13 Ekim 2020 Salı

 

Babam


Babasız büyüyenlerin dışında babası ile anısı olmayan kişi var mıdır?

Hiç kuşkum yok ki; bu sorum şaşkınlıkla karşılanıp; ''babasıyla anısı olmayan çocuk olur mu? Babayla geçirilen her an, bir anıdır'' diye yanıtlanacaktır.

Babalı büyüyen her çocuk gibi benim de babamla acı-tatlı yüzlerce anım olmuştur. Ama yüzlerce anım arasında bende derin iz bırakan bir anım var ki; aklıma her geldiğinde göz pınarlarım dolar.

Ankara'da okuyorum.

Babam hasta; hastalığı ise, şimdilerde adını söylemeden ''amansız hastalık'' dedikleri türden ...

Güçlükle nefes alıyor, çabuk yoruluyor...

Ne zaman,

     ''Baba bir doktora git. İyi görünmüyorsun'' dediğimde,

     ''Ben müzmin bronşitim'' deyip geçiştiriyordu.

Bir ara okul tatil olunca Adana'ya gittim. Babam daha da kötüleşmiş buldum.

Erkek kardeşim,

     ''Ağabey geçen gün pazara gittik Alış veriş yapıp dönerken, babam yorulup bir kaç kere kaldırıma oturup dinlendi. Çok zor soluk alıyordu. Babamı öyle görünce, ağladım'' dedi.

Bu kez kararlıydım. Karşı koymasına aldırış etmeyip onu doktora götürecektim. Önce doktora gitmemek için direndi.

Gerçeği öğrenmekten korkuyordu sanırım.

Yılmadım; üsteledim. Kırk dereden su getirip'', sonunda benimle Ankara'ya gelip, doktora birlikte gitmemize razı ettim. Gitmeden de Ankara'da yaşayan dayımı arayıp, babam için Dışkapı SSK Hastanesinden randevu almasını istedim.


Randevu gününün sabahı Ankara'ya ulaştık.

Randevu saatinde doktorun odasındaydık.

Doktor, kısa bir incelemeden sonra, bir karara varmak için babamın gırtlağından bir parça alınması gerektiğini söyleyip,

     '' Gırtlağından alacağımız parçanın biyopsi sonuçları bir hafta sonra belli olur. Çıkacak sonuca göre tedaviye karar veririz.''

Hastaneden çıkar çıkmaz babam,

     ''Otobüs terminaline götür beni, Adana'ya döneceğim''dedi.

'Bir hafta için Adana'ya gidip gelmesinin kendisini yoracağını, burada kalıp,biyopsi sonuçlarını beklemesinin sağlığı için daha iyi olacağını' söylememe karşın, gidişine engel olamadım.

Belki de tehlikeli bir ameliyata girmeden önce çocuklarını bir kez daha görmek istiyordu. 

Kim bilir?


 ***    

O bir hafta bir türlü geçmek bilmedi.

O gün geldiğinde, erkenden hastaneye gidip, doktoru beklemeye başladım. Sıram gelince odasına girdim.   

     ''Sonuçlar geldi. Baban...''

Sözünü bitirmesine fırsat vermeden, atıldım,

     ''Kanser, değil mi?''

Doktor elindeki dosyayı masaya bırakıp, bir süre beni süzdü. Sonra gülümseyerek,

     '' Ben de bu kötü haberi bu genç adama nasıl söyleyeceğim diye düşünürken senin olayı olgunlukla karşılaman beni rahatlattı'' dedi.

     ''Tedavisi var mı?''

     ''İki türlü tedavi yapılabilir. Birincisi şua(ışın) tedavisi. Gırtlaktaki uru şua ile yok etmeye çalışırız. Tedavi başarılı olursa normal yaşamına devam eder. İkincisi ise gırtlağı tamamen alırız, ama bir daha konuşamaz. Ama ameliyatın başarı şansı, şua tedavisine göre çok yüksektir.

      ''Peki önce şua tedavisi yapıp; başarılı olmazsa ameliyatı deneseniz olur mu?''

      ''Şua tedavisinden sonra ameliyat yapamayız; başarılı olmaz. Onun için hangi tür işlemi uygulamamız gerektiğine baban karar verecek'' dedi. Bir kaç saniye düşündüm. Bir yanda başarı şansı az ama normal yaşama devam etme şansı veren şua tedavisi, öte yandan başarı şansı fazla ama normal konuşmaya son verecek olan ameliyat...

     ''Ameliyat yapın doktor bey.''

     ''Baban kabul eder mi? Tedavi konusunda babanın düşüncesini sormayacak mısın?''

     ''Hayır ben onu ikna ederim.''

Ameliyat gününü kararlaştırdık. Babama telgraf çektim. Telgrafta ayrıntıya girmeden, ameliyat için Ankara'ya gelmesi gerektiğini yazdım.

Bir kaç gün sonra babam Ankara'ya geldi. Geçen gelişinden daha kötüydü. Güçlükle ve sıkça soluk alıyordu. Terminalden doğrudan Hastane'ye gittik. Yol boyu, neden ona sormadan ameliyata karar verdiğimi, gerekçeleriyle birlikte uzun uzun anlattım. Ne bir soru sordu, ne de itiraz etti. Sadece dinledi.


***

Doktor babama  ameliyatın nasıl olacağına ilişkin açıklamalar yaptıktan sonra,

     '' Yarın erkenden gelin, yatışını yapacağız'' dedi.

Teşekkür edip odasından çıkarken seslendi,

     ''Delikanlı bir dakika bakar mısın? Sana söyleyeceklerim var.''

Yanına gittim, kulağıma eğilip; duyulur duyulmaz bir sesle,

     ''Babanın durumu iyi değil. Her an tıkanıp, soluksuz kalarak ölebilir. Yanına büyükçe bir çivi al, soluğu kesilince çivi ile soluk borusunu del ve hemen acile getir. Onu sabaha kadar gözünün önünden ayırma sakın.''

Doktorun odasından çıkınca babam,

     ''Ne dedi doktor?''

     ''Ne diyecek, erken gelin dedi.''

Babamı, iki arkadaşımla kaldığım öğrenci evine bırakıp, en yakın nalburdan uzunca bir çivi aldım.

Eve geldim. Çivi cebimde, babama göstermiyorum. Babamsa yol yorgunu, soyunup yatağa uzanmak ve bir an önce uyumak istiyor.

Acil bir durum olur diye soyunmasına izin vermedim.

    ''Acelen ne? Erkenden uyuyup da ne yapacaksın? Otur da biraz sohbet edelim'' dedim.

Babamın durumundan haberdar etiğim ev arkadaşlarım da beni destekleyince; babam çar naçar kabul etti bu önerimi.

Sağdan- soldan, geçmişten- gelecekten söz edip, onu uyutmamak için oyalamaya çalışıyor, soluğu kesilir gibi olduğunda elimi cebime sokup çiviyi kavrıyordum.  Doktor, soluğu kesilirse, soluk borusunda bir delik aç demişti ama çiviyi nereye, nasıl batıracağımı söylememişti.  Bir yandan babamı lafa tutuyor, beri yandan da boynuna bakıp, gerektiğinde çiviyi soluk borusunun neresine batıracağımı hesaplıyordum. Çiviyi batırdığımda acı duyar mıydı ki?

Hadi batırdım; kan akar mıydı?

Akarsa, kanı nasıl durdururdum?

Çocukluğumdan beri bir çok kez kümes hayvanı, 18 yaşımdan buyana da koyun kestiğim için beni kan tutmazdı tutmasına ama soluk borusunu delip, kanını akıtacağım kişi benim babamdı.

Allah'tan ev arkadaşlarımdan Bülent,

     ''Dert etme, sen yapamazsan ben yaparım ''dedi de rahatladım.  

O gece, hiç abartısız yaşamımın en zor ve en uzun gecesiydi.

Çiviyi kullanmamıza gerek kalmadan sabahı ettik.


***

Hastanede giriş işlemlerini, yapıp babamı odasına yerleştirdim. Doktor, 'birazdan babamı ameliyathaneye alıp, soluk borusunda rahat soluk alıp vermesi için bir delik açacağını, basit bir ameliyat olacağı için öğleden sonra onu ziyaret edebileceğimi, bu yüzden de hastanede beklememe gerek olmadığını söyledi.' Asıl ameliyat ise, tahlillerden sonra yapılacaktı.

Öğleden sonra göre görüşmek için ayrılmadan önce babamla kucaklaştım. Her ikimizin de gözlerimiz dolmuştu. Bir şey söyleyemeden odadan ayrıldım.


***

Akşama doğru hastaneye gittim.

Odasına girdiğimde, yatağının üzerinde bağdaş kurmuş oturuyordu.

Babam; gölgesine bile basmaktan çekindiğimiz babam, o kadar küçülmüştü ki... Omuzları çökmüş, gülerken ışıl ışıl olan ela gözlerinin ışığı sönmüştü sanki...

Soluk borusuna ortası delip, metal bir aygıt yerleştirmişlerdi. Artık ağzından ya da burnundan değil, oradan nefes alıp verecekti. 

Yatağına yaklaşıp, önce ellerini öptüm, kucaklaştık.

Yatağının bir kenarına oturdum. Göz göze geldik. Boğazım düğümlendi, gülümsemeye çalıştım; beceremedim.

Bir süre sustuk.

Susmakla da olmuyor, bir şeyler söylemeliydim.

Boğazımı temizleyip, başladım konuşmaya...

Ameliyatının başarılı geçeceğini, büyük babamın(*) da aynı ameliyatı olmasının üzerinden on yıl geçmiş olmasına karşın hala yaşamakta olduğunu, bu nedenle karamsarlığa gerek olmadığını, daha uzun süre yaşayacağını söyleyip onu avutmaya çalıştım ama sanırım beni dinlemiyordu. Sağ elinin işaret parmağı ile nefes borusundaki aygıtın, soluk alıp vermesini sağlayan deliğini kapatıp,

       ''Kardeşlerini aradın mı?''dedi.

       ''Haber verdim.''

Babamın doğal sesiyle söylediği, kulaklarımda kalan son cümlesiydi bu...

Hastaneden çıktığımda, yeteri kadar param olmadığı için Hastane'den Cebeci'deki eve kadar yürürken, babamın yanında güçlükle tuttuğum gözyaşlarım artık serbest kalabilirdi.


***

Babamın gırtlağını aldıkları asıl ameliyatı da başarılı geçti.  Bu ameliyattan sonra 23 yıl daha yaşadı.

Işıklarda uyusun gözleri ile gülüşünü özlediğim sevgili babam.

-----

Corona Güncesi. Haziran 2020

----

(*) Annemin babası da 1960 yılında aynı ameliyatı olmuştu. 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder