18 Temmuz 2020 Cumartesi

Arap Mahmut'un Mevlidi




Arap Mahmut'un Mevlidi 
Bir köy düğünü

     Perşembe akşamı damadın ağabeyinin evinin önünde çalan davul zurna ile başlayıp, dört gündür devam eden düğünün son günüydü.
     Yüksek taş duvarlarla çevrili büyük bir avlu içindeki iki katlı evin üst katının bir yanında, yan yana dizilmiş yatak odaları, öte yanında ise büyükçe mutfak, odaların ve mutfağın önünde boylu boyunca uzanan sofa bulunuyordu. Depolar, hamam ve ekmek yapılan tandır evin alt katındaydı. Avluda suyu acı bir tulumba, onun önünde hayvanları sulamak için konmuş; nereden ve nasıl geldiği bilinmeyen, kireç taşından yontulmuş, yıllar öncesinden kalan kapaksız, kaba bir lahit, onun  yanı başında ulu bir dut ağacı vardı. Köy evlerinin olmazsa olmazı dölle (1) ise, dut ağacının gölgesinin erişemeyeceği uzaklıkta; hemen sofanın önündeydi. Döllenin yanında ise, yemek pişirmek için kullanılan iki ocak bulunuyordu. 

                                                            ***
     Kırkım (2) atılıp, düğün armağanları toplandıktan sonra konukların yiyip içtiği avludaki masaların çevrelediği alanda köyün gençleri, dört günün yorgunluğunu umursamadan; daha davul sesini duydukları ilk günün isteği ve coşkusuyla çevre köylerde yapılan düğünlerin de değişmez ikilisi Seyit ve Solak'ın çaldığı ''Adana   Üçayağı'' halayını çekiyorlardı. Düğün evinin uzun ve büyük sofası ise, halay çekenleri izleyen kadın ve kızlarla tıklım tıklımdı. Kimi eşinin, kimi nişanlısının, kimi de gönlündeki yavuklusunun halayını izliyordu.
     Halay başı, elindeki mendili sallayıp, davulu ve zurnayı susturdu. Önce halay çekenlere, döndü, ardından da sofada kendilerini izleyen kadınlara şöyle bir bakıp,
     ''Atalım, atalııımmm, kimin kucağınaaa?'' diye bağırdı.
     Halaydakiler hep bir ağızdan,
     ''Herkesin sevdiğinin kucağınaaa!'' diye yanıtladılar halay başını.
     Halay başı,
      ''Kimin kucağınaaa!'' diye bir kez daha yineledi sorusunu.  Bu kez halay çekenlerden biri,
     ''Arif'in sevdiğinin kucağınaaa!'' dedi.
     Halay başının hemen yanındaki Arif, adı söylenince; sanki bu çağrıyı bekliyormuş gibi önce hafifçe öksürüp, boğazını temizledi, ardından da sağ elini kulağına koyup, köy düğünlerinin en sevilen türküsü ''Dezze’yi (3) söylemeye başladı. Arif türküye başlayınca sofada bir hareketlenme oldu. Özellikle genç kızlar, bir birlerine kaş göz edip, gülüşerek başlarıyla, Arif'e yakıştırdıkları Ayşe'yi gösterdiler. Ayşe, kızların kendisini işaret etmelerinin nedenini anlamış olacak ki; başını önüne eğip, yüzünün kızarıklığını gizlemek için yağlığının (4) iki ucuyla yüzünü örttü.
     Arif türkünün ortalarına geldiğinde, halay başı Arif'e eşlik eden davul zurnayı susturdu. Halay çekenlere döndü, mendilini havaya kaldırdırıp,
     ''Bir öpmüüşşş!''
     Halay çekenler,
     ''Neresindeenn!''

     ‘’O biliirrr diye yanıtladı halay başı. Ardından halaydakiler, silah sesleri arasında, kaldıkları yerden üçayağa devam ettiler.
                                                      ***     

     Sağdıçlar, damadı hazırlarken ayakkabısının bir teki ile çoraplarının olmadığının ayırdına vardılar. Damadı hazırladıkları evi tüm aramalarına karşın ne ayakkabının tekini, ne de çorapları bulabildiler. Köyün adetlerinden biri olduğu için damadın arkadaşları, sağdıçları zor durumda bırakmak için hem ayakkabıyı, hem de çorapları saklamışlardı. Sonunda ayakkabıyı ve çorapları saklayanlarla sağdıçlar, uzun süren bir koyun pazarlığından sonra 50 liraya anlaştılar.

                                                             ***
     Avlunun büyük ve geniş kapısından 10-12 yaşlarında bir çocuk, düğün sahibinin bulunduğu masaya kadar koşarak geldi; muştular gibi,
     '' Müdür emmi güva(güvey) geliyor! Ferzi (Feyzi) abi geliyoor!''
     Kardeşinin damat tıraşına gecikmesinden endişelen damadın büyük ağabeyi, derin bir ''ohh!'' çekip, oturduğu masadan kalkarak eliyle davul ve zurnayı susturdu. 
     ''Seyit! Feyzi geliyormuş; damat tıraşına...'' der demez, o sırada Kırıkhan çalan        Zurnacı Seyit, damadın geleceğini öğrenince, Kırıkhan'dan Adana Karşılaması’na döndü. Bir kaç dakika sonra iki sağdıcın arasında damat ve arkalarında köyün gençleri, çoluk çocuk, avlu kapısından içeri girdiler. 
     Önce damadın ağabeyi, ardından kimi konuklar ve damadın deli lakaplı teyzesi Emine, damat ile sağdıcı görür görmez tabancalarını çekip, havaya ateş etmeye, sofada oturan kadınlar, ''lu lu lu luuu!'' diyerek zılgıt (5) çekmeye başladılar. Öyle bir an geldi ki, tabanca sesinden ve çekilen zılgıttan ne davulun, ne de zurnanın sesi duyulur oldu.
     Sağdıçlar, Feyzi'yi, berber henüz hazır olmadığı için ağabeyinin bulunduğu masaya oturtup, kendileri de her iki yanına oturdular.
     Masada oturanlardan biri, yeni gelenlerin önüne birer bardak koyup, bardakları rakı ile yarıya kadar doldurdu. Önce bardaklara rakı koyan, ardından da masadakiler, hep birden önlerindeki rakı bardaklarını havaya kaldırıp,
     ''Feyzi'n şerefine, güvamızın şerefine!'' dediler. Önce 'içeyim mi içmeyeyim mi' diye ikirciklenen Feyzi, ağabeyine bakıp, onun bardağını da havada görünce, elindeki rakı dolu bardağı bir dikişte bitirdi.

                                                                ***
     Damat tıraşını yapacak berber, avludaki çocukların yardımıyla halay çekenlerin boşalttığı alanın tam ortasına damadın oturacağı berber koltuğunu, aletlerini koyacağı küçük sehpa ve büyükçe bir masayı yerleştirdi. Berber, izleyenlerin meraklı bakışları arasında, masanın üzerine karton bir kutudan çıkardığı, içlerinde renkli kolonyalar olan küçük cam şişeleri dizmeye başladı. Şişelerin yanına da damada kolonya dökecek olanların vereceği bahşişleri koyacakları boş büskivi kutusu da yerleştirmeyi de ihmal etmedi.
     Berber hazır olunca; davul zurna neşeli bir hava çalmaya başladı. Feyzi, oturduğu sandalyeden sağdıçları ile birlikte kalktı. Silah sesleri ve sofadaki kadınların zılgıtları eşliğinde berber koltuğuna oturdu.
     Berber, çantasından, katlanmış, haşırlı (6), beyaz bir Amerikan bezi çıkarıdı.      Onu bir kaç kez çırptıktan sonra Feyzi'nin önüne yayıp, uçlarından ensesine düğümledi. Omuzuna da gene haşırlı mavi renkli bir havlu koydu. Berber, bir eline makası, ötekine ise tarağı aldı. Makası Fevzi'nin saçları arasına sokup, saçını keser gibi yaptı. Feyzi'nin ağabeyine dönüp,
     ''Allah Allah! Makas kesmiyor ağa. Yeni de yületmiştim (7) halbuki'' dedi.
     Lafın nereye geleceğini kestiren avludakiler gülmeye başladı. Makasın neden kesmediğini anlayan ağabey yerinden kalkıp, berberin bahşiş kutusuna, şalvarından çıkardığı bir tomar paranın arasından çekip, çıkardığı bir ellik attı.
     Berber, Feyzi'nin saçını bir kez daha keser gibi yaptı.
     ''Bir kez daha denedim ağa valla kesmiyor bu makas'' deyince, ağabey çar naçar kutuya bir ellilik daha koydu.
     Sonra masadaki küçük kolonya şişelerinden birini aldı; kapağını açtı, içindekileri kardeşinin başına döküp, sofadaki kadınların zılgıtları eşliğinde masasına dönerken berber tıraşa başladı. Önce damadın yakınları, ardından konuklar, masanın üzerindeki kolonyaları, Feyzi'nin başına döküp, bahşiş kutusuna gönüllerinden kopanı koydular. Damadın ölmüş anasının yerine koyduğu deli namlı teyzesi, kolonya şişesinin kapağını açmayı beceremeyince, şişeyi yeğeninin kafasına vurmaya başladı. Niyeti; şişeyi yeğeninin kafasında kırıp, kolonya dökme geleneğini anlının akıyla yerine getirmekti. Feyzi, canı ne kadar yansa da yiğitliğe halel gelmesin diye sesini çıkarmadı; ne de olsa kendi düğünüydü. Feyzi'nin yanı başında duran sağdıçlardan biri yerinden kalkıp, teyzesinin bileğini tuttu.
      ''Durr dezze vurma!  Oğlanın kafasını yaracan. Şişenin gapağını ben açiim de öyle dök.''
     Sağdıç, Emine teyzenin elindeki kolonya şişesini aldı; kapağını zorlanmadan açıp, şişeyi yeniden kadının eline tutuşturdu. Kolonya şişesini kazasız belasız yeğeninin başına döken teyze, görevini eksiksiz yerine getirmenin mutluluğu ile elini beline atıp, kuşağından sıyırdığı tabancasıyla bir kaç el ateş edip, yerine geçti.   Teyzenin yerine geçmesinden bir kaç dakika sonra bir oğlan çocuğu koşarak berbere geldi. Elindeki 20 lirayı kutuya koyarken,
     ''Emine nenem para vermeyi unutmuş'' dedi.

                                                              ***
     Berber, damat tıraşına devam ederken, kentten gelen konukların masasında oturan Feyzi'nin ortanca ağabeyi ayağa kalkıp, bir el işaretiyle davul zurnayı susturdu.
     ''Komşular, şimdi arkadaşım Arap Mahmut mevlit okuyacak.!' 
     Konukların bir bölümü, 'ne günlere kaldık? içki masasında mevlit okunur mu?' derken, Arap Mahmut'u tanıyanlar, 'işin işinde bir iş var, dur bakalım ne çıkacak bunun ardından?' dediler.
     Mevlit okunacağını duyan sofadakiler, bu işe pek anlam veremediler ama ne olur ne olmaz diyerek, başlarındaki yağlıkları çözüp, yeniden bağladılar.
     Feyzi'nin ortanca ağabeyinin yakın arkadaşı olan Arap Mahmut'un Araplığı,    Arap asıllı olmasından değil; koyu esmerliğinden geliyordu. Kırklı yaşlarda; iri yarı olmasına karşın gövdesinden beklenmeyecek şekilde nazik, şaka yapmaktan hoşlanan ve en önemlisi şaka kaldıran biriydi. Bir kamu kuruluşunda şoför olarak çalışan Arap Mahmut için ortanca ağabey, 'öyle mukallit ki (8) ölüyü bile güldürür' derdi. 
     Davul zurna susmuş, ortalık sessizleşmişti.
     Arap Mahmut, bir iki öksürüp, boğazındaki gıcığı giderdikten sonra önünde duran bardaktan bir yudum su aldı. Suyu ağzında bir kaç kez dolandırdıktan sonra yuttu.
     Davudi sesiyle, öyle bir besmele çekti ki; avludakiler de, sofadakiler de bir kez daha kendilerine çeki düzen verme gereği duydular.
     Arap Mahmut, besmeleden sonra mevlidine başladı.


     ''Hakta alaaa çün(9) yarattıı Ademiii
      Adem kırdı balta ile bademiii.''


     Arap Mahmut'a yakın oturanlar, mevlitin(!) ilk iki dizesini duyunca gülümsediler. Ancak sofadaki kadınlar, masalara uzak olduklarından ''hakta ala ve Adem'' sözleri dışındaki sözcükleri anlamadıkları için çoktan göz yaşı dökmeye hazır olan gözlerini silmeye başladılar. Köyün kadınları, ne zaman Kur'an ya da mevlit dinleseler; sözlerini anlasınlar anlamasınlar; adettendir deyip her seferinde göz yaşı dökerlerdi.


     ''Havva aydur(10) yiyelim al almayııı(elma)
      Adem aydur yir isek unut burda kalmayııı.''


     Mevlitin burasında avludakiler arasındaki  gülüşmeler arttı. Kendilerini, davudi sesle okunan mevlitin ahengine kaptırıp, öne arkaya sallanan sofadaki kadınların göz pınarlarında biriken yaşlar, yavaş yavaş yanaklarından aşağı süzülmeye başladı.

     Arap Mahmut sesini daha da yükseltti.
    

  ''Allahümme zakiriiinnn(11)

   Karnı doymaz fakiriiinn,.''

 

     Sofada neredeyse kıyamet koptu. Kadınların bir bölümü içli içli ağlamayı bırakıp, burunlarını çekip; yüksek sesle hıçkırmaya başladılar.


      ''Getirin ha getiriiin,
      Yemezse yüzüne tükürüüün.''


diye sürdürdü kendine özgü mevliti Arap Mahmut.
     Avludan kendilerine kadar ulaşan kahkahalardan işkillenen kadınlar, okunanın, bildikleri mevlit olmadığını anlayınca,
       ''Anam ne diyor bu herif? Tövbe tövbe!''
       ''Mevlüt deeel anam bu okuduğu.''
       ''Tüü! Boyun devrile herif, bir de Arabım diye dolanıyor ortalıkta.''
       ''Deertt!'

       ''Çarpılacak bacım!''
       ''Hafız'ın(12) arkadaşı da Hafız'a benzer''

      Arap Mahmut mevlidi bitirdiğinde, damadın tıraşı da bitmişti.

                                                      ***
     Gün kavuşmaya başlamıştı. Davul ve zurna ''Gelin Alma'' havasını çalmaya başladı. Önde, çevresi altın sırmalı şerit ile çevrili bayrağı taşıyan bayraktar, ardında her iki yanındaki sağdıçlarıyla Feyzi, kalabalık bir gurupla, kız evine doğru yürümeye başladılar. Kız evine varınca Feyzi, evin merdiveninin alt başında durdu.  Damadın gelin almaya geldiği haberi yengelere iletilince; gelin de duvağı örtülü beyaz gelinliği ile kendini gerdeğe hazırlayan yengelerin(13) arasında, merdivenin üst başındaki sahanlıkta göründü. Gelini almak için merdivene çıkmaya çalışan Feyzi'yi gelinin küçük kardeşi göğüsledi. Göreneğe göre damadın gelini baba evinden alırken gelinin erkek kardeşine para ya da bir armağan vermesi gerekiyordu. Buna hazırlıklı olan Feyzi, cebinden çıkardığı 17 taşlı, deri kayışlı Nacar marka kol saatini kaynın koluna takınca; gelinin kardeşi kenara çekilip, eniştesine yol verdi.  Feyzi, kız evi baba evine çok yakın olmasına karşın, geleneğe uyarak gelini, çieklerle süslenmiş kır bir ata yengelerin yardımı ile bindirdi.  Önde gene bayraktar, ardında davul zurna, onların hemen arkasında kır at üzerinde gelin ve atın dizginlerini tutan damat ile onları evlerine kadar yolcu etmek isteyen konuklar, damadın baba evine doğru yürümeye başladılar.
Fevzi, atından inen gelini evinin merdiveninin başında yengelere teslim etti. Yengeler, gelini sofada bekleyen kadınlara, göstermek için, yüzünü açıp onu bir sandalyenin üzerine çıkardılar. Ardından da dualar eşliğinde gerdek odasına soktular.
     Artık gün kavuşmuş, damadı yolculamak zamanı gelmişti. Silah sesleri arasında gerdek odasına girmek için evin merdiveninin başına gelen Feyzi'yi bu kez bayraktar göğüsledi; o da bahşişini alıp yana çekildi. Bayraktardan kurtulan Feyzi, sırtına yumruk vurup, ''beline kuvvet, utandırma bizi aslanımmm!'' diyerek onu cesaretlendirmeye çalışan arkadaşlarının önünde, merdivenleri koşar adım çıkarken, uğur olsun; yapılan büyüler bozulsun diye evin damına  konmuş çiçek demetinin arasındaki aynayı vurmak amacıyla nişancılığına güvenenler ateş etmeye başlamışlardı.

                                                          ***
     Gelinin oğlan kardeşi, eniştesinin kendisine armağan ettiği deri kayışlı saati, biraz imrenerek, çokça da  kıskanarak bakan arkadaşlarına gösterip,
     ''Nacar, hemi de 17 rubis'' dedi. 
     '' Nacar'ı biliyom, emmimde de var'' dedi oğlanlardan biri, ''amma 17 rubis ne ki laan? onu bilmiyom''
     ''Rubis nedir ben de bilmiyom, ama eyi bi'şey olmazsa eniştem dakmazdı'' deyip, deri kayışlı,17 rubisli saatini başkalarına da göstermek için koşarak köy meydanına gitti.


---
İstanbul- Temmuz 2020
---
1-Dölle: Bir çardağa sarılmış üzüm asması.
2-Kırkım atma: Düğünde yeni evliler için armağanları toplama. Yanında, başının üstünde bir sini tutan kız çocuğu olan köyün yerlisi yaşlı bir kadın, bir sandalyenin üzerine çıkar, verilen armağanları, armağanı verenin adını söyleyerek sinye koyma eylemine kırkım atma denir.
3-Türkünün tamamı:
   Aman dezze yaman dezze/Ben yoruldum geze geze/ üç gızıyın birini bana versen/
   alırım dezze.
   Dezze fikrini iyi düşün/ Odununu çekerim gışın/satılıksa param peşin/ borca kalır
   sanma dezze.
4-Yağlık: Adana köylerinde, pamuklu kumaştan yapılmış, boyama desenli baş örtüsü.

5-Zılgıt çekmek: Dilini ağzının içinde oynatarak, başparmak hariç, 4 parmağı ile dudaklarına hafif hafif vuraral’’lu lu lu’ diye ses çıkarmak. Bir tür beğeni ifadesi.

6-Haşırlı:Haşırlı.Yeni, hiç kullanılmamış, havlu ya da bez.

7-Yülemek: Bileylemek
8-Mukallit: Taklit yapan
9-Çün-:Nice, mademki, nasıl
10-Aydur: Söylemek, söyledi
11-Zakir: Zikr eden
12-Hafız: Fevzi'nin ortanca ağabeyi Mehmet'in lakabı. Hafız olduğu için değil, sesi güzel olduğu için bu lakabı almıştır.
13-Yenge:Gelini gerdeğe hazırlayan, evli kadınlar. 


 

6 Temmuz 2020 Pazartesi

Ben Fayız Yimen





Ben Fayız Yimen

Banka açılalı çok olmamıştı; içeride fazla müşteri yoktu. Bankanın kapısından içeri, kırçıl sakallı, bıyığı sakalına göre daha kısa kesilmiş, küçük gözleri burnuna yakın, başında takkesi ile kahverengi şalvarımsı bir pantolon ve gene aynı renkte cübbe giymiş, ortaya yakın kısa boylu, altmış yaşlarında tıknaz biri girdi.
Kapının girişinde ayakta duran güvenlik görevlisi, onu görür, görmez,
     ''Hoş geldin hacı baba! Sefalar getirdin. Müdür beye mi?''
Hacı güvenlik görevlisini görmezden gelip, bankanın giriş katındaki bankacılara ve müşterilere  toptan bir ''esselamun aleyküm'' çekip, doğrudan banka müdürünün oturduğu ikinci kata çıkan merdivenlere yöneldi. Ardından da güvenlik görevlisi...

***
Banka, Orta Karadeniz Bölgesinde yer alan küçük bir kentte faaliyet gösteren bir devlet bankasıydı. Kentin ekonomisi genelde tarıma dayalı olmasına karşın, bir kaç yem ve un fabrikası ile çevre köylülerin ortaklaşa kurduğu salça fabrikası, kent ekonomisinin temelini oluşturuyordu.
Güvenlik görevlisinin 'hacı baba' diye selamladığı kişinin adı Salih'idi. Hacı Salih'in kentin hemen girişindeki un fabrikasının yanında, kente çok uzak olmayan bir köyde de bin dönüme yakın arazisi vardı. Hacı Salih, kendi deyimi ile ' köycülük işini' büyük oğluna bırakmış, kendisi, iki oğlu ile birlikte fabrikada eyleşiyordu'. Kenteki salça fabrikasının kurucu ortaklarından olduğu için, hakkı olan yönetim kuruluna  Valinin üstelemesine  karşın 'işim başımdan aşkın heri!' deyip  kendi yerine küçük oğlunu sokmuştu.
Köylüler, hasattan sonra, yeterli depoları olmadığı için az  bir öndelik karşılığı buğdaylarını un fabrikalarının silolarına döküp, fabrika sahiplerine emanete bırakırlar, kalan paralarını da buğdaydan üretilen un satıldıkça parça parça alırlardı. Neredeyse gelenek haline gelen bu uygulama nedeniyle fabrika sahiplerinin işletme sermayesine pek fazla gereksinimleri olmazdı. Kentteki en büyük kapasiteli un fabrikası onun olduğu için, bu emanet sisteminden aslan payını da Hacı Salih alırdı. Ancak bu aslan payını almasının en önemli nedeni; sadece fabrika kapasitesinin büyüklüğü değildi. Onun hem hacı, hem de tarikat ehli olması; payın büyüğünü almasının bir başka nedeniydi. Üstelik, kendi köyünde, çevre köylerdeki yoksul çocuklara ''Kur'an talim ettiren' yatılı Kur'an kursu binasını da o yaptırmıştı. 

***

Hacı Salih'in merdivenleri çıkıp odasına yöneldiğini gören banka müdürü masasından kalkıp, Onu odasının kapısında karşıladı. 
Hacı, sağ elini göğsüne götürüp, müdürü selamladı.
      ''Esselamu aleyküm inişte! (1) Zabah-ı şeriflerin hayr'ossun''
Nabza göre şerbet vermesini gayet iyi bilen ve aynı kentten evli olan deneyimli müdür, hacılara günaydın denmeyeceğini çoktan öğrenmişti.      
     '' Ve aleyküm selam Hacı Baba! Hoş geldin! Nas'sın bakayım''
     ''Hoş gördük inişte, gordüğün gibi.''
     ''Gördüğüm gibiyse; iyisin; maşallahın var.''
     '' Amaan heri !(2) Bu yaştan sona eyi olsam ne, eyi olmasam ne. Emaneti davşıyom(3). Amma velakin Allah'a şükür gene de.''
     ''Keşke herkes senin gibi taşısa emaneti Hacı baba!''
Hacı'nın, kentte başka bankalar olsa da bu bankayı seçmesinin kuşkusuz en önemli sebebinin bu müdürdü. Hem kentin eniştesiydi hem de cumasını kaçırmaz, orucunu sekitmezdi. Bir de hacca gitseydi eyi olacağıdı emme, Hacı ne zaman lafı döndürüp dolaştırıp hacca getirse; 'zamanı var Hacı! Yaşım daha genç Allah göstermesin genç yaşta hacılığın farizesini yerine getiremem, şeytana uyar; sakat etmekten korkarım' diyordu.
     ''Ne içersin? Her zamankinden mi?''
     ''Her zamankinden ossun.''
Müdür oda kapısında bekleyen güvenlik görevlisine,
     ''Hasibe hanıma söyle bize iki sade kahve, bir de limonlu maden suyu...''
Kahveler gelinceye kadar, şurdan burdan konuştular.
Hasibe hanım kahveleri getirdi. Aynı anda birer yudum aldılar kahvelerinden.
Hacı,
     ''Valla vaktım olsa buraya her gün gelirim; bu gayfenin hatırına. Heç bir yerde böyle gayfe yapmıyorlar.''
Müdür gücenmiş gibi,
     ''Aşk olsun Hacı Baba! Sadece kahvenin hatırına mı geliyorsun bana?''
     ''Alınma canım, gelişimin sebebi helbette sadece gayfe deel.''
     ''Ben de şaka dedim zaten Hacı! Seni bilmez miyim?
Hacı kahvesini içip, bitirdikten sonra, bardakta, kabarcıklar çıkaran maden suyundan bir yudum aldı.
      ''İnişte, benim vadeli bir hesap varıdı, onu böön gapatiim diyom''
      ''Hayırdır?''
      ''Hayır. Biliyon köylü buğdayı benim siloya döküyor. Onlara biraz avans virmem ilazım. Sen de eyi bilin ki; köylü gısmıynan kötü olmaya gelmez. Ha köylü, ha memede çağa(4). Gak deyişin virecen, guk deyişin virecen . Ağızları boş galdı mı; zırlar dururlar.''
Müdür,
      ''Hallederiz Hacı Baba'' deyip, telefona sarıldı. '' Bana kadar gelir misiniz Şeref bey!''
Bir kaç dakika sonra, on beş gün önce bankaya Güneydeki bir kentten gelip şef kadrosuna atanan, otuzbeşlerinde gösteren Şeref, Müdürün odasına geldi. Başıyla hacıyı selamladı. Müdür, Hacı Salih'e,
     ''Şeref bey bizim yeni şefimiz. Geleli iki hafta oldu, olmadı.'' 
Odaya girdiğinden beri yüzündeki güler yüzlü ifadeyi bozmayan Şeref'e dönüp,
    ''Hacı Salih bey de şehrimizin ileri gelen çiftçi ve fabrika sahiplerinden biri ve en iyi müşterimizdir. Bankamız onun sayılır''
Şeref,
     ''Memnun oldum efendim'' deyip, tokalaşmak için elini Hacı'ya uzattı ama o oturduğu koltuğun yaslandığı arkalığından şöyle bir doğrulur gibi yapıp, sağ elini göğsüne götürdü. 
Müdür,
       ''Hacı beyin vadeli hesabını kapatalım hemen. İmzalanacak evrakı ve parayı odama getirin. Hacıyı yormayalım.''
Şeref merdivenlerin başına kadar gidinceye kadar Müdür de, Hacı da onu gözleri ile izlediler. Şeref merdivenden inince Müdür, Hacıya dönüp,
      ''Büyük oğlandan olan torunun askerden gelmiş diye duydum. Gözünüz aydın. Everirsin artık.''
      '' Eyle. Benim gaşık düşmanıynan gelinin göz godoğu süt emmiş biri var. Allahın emriynen isteyip, ardından da nişan edecük.
     '' Bu zamane gençlerini nişanda fazla bekletmeye gelmez.''
     ''Haklısın bekletmeye gelmez. Düğünü de güze yaparık artık.''
Müdürle Hacı sohbet ederken, Şeref elinde bir tomar para ve banka amblemli bir kağıtla içeri girdi. Parayı ve elindeki evrakı hacının önündeki sehpaya koydu.
Hacı'ya
     ''Hacı amca burayı imzalayınca işlem tamam oluyor.''
Hacı imza atmadan önce, gözlüğünü cebinden çıkardı. 
Camını hohlayıp, gene cebinden çıkardığı bez mendil ile camlarını sildikten sonra, gözlüğü burnunun ucuna yerleştirdi. Şefin masaya koyduğu dekonta şöylesine bir göz attıktan sonra, dekontta gördükleri onu şaşırtmış gibi gözlüğünün üstünden Şeref'e bakıp,
     Burada bir yağnışlık var Şeref efendi. Vadelideki param bu kadar deeldi. Nirdeyse 60 bin küsür fazla var. Bu neci?''
     ''Ben kolaylık olsun diye faizini de hesaplayıp, ana paraya ekledim Hacı amca '' dedi Şeref.
Hacı küçük gözlerini belertip, sesini yükseltti.
     ''Yahu Şeref efendi! Sen beni ne sanıyon allasen. Bu yaştan sona bana fayız yedirip, cehennem ataşında yanmamı mı istiyon?''
      ''!''
      '' Ben bu parayı gabul idemem; asla! Na'ap, ne'et çıkar bu fayızı. Bana helal param yeter Allaha şükür.''
Şeref şaşkın; yardım ister gibi müdüre baktı. Bu konuda deneyimli olan ve artık devreye girme zamanın geldiğine karar veren Müdür, 
      ''Hacı'' dedi. ''Seni gayet iyi anlıyorum. Sen asla helala haram katmazsın. Ama bizim bu parayı sana ödememiz lazım; kural bu.''
     ''Yahu Müdür eşk olsun, sen de mi Şeref ilen aynı düşünüyon. Pes valla!''
     ''Haklısın Hacı ama kural bu. Bu faizi ana para ile sana ödememiz lazım.''
     ''Vallaha gabul itmem. Bak Allahın adını andım.''  Yılların banka Müdürü ilk kez böyle bir durumla karşılaşıyormuş gibi,
     ''Sen tarikat ehli bir müslümansın bilirim. Var mı bunun şeriatta bir yolu, yordamı?''
Hacı derin bir nefes aldı. Sağ elinin işaret parmağına götürüp bir süre düşünür gibi yaptı. Ne yapacağına karar vermiş olacak ki; sonunda cübbesinin altındaki yeleğinin düğme iliğine zincirle tutturulmuş, Şimendifer marka cep saatini çıkarıp, Şeref'e uzattı.
      ''Şimdi bu işi şeriata munasip bir şekilde halledcüük. Sen şimdi bu saatimi benden 60 bin küsura liraya satın alacan'' deyip saatini Şeref'e uzattı.
Olanlardan bir şey anlamayan Şeref, masasında onları gülümseyerek izleyen Müdüre baktı. Müdür al anlamına gelecek şekilde başını sallayınca, Şeref ,
      ''Satın aldım Hacı amca, dediğin gibi 60 bin liraya satın aldım'' deyip, Hacının zincirinden tutup salladığı şimendifer marka köstekli saati almak için elini uzattı. Saati eline aldı ama zincir hala hacının elindeydi.
      ''Şimdi o 260 bin liraya satın aldığın bu saati bana gönül rızasıynan hedaye et bakalım. 
Şeref bir kez daha Müdüre baktı. Müdür, gene 'al anlamında' bir baş işaretiyle  Hacıyı bir kez daha onayladı.Hacı,
     ''Ettin mi?''
     ''Bu saati gönül rızası ile sana hediye ediyorum'' deyip, zinciri Hacının elinde olan şimendifer marka saati, Hacıya geri verdi. Hacı, Şeref'in elinden alıp, zincirini yeleğinin iliğine tutturduğu saati, yelek cebine koyup, oturduğu koltuğun arkalığına yaslandı,
      ''Şimdi her şey şeriata uygun oldu. Haram maram galmadı''
Müdüre dönüp, 
     ''Şimdi soğuk bir kolanı içerim'' dedi.
***
Müdür ve Şeref Hacıyı bankanın kapısına kadar birlikte yolcu ettiler.
Müdür odasına çıkmadan, hala olayın şaşkınlığını üzerinden atamayan elini Şeref'in omuzuna koyup,
   '' Sen yeni geldin buraları bilmezsin. Kendine bir kahve söyle, sonra da yanıma gel biraz sohbet edelim'' deyip odasına çıktı.
--------
Corona Güncesi- Temmuz 2020
Adana
------
1-İnişte:Enişte
2-Heri: Bir hitap şekli. Bre.
3-Emaneti taşımak: Tanrının verdiği bedende onun sahibi değil, emanetçisi olmak.
4-Çağa:Çocuk