30 Haziran 2016 Perşembe

Nimet'i Sevmek

NİMET’İ SEVMEK

  On, on bir yaşlarındayım. Evimizin çapraz karşısında olan komşumuzun kızı Nimet’e uzaktan uzağa hayranım. Nimet de o sıralar 14 yaşlarında olmalı.  Ağırbaşlı, pek konuşmaz;  ilk okulu da yeni bitirdi. Ailesi, 'kız çocuğu için bu kadar okumak yeter' demiş olmalı ki; onu ortaokula göndermediler. Babasının at arabası var, Salcılar’da tomruk taşıyor. Annesi ise tipik bir ev kadını. Bir ablası, yirmilerinde bir de ağabeyi var. 
Nimet, hemen her sabah, babasını yolculadıktan sonra, elinde su dolu bir kova; süpürürken toz kalmasın diye yolu, önce yufka ekmek sular gibi sular, sonrasında; yolu incitmekten çekinir gibi okşarcasına süpürmeye başlardı. Uzaktan onu gören biri, süpürgeyle dans ediyor sanırdı. İşini bitirinceye kadar bahçe kapımızın önüne oturur; onu hayranlıkla izlerdim. Çamaşır yıkadıkları günlerde, çamaşırları sermek onun göreviydi. Damlarında, gerili iplere çamaşır sermeye başladığında, hemen bizim evin damına çıkar; gözümü ondan ayıramazdım. O da, benim kendisine olan çocuksu hayranlığımın farkında olmalı ki; arada bir bana gülümserdi.
Ama o kadar.
 
                                                                     ***
Okullar tatil olmuştu. Onların evinin gölgesinde, sokağımızdaki çocuklarla gulle(1) oynuyorduk. Arkadaşlarımdan katır lakaplı, çocuk irisi,  yarım akıllı Yusuf bana dönerek,
     ''Yaşar sen nimeti seviyor muşsun, doğru mu?'' dedi.
Şaşırdım. Nasıl farkına vardı acaba bu salak? O kadar da dikkatliydim. Üstelik Nimet’e olan ilgimden kimseye söz de etmemiştim. Yoksa damda onu çamaşır sererken izlediğimi mi görmüşlerdi?
Elimdeki dakkayı(2) bırakıp, doğruldum.
    ''Yalan! Kim diyor lan!''
 Sesim, heyecandan olacak, çatlak çıkmıştı.
    ''Biz biliyoruz oğlum’’ dedi, gülümseyerek. ''Hatta mahalledeki herkes biliyor Nimeti sevdiğini. Değil mi lan Ali''. Bitişik evde oturan komşumuzun oğlu Ali, sırıtarak, başıyla onayladı.
İşte şimdi ayvayı yedim. Ya ağabeyi de biliyorsa? Duysa dayaktan öldürür beni.  Babamın haberi olursa da yandım.
Dokunsalar ağlayacağım. Toparlanmaya çalışarak,
    ''Lan hakkatten sevmiyorum, hem o benden büyük dedim.
    ''Büyük olsun. Sevmediğine yemin et!'' Benim için en büyük olan yemini ettim.
    ''Ekmek, Kur’an çarpsın ki.''
    ''Geç onu'' dedi Yusuf. ''Anan baban ölsün mü? Onların üstüne yemin et.''
Ekmek, Kur’an üstüne ettiğim yeminden, ikna olmamışlar ki; üstelediler.
     ''Annen baban üstüne yemin et oğlum.''
Annemin babamın ne günahı var? Ama onlar üstüne yemin etmezsem de Nimet’in ağabeyinden dayak yiyeceğim. Baktım olmayacak feda ettim annemi babamı. Sanki yeminimi allah duyamazmış gibi, duyulur duyulmaz bir sesle;
    ''Annem babam ölsün ki'' dedim.
    ''Demek nimeti sevmiyorsun ha? dedi Yusuf.
     ''Sevmiyorum.'' 
     ''Sen gavur musun lan?  Ötekilere dönüp, ''Duyduk dumadık demeyin Yaşar var ya; gavur olmuş, gavur; ekmeği sevmiyor. Ekmek sevilmez mi oğlum?''
    ''Ekmek mi?''
O ana kadar konuşmalara katılmayan üç çocukla birlikte Yusuf ve Ali ağız dolusu gülmeye başladılar.
Eş anlamlı sözcüklerle yapılan şakayı geç de olsa anlamıştım. Ama iş işten geçmişti. Bizim oralarda ekmek, nimetti.
Artık Nimet’in ağabeyinden dayak yeme olasılığım ortadan kalkmıştı. Ama benden yaşça büyük olmasına karşın sınıfları çift dikişle geçen, zaman zaman ders çalıştırdığım, anlama güçlüğü olan Yusuf’un, kapı komşumuz Ali ile bir olup, beni gülünç duruma düşürmesini hazmedememiştim. O yıllarda bile mahalle arkadaşlarım arasında bilgi ve becerimle öne çıkan biri olmama karşın bu oyuna gelmiş, Adana deyişi ile aftos piyos (3) olmuştum. Demek ki aşkın (!) olduğu yerde akıl firar ediyormuş.
Çar açar arkadaşlarımın kahkahalarına istemeyerek de olsa ben de katıldım.
------
1-Gulle: Bilye, misket
2 Dakka: Gulle oyunlarında oyuncunun kullandığı şeçilmiş bilye.
3-Aftos piyos: Asıl anlamı değersiz, kim o demektir. Adana argosunda ise; bozum olmak, rezil olmak, değersiz olmak anlamında kullanılır.

1 yorum: