ZÖHRE
HATUN'UN PAZARLIĞI
Osmanlı'nın son dönemleri...
Mevsim güz...
Bizim ora köylülerinin şimdi bile en
çok sevdikleri mevsimdir güz...
Kütlüler(1) toplanmış, çırçır
fabrikalarına teslim edilmiş, tüccardan paranın tamamı olmasa bile bir kısmı
alınmış, eldeki paranın birazı borca- harca dağıtılıp, kalanı da hacetler
(2) için ayrılmıştır. Unuydu, yağıydı, tuzuydu, çuluydu, çaputuydu, everliecek
çocuk varsa onun düğün parasıydı...
Eee! Bunların hepsi hacet...
***
Köyün yoksul kadınları, köyün
ileri gelenlerinden biri olan Durmuş ağa'nın evinde toplanmışlardı. Bir yandan
kaçak sigara kağıdına sardıkları tütünü tüttürürlerken, öte yandan da ev sahibi
Zöhre (Zehra) Hatunun, mangalın sıcak külünde pişirdiği melengiç (3) kahvesini
höpürdeterek içiyorlardı.
Hem tütün tüttür, hem en hasından
melengiç kahvesi iç; lafı döndürüp, dolandır ama bir türlü Zöhre Hatuna, bu
ziyaretin nedenini açıklama. Zöhre Hatun baktı ki avratlar sebeb-i
ziyaretlerini bir türlü söylemiyorlar, ağa karısı olmanın verdiği ağır
başlılıkla ve öz güvenle, tütününden dolu dolu son bir nefes çekip, izmaritini
mangalın külüne bastırdı.
''Eeee avratlar hoş geldiniz safa geldiniz ama neye geldiniz, bir
hacetiniz mi var'' dedi.
Aslında bu tür ziyaretlere alışıktı
Zöhre Hatun. Dara düşenlere yerine göre unu, yağı, bulguru ödünç diye verir ama
geri getirirler mi, getirmezler mi, ardını pek aramazdı. Gözü gönlü toktu; ağa
karısı olamanın da bir gereğiydi bu...
Daha 16'sındayken o zamanlar
henüz ağa sıfatını almamış olan Hava'nın oğlu Durmuş'a varmış, erinden bir
hayli uzun, yaman, eline ayağına çabuk bir yörük kızıydı. İki ölü doğumdan
sonra erine ardı ardına iki erkek çocuk vermişti. Daha ne olsundu! Köylük
yerde, araya hiç kaşık düşmanı (4) katmadan ardı ardına iki oğlan doğurmak her
avradın karı değildi doğrusu...
Kadınlardan adı Hürü olan lafa girdi
''Zöhre Hatun'' dedi. Güzün esen poyrazın da etkisiyle olacak,
kuruyan boğazını hafifçe öksürüp temizledikten sonra. 'Bu sene Allaha
şükür çok iyi başak(5) ettik. Başak ettiğimiz kütlüyü olsun, küncüyü (susam)
olsun bakkal Mus'ta efendiye sattık''.
Zöhre Hatun ''her hal
borçlarını ödeyecekler'' diye düşünmeye kalmadan Hürü devam etti.
''Başağın parasıynan şeerden çul çaput alalım diyok.''
Baktı ki, avratların geliş niyetleri
borç ödemek değil, üstünde durmadı.
'' Eee !''
dedi sustu Zöhre Hatun; lafın
ardının bir an önce gelmesini bekleyerek...
''Eee'si biz avratlar seninynen şeere barabar gidelim
diyok. Biz şeerde yol iz, pazarlık mazarlık neyim bilmeyiz. Elimizden dut
götür. Durmuş Ağanın tanışları neyim vardır.''
Hürü'nün, kendisinin değil de
şehirde erinin tanıdıklarının olduğundan söz etmesi canını sıkmıştı, sıkmasına
ama renk vermedi. Allahtan Hürü lafın ucunun nereye gideceğini tahmin edecek
kadar akıllı bir kadındı.
''Tabi ki senin de tanıdıkların vardır’' dedi de Zöhre Hatun
rahatladı.
***
Akşam üstü, şehirden gelen Durmuş
Ağa’ya, kızgın külde kaçak kahveden pişirdiği bol köpüklüyü verirken, köyün
kadınlarının ziyaretinden söz etti.
Durmuş ağa,
''Ben yarın şeere erden gidecem, siz zabah tirenine
yetişin. Benim çırak sizi istesyonda karşılayıp, adaşımın düvenine
götürür. Selamımı söyleyin, o size malı fiyatlı (ucuz) verir, işiniz biter
bitmez de dönün... Çırak sizi istesyona götürüp tirene bindirir. Köyün durağını
da gaçırmayın haa !'' dedi, başka da bir şey demedi. Durmuş Ağa, bol köpüklü
kahvesini yudumlarken, akşamın serinliğinde, evin önünde, toz toprak içinde
oynayan oğullarını belli belirsiz bir gülümsemeyle izlemeye koyuldu.
***
Köyle durağın arası yaklaşık
bir buçuk kilometre kadardı. Önde Zöhre Hatun iri adımlarla yürüyor, ardında
bir gün önce evinde ağırladığı üç kadın, telaş içinde; oflaya puflaya ona
yetişmeye çalışıyorlardı.
Köyün, eski bir vagondan bozma
durağından bindikleri tren, yaklaşık 30 dakika sonra kentin ana istasyonuna
ulaştı. Önce Zöhre Hatun indi trenden, ardından ötekiler....
İstasyon kalabalıktı, Çukurda (6) işi biten,
çoğu Urum'dan gelmiş ırgatlar, mafraçlarının (7) üstüne oturmuş, kendilerini
memleketlerine götürecek treni bekliyorlardı. Zöhre Hatun, peronda, neredeyse
iğne atacak yer bırakmayan bu hurç ve insan kalabalığının arasından, alışkın
adımlarla yeldirmesini savurarak geçti. Ötekiler, şehir yerde kaybolma korkusu
ile olacak, ana kazı izleyen palazlar gibi, sırayla Zöhre Hatun’u izlediler.
Zöhre Hatun, peronun
merdivenlerinden, istasyonun giriş kapısına, oradan da garın önündeki
kerusoların (8) beklediği meydana doğru yürüdü, ardından da kadınlar...
Çırak onları sıra başındaki
kerusonun yanında bekliyordu. Önce Zöhre Hatun kuruldu arka koltuğa, ardından
da ötekiler. Çıraksa; arabacının yanına geçti. Arabacı, boşlukta bir kaç
kez kırbaç şaklattı, ardından da usulünden bir'' deeeh oğlum!'' çekti. Atlar,
ağır yüklerini yüksünmeden, istasyonu kente bağlayan tozlu yoldan tırısa
kalktılar.
***
Durmuş Ağa'nın hem adaşı, hem
de arkadaşı olan mağaza sahibi Durmuş Efendi, gelenleri güler yüzle
karşılayıp, yer gösterdi.
'Birer yorgunluk kahvesi içip içmeyeceklerini' sordu. Hemen ardından,
'' Vakıt er ama isterseniz, kıyma(10) da söyleyebilirim; açsanız
?''
Üç kadın, eğreti oturdukları halı
kaplı kerevitten göz ucuyla, eski ama hala sapasağlam deri kaplı maroken koltuğa buyur edilen Zöhre
Hatun' baktılar. O, gördüğü konukseverlikten memnun,
''Önce gayfe olsun Durmuş Efendi gardaşım, gıyma işine soo'na
bakarık.''
Durmuş Efendi çırağına, kendisi için
sade, Zöhre Hatun ve öteki kadınlar için şekerli kahve söyledi.
Kahveler geldi...
Durmuş Efendi önce Zöhre Hatuna,
sonrasında da kadınlara sigara tutu.
Zöhre Hatun uzatılan gümüş sigara
tabakasından bir sigara aldı, kadınlar ise, el adamından utanıp, almadılar.
Çırak Zöhre Hatunun sigarasını
yaktı.
Kadınlar hayretle birbirlerinin
yüzüne bakıp, dudak büktüler.
Önce Zöhre Hatun, sonra Durmuş
Efendi, ardından da kadınlar kahvelerinden birer yudum aldılar. Gerçek kahveyi
ilk kez tadan üç kadın, birbirlerinin yüzlerine bakıp, bir kez daha dudak
büktüler. Ama bu kez yüzlerinde memnuniyet ifadesi vardı...
***
Kahve faslı bittikten sonra Durmuş Efendi
tezgahın arkasına geçip, raftaki kumaşları indirirmeye başladı.
''Bu Bursa, bu İstanbul, bu yeni geldi İzmir'den. Bakın bu da
İngiliz...''
Kadınlar, her topun açılışında, önce
kumaşa, daha sonra da Zöhre Hatun’a bakıp, onun başıyla yaptığı onayı aldıktan
sonra beğendikleri kumaş topunu tezgahın bir köşesine ayırtıp, bir diğerine
bakıyorlardı.
Kumaşlar seçilmiş, iş pazarlığa,
kalmıştı. Kadınlar ''hadi sıra sende'' dercesine Zöhre Hatuna baktılar. Zöhre Hatun,
yerinden doğrulup, kumaşların serili olduğu tezgaha yanaştı.
Seçili toplardan birinini gösterip;
''Bu çiçekli naa'dar Durmuş Efendi gardaşım?''
Kadınlar neredeyse soluklarını
tutmuş, az sonra başlayacak olan pazarlığı bekliyorlardı.
Durmuş Efendi,
''Bacılar çok güzel bir kumaş beğendiler. Bursa'dan düneen
(11) geldi''
''!...''
''Sizin için arşını(12) 1 mecidiye olur''.
Zöhre Hatun, küçücük gözlerini
belertip (13),
''Nee! Gurban ederim de o parayı vermem. ''
''O da adaşımın hatırına.''
''Valla da vermem, tillahi de vermem.''
‘’Zöhre bacı, bir mecidiye iyidir, siz yabancı
değilsiniz.''
Zöhre Hatun bu fiyata karşılık
kendisinin de bir fiyat vermesi gerektiğinin farkına varıp, bir süre düşündü;
''Anca iki mecidiye veririm. O da senin hatırına.
''
Derin bir nefes aldı mağaza sahibi.
Zöhre Hatun, bu ''derin nefes alıştan'', Durmuş Efendi’nin artık pes edeceğini
anlamıştı.
''İki mecidiye'' deyip kestirip attı.
Kadınlar, Zöhre Hatunun iki
mecidiyede diretmesini, bir birlerine baş sallayarak hayranlıkla izliyorlardı.
Hürü, yanındaki Zeyneb'in kulağına
eğilip,
'' İyi ki Zöhre Hatunla gelmişiz gız. Baksana çatır çatır
bazarlık ediyor.''
Zöhre Hatun,
'' Bak Durmuş Efendi gardaşım! Ya benim dediğim olur ya da bizim
herife söyler, seniynen selamı sabahı kestiririm. Bi daha da buraya adım
atmaz''.
Durmuş Efendi Zöhre Hatun'un hesap,
kitap bilmediğini anlayınca, uzatmadı.
''Peki'' dedi.'' Senin dediğin olsun Zöhre bacı.''
Zöhre Hatun, zafer kazanmış
bir komutan edasıyla kadınlara dönüp,
''Seninki hangısıydı gız Zeynep?''
Zöhre Hatun kadınların beğendiği
öteki kumaşlar için de aynı pazarlığı yaptı.
Mağazanın bir köşesinde kurulan
sofrada Durmuş Efendi’nin ısmarladığı, birer buçuk kıymayı
yerlerken, kadınların Zöhre Hatuna duydukları hayranlık ve saygı bir kat daha
artmıştı.
***
Gün batmadan, Durmuş Ağa eve geldi.
Terli atın üstünden önce eğeri, sonra da bellemeyi alıp, atı ahıra götürdü. Eve
girip halı kaplı sedire oturduğunda bol köpüklü sade kahvesi hazırdı. Bir
sigara yaktı, sıcak külde pişmiş kahvesinden bir yudum almıştı ki, hemen yanı
başında oturan Zöhre hatun,
''Heriiif heriiif ! Bir de avradını heç beğenmen. ''
''Noo'ldu'' dedi Durmuş Ağa, karısının yüzüne bakmadan.
''Noo'ldusu var mı? Biliyon, bö'ön (13) avratlarla
Durmuş Efend’inin düvenine (14) gittik, çul çaput almaya''
''!''
'' Çatır çatır bazarlık ettim Durmuş Eendiynen.''
''!''
'' O bir mecidiye dedi ben, iki dedim. O bir dedi, ben iki dedim.
İnat da bir murat yani.''
''Eee !''
''Eee'si benim dediğim oldu.''
Durmuş Ağanın bu tuhaf pazarlıktan
haberi vardı. Durmuş Efendi kadınları yolculadıktan sonra, adaşına gidip,
durumu anlatmış, kimden fazla para aldıysa hesaplayıp, fazladan ödenen parayı,
ağzını farklı renkli iplerle bağladığı üç ayrı keseye koyup, kadınlara verilmek
üzere Durmuş Ağa'ya teslim etmişti.
Sinirlenince kekelemeye başlayan Durmuş Ağa,
'' Se sse senin de, süla süla lenin de, yaptığın
bazarlığın da'' diye başlayıp, ''sana ii inanıp peşine takılanların da
taa...'' diye bitirdi.''.
'' ! ''
Elini şalvarının cebine sokarak, ağzı
üç ayrı renkte iplerle bağlanmış para keselerini çıkarıp, Zöhre Hatun'un
önüne attı.
'' Al bu pa pa paraları sa sa sahaplarına geri ver. Gırmızı
Hü hürü rü'nün, Mavı Zeynep ba ba bacının, öte öte ötekini de Fikriye'ye ver.''
Zöhre Hatun, yaptığı ''çatır- çatır
pazarlıktan'' ötürü övgü beklerken, sövgü ile karşılaşmanın şaşkınlığı
ile keseleri alıp sessizce odadan ayrıldı.
***
Ertesi gün Zöhre Hatun, keseleri
rengine göre ayırıp, kadınlara verirken, onlara ne dedi bilinmiyor. Ama aradan
yıllar geçmiş olmasına karşın, köyde bir alış veriş sözü geçti mi, söz döner
dolaşır Zöhre Hatun'a gelir,
''Bazarlıkta Zöhre Hatun’un eline
kimse su dökemez bacım, dehşet bazarlık yapar, üste para bilem alır'' denirdi.
Mart
2018
--------------------------------------------
(1)Kütlü:Çiğidi alınmamış pamuk.
(2)Hacet: İhtiyaç, gerekli olan şey.
(3)Melengiç: Yabani fıstık.
(4) Kaşık Düşmanı: Kız çocuğu, kadın
(5) Başak- Başak etmek: Genelde pamuk tarlasında, tarla sahibinin toplattığı
pamuktan sonra, tarlada kalan pamuk. Bu pamuklar ihtiyaç sahipleri tarafından
toplanır. Buna da başak etmek denir.Bunun için tarla sahibine bir bedel ödenmez.
(6)Çukur: Çukurova.
(7)Mafraç: hurç, denk.
(8)Keruso:Fayton.
(9) Kıyma: Adana kebabının yerel adı.
(10)Düneen: Dün.
(11 Arşın: yaklaşık 75 Cm. Uzunluğunda ölçü birimi.
(12)Belertmek: Bir
kızgınlık ifadesi olarak, gözlerini çokça açıp, akını ortaya çıkarmak.
(13) Bö'ön: Bu gün.
(14)Düven:Dükkan, mağaza
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder