17 Nisan 2017 Pazartesi

Bir Çocuğun Gözünden Baraj Açılışı





BİR ÇOCUĞUN GÖZÜNDEN BARAJ AÇILIŞI ÖYKÜSÜ


O sabah bizim evde bir telaş, bir telaş ki;  sormayın... Sanki bayram sabahı... Kızlar uyuyor. Ben yarı uykulu, neden bu kadar erken uyandırıldığımın ayırdına varmadan, annemin kaşla göz arasında yer sofrasına hazırladığı çay, zeytin, peynir ve reçelden oluşan kahvaltımı çar çabuk bitirdim. Sofradan erken kalkışıma annem ne tepki verecek diye göz ucuyla ona baktım. Her yemekte sofradan aç kalkmayayım diye ağzıma zorla bir şeyler tıkıştıran annem, o sırada babamın pantolonunun ütüsü ile uğraştığı için olsa gerek, sofradan erken kalktığımı fark etmedi bile...

Ütüyü bitirdi.
Sıra bana gelmiş olacak ki; sabunlu bir bezle ağzımı silip, pijamalarımı çıkardı. Bir kaç kez,
-''Anne gezmeye mi gideceğiz?''diye sordum ama yanıt alamadım.
Önce bahriyeli elbisemi giydirdi. Sonrasında da beyaz çorplarımı ve aynı renkteki sandallarımı (sandalet)... 
Sıra lacivert gemici bereme gelmişti. Bereyi başıma dikkatlice yerleştirip, afili olsun diye de hafifçe yana yatırdı. Ardından  gözlüklerimi taktı. Giyinip kuşanma işim bittikten sonra Omuzlarımdan tutup ''olmuş mu ''diye bir kez kontrol etti. Görüntümden mutlu olmalı ki; bana göz kırpıp, babama
-'Yaşar hazır''dedi.
Annem beni giydirmeye çalışırken, babam açık renk takım elbisesini çoktan giymişti...

Biri henüz 17 aylık, diğeri 3 yaşında olan kız kardeşlerim  hala uyuyorlar. Anlaşılan, nereye gidilecekse; sadece ben ve babam gideceğiz.
Tahta merdivenleri gacırdata gacırtada indik. Bahçeyi geçip sokağa çıktığımızda,

-''Baba nereye gidiyoruz?''
Ben ondan, gitmekten her zaman hoşlandığım ''köye'' yanıtını beklerken,
-'' Baraja'' dedi.
Benim baraj olarak bildiğim; hafta sonları görkemli sıtma (okaliptus) ağaçlarının gölgesinde zaman zaman piknik yaptığımız, Adanalıların Eski Baraj dediği bir sulama barajıydı. Oraya da ne böyle tiril tiril giysilerle, ne de annem ve kardeşlerim olmadan giderdik. Bu baraj başka bir baraj olmalı...
Babam ve Ben



Döşeme mahallesinin parke taş döşeli sokaklarını 5-6 dakika adımladıkdan sonra Eski İstasyondaki İstiklal Karakolunun önünde yolcu bekleyen kerosoya (*) doğru yöneldik. Babam arkaya bense, her kerosoya bindiğimizde oturduğum yere geçtim, arabacının yanına...
Arabacı arka koltukta oturan babama hafifçe dönerek,
-'' Beyim nereye?''
-''DSİ'ye ''dedi babam.
DSİ lafını duyunca çok sevindim. Babam DSİ'de çalışıyordu. Zaman zaman beni de oraya götürürdü. DSİ'nin bahçesinde lojmanda oturanların çocukları ile oyunlar oynardım. Ama sevincimin nedeni bu değildi. DSİ'de babamın yardımcısı Erdoğan ağabeyi görecek olmamdı. O benim çocukluk günlerimin kahramanıydı. Birlikte olduğumuzda benimle arkadaşımışcasına oyunlar oynar, çeşitli taklitler yapıp, beni güldürürdü. Özellikle pek bir şey anlamasam da Ferdi Tayfur'un seslendirdiği,
Lorel- Hardy taklitlerine katıla katıla gülerdim. Kendisini şişman Oliver Hardy yerine koyar, çenesini gıdısına doğru çekerek, sıska olanına
-''Ne diyooorsın mı Stanly ?''  demesine katıla katıla gülerdim. İnşallah o da oradadır. Babama dönüp,
''-Baba Eldovan ağabey de orada olacak mı?''
-''Olacak'' dedi kısaca.
Celal Bayar,Adnan Menderes ve Süleyman Demirel. DSİ arşivinden


Babamla sadece ikimiz gezmeye gidiyoruz, ağıtları ile beni çileden çıkaran kızlar yanımızda değil, arabacı dizginleri tutmama izin vermiş üstelik Erdoğan ağabeyi göreceğim. Bu gün benim en mutlu günüm olmalı...

Keroso, Ordu Caddesine saptı. Sokaklarda, dükkanlarının önünü süpüren birkaç esnaftan başka pek kimsecikler yok; sabahın er saati. Atların nallarının parkede çıkardığı ritmik '' şakuduk şukuduk''  sesi sokakta yankılanıyor.
Sonunda DSİ'ne ulaştık. Bana her zaman dünyanın en büyük bahçesiymiş gibi gelen DSİ bahçesi  tıklım tıklımdı. Babamın elini sıkı sıkı tuttum.
- ''Eldovan ağabeyi nerede ?''
Babam  karşılaştığı arkadaşları ile ayak üstü sohbet ettiğinden olmalı ya beni duymadı ya da sorumu önemsemedi. Kalabalık arasından birden Edoğan ağabeyi gördüm.
Babamın elini bırakarak ona doğru koşmaya başladım
-''Eldovan abiii !''
Beni fark edince yere çömelip kollarını açtı, beni koltuk altlarımdan tutarak havaya kaldırıp bir kaç kez zıplattı. Birlikte babamın yanına gittik. Erdoğan ağabey, babama:
-''Dayı bu ne kadar ağırlaşmış, kaldıramadım vallaa'' dedi. Oysa çok zayıf bir çocuktum. Ama bu sözleri işitmek beni mutlu etti. 

Babam, ben ve Erdoğan ağabey, park etmiş onlarca otobüsten birine bindik. Otobüs hareket eder etmez Erdoğan ağabey, otobüstekilerin de isteğiyle, birlikte olduğumuz zaman söylediği şarkıya başladı .
''Kalamıştan bak vapur kalkıyor,
beresini yan giymiş geliyor,
benim yarim ey beni arıyor, arıyor,
iç rakıyı iç yarim geliyor
ah berelim vah berelim....(**)

Nakarat bölümünü tüm otobüs birlikte söyleyerek neşe içinde baraja geldik. 
Barajda mahşeri bir kalabalık...
Hayatımda böyle bir şey görmemiştim. Davullar zurnalar yeri göğü inletiyor. Halay çekenler, oynayanlar, onlara tempo tutanlar...
Erdoğan ağabeyin eteğine yapıştım. 
-Eldoğan ağabey bu gün bayram mı?''
Çocuk aklımla bunca kalabalığı bayrama bağladım .
-''Yok Yaşarım. Bu gün barajı açmaya reisi cumhur ve başvekil gelecek(***). Adana için bayram sayılır. Kalabalığın sebebi bu...''
Bir süre sonra davul-zurna seslerine polis arabalarının sirenleri de katıldı. Kalabalık dalgalandı, ortalık ana baba günü, galiba ezileceğim. Birden kendimi Erdoğan ağabeyin omuzlarında buldum. Uzakta, üstü açık siyah bir arabada birileri ellerinde şapka ile kalabalığı selamlıyor. Kalabalık canhıraş alkışlıyor, ''yaşa var ol'' sesleri birbirine karışmış, Erdoğan ağabey, coşkuyla;
Açılı Töreni. C.Bayar,A.Menderes ve S.Demirel. DSİ Arşivi

-''Gördün mü Yaşar reisi cumhuru, Menderesi gördün mü?' ' Arabada birileri var ama kim reisi cumhur, kim Menderes. Bilmeden el salladım. Arabalar bulunduğumuz yerden asıl tören yerine doğru yavaş yavaş uzaklaştı. Ardından da o müthiş kalabalık...
Biz kalabalığı takip etmedik. Bir süre sonra ses yükselticilerinden
anlayamadığım konuşmalar tüm alanı kapsadı. Ne dediklerini anlayamıyordum. Ama güzel şeylerden bahsediyor olmalılar ki; alkış gırla gidiyordu. Bulunduğumuz yerde kalabalık azalınca babam, Erdoğan ağabey ve bir kaç kişi daha savağı (****) yukarıdan gören bir tepeye doğru yürüdük. Yürüdük,  tabi ki sözün gelişi, ben hala Erdoğan ağabeyin omuzundayım. Savaktan ırmağın yatağına adeta koşarcasına dökülen suyun, ırmak yatağı ile buluştuğu anda çıkardığı gürültü o kadar fazla ki; yükselticilerinden gelen konuşmacıların sesini duymak olanaksız gibi. Ne söyledikleri anlaşılmıyor...
Aslına bakarsanız pek de umurumda değil ne dedikleri.
Babamlar o zamana kadar farketmediğim torbalardan çıkardıkları malzemelerle bir zeytin ağacının altına çilingir sofrası kurarlarken ben, yerden bulduğum taşları savağa ulaştırmanın nafile çabası içindeydim. Bir süre sonra etin, ateşle buluşmasından kaynaklanan o kışkırtıcı kokusu burnumun direğini direğini sızlatmaya başlamıştı.
''Yaşar hadi gel yemek yiyeceğiz ''diyen babamın bu uyarısına kadar taşladım savağı...
Babam ve arkadaşları güzel bir sofra hazırlamışlardı. Kebap kokuları söylevlere, söylevler dolu savaktan koşarcasına akan suyun ırmak yatağı ile buluştuğu yerdeki köpüklü gürültüsüne karıştı.
Ve ben elimde 50'lik bir bira şişesi, rakı içen babama  arkadaşlarına katıldım...
....
O tarihten bugüne  şunca yıl geçti. Barajın açılışında bulunan ne Bayar ne Menderes ne de Demirel artık aramızda değil. Babamı ve Erdoğan ağabeyi de kaybedeli yıllar oldu. Işıklar içinde yatsınlar. İlk yazda ne zaman baraja yolum düşse, dolu savağa yürür, yıllar önce çilingir sofrası kurduğumuz  zeytin ağacını bulmaya çalışır, birkaç dakika kımıldamadan durur ve savaktan akan suyun, ırmakla yeniden buluşup kucaklaştığı noktada gök yüzüne uzanmaya çalışan, üzerinde güneşin yedi renginin adeta dans ettiği ak köpüklerine dalar giderim...
( 8 Nisan 2017)
------------------------
(*)Keroso: Adanaca'da fayton
(**)Lüküs Hayat Opereti'nde Hazım Körmükçü'nün söylediği şarkı.
(***)Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes (8 Nisan 1956)
(****) Savak: baraj gölünde biriken fazla suyu, tribünlere göndermeden, ırmak yatağına akıtan su yolu.

1 yorum: