30 Haziran 2015 Salı

Levi's Jean'i Aldın mı Bari




LEVİ'S Jean'i aldın mı bari?

Yarı yıl tatilimi geçirmek üzere Adana'ya, ailemin yanına gelmiştim. Gelişimden bir kaç gün sonra, köyden arkadaşım olan Ercan ile karşılaştım. Ne var ne yok nasılsın gibi soruları yanıtladıktan sonra,
-''Sende ne var ne yok'' dedim.
-''Valla Yaşar ben hırıstiyan oldum'' dedi.
Benim bildiğim Ercan'ın dinle diyanetle pek ilgisi yoktu. Bırakın 5 vakit namazı cumaya bile gitmez, arefe gününde dahi oruç tutmazdı. Peki bu hırıstiyanlık  da nereden çıktı?
Sordum:
-''Nereden çıktı bu hırıstiyanlık işi lan!''.
Ercan'ın babasının Adana'daki İncirlik Hava Üssünün yakınlarında ıvır zıvır satan küçük  bir dükkanı vardı. Dükkanın müşterilerinin çoğu üste görevli Amerikalılardı. Ercan dükkanlarında üste görevli olan bir Amerikalı ile tanışmış, adam ''barış gönüllüsü'' imiş''. Bir süre sonra Ercan'ı evlerine çağırmışlar, sonunda bizimkini hırıstiyan olması için ''ikna'' etmişler. Hemen her akşam toplanıyorlarmış, önce yemek yeyip sonra dini sohbetler ediyor, ara sıra da çevre il ve ilçelerde ayinler yapıyorlarmış. Anlattığına göre sofralarında bir kuş sütü eksikmiş.
-''Aranızda kız var mı?'' dedim.
-''Şimdilik yok'' dedi. Ama ayin için gittiğimiz evlerde güzel yavrular var.
Duraksadığımı görünce;
-''İstersen sen de aramıza  katılabilirsin'' dedi.
Kıyak lokma, güzel hırıstiyan kızlar. Daha ne ister 18 yaşındaki bir genç; bundan iyisi Şam'da kayısı. Ama iş onla da bitmiyor. Uzun zamandır bir Levi'sim olsun istiyordum. Öğrenci için ideal bir pantalon; çok fazla yıkamana gerek yok. Ayrıca havası da var. O günlerde yeni bir Levi's bulmak olanaksız gibi, İncirlik Üssünde çalışan bir tanıdığın olacak ki; alasın. Ancak 2. elini bulabiliyorsun. O da Adana'da bu günkü Amerikan Pazarlarının temelini oluşturan, ''boş boşçu'' dediğimiz tablacılarda satılıyor, fiyatı 50- 60 lira arasında.  Acaba bu guruba katılsam onlar sayesinde İncirlik'ten bir Levi's çıkarabilir miyim? Olur mu olur.

-''Tamam'' dedim, ''ben de size katılacağım''.
Akşam bizim evde buluşup toplantıya birlikte gitmeye karar verdik. Daha sonra Ercan'dan ayrılıp doğru Ramazanoğlu Kütüphanesine gidip bir kaç kitap karıştırıp, hırıstiyanlık hakkına o ana kadar olan bilgilerimi güncelledim.
Ercan'la akşam buluşup, Adana'nın gözde semlerinden olan Yüz Evlerdeki bir villaya gittik. Ev iki katlı, geniş bir bahçe içinde. Kapısında kocaman bir köpek var, ben biraz çekindim ama bereket havlamadı, Ercan'ı tanıyor olmalı. Ercan kapıyı çaldı, bir dakika geçti geçmedi kapı açıldı. Bizi 30'lu yaşlarda biri karşıladı. Başıyla hoş geldiniz anlamına gelen bir işaret yapıp, bizi alt kattaki salona aldı. Salona girer girmez dikkatimi ilk şey yemek masası oldu.Çok güzel bir masa donatmışlar; nar gibi kızarmış tavuklar, çeşitli etler, salatalar meyveler. Ercan haklıymış, bir kuş sütü eksik.

İçeride biz dahil 6 Türk ve üç yabancı vardı. Bunların üçünün de Türkçesi hemen hemen aksansızdı. Hoş beşten sonra neden hırıstiyan olmak istediğimi sordular.
-''Ben barışa ve kardeşliğe inan bir insanım(anımsatayım hala da öyleyim). İsa'nın (daha sonra İsa yerine mesih demem gerektiğini söylediler) yaşamı ve ilkeleri bu dine sempati duymama neden oldu. ''Biri sana tokat atarsa öbür yanağını da dön'' sözünün beni çok etkilediğini söyledim.  Oysa bugün (1971 Şubat) ülkemde kaos var. Okullar paylaşılmış. Ben Siyasallıyım. Bizim okulda, hukukta, eğitim fakültesinde ülkücülere yer yok. Dil tarihde, gazide ise solcuları yaşatmazlar...Bir hay huydur gidiyor...Bu minval üzerine 15 dakika kadar konuştum.Sonunda beni aralarına alırlarsa mutlu olacağımı söyleyerek konuşmamı bitirdim.
Konuşmam bitince üç barış gönüllüsü bir birlerinin yüzüne bakıp, aynı düşüncede olduklarını hafif baş işaretleri ile onayladılar.
Grubun lideri olduğunu sandığım (sonraki toplantılarda öğrendim gerçekten de lider oymuş) Peter,
-'' Aramıza hoş geldin Yaşar '' dedi.
-''Hoş bulduk kardeşim. Ne zaman vaftiz olacağım? Peter, hafifçe gülümsedi, babacan bir tavırla
-''Her şeyin bir zamanı var, Yaşar. Hadi bakalım buyurun sofraya.''
O akşam yaklaşık 2-3 saat kadar konuştuk. Türklerin Arap olmadıkları halde neden müslümanlığı tercih ettiklerini anlamadıklarını söylediler. Dilimin döndüğünce bu soruyu yanıtlamaya çalıştım.
Toplantıya katılan Türklerden biri Antalya'lı ben yaşta bir gençti. Hataylı olan 40 yaşalarındaki adamın pek hırıstiyan olma gibi bir niyeti olmadığını sanıyorum; gözleri fel fecir, pek güven vermiyor. Belki o da benim gibi bir şeylerin peşindedir.
Geç vakit evden ayrılırken bana hırıstiyanlıkla ilgili küçük kitaplar ve bir de yeşil kaplı bir incil hediye ettiler.
Evden ayrılırken Peter, İki gün sonra aynı saatte burada toplanıp Tarsus'a gideceğimizi ve orada bir evde  ayin yapacağımızı söyledi.
İki gün sonra Villa'da buluşup, yemekten sonra bir minübüsle Tarsus'a doğru yola çıktık. Aramızda Hataylı yoktu. Nedenini sormadım. Peter gideceğimiz evin sahibinin doktor olduğunu, Türklerden hırıstiyan olmak isteyenlerin genelde eğitimli kişilerden oluştuğunu, bunların arasında gideceğimiz evin sahibi gibi doktor olanların yanında, avukat, tüccar ve serbest meslek sahiplerinin de olduğunu söyledi.
Yaklaşık 45 dakika sonra Tarsus'a vardık. Konuk olacağımız ev, bahçe içinde ve tek katlıydı. Bizi bekletmeden hemen salona aldılar. Salon da biz hariç yaşları genelde 40'ın üstünde kadınlı erkekli 30-35 kişi vardı. Peter ben dahil, topluluğa yeni katılanları tanıştırdı. Yeni katılanlar bir kaç sözcükle kendilerini tanıttılar. Konuşmalarından anladığım kadarıyla toplantıya katılanların çoğu Adanalıların ''fellah-çiftçi'' diye adlandırdıkları Arap asıllı Türklerdi. Sohbet devam ederken Ercan'nın kulağına fısıldadım:

''İyi de hiç kız yok lan aralarında''.
Sorumu ya duymadı ya da duymazlıktan geldi.
Tam bu sırada çay ve pasta ikramı başladı. Servisi ben yaşlarda iki kız yapıyordu. Ev sahibinin kızları olmalı. Hırıstiyanlığımın(!) daha ikinci gününde düş kırıklığına uğradım. Bu iki kızın en güzel taraflarını alıp tek bir vücutta birleştirsen bile bir ''yavru'' etmezdi. Sorgulayan gözlerle ''ne iş ''dercesine Ercan'a baktım, oralı bile olmadı namussuz.
Hoş beşten sonra, Peter bir teypten, şimdi adını anımsamadığım İstanbul'daki bir kilisede kaydedilmiş  vaaz dinletti. Vaaz bitince hep bir ağızdan Amen! dedik. Ardından elimize ilahi metinlerinden oluşan bir tomar kağıt tutuşturdular. İlahileri kimi ezberden- ki bunlar kıdemli hırıstiyanlardı- benim gibi stajyerler ise kağıttan okumaya başladık. Daha ikinci ilahiyi söylerken benim  sesim odadakilerin sesini bastırdı. Sesimin rengi davudiydi ve tam bir gazel ve ilahi sesiydi. Peter'la göz göze geldik; mutlu görünüyordu.
O evde yaklaşık 3 saat kadar kaldık.
Adana'ya vardığımızda hepimizi evlerimize kadar bıraktılar. Evlerinin önünde durduğumuz kişiler, münibüsten inmeden söze,
-'' Ey göklerdeki babamız ! diye başlıyorlar, bu evde yaşayan kafirleri yani analarını, babalarını, kardeşlerini velhasıl evde kimler yaşıyorsa onları doğru yola döndürmesi  mesihin kendilerine güç vermesini diliyorlardı. Kimileri araya bir kaç sözcük daha sıkıştırdıktan sonra amen deyip haç çıkarıyorlardı. Bu ritüel münibüsteki son kişiyi eve bırakıncaya kadar sürüyordu.
Elbette bu ritüelden bende nasibimi almıştım.  O günlerde  Adana deyimiyle ''avcuma osurup da burnuma tuttuğum'' yaşlardayım. O yaşlardaki çoğu genç gibi ben de dünyayı kendi etrafımda dönüyor sanıyorum. Bunun doğal sonucu da babamla hep çatışma halindeyim. Onun ak'ı benim kara'm, enim ak'ım ise onun kara'sı...
Hal böyleyken benim yakarışlarım da doğal olarak hep babam üzerine yoğunlaşıyordu. Evimizin önüne geldiğimizde '' Göklerdeki babamıza'' öyle vecd ile yakarıyordum ki; Peter bile bu coşkuya  kendini kaptırıyor, duamın sonunda ki ameni  ''aaamenn'' diye üç elif miktarı uzatıyordu.

Barış gönüllüleri ile yaklaşık 3 hafta geçirdim. Bu üç hafta içinde,Tarsus'a, İskenderun'a ve Antakya'ya 5-6 kez gittik. Her gittiğimiz evde
aynı ritüel yaşandı. Ben yarıyıl bitince okula dönmem gerektiğini söyledim. Hırıstiyanlığa dair bir çok kitap hediye ederek beni yolculadılar.

Ankara'ya döndüm.Okulun yurdunda kalıyordum.  Adana'dan döndükten bir kaç gün sonra posta kutumda bir mektup buldum. Mektubu gönderen, Seyran Bağları Lisesinde kimya öğretmeni bir İngilizmiş. Benimle tanışmak istediğini ve beni pazar ayinlerine götürmek istediğin yazıyordu. Mektuptan kimseye söz etmedim. Ortam çok kötü. Olay, Ülkücü- Devrimci- Polis kavgasının dışına taşmış, Ankara, 12 Eylül öncesi gibi olmasa bile her iki tarafça parsellenmişti. Söz gelimi bizim okula , hukuka, eğitim fakültesine ülkücüler, dil tarihe, gaziye ise devrimciler giremiyordu. Siyasi ortam böyleyken Barış Gönüllüsü bir İngiliz beni Pazar ayinine çağırıyordu. Ne onu ne de ondan sonra gelen bir kaç davet mektubunu yanıtlamadım. Kimya öğretmeni benim yurtta kaldığımı bildiği için, büyük olasılıkla ''bu karmaşada mektuplarım eline geçmemiştir 'düşüncesiyle olacak, bir daha yazmadı.
İkinici yarı yıl da bitince Temmuz ortasında gene Adana'ya döndüm. Bir kaç gün sonra Ercan'la karşılaştım.
Daha görür görmez;
-''Neredesin oğlum yaa?..
-''Burdayım!  Ne oldu ki?''
-''Ne oldusu var mı? Adamlar kaç aydır seni arıyorlar''.
-''Adamlar mı? Kim lan onlar''
-''Lan sövdürme beni. Kim olacak bizim Peter'ler... Kaç tane mektup yazmışlar cevap bile vermemişsin''.
Olay şimdi anlaşıldı. Safa yattım.
-''Beni niye arıyorlar ki?''
-''Niye mi arıyorlar? Seni çok beğenmişler oğlum. Peter bana, bul onu tam bizim aradığımız adam; akıllı ve zeki(aynen böyle demiş Peter).Hırıstiyanlığı Türkiyede yaymak için bunun gibilere ihtiyacımız var''.
-''Eeee !''
- ''Eee'si me'si yok. Seni İsviçre'ye göndereceklermiş, papaz mektebine''.
Şimdi anlaşıldı vehbinin kerrakesi. Ankara'da adresime gönderilen mektupların sebeb-i hikmeti buymuş.
Benim durakladığımı gören arkadaşım,
-''Akşam gidiyoruz değil mi? Bu fırsat kaçmaz oğlum...''
------
Aradan yıllar geçti. Bu öyküyü  eşe dosta bir çok kez anlattım. Öyküyü paylaştığım onlarca kişiden sadece bir kişi şu soruyu sordu.
-'' Levi's jeani aldın mı bari?''
!!!!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder