4 Eylül 2019 Çarşamba

Efgan Efekan




Efkan Efekan

Yıllar önce, günümüzün moda deyimiyle ''insanların henüz sosyalleşmediği'' günlerde, kente yakın köylerde oturanlar, kente indiklerinde;  genellikle babaları, dedeleri  nereden alışveriş ediyorlar, hangi berberde tıraş oluyorlar ya da ya da hangi dükkandan çul çaput kestiriyorlarsa(1) oralara giderlerdi.

Söz gelimi eğer Kozan ya da İmamoğlu köylerinde yaşıyorsan kente ilk giriş yerin kesinlikle Taşköprü civarıydı. Köye gelen mektuplar için adres olarak gösterdiğin bakkal, tıraş olduğun berber, çul çaput alacağın dükkanlar hep bu bölgedeydi.


Yok Karaisalı  köylerinden birinde yaşıyorsan, kentteki ilk durağın Kanal Köprü civarıydı.


Köyümde yaşayıp da kentte işi olanların en çok eğleştikleri yer ise,  Hacı Bayramdı. Mektup adresi olarak gösterdiğimiz bakkalımız,  berberimiz, yağı, çayı, şekeri aldığımız toptancımız, her gelişimizde uğramadan köye  dönmediğimiz kebapçı Mesut ve  en önemlisi ürünümüzü döktüğümüz (2)  sebze halimiz oradaydı.


Sözün özü;  köylüm, bayram alış verişi gibi olağan dışı bir durum olmadıkça bu bölgenin dışında alış veriş etmez, eni boyu birkaç yüz metreyi bulan bu çevrede, hem işini görür, tanış dükkancılarla yarenlik eder, hem de şeere (3) gelmenin mutluluğunu yaşardı. Alışkanlık mıdır, çevreyi değiştirmekten ya da yeni ilişkilere girmekten korkmak mıdır bilemem? Varsa yoksa Hacıbayram...

...

Temmuz ortası, sıcak, ve nemli bir gün. Nefes almakta güçlük çekiyorum. Elimde ev için aldığım öteberi filesi...

Bir kaç yere daha uğrayacağım için fileyi bir yere bırakmam gerek. Bakkalımıza bırakamam, gireni çıkanı çok. En iyisi berber Selahattin'in dükkanına bırakmak. Hem biraz oturur dinlenirim, hem de ısmarladığı çayı içerken sağdan soldan konuşuruz. Sağdan soldan konuşuruz dediğime bakmayın, sıkı Galatasaraylı olduğu için döndürür dolaştırır sözü Metin Oktay'a Turgay Şeren'e getirir. Ben Fenerbahçeli olmama karşın, Onun zaman zaman, hatta her zaman abartıya kaçan Galatasaray övgülerine itiraz etmem, edemem. Çünkü adam berber ve elinde usturası var...
...
Kapı açıkken içeri sinek ya da börtü böcek girmesin diye kapı çerçevesinin üst tarafına  tutturulup, eşiğe kadar sarkan ve binlerce renkli boncuktan oluşan bir dizi saçağın ardından berber dükkanının içine göz attım. İçeride 15-16 yaşlarındaki çıraktan başka kimse yok. Berber koltuklarının birinin önündeki aynaya bakıp biryantinli saçlarını düzeltip, poz verir gibi kaşını gözünü oynatıyor, arada bir de sağ elini şakağına dayayıp düşünür gibi yapıyor...

Bir süre çırağı izledim, sırtı kapıya dönük olduğu için beni fark etmedi.


Boncuk dizisini aralayıp içeri girdim. Boncukların çıkardığı sesten olacak, geriye dönüp beni görünce toparlandı.


-''Buyur ağabey''


-''Ustan nerede? ''


-''Daha gelmedi.''


-''Gün öğlen olmuş hala ortalıkta yok ha!''.


...''!''


-''Ne zaman gelir?''


-''Eli kulağındadır.''


Bizim usta bu gece feneri dışarıda söndürmüş anlaşılan.


Fileyi köşedeki paravanın ardına bıraktım. Çırağın buyur ettiği bir sandalyeye oturdum. Onu ilk kez görüyormuş gibi, sol elimin iki parmağıyla  çenemi kavradım, gözlerimi kısıp az önce artist gibi poz veren çırağı bir süre süzdüm.

Çırak şaşkın şakın bana bakarken,

-''Dur hele ! Bir türlü çıkaramadım, adı dilimin ucunda,neydi yaa! Sen o artiste ne kadar benziyorsun...''


Daha sözümü tamamlamadan,


-''Efkan Efekan mı ağabey ?'' dedi.


Demek bizim oğlan çoğu kenar mahallenin yeni yetmeleri gibi artist olma hevesinde.


-''Aklınla bin yaşa, evet Efkan Efekan. Bir insan bir insana bu kadar benzer, sanki ikizin...''


Aslına bakarsanız Efkan Efekan pek bildiğim bir artist değil. Ayhan Işık, Orhan Günşüray olsa neyse...Yüzünü gözümün önüne getirmeye çalışıyorum. Buldum galiba; Mahallenin Sevgilisi filminden anımsar gibiyim. Hani İstanbul'daki gecekondu semtlerinde çekilen filmlerin ilk kareleri perdeye yansırken, kamera soldan sağa çevrinir, fonda tok sesli bir erkek  ' bu mahallede  fakir ama namuslu insanlar yaşar...'' diye söze başlar ya, işte o filmlerden biriydi Mahallenin Sevgilisi... Efgan Efekan da o filmde oynamıştı. Gençten, temiz yüzlü, parlak biriydi... 


Ben Efkan Efekan'ı anımsayıp, yüzünü gözümün önüne getirmeye çalışırken, O gözlerini açmış, dudaklarında çocuksu bir tebessüm, beni inceliyordu.


Başımı anlamlı anlamlı sallayıp, yüzünü bir kez daha inceledim.


-''Evet, evet Efkan'a çok benziyorsun.'' Özellikle soy adını söylemeyip Efkan dedim. Olsun o kadar havamız... 


Bu övgüm etkisini hemen  gösterdi. Bir çırpıda tavan vantilatörünü çalıştırdı. Bana dönüp,


''Çay mı kahve mi ağabey?''


-''Kahve, sade olsun.''


Dükkandan fırladı...

...
Tahminimde yanılmamışım. Artist olmak istiyormuş, gazete ilanıyla artist arayan bir firmaya önce iki fotograf, daha sonra da bir kaç kez de masraflar için para yollamış. Deneme çekimi için davet bekliyormuş, davet bu günlerde ha geldi ha gelecekmiş...

Fırın ağzı gibi sıcak bu temmuz sabahında, hazır sade kahveyi bulmuşum. Oturduğum koltuk rahat, birde tepemde uğuldayarak dönen vantilatörün serinliği...Oh !Yarenlik için tam fırsat. Köpüklü kahvemden, hafifçe höpürteterek bir yudum aldım. 


-''Demek artist olmak istiyorsun?'' Evet anlamında başını salladı.


-''Bak oğlum dedim iyi has da, artist olmak için Efkan'a yada başka birine benzerlik yetmiyor. Kavga etmesini, yumruk sallamasını da öğrenmelisin. ''Az kalsın öpüşmesini de bilmelisin diyecektim, baktım yaşı küçük, tuttum dilimi...


-Nasıl yani ?''


 -Yanisi manisi yok. Geç aynanın karşısına. Aynadaki suretine düşmanmış gibi yumruk salla, tekme at. Ne bileyim antrenman neyim yap. Tamam Efgan'a benziyorsun ama Ayhan'ı, ne bileyim Orhan'ı örnek al. Adamlar acayip yumruk atıyorlar. Sen de ancak o zaman iyi bir artist olursun.


-Tamam ağabey, yaparım...


Kahvemi içtikten sonra , çıktım dükkandan.

...
Hacı Bayram dışındaki işim biraz geç bitti. Ama hava henüz kararmamıştı. Köye gidecek son otobüsü kaçırmamak için adımlarımı sıklaştırdım.  Dükkanda Selahattin usta bizim köyden birini tıraş ediyordu.

Selam verdim. Hem usta hem köylüm aldı selamımı. Dükkan, sabahtan bıraktığım gibi değil;  çırağın önünde rol kestiği aynanın yerinde yeller esiyor...


Ne ola ki?


Paravanın yanında kımıldamadan ayakta duran  çıraktan tık yok. Oturayım diye yer bile göstermedi. Suratı asık, sabahki izzet ikramdan eser yok. Sağ elinde beyaz bir sargı var. Yüzüne dikkatlice bakınca da sol gözündeki morartı dikkatimi çekti. Ayna kırık, sağ el sarılı,  göz altında morluk...Bunlar olanı biteni açıklıyor gibi...


İşi saflığa vurup,


-''N'olmuş burda yahu! Geçmiş olsun. Kim kırdı o misilli aynayı Selahhattin usta ?'' dedim.


Tıraş etmeyi bırakıp bir an çırağa, sonra bana döndü.


-N'olacağı var mı be! Hıyar ağası artist olacağım diye tutturmuş. Kim ne dediyse artık; bu salak da inanıp aynanın karşısında yumruk atma antrenmanı yaparken...'' Bir an durdu. Sonra ciğerlerinde biriktirdiği havayı püf diye burnundan verip, '' Parasını haftalığından kesmezsem bana da Selahattin demesinler.'' diye sürdürdü konuşmasını.


- Geçmiş olsun, valla çok üzüldüm, bir kazadır olmuş, neyse mala gelen cana gelmemiş ya!''


Çırakla göz göze geldik. Kaşlarının altından bana öyle bir bakış baktı ki; hemen gözlerimi kaçırdım gözlerinden.


Çırakla eğleneyim derken olana bitene bak sen! 

...
Yaklaşık bir ay sonra, gene  Selahttin Usta'nın dükkanındayım. Koltukta yakın köylülerden biri var. Sıramı beklerken çay söyledi. Baktım çırak, o çırak değil.

- ''Bu yeni mi. N'oldu senin artist heveslisine?'' dedim.


-''Nolacağı var mı be gardaş. Bir hafta önce artist olacağım diye İstanbul'a gitti. Yapma etme dedim ama dinleyen kim, kafasına koymuş bir kere.''


-''Boşuna dememişler, deli kan işte, zamanı gelince kaynamaya başlıyor.''

...
Çırak elindeki askıda(4) üç çay, kapıdaki boncuk dizisini şakırdatarak içeri girdi.

Çayımı uzatırken, yaşını tahmin etmeye çalıştım; 11- 12'sinde görünüyor. Berber Selahattin'n en az 4-5 yıl daha çırak değiştirmez.

Yaşı artist olmak için çok küçük...

Soğumaya yüz tutmuş çayımdan ağız dolusu bir yudum aldım...


-------------


1-Çul çaput kestirmek. O günlerde konfeksiyon olmadığı için elbiselikler kumaş topundan kesilirdi.

2-Ürünü dökmek: Tarla ve bahçeden getirilen sebze ve meyveyi haldeki komisyoncunun mağazası önüne indirmek.
3-Şeer:Şehir, Burada Adana anlamında.
4-Askı: Dairesel bir tabandan yukarıya doğru uzatılmış ve tepe noktasında 4-5 cm çapındaki bir halkayla birbirine tutturulmuş 35-40 cm boyundaki çubuklardan yapılmış metalden çay ve kahve servisi yapılan gereç.

.....


Temmuz 2019