çok önemli bir şey olmalı başına gelen.

    ''Söz.''

    ''Kimseye de söyleme ama.'' İçimden le havle çektim.

    ''İnan, söylemem!''

     Çayından bir yudum aldı.

     Söze nereden ve nasıl başlayacağını tam kestirememiş olacak ki, biraz düşündü.

     Ben gözlerimi, gözlerine diktim, bekliyorum.

     Çayından bir yudum daha aldı.

    ''Akşamüzeri, ekmek almak için evden  çıktım, bakkal Ali’ye gidiyorum. Tam Doktor   Faruk'un köşesine gelmiştim ki, üstü başı perişan, yaşlı bir dilenci, avucunu açarak bana yaklaştı.

    ''Hanımm!  Allah rızası için bir sadaka''dedi.

    !!!

    ''Bir ekmek parası, çocuklarının başı için...''

    Yağ Camisi'nin önündeki kör dilenci hariç, başka dilencilere sadaka vermem. Bakkala gitmek için yoluma devam etmek istedim, ama adam arsız,

    '' Get babam, Allah versin!'' dedim ama..''

    ''Ama?''

    ‘’Aması maması şu Adam sakırga (1) gibi yapıştı. Sadaka da sadaka diyor. Sonunda dayanamadım, çantamdaki para cüzdanını açıp elime gelen paraları adama verdim.Adam,   ‘Allah ne muradın varsa versin, Allah çorunu çocuğunu esirgesin, Allahhhh…!’ deyip, Lale sinemasına doğru yürüdü. Ben de bakkala...''

     Bakkal Ali,

   ''Hoş geldin Emi'nanım teyze'', ne istiyon dedi.?''

   ''İki dene dırnak (2) ekmeği oğlum.'' Ekmekleri camekandan çıkarıp gazeteye sardı.

   ''Az önce geldi, tazedir.''

    Parasını ödemek için cüzdanı açtım. Ara tara para yok. Çantamı karıştırdım, belki cüzdanı çıkarırken çantanın içine düşmüştür diye… Yok oğlu yok! Bakkal telaşlandığımı görünce;

   ''N'oldu Emi'nanım Teyze?'' dedi.

   ''Oğlum hiç sorma! Ben ekmek parasını ya'nışnığınan dilenciye vermişim her hal.''

   ''Ne vakit?''

   ''Az önce.''

   ''Nereye  gittiğini biliyon mu.''

   ''Lale sinemasına doğru.''

   ''Ardından git belki yakalarsın.''

     Adamı Lale Sinemasının önünde yakaladım. Nefes nefeseyim. Kolundan tuttum,

    '' Dur babam, dur hele!''

     Adam durdu. Beni tanımamış gibi yüzüme baktı. Az önceki yalvaran halinden eser yok.''

    ''Ne var hanım?''

    ''Nesi var mı kele babam? Bakkaldan ekmek almak için elimi cüzdana attım, para yok.  Az önce  sadaka diye cüzdanımdaki bütün bozuklukları sana vermişim ya'nışnığınan. Ekmek alacam. Paramı geri ver.'' Adam arsız; sertçe,

   ''Get işine hanım'' dedi. '' Verilen sadaka geri alınmaz.''

   ''Yahu ya'nışnığınan vermişim dedim ya!.''

 Adam yürümeye başladı. Kolundan tuttum, durdu.

    ''Verdiysen Allah  rızası için verdin. Ben de karşılığında  sana dua ettim. Dua, o sadakanın karşılığı. O yüzden geri veremem.''

Baktım adam Nuh diyor peygamber demiyor. Bu sefer alttan aldım.

    '' Peki bir ekmek parası ver bari.''

Adam inatçı, az önce sadaka isterken yalvaran dilenci gitmiş yerine başka bir adam gelmiş sanki.

   ''Ben ne diyom, duymuyon elleham? Verilen sadaka geri alınmaz. Çünküm Allah rızası için verildi. Allah onun için sana sevap yazdı. Sen paranı geri alınca, Allah da sana yazdığı sevabı siler, ona göre. Allahınan oyun mu oynuyon hanım?..''

   ''Sonra ne oldu?''

   ‘’ Sen paramı geri ver de Allah da yazdığı sevabı silerse, silsin diyecem ama diyemedim. Parayı vereceği varsa da vermez dümbük Eee bir de Allah korkusu… O kadar ısrar ettim, alttan aldım, üstten aldım; ııhh! Vermem de vermem dedi.  Baktım parayı verimkar değil,

   '' Verdiğim para sana haram, zift, katran olsun' (3) deyince,

   '' Hanım hanım! intizar etme (4), çarpılırsın'' demez mi.

  ''Eee.!''

-''Eeesi şu: Sokurdana sokurdana  eve dönüp ekmek için yeniden para aldım.''

Çayından bir yudum daha aldı.

-''Dünya çok bozuldu Yaşar'' dedi gülümseyerek. ''Ya’nışnığınan sadaka verdiğin dilenciden bile geri alamıyorsun paranı artık''

   !!!

-''Sen ne diyon bu işe'' diye sürdürdü konuşmasını.

-''Ne diyeyim anneanne verilmiş sadakan varmış.''

------

 

İstanbul-Nisan 2019

------

1-Sakırga: Kene

2-Dırnak(tırnak) ekmeği: Özellikle Adana Kebabı yapanların kullandığı, üstüne tırnakla şekil verilmiş ince, uzun pide.

3- Haram zift katran olsun: Bir tür, ilenç, beddua.

4-İntizar:Halk dilinde, beddua, ilenç-Asıl anlamı: Bekleme-