CUMA DONU
Okulların tatile girdiği
haftanın ertesinde mahalle arkadaşlarımla Eski Baraj gölündeki suyu kanallara
aktaran havuzundayız. Yüzme yarışı yaparken, havuzun öte yanında 18-20
yaşlarında olduğunu sandığım zayıf, orta boylu biri, ellerini kavuşturmuş;
bizleri izliyordu.
Bu olağandı.
Baraja gezmeye gelenler, suda
yaptığımız oyunları izler, yüzme bilenler bizlere imrenip suya girer, bilmeyenler
ya da yüzmek istemeyenler bir süre sonra giderlerdi. Bu yabancıyı meraklılardan
biridir diye önceleri önemsemedim. Ancak bizi uzun süre izlemeye devam edince;
fark ettirmeden, ‘acaba ne yapacak?’’ diye ben de göz ucuyla onu izlemeye
başladım. Arkadaşlarım ise kendi alemlerinde; havuza girip çıkıp, oyunlarını
sürdürüyorlardı.
Yabancı bizi bir süre daha
izledikten sonra, havuzun kenarındaki çalılığın ardına geçip, ağır hareketlerle
soyunmaya başladı. Önce ayakkabılarını çıkarıp bir kenara koydu. Sonra
gömleğini, ardından atletini ve bir süre çevreyi kolaçan ettikten sonra da
pantolonunu çıkardı, dürdü; öteki giyitleri ile birlikte çalıların arasına
yerleştirdi. Soyunduğuna göre suya girecek olmalı… Üstünde mayo niyetine
giydiği; paçaları dizlerinin altına kadar uzanan, dedelerimizin ''cumadonu''dediği
beyazı boza dönmüş bir içlik vardı. İçliğin ön tarafındaki, sol paçasında yeşil
boyayla yazılmış, baş tarafındaki harfleri olmayan 'rikası' olarak okuduğum bir
yazı dikkatimi çekti.
Kolları, ellerinden dirseklerine
kadar ‘’amele yanığıydı.’’ Dirseklerinden omuz başlarına kadar ve gövdesinin
tamamı ise, hiç güneş görmemiş olacak ki; bembeyazdı.
Havuzun kenarına geldi, çömeldi; ‘it
oturuşunda’(1) gözlerini dikip, yeniden bizi izlemeye başladı.
***
Evimiz, Eski Baraj diye bilinen Seyhan regülatörüne
çok yakındı. Regülatörün çevresindeki sıtma ağacı(2) koruluğu, hafta sonlarında
piknik yapanlarla dolar taşardı. Gerçi o zaman, Eski Baraj’dan daha geniş bir
alana ve daha büyük bir göle sahip olan Yeni Baraj da vardı ama barajın kente
çok uzak olması, üstelik oraya belediye otobüsü ya da dolmuş seferlerinin
yapılmaması nedeniyle piknik yapmak isteyenlerce yeğlenmezdi. Ancak, genellikle
özel arabası olanların gittiği Yeni Baraj,
ulaşım zorluğuna karşın evlenen çiftlerin vazgeçilmez uğrak yeriydi.
Yeni evli çiftler, gölü ırmaktan
ayıran bir yanı göl, öte yanı ırmak olan setin üzerinden geçtiklerinde,
kendilerine yapılmış büyünün, bozulacağını inanırlardı. Önde gelin arabası,
ardında gelinin çeyizini taşıyan; kasasının kenarlarına kilim ve halı serili
kamyon, kamyonun ardında ise evlenen çiftin yakınlarını taşıyan arabalar, davul
zurna eşliğinde setin üzerinden geçerlerdi. Düğün konvoyu setin bitimindeki
meydanda durur, araçlardan inenler halay çeker, oyun oynarlardı. Gelin ve
damadın oyunundan sonra, kadınların zılgıtları(3) eşliğinde araçlara doluşulur,
büyünün bozulmuş olmasından kaynaklanan mutluluk duygusu ile geldikleri yoldan
geri dönerlerdi.
***
O yıllarda, bayram günleri
dışında çalışanlar ve öğrenciler için tatil, cumartesi öğleden sonra ve pazar
günleriydi. Kentin sıcak havasından bunalanlar, ırmak kenarındaki sıtma ağacılarının
gölgesinde, coşkuyla akan suya yakın bir ağaç dibinde ‘’iyi yer kapmak’’ amacıyla
sabahın erken saatlerinde naylonlara(3), at arabalarına, faytonlara doluşur; Eski
Baraj’a gelirlerdi. Ailenin kaplayacağı alanın sınırları, yere serilen çullarla
belirlenir; birkaç küçük minder ve yastıkla da bu sınırlar pekiştirilirdi.
Kadınlar kahvaltı hazırlığındayken, erkekler çizgili pijamalarını giyip,
minderlerin üzerine yan kös gelir(4), erkek çocuklar kırk yamalı, deri toplarının
peşinde koşarlar, kızlarsa, kahvaltı hazırlama telaşında olan analarına
gönülsüz de olsa yardım ederlerdi. Arada bir çocukların yanlışlıkla vurduğu
top, komşu piknikçinin ocaktaki çaydanlığını devirse de olağan günlerde aileler
arası kavga yol açan bu davranış, ‘’piknikçiliğin hoşgörülü(!)’’ felsefesi
nedeniyle kavgaya dönüşmez; çaydanlığı deviren çocuğun babası, o güne kadar
ağzından çıktığına en yakınlarının bile tanık olmadığı, özür sözcüklerini
isteksizce ve ıkına sıkına sıralar;
‘’Gusura galma emmisi, evde böyle
deel. Meydanı boş buldu da’’ deyip, kendince özür diledikten sonra oğlunun
kulağını çeker, ensesin de bir şaplak patlatırdı. ‘’Haklısın deyince değirmende
kavga olmazmış’’ atalar sözü uyarınca, konu hır gür çıkmadan kapatılırdı.
***
Kahvaltı sonrası erkekler tavlanın
başına geçerler, oğlanlar top peşinde koşuşturmaya bıraktıkları yerden devam
ederler, kızlarsa ya ip atlar ya da biraz tatlı dil dökerek, çokça da tehdit
ederek çocukların ellerinden aldıkları topla voleybol oynarlardı. Kadınlar mı? Onlar,
tatilin tadını çıkarmayı sürdürür(!), kahvaltı sofrasını kaldırıp, bardakları, tabakları
yıkayıp, ortalığı topladıktan sonra, öğlen yemeğinde yiyecekleri kebap için
hazırlığa başlarlardı.
‘’Pazar günü Eski Baraj’a
gidiyoruz, sen de gel’’ diye mektup yazıp, komşu çocuğunun eline 25 kuruş
tutuşturduktan sonra, mektubu uzaktan uzağa sevdalandığı yavuklusuna gönderen
genç kızlar, tavla oynayan babalarına ve yemek hazırlamaktan dünyayı gözleri
görmeyen analarına sezdirmeden, bir ağacın ardında kendisini göz hapsine alan
‘’yavuklularına’’ kaçamak, işaretler gönderirlerdi.
Öğleye doğru hemen hemen her
ağacın altında kurulan mangallarda pişirilen etin kokusu koruluğa yayılır;
çevreyi kaplayan yağlı kara duman, koruluğu gri bir tül perde gibi örterdi.
Pazar günleri koruluk bayram yerine
dönerdi. Simitçiler, aşlamacılar, dondurmacılar, ayrancılar, hedefe havalı
tüfek attıranlar, çerezciler, halka tatlıcılar, seyyar atlıkarıncacılar, soğuk
su satıcıları pazar günlerinin olmazsa olmazlarındandı.
Evimizin baraja yakın olması nedeniyle pazar günleri herkesin gelip geçtiği
girişteki köprünün başındaki bir çam ağacının altında erkenden yer tutar,
‘’İki dolu beşşş, iki dolu beşşş
!’’(6) diye avazım çıktığı kadar bağırıp su satardım. Benim dışımda soğuk su
satan başkaları da vardı kuşkusuz. Ama benim müşterilerim onlarınkinden daha
çoktu. Onlar suyu ağzı açık kovalarda satarken ben buz kalıpları ile soğuttuğum
suyu, bir sehpa üzerine yerleştirdiğim üstü çiçekli bezle örtülü musluklu bidonla satar, bir
günde 4-5 liraya para demezdim.
Piknikçilerden yüzme bilenler ya
da bildiğini sananlar, yasak olmasına karşın, bu yasağa uymaz; baraj gölünden kanallara
su veren havuzlara girerlerdi . Ancak, iki üç haftaya bir bunlar arasından
boğulanlar da olurdu. Eğlenmeye gelip de yakınlarından birinin sudan çıkarılan
cesedini görünce feryat figan eden, saçını başını yolup, acı içinde umarsızca
kendilerini yerlere atanların içler acısı hali, bu tür olayları sıkça gören
bizlere bile dayanılmaz gelirdi. Ama bir
süre sonra boğulanı alıp götüren cankurtaran gözden kaybolunca; meraklı
kalabalıklar dağılır, piknikçiler yaşama kaldıkları yerden devam edip,
tavlalarının başına, toplarının peşine dönerler, ölen ise öldüğüyle kalırdı.
Gene böyle bir yaz günü baraj
gölünün hemen kıyısındaki tepede bulunan Asker Hastanesi’nde görevli, yüzme
bilmediği halde göle giren bir arkadaşlarını kurtarmak için suya atlayıp, onu
kurtarmaya çalışırken boğulan 7 askerin bir birlerine sarılmış halde sudan
çıkarılan cesetlerini gördükten sonra, günlerce kendime gelememiştim. Bu sürede
değil yüzmek, havuzların yanından bile geçmek içimden gelmedi.
Ben ve benim gibi evleri baraja
yakın olanlar pazar günleri suya girmezdik. Zaten hepimizin bir işi vardı. Kimimiz
su satıyorduk, kimimiz de simit… Ama hafta içi yüzmeye gelen birkaç kişiyi
saymazsak her yer bize aitti. Sabah kahvaltısından sonra mahalledeki
arkadaşlarla buluşur, öğleye kadar doyasıya yüzer; öğle yemeğini evlerimizde
yedikten sonra yeniden baraja gider, akşamüstü babalarımız işten eve gelmeden
evlerimizde bulunmaya özen gösterirdik.
Gerçekte kanallarda ve gölden
kanalara su veren havuzlarda yüzmek yasaktı. Ama babam da dahil, çoğumuzun
babası DSİ’de çalıştığı için, bekçiler pek ses etmezlerdi yüzmemize…
***
Cuma donlu bizi izlemeyi
sürdürürken ben bir iki kez daha suya girip, çıktım. Ama gözüm hala onda. ‘Bu
ne zaman suya girecek, bize niye bakıp duruyor '' diye düşünürken, birden ayağa
kalktı ve kendini suya attı. Havuzlarda ırmaktaki kadar olmasa bile akıntı
vardı.''Cuma donlu’’ kaşla göz arasında, akıntıya kapılıp, suda batıp çıkmaya
başladı. Ben o sıralar 9-10 yaşlarındayım. Hemen büyüklerimizi uyardım.
''Duran abiii, Memet abiii! adam boğuluyor, adam
boğuluyooor!'
Havuzun kenarındaki ağaçların
altında kağıt oynayan Duran abi ve Memet abi, oyunlarını bırakıp, vakit
geçirmeden hemen suya atladılar. Sekiz on kulaçtan sonra, cuma donluya yetişip,
onu yakaladılar. Cuma donlu can havliyle kendisini kurtarmaya gelenlerin
boynuna sarılmaya, istemsiz de olsa onları da suyun altına çekmeye çalışıyordu.
Allahtan Duran abi de Memet abi de o güne kadar birçok kişiyi boğulmaktan
kurtardıkları için deneyimliydiler.
Birkaç dakika sonra onu güç bela
sudan çıkardılar. Hemen Cuma donlunun başına üşüştük; yarı baygın gibiydi.
Duran abi onu sırt üstü yere yatırıp, karnına bastırdı. Cumadonlunun ağzından
biraz su çıktı. Sonra da kesik kesik öksürmeye başladı; yaşıyordu.
Doğruldu, bir süre çevresinde
halka oluşturmuş bizlere şaşkın şaşkın baktı. Memet abi, henüz başına ne geldiğinin
farkında olmayan cumadonluyu kendine getirmek için yüzüne oturaklı bir tokat
attı. Tokatın etkisi kendini hemen gösterdi. Cumadonlunun bakışları değişti, tokatın
acısını unutup gülümsemeye çalıştı.
Duran abi,
''Bilader madem yüzme bilmiyon, niye suya girdin?'
dedi. Cumadonlu, birkaç kez öksürüp, boğazını temizledikten sonra biraz da
mahçup;
''Hava çok sıcağıdı, sizlere bakıp; imrendim'' diye
yanıtladı.
Niğde'nin Bor ilçesinin bir köyündenmiş. Askerlik için Adana'ya gelmiş,
Asker Hastanesi’ne teslim olmadan önce barajı görmek istemiş. Bizim de suya girip
çıktığımızı görünce, imrenip, bunaltıcı sıcağın da etkisiyle kendini suya atıvermiş.
Biz onunla konuşurken, barajın
bekçilerinden biri geldi. Olanı biteni anlattık. Bekçi ona bir sigara verdi. Cuma
donlu bekçinin verdiği motorluyu(6), titreyen elleri ile dudaklarına götürüp,
sigaranın dumanını yutarcasına ciğerlerine çekti.
Sigardan birkaç nefes daha
çektikten sonra artık kendine gelmişti.
Barajın bekçisi, kendisi gittikten bir kaç dakika sonra her şeyi unutup
gene havuzda yüzeceğimizi bildiği halde, bize dönüp,
''Ulan! sizi görüp yüzme bilen de bilmeyen de suya
girip boğuluyor. Bir daha burada yüzdüğünüzü görmeyeyim. Vallaha hatır gönül
dinlemem, külahları değişiriz sonra’’deyip artık ezberlediğimiz uyarısını bir
kez daha yapıp, görevini yapmış olanların rahatlığı ile cuma donluya,
‘’Hadi sen de sırtlarını(7) al,
gidiyoruz. Bir daha da dibini görmediğin suya girme’’ dedi.
Cuma donlu, çalıların arasına bıraktığı eşyalarını almak için ayağa
kalktığında, sarımsı beyaz donunun sağ
kalçasına gelen bölümünde gene yeşil boya ile yazılmış arkasında ‘’t 50 kğ,’’
sol kalçasının üstünde ise; ‘’Kayseri Şe’’ yazısını okudum.
Bekçi, cuma donluyu kolundan tutup götürürken, O geriye dönüp, bize
gülümsedi. Minnettarlığı yüzünden okunuyordu.
***
Akşam babama doğal ki o gün olanların tümünü anlatmadım. Ancak, suya giren
birinin donunda, yeşil mürekkeple yazılmış yazılar gördüğümü, bunların ne
anlama geldiğini sordum.
‘’Neydi o yazılar,’’ dedi babam.
Cuma donlunun içliğinde gördüklerimi babama aktardım.
‘’Oğlum, o yazının
tamamı’’Kayseri Şeker Fabrikası Net 50 kg’’ dır. Yoksullar Amerikan (8) ya da
kaput bezi satın alamadıkları için, şeker çuvallarını söküp, onlardan
kendilerine don dikerler. Senin gördüğün adamın donu da şeker çuvalından
yapılmış. Köyde bizim tarlada çalışan Urumlu(10) ırgatların iç donları da şeker
çuvalındandı, belki anımsarsın
’’ dedi.
Şeker çuvalından don giyen
ırgatları doğal ki anımsayamadım. Ama üstü yazılı şeker çuvalından don
dikiliyor olması bana komik gelmişti.
Çocuk aklımla nereden bilebilirdim ki; yıllar sonra üstü yazılı mayoların
moda olacağını?
Cuma donlu, yazılı don giyerek
ayırdında olmadan gelecekte ortaya çıkacak bir modanın öncüsü müydü? Kim bilir?
***
------
Dikili-Eylül 2020
------
1-İt oturuşu: Ayak tabanları yere basılı şekilde çömelip, ellerini
dizlerinin üzerinde öne doğru uzatarak yapılan çömelme şekli.
2-Sıtma Ağacı: Okaliptus. İlk kez bataklıkları kurutup, sıtmanın önüne
geçmek amacıyla 1800’lü yılların sonunda
Adana’ya anavatanı olan Avusturalya’dan getirilmiştir.
3-Naylon: Taktör römorku.
4-Yan kös gelmek: Dirseğine dayanıp, elini başına koyarak, bir yana uzanıp
yatmak. Uzun oturmak.
5- İki dolu beş: İki bardağı beş kuruş.
6-Motorlu: Filtreli sigara
7-Sırt: Elbise
8-Amerikan:Yorgan yüzü, çarşaf, iç çamaşırı vb. yapımında kullanılan, düz,
beyaz renkli ithal bezin kısaltılmışı. Amerikan bezi.