14 Nisan 2020 Salı

Çam Ağacında Film İzlemek



Bir Zamanlar Adana (3)

Çam Ağacında Film İzlemek

60'lı yıllar, Adana'da yazlık sinemaların altın devriydi. Hemen her mahallede bir yazlık sinema bulunurdu.
Yazlık sinemalar genellikle nisan ayının son haftasında açılır, eylül sonunda kapanırdı.
Sinemalar, nisan ortasında bakıma alınır; sandalyeler tamir edilip boyanır, sinemanın çevresindeki evlerin damından beleş film izleyenleri önlemek için, sinemanın duvarların üstüne gerilen perdelerden çürüyenler değiştirilip; yenilenir, kış boyu çalışmayan film oynatıcıları gözden geçirilir, sezon açılmadan bir kaç gün önceden de bu film oynatıcılarını denemek için özellikle mahallenin çocuklarına ücretsiz olarak çeşitli filmlerden alınarak, birbirine ulanmış film parçaları izlettirilirdi. Kuşkusuz, sinemaların en önemli yeri; merdivenle çıkılan ve kapısında ''müdüriyet'' yazan makine dairesiydi...
Hep merak etmişimdir ''müdüriyetin'' içini...
... 
Hangi sinemada, hangi filmin oynadığını, ya semtin bir kaç yerinde yüksekçe bir yere tutturulan tahta panolara yapıştırılmış afişlerden ya da  tek atlı arabaların her iki yanına, tepelerinden bir birine çivilenmiş kartelalara (1) raptiyelenmiş, o akşam oynayacak filmlerin afişlerinden öğrenirdik. Arabada, arabacıdan başka, elinde kesik koni biçiminden sacdan yapılma ilkel bir ses yükseltici olan çığırtkan olurdu.
Çığırtkan,
-''Alooo, aloo. Dikkaaattt dikkaaatt!  Bu akşam Camalpaşa (Cemalpaşa) aile sinemasında, iki muazzam Türk filimi birdeeen! Birinci filimmm; Acı Hayaattt ! Başrollerde Ayhaaan Işıkkk ve Türkaann Şoraaayy!!! Kin, nefret, aşk, intikam veee maceraaa doluuu! Acı Hayaatt !... diye  başlar, ardından ikinci filmi duyururdu.
Biz bu sesi duyar duymaz, kartela taşıyan arabanın ardına takılır, dağıttıkları el ilanlarını almak için aramızda yarışırdık.
Sinemalarda 2 film birden oynar, filmlerden biri yeni sezonun, ikincisi ise, genelde bir kaç yıl öncesinin filmi olurdu.
Bizim ailece en çok gittiğimiz sinema şimdi yerinde apartmanlar dikilmiş olan evimize en yakın sinema  Cemalpaşa Aile (2) sinemasıydı. Kanalın üstünde bir de Türen sineması vardı ama babam hep Cemalpaşa'yı yeğlerdi.
Sinemaya hep cumartesi akşamları giderdik. Babam, sinemaya erken gidip bilet kuyruklarında beklemekten hoşlanmadığı için locamızı bir kaç gün önceden ayırtır; sinemanın önünde bilet almak için oyalanmadan, tam ışıklar kararırken girerdik sinemaya.
Locada Annem, babam ve iki küçük kız kardeşim olurdu. Ben büyük kız kardeşimle, film başlar başlamaz locadan ayrılır, en ön sıraya gidip izlerdik filmi.
annemin yanında ise daima küçük bir yastıkla bir battaniye olurdu. Çünkü en küçük kız kardeşim, daha birinci filmin ortasına gelmeden uykuya dalardı.
Tahta sandalyeler, yerinden oynatılmasın diye olacak, uzun tahta çıtalarla birbirine sabitlenirdi.

Gazoz 25 kuruştu. Kız kardeşimle, satın aldığımız gazozların şişe kapağını açtırmaz, tapasını çiviyle deler, o küçük delikten, hemen bitmesin diye yavaş yavaş içerdik gazozlarımızı.

Sinemada eğlencelik de satılırdı ama çoğu kişi dışarıda daha ucuz olduğu için sinemaya girmeden alırdı, fındığını, fıstığını.

Asıl film başlamadan, gelecek program ve pek yakında oynayacak filmlerden kısa parçalar gösterilirdi.

Kimi zaman, film yeniyse, galasına filmin baş oyuncusu gelir, perdenin önüne çıkar bir kaç söz eder ve alkışlar arasında, filminin oynadığı başka bir sinemaya giderdi. Hiç unutmam; Karaoğlan; Cengiz Han'ın Hazineleri filmini Cemalpaşa sinemasında izlerken, filmin baş oyuncusu Orhan Günşiray gelmiş, portatif bir merdivenle perdenin önüne çıkmış, bir kaç şey söylemiş ve alkışlar arasında sinemadan ayrılmıştı.
Söylediği şu söz hala aklımdadır. ''Filmdeki gibi buraya eşekle değil uçakla geldim''(3).

O günlerde filmlerin baş oyuncuları değişir, yönetmeni değişir ama bir isim hiç değişmezdi: Yorgo İliadis (4). Bu kişinin adı, hemen hemen her filmde karşımıza çıkardı; sesleri alan ya da ses mühendisi olarak...Aslına bakarsanız Yorgo İliadis'i biraz kıskanırdım. Neden bir Türk değilde, bir yabancı? Çocukluk işte... Demek bizimkilerden ses mühendisi yoktu o yıllarda.
...
İlk gençlik yıllarımızda, özellikle yaz akşamlarında Adana'nın kalbinin attığı yer, Sular Yolu (5) üzerindeki çay bahçeleri  ve kafeteryalardı.   O günlerin; en ünlü kafeteryası da Kent Kafeterya idi. Kafeterya'da özellikle hafta sonları, filmlerin başlamasından saatler öncesinden bile yer bulmak olanaksızdı.

Sular bölgesinde anımsadığım ilk sinema Sular sinemasıydı. Ardından Gar sineması açıldı. Altmışlı yıllar bitmeden  bu bölgede yeni sinemalar açılmış, Sular ve Gar sinemalarına Bahar, Dünya, Kent ve Renk sinemaları da katılmış, çapı yaklaşık 100-150 metre olan bu daracık alanda sinema sayısı altıya çıkmıştı.

Kimi zaman bu sinemalarda oynayan filmlerin sesleri bir birine karışır, birinde romantik bir aşk sahnesi perdeye yansıyorken, hemen bitişiğindeki sinemada, toplu tüfekli bir savaş sahnesi olur; silah seslerinden, izlediğiniz aşk sahnesinin tüm duygusallığı, top, tüfek sesleri arasında kaynar, giderdi. 
...
13-14 yaşlarımda artık ailemden ayrı, tek başıma ya da arkadaşlarla sinemaya gitmeye başlamıştım. Özellikle hafta içinde, Sular'a gider; Sular ve Dünya sinemaları arasında
arasındaki çam ağaçlarından birine çıkar, canım hangi filmi çekerse onu izlerdim. Hafta içi gitmemin en önemli nedeni, hiç kuşkusuz, ağaçlarda film izlemek isteyen bedavacıların hafta sonunda   sayısının çok olmasıydı. Ağaç az, bedavacı çok olunca; erken gitmezsen dallarda yer bulmak olanaksız olur, hatta ufak tefek tartışmalar bile çıkardı;
-'' O dal benim, kalk lan oradan.''
-'' Oğlum gelme, ikimizi kaldırmaz, kırılır valla!''
-'' Kime diyorum laan, düşeceez !''
Bu sözlere hafta içi hiç muhatap olmazdın. Üstelik hafta sonları, zaman zaman bu iki sinema sahibi, şikayette bulunur, ağaçların altına ,beleşçilerin çıkmasına engel olmak için bekçi koydururlardı.
En iyisi hafta içi...
Köydeki hısımlarımızdan birinin oğlu, aynı zamanda yakın arkadaşım Yasin bize gelmişti. Akşam yemeğinden sonra sinemaya gidecektik.. Babamdan izin, annemden de sinema için cep harçlığı alıp yola çıktık. Ona, benim genellikle filmleri ağaçtan izlediğimi, ancak annem para verdiği için  bu kez sinemaya bilet alarak gireceğimizi söyleyince,
-''Ağaçtan izleyelim, sinema parasına da tatlı yeriz.''
Filmi ağaçtan izleyip, sinema parasına da tatlı yemek düşüncesine benim de kafam yattı. Yol boyu ona ağaçta film seyretmenin kurallarını anlatıp durdum. Köy çocuğu olduğu için ağaca tırmanmak onun için işten sayılmazdı; kedi gibi tırmanabilirdi. Ama ağaçta film izlemenin en önemli koşulu, film izlerken uyumamaktı.
-'' Aman Yasin, gözünü seveyim uyuma. Allah göstermesin, düşer müşersin.''
-''Gardaşıma bak! Ağaçta uyunur muymuş, hele filim seyrederken.'' 
-''Tamam da sen gene uykun gelince beni uyar. Ağaca çıkarken de kaynamış (6)karpuz çekirdeği aldık mı tamamdır. Oyalar, uyutmaz seni.'' Önce kartelalara baktık. Sular'da, Sadri Alışık ve Ayla Algan'ın oynadığı Ah Güzel İstanbul, Dünya Sinemasında ise yanlış anımsamıyorsam Gurbet Kuşları oynuyordu.
Yasin,
-''Gardaş Turist Ömer'in filmine gidelim. Çok güldürücü adam.''
Ayla Algan'ı tanımıyorum ama Sadri Alışık, Turist Ömer tiplemesi ile bizim buralarda çok sevilirdi...

Hafta içi olduğu için ağaçlarda kimse yok. Ağaca çıkmadan önce annemin sinema parası diye verdiği harçlıktan iki külah kaynamış karpuz çekirdeği aldık. Sonrasında ağaca tırmanmamız kolay oldu. Yasin kedi gibi; bir çırpıda tırmandı ağaca...
Benim hemen üstümdeki dala oturdu, sarkıttığı ayakları neredeyse başıma değecek.
Yerden yüksekliğimiz 5-6 metre kadar...
Film başladı. Bir yandan çekirdek çintiyor, bir yandan da film seyrediyoruz. Baktım çekirdek kabukları üstüme geliyor; dal değiştirdim. Ama gözüm Yasin'de.
Film, en azından Yasin'in beklediği gibi '' güldürücü'' değil. Hatta dram.
Filmin yarısına geldik gelmedik, Yasin'in uykusu bastırmış olmalı ki; oturduğu dal birden sarsıldı, tuttuğu dala sıkıca sarıldı.
-''Yasin uyuyor musun?''
-''Yok gardaş, uyumuyom.''
-''İstersen gidelim.''Yanıt gelmeyince, üsteledim:
-''Gitmeyeceksek gel benim dala otur, ben daha aşağı dallara otururum.'' Bu öneriyi yaparken; uykulu haliyle düşmesine kesin düşer de bari yere daha yakın bir daldan düşsün diye yaptım.
İtiraz etmeden kabul etti. O benim yerime, ben de biraz daha aşağıdaki bir dala geçtik.
-''Çekirdeği çintmeyi unutma ha!'' 
Aklım sıra oyalasın, uykusu kaçsın istiyorum.
Film komik değil; kız şarkıcı oldu ama Sadri Alışık ona küstü. Turist Ömer'deki Sadri Alışıktan eser yok; sürekli sigara içiyor. Güldürmek bir yana, ağlatacak neredeyse.
...
Aklım Yasin'de...
Üstüme gelen çekirdek kabukları kesilince; 'her halde çekirdeği bitti, biraz daha ister misin?'' dememe kalmadı, Yasin önce benim oturduğum dala, sonra daha alçaktaki dallara çarpa çarpa kaldırımın üstüne düştü.
Ağaçtan, inip hemen yanına geldim. Hafifçe inliyor. Yerden kaldırıp, oturttum. Sadece sol omuzunu tutuyor. Başka bir şeyi yok gibi.
-''Ne oldu lan? Uyudun mu? Bir şeyin yok ya?''
-''Yok bi' şeyim. İçim geçdi her hal.'' 
Koluna girip ayağa kaldırdım.
-''Omuzumun üstüne düştüm, biraz ağrıyor.
-''Hadi eve gidelim, annem Vicks sürer, bir şeyciğin kalmaz sabaha''
...
Sinemaların dağılmasına daha çok var. Eve erken gitmenin bir alemi yok.
Eve gitmeden önce, çekirdekten artan sinema parasına tatlı aldık, ben karakuş, o halka tatlı yedi.
-''Babam yatmıştır ama annem bizi bekliyordur. Sorar da niye erken geldiniz derse; birinciyi seyrettik, ikinci iyi değildi yarım bırakıp çıktık deriz.''
Yüzünü buruşturup,
-''Soğuyunca daha çok ağrıyor. Ne diyeceğiz anana'' dedi.
-''Merak etme. Vicks işine de bir mahana (7) buluruz.''

Corona Tutukevi

Mart 2020
-----
Açıklamalar
1-Kartela:Filim afişlerinin yapıştırıldığı ahşap levha.
2-Ziyapaşa mahallesinde Baraj caddesi üzerindeydi.
3-Orhan Günşiray, Karaoğlan filminin bir sahnesinde eşeğe binmişti.
4-Yorgo İliadis. 1914 Adapazarı doğumlu, Türkiye'nin ilk ses mühendisi.
5-Sular Yolu: Şimdiki Cevat Yurdakul Caddesi.
6-Haşlanmış karpuz çekirdeği. Bir tür eğlencelik.
7-Mahana: Bahane

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder