9 Nisan 2018 Pazartesi

Zöhre Hatun'un Pazarlığı


ZÖHRE HATUN'UN PAZARLIĞI

     Osmanlı'nın son dönemleri...
     Mevsim güz...
     Bizim ora köylülerinin şimdi bile en çok sevdikleri mevsimdir güz...

     Kütlüler(1) toplanmış, çırçır fabrikalarına teslim edilmiş, tüccardan paranın tamamı olmasa bile bir kısmı alınmış, eldeki paranın birazı borca- harca dağıtılıp, kalanı da  hacetler (2) için ayrılmıştır. Unuydu, yağıydı, tuzuydu, çuluydu, çaputuydu, everliecek çocuk varsa onun düğün parasıydı...
     Eee! Bunların hepsi hacet...

                                                          ***
     Köyün yoksul  kadınları, köyün ileri gelenlerinden biri olan Durmuş ağa'nın evinde toplanmışlardı. Bir yandan kaçak sigara kağıdına sardıkları tütünü tüttürürlerken, öte yandan da ev sahibi Zöhre (Zehra) Hatunun, mangalın sıcak külünde pişirdiği melengiç (3) kahvesini höpürdeterek içiyorlardı.

     Hem tütün tüttür, hem en hasından melengiç kahvesi iç; lafı döndürüp, dolandır ama bir türlü Zöhre Hatuna, bu ziyaretin nedenini açıklama. Zöhre Hatun baktı ki avratlar sebeb-i ziyaretlerini bir türlü söylemiyorlar, ağa karısı olmanın verdiği ağır başlılıkla ve öz güvenle, tütününden dolu dolu son bir nefes çekip, izmaritini mangalın külüne bastırdı.

    ''Eeee avratlar hoş geldiniz safa geldiniz ama neye geldiniz, bir hacetiniz mi var'' dedi.

     Aslında bu tür ziyaretlere alışıktı Zöhre Hatun. Dara düşenlere yerine göre unu, yağı, bulguru ödünç diye verir ama geri getirirler mi, getirmezler mi, ardını pek aramazdı. Gözü gönlü toktu; ağa karısı olamanın da bir gereğiydi bu... 

     Daha 16'sındayken o zamanlar henüz ağa sıfatını almamış olan Hava'nın oğlu Durmuş'a varmış, erinden bir hayli uzun, yaman, eline ayağına çabuk bir yörük kızıydı. İki ölü doğumdan sonra erine ardı ardına  iki erkek çocuk vermişti. Daha ne olsundu! Köylük yerde, araya hiç kaşık düşmanı (4) katmadan ardı ardına iki oğlan doğurmak her avradın karı değildi doğrusu...

     Kadınlardan adı Hürü olan lafa girdi
    ''Zöhre Hatun'' dedi. Güzün esen poyrazın da etkisiyle olacak, kuruyan boğazını hafifçe öksürüp temizledikten sonra. 'Bu sene  Allaha şükür çok iyi başak(5) ettik. Başak ettiğimiz kütlüyü olsun, küncüyü (susam) olsun bakkal Mus'ta efendiye sattık''.
     Zöhre Hatun ''her hal borçlarını ödeyecekler'' diye düşünmeye kalmadan Hürü devam etti.

    ''Başağın parasıynan şeerden çul çaput alalım diyok.''
      Baktı ki, avratların geliş niyetleri borç ödemek değil, üstünde durmadı.
    '' Eee !''

 dedi sustu Zöhre Hatun; lafın ardının bir an önce gelmesini bekleyerek...
    ''Eee'si biz avratlar seninynen  şeere barabar gidelim diyok. Biz şeerde yol iz, pazarlık mazarlık  neyim bilmeyiz. Elimizden dut götür. Durmuş Ağanın tanışları neyim vardır.''
     Hürü'nün, kendisinin değil de şehirde erinin tanıdıklarının olduğundan söz etmesi canını sıkmıştı, sıkmasına ama renk vermedi. Allahtan Hürü lafın ucunun nereye gideceğini tahmin edecek kadar akıllı bir kadındı.
    ''Tabi ki senin de  tanıdıkların vardır’' dedi de Zöhre Hatun rahatladı.
                                                          ***
     Akşam üstü, şehirden gelen Durmuş Ağa’ya, kızgın külde kaçak kahveden pişirdiği bol köpüklüyü verirken, köyün kadınlarının ziyaretinden söz etti.
     Durmuş ağa,
     ''Ben yarın şeere  erden gidecem, siz zabah tirenine yetişin. Benim çırak sizi istesyonda karşılayıp,  adaşımın düvenine götürür. Selamımı söyleyin, o size malı fiyatlı (ucuz) verir, işiniz biter bitmez de dönün... Çırak sizi istesyona götürüp tirene bindirir. Köyün durağını da gaçırmayın haa !'' dedi, başka da bir şey demedi. Durmuş Ağa, bol köpüklü kahvesini yudumlarken, akşamın serinliğinde, evin önünde, toz toprak içinde oynayan oğullarını belli belirsiz bir gülümsemeyle izlemeye koyuldu.

                                                           ***
     Köyle  durağın arası yaklaşık bir buçuk kilometre kadardı. Önde Zöhre Hatun iri adımlarla yürüyor, ardında bir gün önce evinde ağırladığı üç kadın, telaş içinde; oflaya puflaya ona yetişmeye çalışıyorlardı.
     Köyün, eski bir vagondan bozma durağından bindikleri tren, yaklaşık 30 dakika sonra kentin ana istasyonuna ulaştı. Önce Zöhre Hatun indi trenden, ardından ötekiler....
     İstasyon kalabalıktı, Çukurda (6) işi biten, çoğu Urum'dan gelmiş ırgatlar, mafraçlarının (7) üstüne oturmuş, kendilerini memleketlerine götürecek treni bekliyorlardı. Zöhre Hatun, peronda, neredeyse iğne atacak yer bırakmayan bu hurç ve insan kalabalığının arasından, alışkın adımlarla yeldirmesini savurarak geçti. Ötekiler, şehir yerde kaybolma korkusu ile olacak, ana kazı izleyen palazlar gibi, sırayla Zöhre Hatun’u izlediler.
     Zöhre Hatun, peronun merdivenlerinden, istasyonun giriş kapısına, oradan  da garın önündeki kerusoların (8) beklediği meydana doğru yürüdü, ardından da kadınlar...
     Çırak onları sıra başındaki kerusonun yanında bekliyordu. Önce Zöhre Hatun kuruldu arka koltuğa, ardından da ötekiler. Çıraksa; arabacının yanına geçti. Arabacı, boşlukta bir kaç kez kırbaç şaklattı, ardından da usulünden bir'' deeeh oğlum!'' çekti. Atlar, ağır yüklerini yüksünmeden, istasyonu kente bağlayan tozlu yoldan tırısa kalktılar.
                                                    ***
     Durmuş Ağa'nın hem adaşı, hem de  arkadaşı olan mağaza sahibi Durmuş Efendi, gelenleri güler yüzle karşılayıp, yer gösterdi.

'Birer yorgunluk kahvesi içip içmeyeceklerini' sordu. Hemen ardından,
    '' Vakıt er ama isterseniz, kıyma(10) da söyleyebilirim; açsanız ?''
     Üç kadın, eğreti oturdukları halı kaplı kerevitten göz ucuyla, eski ama hala sapasağlam  deri kaplı maroken koltuğa buyur edilen Zöhre Hatun' baktılar. O, gördüğü konukseverlikten memnun,
    ''Önce gayfe olsun Durmuş Efendi gardaşım, gıyma işine soo'na bakarık.''

     Durmuş Efendi çırağına, kendisi için sade, Zöhre Hatun ve öteki kadınlar için şekerli kahve söyledi.
    Kahveler geldi...
     Durmuş Efendi önce Zöhre Hatuna, sonrasında da kadınlara sigara tutu.
     Zöhre Hatun uzatılan gümüş sigara tabakasından bir sigara aldı, kadınlar ise, el adamından utanıp, almadılar.
     Çırak Zöhre Hatunun sigarasını yaktı.
     Kadınlar hayretle birbirlerinin yüzüne bakıp, dudak büktüler.
     Önce Zöhre Hatun, sonra Durmuş Efendi, ardından da kadınlar kahvelerinden birer yudum aldılar. Gerçek kahveyi ilk kez tadan üç kadın, birbirlerinin yüzlerine bakıp, bir kez daha dudak büktüler. Ama bu kez yüzlerinde memnuniyet ifadesi vardı...

                                                               ***
     Kahve faslı bittikten sonra Durmuş Efendi tezgahın arkasına geçip, raftaki kumaşları indirirmeye başladı.
    ''Bu Bursa, bu İstanbul, bu yeni geldi İzmir'den. Bakın bu da İngiliz...''

     Kadınlar, her topun açılışında, önce kumaşa, daha sonra da Zöhre Hatun’a bakıp, onun başıyla yaptığı onayı aldıktan sonra beğendikleri kumaş topunu tezgahın bir köşesine ayırtıp, bir diğerine bakıyorlardı.

     Kumaşlar seçilmiş, iş pazarlığa, kalmıştı. Kadınlar ''hadi sıra sende'' dercesine Zöhre Hatuna baktılar. Zöhre Hatun, yerinden doğrulup, kumaşların serili olduğu tezgaha yanaştı.
     Seçili toplardan birinini gösterip;
     ''Bu çiçekli  naa'dar Durmuş Efendi gardaşım?''
      Kadınlar neredeyse soluklarını tutmuş, az sonra başlayacak olan pazarlığı bekliyorlardı.
      Durmuş Efendi,
     ''Bacılar çok güzel bir kumaş beğendiler. Bursa'dan düneen (11) geldi''
     ''!...''
     ''Sizin için arşını(12) 1 mecidiye olur''.
      Zöhre Hatun, küçücük gözlerini belertip (13),
     ''Nee! Gurban ederim de o parayı vermem. ''
     ''O da adaşımın hatırına.''
     ''Valla da vermem, tillahi de vermem.''
     ‘’Zöhre bacı, bir mecidiye iyidir, siz yabancı değilsiniz.''
      Zöhre Hatun bu fiyata karşılık kendisinin de bir fiyat vermesi gerektiğinin farkına varıp, bir süre düşündü;
     ''Anca  iki mecidiye veririm. O da senin hatırına. '' 
     Derin bir nefes aldı mağaza sahibi. Zöhre Hatun, bu ''derin nefes alıştan'',    Durmuş Efendi’nin artık pes edeceğini anlamıştı.
     ''İki mecidiye'' deyip kestirip attı.
     Kadınlar, Zöhre Hatunun iki mecidiyede diretmesini, bir birlerine baş sallayarak hayranlıkla izliyorlardı.

     Hürü, yanındaki Zeyneb'in kulağına  eğilip,
    '' İyi ki Zöhre Hatunla gelmişiz gız. Baksana çatır çatır bazarlık ediyor.''
    Zöhre Hatun,
    '' Bak Durmuş Efendi gardaşım! Ya benim dediğim olur ya da bizim herife söyler, seniynen selamı sabahı kestiririm. Bi daha da buraya adım atmaz''. 
     Durmuş Efendi Zöhre Hatun'un hesap, kitap bilmediğini anlayınca, uzatmadı.
    ''Peki'' dedi.'' Senin dediğin olsun Zöhre bacı.''
     Zöhre Hatun,  zafer kazanmış bir komutan edasıyla  kadınlara dönüp,
     ''Seninki hangısıydı  gız Zeynep?''
     Zöhre Hatun kadınların beğendiği öteki kumaşlar için de aynı pazarlığı yaptı.

    Mağazanın bir köşesinde kurulan sofrada  Durmuş Efendi’nin ısmarladığı, birer buçuk kıymayı  yerlerken, kadınların Zöhre Hatuna duydukları hayranlık ve saygı bir kat daha artmıştı.

                                                          ***
     Gün batmadan, Durmuş Ağa eve geldi. Terli atın üstünden önce eğeri, sonra da bellemeyi alıp, atı ahıra götürdü. Eve girip halı kaplı sedire oturduğunda bol köpüklü sade kahvesi hazırdı. Bir sigara yaktı, sıcak külde pişmiş kahvesinden bir yudum almıştı ki, hemen yanı başında oturan Zöhre hatun,
     ''Heriiif heriiif ! Bir de avradını heç beğenmen. '' 
     ''Noo'ldu'' dedi Durmuş Ağa, karısının yüzüne bakmadan.
     ''Noo'ldusu  var mı? Biliyon, bö'ön (13) avratlarla Durmuş Efend’inin düvenine (14) gittik, çul çaput almaya''
    ''!''
    '' Çatır çatır bazarlık ettim Durmuş Eendiynen.''
    ''!''
    '' O bir mecidiye dedi ben, iki dedim. O bir dedi, ben iki dedim. İnat da bir murat yani.''
    ''Eee !''
    ''Eee'si benim dediğim oldu.'' 

    Durmuş Ağanın bu tuhaf pazarlıktan haberi vardı. Durmuş Efendi kadınları yolculadıktan sonra, adaşına gidip, durumu anlatmış, kimden fazla para aldıysa hesaplayıp, fazladan ödenen parayı, ağzını farklı renkli iplerle bağladığı üç ayrı keseye koyup, kadınlara verilmek üzere Durmuş Ağa'ya teslim etmişti.
Sinirlenince kekelemeye başlayan Durmuş Ağa,

     '' Se sse senin de, süla  süla lenin de, yaptığın bazarlığın da'' diye başlayıp, ''sana ii  inanıp peşine takılanların da taa...'' diye bitirdi.''.
     '' ! ''
     Elini şalvarının cebine sokarak, ağzı üç ayrı renkte  iplerle bağlanmış para keselerini çıkarıp, Zöhre Hatun'un önüne attı.
     '' Al bu pa pa paraları sa sa sahaplarına geri ver. Gırmızı Hü hürü rü'nün, Mavı Zeynep ba ba bacının, öte öte ötekini de Fikriye'ye ver.''
     Zöhre Hatun, yaptığı ''çatır- çatır pazarlıktan'' ötürü övgü  beklerken, sövgü ile karşılaşmanın şaşkınlığı ile keseleri alıp sessizce odadan ayrıldı.

                                                       ***
     Ertesi gün Zöhre Hatun, keseleri rengine göre ayırıp, kadınlara verirken, onlara ne dedi bilinmiyor. Ama aradan yıllar geçmiş olmasına karşın, köyde bir alış veriş sözü geçti mi, söz döner dolaşır Zöhre Hatun'a gelir,
    ''Bazarlıkta Zöhre Hatun’un eline kimse su dökemez bacım, dehşet bazarlık yapar, üste para bilem alır'' denirdi.

Mart 2018
--------------------------------------------

(1)Kütlü:Çiğidi alınmamış pamuk.
(2)Hacet: İhtiyaç, gerekli olan şey.

(3)Melengiç: Yabani fıstık.

(4) Kaşık Düşmanı: Kız çocuğu, kadın
(5) Başak- Başak etmek: Genelde pamuk tarlasında, tarla sahibinin toplattığı pamuktan sonra, tarlada kalan pamuk. Bu pamuklar ihtiyaç sahipleri tarafından toplanır. Buna da başak etmek denir.Bunun için tarla sahibine bir bedel ödenmez.
(6)Çukur: Çukurova.
(7)Mafraç: hurç, denk.
(8)Keruso:Fayton.
(9) Kıyma: Adana kebabının yerel adı.
(10)Düneen: Dün.
(11 Arşın: yaklaşık 75 Cm. Uzunluğunda ölçü birimi.

(12)Belertmek: Bir kızgınlık ifadesi olarak, gözlerini çokça açıp, akını ortaya çıkarmak.
(13) Bö'ön: Bu gün.

(14)Düven:Dükkan, mağaza




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder