17 Ocak 2016 Pazar

Bir Dağ Köyünde Öğretmen Olmak




Bir Dağ Köyünde Öğretmen Olmak.

Bir çocuğun hayallerine ihanetin öyküsü


Orta okul son sınıftaydım. Yarı yıl tatilimi Ramazanoğlu Kütüphanesinde bol bol kitap okuyarak geçiriyor, neredeyse haftada iki roman bitiriyordum. Reşat Nuri'nin Çalıkuşu romanını da o günlerde okudum. Roman üzerimde öyle bir etki bıraktı ki; roman kahramanı Feride'nin, haritada yeri bile olmayan, unutulmuş bir dağ köyü Zeyniler'de  köy çocuklarına bir şeyler öğretmek için verdiği çabayı imrenmenin de, ötesinde kıskandım. Feride, İstanbullu bir öğretmen. Sen onca rahatı tep gel, kız başınla Allah'ın bile unuttuğu bir dağ köyünde öğretmenlik yap. Doğrusu pek aklım almadı.
Romanı okumadan önce orta okuldan sonra liseye, oradan da üniversiteye gitmek niyetindeydim. Annem, babam ve okuldaki bir çok öğretmenim de aynı düşüncedeydi. Ancak romanı okuduktan sonra uzun uzun düşündüm, gelgitler yaşadım. Ben de Feride'nin yaptıklarını yapamaz mıydım? Yapardım elbet; hem de alasını. Bir kaç gün sonra da kararımı verdim. Bir dağ köyünde, bilgisizliğin karanlığında kalmış köy çocuklarının ışığı olacaktım.

Yarı yıl tatili bitinceye kadar hemen her gün dağ başındaki bir köy okulu öğretmeni olmayı düşledim. Düşledim düşlemesine de, işin kötüsü orta okuldan sonra nasıl öğretmen olunacağı hakkında hiçbir fikrim  yoktu. Benim üniversite öğrenimi yapmamı öneren öğretmenlerime de sormaya çekiniyordum.

Ben,'' nasıl köy öğretmeni olunur'' sorusunun yanıtını ararken, okulun açılmasından iki üç hafta sonrasıydı sanırım, ilan panosunda Alata İlk Öğretmen Okulu'nun sınav ilanını gördüm. İlanda, Alata Öğretmen Lisesi'ne orta okul son sınıf öğrencilerinin katılacağı bir sınavla öğrenci alınacağı, okulu bitirenlerin öğretmen olarak atanacağı yazıyordu. Başvuru formları okul müdürlüğünden temin edilebilirmiş.

Öğrenciler arasında gerçek mesleğinin öğretmenlik değilde avukatılık olduğu dedikodusu öğrenciler arasında arasında fısıltıyla dile getirilen okul müdürümüz iyi bir insan olmasına karşın sert, karşısındaki ile arasına mesafe koyan biriydi. Bırakın öğrencileri, öğretmenler bile ondan çekinirdi. Bu nedenle her ne kadar okul başarılarımdan dolayı bir çok kez onun takdirini alsam da, odasına girip başvuru formunu tek başıma istemeye cesaret edemezdim. En iyisi sınava girmek isteyen arkadaşlarla birlikte müdürün kapısını tıklatmak.
Sınav duyurusu, özellikle bir an önce yaşam kavgasına katılmak isteyen yoksul son sınıf öğrencileri arasında heyecan yarattı. Bir an önce hayata atılıp para kazanmak amacındaydılar. Yakın arkadaşlarım benim de sınava katılacağımı öğrenince doğrusu şaşırdılar.
İftihar listesinde olan bir öğrenci olarak neden liseye, oradan da üniversiteye gitmiyordum ki?
Bu konudaki ısrarlı soruları;
     ''Sadece kendimi sınamak istiyorum'' diye yanıtlıyordum.
Sınav başvuru formlarını almak üzere müdür odasına hep birlikte girdik. Müdürümüüz başvuru formu almak isteyen arkadaşlarımın arasında beni fark edince; ses tonu hafifçe alaylı,
     ''Hayrola Yaşar ne oldu üniversite işi? Sen de mi öğretmen olmak istiyorsun?'' dedi..
Duyulur duyulmaz bir sesle,
     ''Denemek için ört'menim'' diyebildim.
Doğrusunu söylemek gerekirse; sınava özel olarak hazırlanmadan girdim. Zaten o günlerde bu tür sınavlara hazırlayan kurslar da yoktu. Varsa da ben bilmiyordum. Başarılı bir öğrenciydim ve kendime güveniyordum.

Bir süre sonra sınav sonuçları açıklandı. Sınavı  ikincilikle kazandığımı öğrendim.
Sonunda bir dağ köyünde öğretmen olma düşüm gerçekleşiyordu. Hani! Orhan Pamuk, Yeni Hayat romanına ''bir kitap okudum hayatım değişti'' tümcesiyle başlar ya, benim hayatımı da Çalıkuşu değiştirecekti belki?

Bu haberi aldığım gün, köyde ailece amcamların misafiriydik. Haberi önce anneme verecektim, ama ne  ne annem, ne de babam sınava girdiğimi bilmiyorlardı. Sonuca sevinirlerdi kuşkusuz ama öğretmen olamama izin verirler miydi? İşin o yanı kuşkuluydu. Onların aklında benim öğretmenliğim yoktu: Annem, benim de dayım gibi mühendis, babamsa, avukat olmamı istiyordu.
Köyümüzün yaklaşık 2 km yakınından geçen Tarsus-Mersin otobüslerinden birine bindim. Bir an önce köye ulaşıp, mutluluğumu yakınlarımla  paylaşmak istiyordum. Ama Şöför, benimle aynı duyguları paylaşmıyor olacak ki; otobüs dura kalka, yolcu bindire indire; 10 kilometrelik yolu yaklaşık 45 dakikada aldı. Otobüs muavini ,sözcükleri geveleyerek,
     ''Küçükdikiliiii! Var mı inennnn !''deyince, zaten 10 dakikadır arka  kapının önünde dikilen ben ,
    ''Vaaar! deyip daha otobüs hız kesip, tamamen durmadan, muavinin,
    ''Acele etme oğluumm!'' demesine aldırmayıp, otobüsten fırladım. Lafın gelişi değil; gerçekten fırladım. Hareket halindeki otobüsten atlayıp, istem dışı attığım beş altı adımdan sonra zar zor dengemi buldum. Otobüs benim atladığım noktadan 20-25 metre ötede köyümüze giden yolun ağzında  durdu. Önce muavin indi araçtan, sonra  Nevzat ağabey. Hayret! aynı otobüsteydik ama onu fark etmemiştim. Ona doğru seğirttim.
     ''Merhaba Nevzat Ağabey''. Gülerek bana döndü,
     ''Ne o, bu ne acele? Ahırın kokusunu mu özledin yoksa?''
 Nevzat ağabey otuzlu yaşlarda, aslen bizim köylü olan, köyümüzde oturan ailesi ile her zaman ilişkide olan bir ilk okul öğretmeniydi.
Yan yana köy yoluna düştük. Yolda havadan sudan konuşmaya başladık. Ama benim içim içime sığmıyor. Sınavı kazandığımı ona söylesem mi acaba? Ama ya annem? Hani ilk ona söyleyecektim? Annemden önce Nevzat ağabeye söylememin ne sakıncası vardı ki? Üstelik o da ilk okul öğretmeni. Fikrini alırım en azından. Kararımı verdim. Nevzat ağabeye söyleyecektim
    ''Nevzat ağabey sana bir şey söyleyeceğim''.
Başını bana çevirip,soran gözlerle bana baktı.
Çalıkuşu romanından başlayıp, Alata Öğretmen Lisesi sınavını ikincilikle kazandığımı, öğretmen okulunu bitirdikten sonra tayinimi bir dağ köyüne isteyeceğimi, Feride gibi çocukları eğiteceğimi, kısaca tüm öyküyü anlattım. .
Durdu. Bana döndü.
    ''Yahu Yaşar! Ben de sen akıllı biri sanırdım. Nereden çıktı bu öğretmenlik? Köy öğretmenliği ha!Üstelik dağ köyünde.''
!!!
    ''Oğlum sen aklını peynir ekmekle mi yedin? Bana bir baksana. Biliyorsun ben de ilk okul öğretmeniyim, üstelik kendi kentimde. Yengen de vekil öğretmen. Böyle olmasına karşın iki yakamız bir araya gelmiyor. Allahtan  köyden, bulgur, turşu, salça filan geliyor da idare ediyoruz. Ben kendi memleketimde öğretmen olduğum halde memnun değilim hayatımdan. Sen ise ''kör itin öldüğü yerde'' gidip öğretmenlik yapacaksın. Git liseye, gir üniversiteye; bırak romantizm romanlarda kalsın. Sonra anan baban ne der? Hafız Ağa her zaman senden 'oğlum okul birincisidir' diye övgüyle söz eder. O ne diyecek dağ başına gitmene?''
Nevzat ağabey konuşuyor, konuşuyordu. Köyümüze yaklaştıkça düşlerimdeki dağ köyü, tek sınıflı okulum, derme çatma sıralarda oturan yoksul öğrencilerim, adım adım uzaklaşıyordu benden.
Köy kahvehanesinin önüne gelmiştik. Elini omuzuma koydu. Gülerek,
    ''Gene de sen bilirsin. İyi düşün'' dedi.
 O kahvehaneye ben de; tüm hevesim kaçmış, artık 'müjdeliği' kalmayan haberi anneme vermek için amcamların evine yollandım...

Aradan yıllar geçti. İşim gereği Türkiye'yi, deyim yerindeyse adım adım dolaştım. Yolum ne zaman bir dağ köyüne düşse; gözlerim köyün okulunu arar, bahçesinde koşuşturan çocukları izlerim.
Ve yıllar öncesinde köy öğretmenliği düşü kuran romantik çocuğa ihanetimi anımsar: utanırım.

(Ocak 2016)




-

1 yorum:

  1. Yaşar Ağabey hangimiz çocukluğumuzun hayallerinde sükutu hayale uğramadık ki? idealler hep gidişimizin lokomotifi olmuştur yine de......

    YanıtlaSil