17 Şubat 2020 Pazartesi

Sinsin

 
Sin Sin
 
 
 
    Köyde düğün var.
     Günlerden perşembe...
     Bizim ora köylerinde düğünler perşembe günü akşama doğru başlar, pazar akşamı damadın, silah sesleri arasına karışan dualarla gerdek odasının kapısına kadar götürülmesine kadar devam ederdi.
    Uzak köylerden kendilerine okuntu (1) gönderilen konuklar gelince muhtar, onları üçer beşer evlere dağıtırdı. Çağrılılar, düğün bitinceye dek evlerde konuk edilir; yedirilir, içirilir, yatırılırdı; göreneğimiz böyleydi...
                                           ***
    Akşamı heyecanla bekliyorum, içim kıpır kıpır...
    Bu akşam kesinlikle sinsin oynamalıydım. Acaba babam, ben sinsin oynarken üstüme varır mı? Alatorlak (2) del'anlı (delikanlı) sayılırım artık...
    Ben yaşlardaki bir gencin babası, oğlu sinsin oynarken ''helee, heleee'' deyip üstüne varırsa; bunun anlamı ''oğlum artık büyüdü, adam oldu'' demektir bizim oralarda... Artık, kuytu bir köşeye oturmak kaydıyla kahveye gitmesi, tavla ya da kağıt oynayanları izlemesi garip karşılanmaz...
    Akşam ezanı okundu.
    Öğleden sonra köy meydanına dikilen dev meşalenin içi çiğit kabuğu(3) ile doldurulup  üstüne yanık yağ döküldü.
    Ama meşalenin yakılmasına daha zaman var... 
    Akşam yemeğini düğün evinin hazırladığı sofralarda  yiyen insanlar yavaş yavaş meşalenin etrafında halka oluşturmaya başladılar.
     Davul zurna, sinsinin her zaman ki giriş parçası olan Köroğlu türküsünü çalmaya başladı. Atalarımız,''davulun sesi uzaktan hoş gelir'' derler ama davul, bize yakından da hoş gelmiştir her zaman. Davul demek; eğlence demek, düğün demek bayram demekti bizler için...
 
     Kalabalık gittikçe  artıyor...
     Ortadaki meşalenin çevresindeki halka genişlemeye, yeterince kalabalık oluşmaya başlayınca; gençlerden biri, kalabalığın 'Yaşşşaa! Vaar ooll!' sesleri arasında meşaleyi tutuşturdu.
     Önce çiğit kırığının kendine özgü yağlı kokusu yayıldı ortalığa, ardından ateş birden harlandı; ortalık gündüze döndü...
 
     Sinsin oynanan alana kadınlar gelmezdi. Kocalarının, nişanlılarının ya da  yavuklularının oyununu izlemek için alanı gören çevredeki evlerin takalarına, sofalarına doluşurlardı.
    Köroğlu türküsü bitti, zurna başka bir havaya geçince, kalabalıktaki gençlerden biri, meşaleye doğru fırladı. Bir eli belinde, diğeri havada, ayakları, davulun sesine uyumlu, meşalenin çevresinde dönerek oynamaya başladı. 
Bir kaç tur döndü, dönmedi, kalabalıktan biri fırlayıp 'hele heleee!' diyerek sinsin oynayan gence tam karşısından yaklaştı. Ateşin etrafında dönen, gözünü alevin ışığı aldığı için kendisine, ellerini açarak gelen kişiyi son anda fark etti ve ateşi çevreleyen halkaya doğru koşmaya başladı. Ancak geleni geç fark etmenin cezasını da sırtına inen iki yumrukla ödedi.
     Bu kez yeni gelen dönmeye başladı ateşin etrafında. Onu da bir başkası ''Allah, Allah!'' diye insan çemberinin dışına kadar kovaladı.
 
     Davul, zurna hiç durmadan çalıyor. Ateşin etrafında dönenler, onları kovalayıp yerine geçenler her dakika artıyor, sönmeye yüz tutan ateş yeniden harlanıyordu.
     Ben ise heyecandan yerimde duramıyorum, içim kıpır kıpır. Yaşıtlarım birer birer sinsine çıkıp ateşin etrafında dönüyor, bense bir türlü yüreklenip  çıkamıyorum.  Ha şimdi, ha bundan sonra derken neredeyse sinsin bitecek...
 
     Nasıl oldu anlamadım?
     Beni biri mi ardımdan itti, yoksa ben mi yüreklendim? kendimi bir elim belimde, diğeri omuz hizamda, zurnanın yanık yanık öttürdüğü Cezayir havasının kıvrak nağmelerine ayak uydururken meşalenin dibinde buldum. Harlı ateşin yüzümü yalamasına aldırmayarak, meşalenin etrafında, geri geri giderek, davulun ritmine ayak uydurmaya çalışıyorum. İki ya da üç kez döndüm, dönmedim;
ateşin çevresindeki halkadan, bir gölgenin iki elini açarak bana doğru '' hele, hele, heleee'' diyerek geldiğinin ayırtına vardım. Yapmam gereken; hemen oyunumu kesip, ilk fırsatta insan çemberinin dışına kaçmak olacaktı. Biraz geç kalmış olacağım ki; beni oyun dışı etmek isteyen kişiye daha çembere ulaşmadan yakalandım. Sırtıma  hafifinden iki yumruk yedim.
    Kimdi beni yumruklayıp, oyun dışı eden? 
    Bunu öğrenmenin yolu elbette benden sonra ateşin etrafında dönen kişiyi görmekti.
    Arkadaşlarım, müjdeyi verdiler.
    ''Hafız emmiydi.''
    ''Babandı seni kovalayan.''
    ''Hadi gene iyisin, babanla kadeh tokuşturabilirsin artık.''
    Ateşin etrafında davulun ritmine ustaca ayak uyduran, kişi gerçekten de babamdı.
    O an nasıl gururlandım anlatamam. Babam benim alatorlaklıktan, delikanlılığa geçişimi, sinsinde üstüme gelerek onaylamıştı.
    Sinsin bitti. 
    Eve dönerken, yürüyüşüm değişmiş; her iki kolumu vücudumdan hafifçe aralayıp kostak kostak yürümeye başlamıştım.
    Değişen neydi?
    Bir kaç saat öncesine göre ne boyum  uzamış, ne de kilom artmıştı. Yaşım da aynıydı. Ama ben kendimi daha bir büyümüş hissediyordum. 
    Islıkla Köroğlu türküsünü çalmaya başladım.
---------
Şubat 2020
 
1-Okuntu: Köy düğünlerinde davetiye olarak gönderilen çağrılık. Havlu, yazma vb.
2-Alatorlak:Delikanlılığa henüz adım atmış, 15 yaşlarındaki genç.
3-Çiğit kabuğu: Pamuk tohumunun, yağı alındıktan sonra kalan kısmı.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder