9 Kasım 2020 Pazartesi

Kambur Kazım'n Çandırı

KAMBUR KAZIM'IN ÇANDIRI

     Güz sonunda köyde tarla takım işi kalmazdı: Pamuk tarlaları felhan (1) edilmiş, buğday ve arpa çoktan toprakla buluşturulmuş, Çukobirlik’den alınan pamuk paraları ile evin haceti giderilmiş, everilecekler everilmiş olurdu. İş güç olmayınca da köylüler köy kahvesinde toplanır;  tavla, domino ve çeşitli kağıt oyunları oynarlardı. Köyün kentteki takımlara kök söktüren bir futbol takımı olduğu için oyunlardan arta kalan zamanda ise, sohbet konusu genelde futbol olurdu.   Köylünün vazgeçilmez alışkanlıklarından biri de ‘ajans haberlerini’ (2) dinlemekti. Ajans başlayacağı zaman, kahvenin duvarında bulunan raftaki ‘’Berec ‘’ marka pille çalışan Alman malı Tonfung  marka  radyonun dantel örtüsü kaldırılır, radyo açılırdı.‘’Ajans Haberleri ‘’ okunurken  kahve sessizleşir; oyun oynayanlar , sohbet edenler  kahvedeki herkes radyoya kulak kesilir; tavla oynayanlar,  pullarını şakırdatmazlar, dominocular ise taşlarını, masadaki taş sırasına sessizce  dizerlerdi. ‘Ajans Haberleri’ biter bitmez köyde çoğunluğu oluşturan Demokratlar, hemen her haber sonrasında olduğu gibi sözü döndürür dolaştırır İsmet Paşa zamanında ekmeğin karne ile satıldığına, şeker kıtlığı olduğu için karaborsadan bulabildikleri çayı bile kuru üzüm ile içmek zorunda kaldıklarına getirirler; kahve bulunmadığı için kavrulmuş nohuttan öğütülerek yapılan kahveyi bile içmek zorunda kaldıklarını söyleyip, ‘öldürcü son vuruşu’ yaparlardı. Koca köyde sayıları bir elin parmakları kadar olan ‘Halkçılar’ın savunmaya geçip; ‘savaş zamanında bunlar olağan şeyler’’ demeleri kar etmez,  tartışmalar sürer giderdi.

     Köyde iddiaya girmek  gelenek gibiydi. Hele tarla takım işlerinin olmadığı bu günlerde…

     En çok atı, iti, horozu olanlar bir birleri ile iddialaşır, atı, iti, horozu olmayanlar ise iddiayı kızıştırırlardı.

     Atı, iti, horozu olmayıp da iddia kızıştıranların başında Dezze Yunus gelirdi. Öyle ki, iddia kızıştırmakdaki namı yedi köye yayılmıştı.

     ‘’Valla onu bunu bilmem. Sami Ağa’nın Gumaşını öte’ön davaşanda gördüm, Hakkı Dayının Garakuşuna toz yutturdu.  Heç  gorkma!  Davşan avında Garaguş, seninkinin tozuna bilem yetişemez. Gene de sen bilin Ahmet Ağa,’’

      ‘’ Ne diyon sen İsmail emmi. Süleyman Ağa’nın atını köyde kimsenin atı geçemez. Süleyman Ağa saklar, kimseye demez lakin ben eyi biliyom o yarım gan Arap. Seninki onun ardından nal toplar. Yerinde olsam girmem o iddiaya. Ben deyim de, gerisi senin bileceen iş,’’

     ‘’Durmuş emminin horuzu benim diyen neçelerini önüne gattı govaladı. Aha  Durmuş emminin horuzu, aha  senin ki’’diye ortaya bir laf atar iddiayı başlatırdı.

     Aslında traktör yarıştırma da güzel bir iddia konusu olurdu olmasına da, hepi topu üç traktör vardı köyde... Sahipleri de ağır, oturaklı kişiler olduğu için iddiaynan, middiaynan işleri olmazdı.

                                                           ***

     Köyün tek kahvesinin bir köşesinde Dezze Yunus, Arapoğlu Necip’i karşısına almış, onu horoz dövüşüne ikna etmeye çalışıyordu.

     ‘’Ben onu bunu bilmem kirvem. Onca horuz gördüm ama Kambur’unki gibisini görmedim. Çandır (3) mandır ama haza (4) horuz. Önüne geleni deviriyor. Hele senin cülüğü( 5) ös’seet (6) devirir.’’

     ‘’Beni  koşuya getirme Yunus. Ben Kazım’ın horuzunu da eyi biliyom, benimkini de. Onunki  eyiydi hasdı ama yaşlandı artık, benimki ise daha üç bile deel ,on dakkada Kazımınki’nin nefesini keser.’’

     ‘’Heç kimse ayranım ekşi demez. Halep ordaysa arşın burada.’’

     Yunus’un yeni bir iddia kızıştırdığına kulak misafiri olan kahvedekilerin bir bölümü, ‘gene eğlence var’ diye düşünüp, iddiayı daha da kızıştırmak için sandalyelerini onların yanına çektiler. Yunus, sakalından girdi, bıyığından çıktı, sonunda Arapoğlu’nu razı etti. Arapoğlu,

      ‘’Kazım ağayı (7) razı edersen ben hazırım. Ama kesmecesine.’’

                                                         ***

     Kambur Kazım köyün yerlisi değildi; Urumluydu.  Kamburluğu doğuştan olan Kazım’ın anası babası o çocukken ölmüşler; emmi, dayı, hala, teyze olmayınca sahipsiz kalmıştı. Köylerinde elinden tutan bir müslüman da çıkmayınca,  ver elini Çukurova deyip;  yayan yapıldak yola koyulmuş, adını Çukurova’ya çalışmaya giden hemşerilerinden duyduğu bu köye gelip, köyün ileri gelenlerinden Durmuş Ağa’nın yanına kapılanmıştı. Durmuş Ağa, kapısına gelen; 12-13 yaşlarında olmasına karşın, yaşından küçük gösteren bu kara, kuru çocuğu koruyup, kollamış; köyün orta yerindeki ahırın ve samanlığın arasındaki tek göz evinini yatıp, kalkması için ona vermişti. Kazım, önceleri getir götür işlerine bakmış, ileriki yaşlarında da bağ, bostan beklemiş; bekçilik yapmıştı. Durmuş Ağa’nın ölümünden sonra da oğulları da babalarının emaneti; kimi kimsesi olmayan Kazım’ı yanlarında tutmuşlardı. Hatta yaşlanmaya başladığı yıllarda tarla takım işlerine gidemeyince büyük oğul, kentte arabacılık yapması için at ve araba satın almıştı.

     Kazım elden ayaktan düşüp de arabacılığı bırakmak zorunda kaldığında ise; horoz beslemeye heveslenmişti.  Bir gün büyük oğulun gurk (8) tavuğunun ardına dolaşan kızıl renkli İstanbul civcivlerinin arasında sarımsı, kahverengi tüyleri olan ayrıksı bir civcivi görünce; onu ağasından istemiş, ağasının ‘Na’pacan çandırı, ondan bi’şey olmaz. Istanbullar’dan birini al istersen’ demesine karşın, o çandırı seçmişti. Gurk tavuğun peşinde dolanan onca civcivin arasından onlara benzemeyen çandırı seçmesinin nedeni; onun da kendisi gibi ayrıksı olmasıydı belkide.  Çandır için evin önüne güzel bir kümes yapmış; eliyle besleyip, büyütmüştü. Çandır onun için bir horozdan öteydi: Onu hiç sahip olmadığı çocuğu yerine koyar, tırnağına taş değsin istemezdi.

     Çandır’ın babası İstanbul horozu, anası ise yerli bir tavuk olmasına karşın dövüşecek duruma gelmesinden bu yana, girdiği hemen her dövüşten galip çıkmış, karşılaştığı rakiplerini evire çevire dövmüş; meydandan kaçırtmıştı. Ancak yıllar içinde o da sahibi gibi yaşlanmıştı.

                                                                 ***

      Kahvede horoz iddiası sürerken Kazım,  onların biraz uzağında, sandalyesini duvarın dibine çekmiş; güz güneşinde kemiklerini ısıtıyordu. Önündeki  başka bir sandalyeye de ayaklarını dayamış, örtü gibi açtığı karadonunun (9) peyiğine (10) Durmuş Ağasından yadiğar gümüş tabakasını koymuş, nasırdan çatlamış kalın parmakları arasına yerleştirdiği kaçak sigara kağıdına, tabakadan aldığı ince kıyılmış altın sarısı Bitlis tütününü özenle sarıyordu.

     Arapoğlu Necip dışında horoz iddiası yapanlar, sandalyelerini de alıp, Kazım’ın yanına geldiler. Kazım, az önce çandırın da adının geçtiği konuşmalara kulak kabarttığı için gelenlerin niyetlerini üç aşağı beş yukarı kestirmişti: Bozuntuya vermedi.

     ‘’Selamunaleyküm Kazım Ağa.‘’

      Kazım, rahatının bozulmasından hoşnut olmasa da Yunus’un selamını ‘Allahın selamı’’ olduğu için usulen alıp, elini göğsüne götürdü.

     Dezze Yunus, sandalyesini Kazım’ın tam karşısına çekti. Ötekiler de sandalyelerini Yunus’un  ardına yarım ay şeklinde yerleştirdiler. Kazım onların istemelerine fırsat vermeden gümüş tütün tabakasını Yunus’a uzattı.Yunus, tabakadan aldığı sigara kağıdını ince kıyılmış tütüne sardıktan sonra tabakayı ardında  oturana uzattı. Kimi tütünü kağıda fazla koyuyor; bu nedenle kağıdı yuvarlayıp bir türlü sigara saramıyor, kimleri de tütün sardıkları kağıdı dilleri ile fazla ıslattıkları için ıslanan kağıdın yerine tabakadan bir yenisini alıyorlardı. Kazım onların tütün sarmadaki acemliklerini görünce başını iki yana sallayıp, bıyık altından gülümsedi.

     Gümüş tabaka, elden ele dolaştıktan sonra Kazım’ın peyiğine geri döndü.

    İddia kızıştırmak üzerine yedi köyde nam salmış Dezze Yunus, sardığı sigarasından bir nefes çekip, dumanını yere doğru üfledikten sonra Kazım’a döndü.

    ‘’Demitden beri Arapoğlu ile gonuşuyoruk. Ben senin çandırın yaşlanmasına rağmen onu Istanbul’unu evire çevire döveceğini söyledim. O da ‘Kazım Ağanın gözü yetiyorsa ben varım, hem de kesmecesine’ dedi. Sen ne diyon?’’

     Kazım, Dezze Yunus’un iddia kızıştırmadaki ününü iyi bildiği için hiç oralı olmadı. Gerçi çandırını o güne kadar kimse meydandan kaçırtamamıştı ama horozunun artık yaşlandığının da farkındaydı.

     Kazım’dan ses çıkmayınca Yunusla birlikte gelenlerden Sarı Ramazan lafa girdi.

     ‘’Boşuna yorulma Yunus. Kazım emmi gibi horuzunda da iş galmamış; yüreyemiyor bile. Üflesen yıkılacak.  Kazım emmi deli mi ki, çandırı Arapoğlu’nun gartalının önüne atsın.’’

     Bir başkası,

     ‘’Şimdi baltayı daşa vurdun Sarı. Ben gendimi bildim bileli çandırı döven görmedim. Deel ki, Arapoğlu’nun horuzu dövsün. Geç bunları.’’

     Gençten biri,

      ‘’Valla Kazım ağanın çandırı Necip emminin horuzunu  tercübesiynen bilem döver. Öyle namzaları (11) var ki, Namza deel, Gama İpraam emminin gaması sanırsın.''

      ‘’Ben onu bunu bilmem. Ö’teön Kazım ağanın pinesinin önünde gördüm çandırı… Gamburunu çıkarıp yere ıhmış (12); o da Kazım Ağa gibi gemiklerini ısıtıyordu güneşte…’’

Sarı Ramazan’ın bu benzetmesine bir kaç kişi gürültülü şekilde güldüler.

Horozunun kendisine benzetilmesine ve gülüşmelere Kazım’ın bozulduğunun fark eden Yunus hemen araya girdi.

        ‘’Öyle deme Iramazan! Çandırın tavuğa çevirdiği horozların sahaplarının ardından az mı  zort (13) çekti Kazım ağa.’’

     Konuşulanları içinden ‘la havle’’ çekerek dinleyen Kazım sarma sigarasından bir nefes daha alıp, yarısından fazlasını içtiği sigarayı yere attı. Duvara dayadığı sandalyesinden kalkıp, kimseye sağlıcakla kalın demeden yavaş adımlarla evine doğru yürümeye başladı.

     Kazım’ın Çandır’ı getirmek için eve yollandığın kestiren Dezze Yunus, ardından bağırdı.

     ‘’Odanın uğrundaki sakızların (14) altına getir Kazım Ağa. Orada bekliyecik.’’  Daha sonra kahvenin önündeki haymanın (15) altında oturup iddianın sonucunu bekleyen Arapoğlu’na,

     ‘’O iş tamam dayıoğlu. Oğluna söyle de seninkini getirsin.’’

     ‘’Tamam, ama kesmecesine.’’

     ‘’Kesmecesine…’’

     Yaklaşık on beş dakika sonra köy meydanındaki sakızların altında kısa sürede kalabalık oluşmuştu.

     Arapoğlu’nun horozu üç yaşında, parlak kırmızı tüylü, uzun boyunlu, adaleli baldırlı genç bir horozdu.  İstanbul  horozlarının en önemli özelliği olan ibikleri belli belirsizdi ama buna karşın, dövüş horozlarının silah olarak kullanacağı mahmuzları ise henüz tam anlamıyla gelişmemiş; yaklaşık bir buçuk santim boyundaydı.

     Çandır, Arapoğlu’nun İstanbul’una göre daha iri, yıllar yılı dövüşmekten ince uzun boynunda tüy kalmamış, bir gözü de 2 yıl öncesi galip geldiği bir dövüşten sonra kör olmuştı. Uzun, adaleli bacakları çok güçlüydü. Yaklaşık dört santim boyunda, sürekli meşin bir kılıf içinde tutulan kıvrık, ucu bir kama kadar sivri mahmuzları çandırın en önemli silahıydı.

     Kazım, çandırın mahmuz kılıflarını çıkarınca, Arapoğlu itiraz edecek oldu.

     ‘’Namzalardaki gılıf galsın Kazım Ağa, çıkarma.’’

     Araya Dezze Yunus girdi.

     ‘’Gavlimiz (16) öyle değeldi  dayıoğlu. Namzalar galacak. Ne demiştik? Kesmecesine.’’

     Hem Kazım, hem Arapoğlu, çömelip, ellerinde tuttukları horozları bıraktılar. Arapoğlu’nunki  rakibine korku vermek amacıyla hemen boynundaki tüyleri kabarıp, birden saldırıya geçti. Ancak karşısında yılların deneyimi çandır vardı. İstanbul’un atağın yerinden kımıldamadan karşıladı; boynunu gagası ile tutup, iki ayağı ile sertçe tekmeledi. Mahmuzlarından biri genç horozun göğsüne saplanmıştı. Horozunun göğsünden inceden bir kan sızdığını gören Arapoğlu horozları ayırmak   amacıyla çömeldiği yerden yekinip fırladı.  Ancak hakemlik yapan Dezze     Yunus,

     ‘’Dek dur (17) dayıoğlu! Gavlimiz kesmescesineydi, unutma!’’ deyince; Arapoğlu  gözü horozunda, ister istemez, yeniden çömeldi.

     Dövüş başlayalı yarım saati geçmişti. Bu süre içinde dövüş, hakem kararıyla iki kez durdu. Horoz sahipleri, horozların soluk borularına kaçan rakiplerinin tüylerini, tavuk kanadı telekleriyle temizlediler. Verilen aralardan sonra dövüş yeniden başladı.  Arapoğlu’nun horozu, çandırın bir gözünün görmediğini ayırdına varmış olacak ki, ataklarını hep o taraftan yapıyordu. Zaman geçtikçe çandır yorulmaya, ayakta durmakta güçlük çekmeye başlamıştı. Gerçekte bu durumda olan horoz sahibinin yenilgiyi kabul edip, pes etmesi gerekirdi. Ama bu dövüş kesmecesineydi; kurallara göre pes etmek olmazdı; yenilen horoz bıçak altına yatacaktı..

     Arapoğlu ne kadar heyecanlıysa, Kazım da o kadar sakindi. Çömeldiği yerden gözlerini horozlara dikmiş, ‘’Oturan Buda  heykeli‘’ gibi kımıldamadan duruyordu.

     Hakem,  soluk almakta güçlük çekip, hırlamaya başlayan horozların soluk borularının bir kez daha temizlenmesi için bir dakika kadar dövüşe ara verdi.

     Dövüş yeniden başlar başlamaz, Arapoğlu’nunki tüm gücünü toplayıp çandıra hızla saldırdı. Çandır bu atağa gene yerinden kımıldamadan son bir çabayla çok sert bir karşılık verdi. Sivri mahmuzu İstanbul’un göğsünde bir delik daha açmıştı. Ancak bu ataktan sonra çandır, ayakta duramayıp yere çöktü, kanatları sarktı, kafası önüne düştü. Bunu fırsat bilen Arapoğlu’nunki yerde kımıldamadan yatan çandıra birkaç kez daha saldırdı. Çandırın yerde hareketsiz yattığın gören, az önce ortalığı velveleye verip, bir kısmı İstanbul’u, ama çoğunluğu Çandır’ı destekleyen kalabalığa bir sessizlik çöktü. Öyle ki sinek uçsa sesi duyulurdu; öylesine bir sessizlik.

      Sessizliği ilk bozan Dezze  Yunus oldu

      ‘’Tamam bu iş’’ deyip horozların yanına geldi. Galibi ilan etmesine fırsat kalmadan, Kazım kendinden umulmayacak bir çeviklikle çömeldiği yerden yekinip, şalvarından çıkardığı ucu kıvrık bıçağı ile izleyenlerin şaşkın bakışları arasında çandırın kafasını gövdesinden ayırdı.  Çandır, bir iki kez çırpındıktan sonra hareketsiz kaldı. Cansız bedeni,  vişneye çalan koyu bir kan gölü ile çevrilirken Kazım, ardına bakmadan evin yolunu tuttu. Kimse onun ardından zort çekmeye cesaret edemedi.

Köyün yaşlılarından Şeker Ali, yerde kımıldamadan yatan çandırın başında dikilip duran Yunus’a dönüp,

      ‘’Yaptığını beğendin mi Yunus? Bunun böyle olacağı belliydi. Nerde duracağını bilemedin getti. İşin bokunu çıkardın şindi’’

      Yunus, Şeker Ali Ağaya yanıt vermedi. Eğilip çandırın cansız bedenini  yerden aldı, Arapoğlu’na uzattı.

      Arapoğlu,

      ‘’Na’parsan yap’’ deyip, göğsünden kan sızan horozunu alıp gitti.

     Yunus çocuklardan birine,

     ‘’Al bunu Kazım ağaya götür’’ deyip, kanlar içinde kalmış çandırı çocuğun eline tutuşturdu.

                                                  ***

     Ertesi sabah ağanın küçük oğlu Mustafa, elinde bir ekmek bohçası, kahvede oturan babasının yanına geldi.

     ‘’Baba! demitten beri Kazım emminin kapısını vurup duruyom. Gayfeltisini  verecedim.  Ama gapıyı açan olmadı.’’

      ‘’Belki uyuyordur oğlum. Eyice vurdun mu?’’

      ‘’Hem vurdum, hem bağırdım ama ses vermedi.’’

     ‘’Telaşlanma belki erden şeere gitmiştir.’’

     Köy kahvesini işleten Yırtık Musa, araya girdi.

     ‘’Şeere getmiş olsa iptil (18) bana uğrardı. Ne zaman şeere gidecek olsa, önce gaveye gelir, iki bardak çay içer, ondan kelli (19) çıkardı yola.’’     

     Ağa, ‘’başına bir şey gelmiş olmasın?’’ deyip yanına bir kaç kişi aldı, hep birlikte Kazımın evine gittiler.

     Kapıyı birkaç kez yumrukladılar. Seslendiler. İçerden ses gelmeyince kapıyı omuzlayıp içeri girdiler.

    Kazım, bir gün önce çocuğun getirip bıraktığı çandırın ölüsü ayaklarının ucunda, sırtı kapıya dönük, yanlamasına uzanmış soluksuz yatıyordu.

                                                         ***

     Kazım’ı gömerken çandırı da ayakucuna koydular. Mezarın üzerine toprak atılırken köyün imamı talkına başladı. Bu sırada  Arapoğlu'nun oğlan koşarak mezarlığa geldi. Oturduğu yerden imamın talkınını dinleyen babasının kulağına eğilip,

       ‘’Baba, bizim horuz da az önce  öldü’’ dedi.

-------     

Dikili-Ekim 2020

------

1:Felhan etmek: Buğday, pamuk, mısır gibi ürünlerden sonra tarlayı yeni ürüne hazırlamak için     derince sürmek.

2-Ajans haberi: 50’li yıllarda Ankara radyosunda yayınlanan akşam haberlerinin adı.

3-Çandır: Melez,karışık.

4-Haza: Eksiği, kusuru olmayan. Kusursuz.

5-Cülük:Civciv

6-Ös’seet:   Anında, hemen

7-Ağa: Ağa gerçekte büyük toprak sahiplerine verilen san olmasına karşın köyde yaşça büyük olanlara emmi, dayı gibi verilen san

8-Urum: Niğde ve Aksaray çevresi.

9-Gurk: Belli bir olgunluğa geldikten sonra döllenmiş yumurtanın üzerinde 21 gün yatarak civciv çıkarmış  ana tavuk.

10-Karadon:Şalvar. Siyah kumaştan dikilmiş şalvar.

11-Peyik:Şalvarın iki paçası arasına konan üçgen kumaş parçası..

12-Namza: Horozların ayaklarının ardında çıkan kemiksi, ucu sivri mahmuz

13-Pine Kümes

14-Ihmak:Çökerek oturmak

15-Zort çekmek:Biri ile alay etmek ve dalga geçmek için baş parmak ve işaret parmağı arasında boşluk bırakılarak, bu parmaklar kapalı dudaklar arasına götürülür ve ağızdan çıkarılan güçlü soluğun kapalı dudakların arasından geçerken çıkardığı  ses.

16-Sakız ağacı: Melengiç ağacı. Aşısız fıstık ağacı

17-Hayma: Üzeri genellikle kamış ya da sazla kapatılmış gölgelik.

18-Gavil: Sözlü anlaşma. Söz.

19-Yekinmek: Oturduğu yerden aya kalmak. Harekete geçmek.

20:Dek durmak: Sakin olmak, rahat durmak.

21-İptil:İlk önce

22-Ondan kelli: Ondan sonra 

 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder