11 Mart 2020 Çarşamba

Dipçik İzi



DİPÇİK İZİ


     Aylardan şubat.

    Tüm okulların yarıyıl tatilinin başladığı ay.

    Kendimi bildim bileli, ne zaman yarıyıl tatiline girsek, sanki gizli bir güç tarafından programlamış gibi tüm tatil boyunca yağmur yağar şubat ayında. Neredeyse yağmursuz günümüz geçmez.

 

    Kimi zaman bardaktan boşanır, kimi zaman inceden yağar; ahmak ıslatan olur.

Tatil boyunca  burnumuzu çıkartamayız evden, ocaktan...

Bu yüzden şubatın adı sadece şubat değil, sidikli şubattır bizim buralarda...

 

    Lisedeydim.

    Bu yılki Şubat tatilimiz ramazan ayına denk gelmişti.

    Her yarıyıl tatilinde olduğu gibi, bu yıl da tatilimin bir bölümünü köyde geçirecektim.

  

    Köye gelir gelmez, eşyalarımı eve bırakıp, iftardan önce arkadaşlarımı görüp, laflamak niyetiyle; ayağımın tozuyla kahveye yollandım.

    Bizimkiler kahvenin bir köşesine çekilmişler fısır fısır konuşuyorlar.

    Selam verip, bir sandalyeye çöktüm.

     ''Hayırdır? '' dedim, ''fısır fısır ne konuşuyordunuz?''

    Yusuf,

     ''Yasin bu gün akşama kadar çakal kovalamış.''

     ''Çakal mı? Niye ki?''

     ''Niyesi var mı? Çakal az kalsın pinelerine (1) girip tavuklarını boğazlayacakmış.''

     Yusuf'u, başını sallayarak onaylayan Yasin'e döndüm. 

     ''Doğru mu Yusuf'un dedikleri ?''

     ''He! doğru. Eveli gece tavukların gıdaklaması ile uyandım. Don paça, el feneri ile aşağı inim. Pineye vardığımda, bir çakal içeri girmeye çalışıyordu. Yerden taş alıp attım ama tutturamadım, kanala doğru kaçtı. Elimde el feneri, kanala kadar kovaladım ama ara ki bulasın.''

    ''İtiniz yok muydu oğlum?''

    ''İtimizi eşşek kovalasın, korkudan bir yerlere sinmiş her hal.''

    Ertesi sabah erkenden, yola çıkmış. Önce kanalın oraları araştırmış, bir kaç saat dolanıp durmuş ama çakalın izine rastlamamış.

    ''Yarın sabah gene arayacağım.''

    ''Deli misin, divane misin?  Öyle yayan yapıldak aramakla bulunur mu, çakal? Hemi de oruçluyken.’’

    ''Yaşar haklı'' dedi Yusuf. ''İt lazım it. Yarın çakalı aramaya çıkarsanız, ben de bizim zağarı getiririm.''

    ''Ben de bizim tek kırmayı… Bir kaç da fişek.

    ''Vururuz deel mi(değil mi)?''

    ''Saldırırsa. Saldırmazsa vurmam. Ancak saldırırsa; tamam mı?''

    Yusuf onayladı ama Yasin pek hoşlanmadı gibi, çakalın vurulmayacak olmasından...

                                                                  ***

    Ertesi gün öğleye doğru, üç kafadar Orta Kuyu'da buluştuk. Bende 16'lık tek kırma..Namlusu aşağı gelecek biçimde omzuma asılı, belimde de fişeklik...

    Yusuf zağarları Corbit’i almış, Yasin'in elinde de bir kazma sapı.

    Portakal bahçelerinin arasındaki ince yoldan geçip, köyün dışına çıktık.

 

    Bir gün önce bardaktan boşanırcasına  yağan yağmur nedeniyle her yer çamur.     Allahtan bu gün hava iyi gibi.

    Yola çıktık çıkmasına ama yürümekte güçlük çekiyoruz. Çizmelerimiz çamura bulanınca ağırlaştı. Kanalın kıyısında duraklayıp; yağmur suları ile çizmelerimizdeki çamurları temizledik.

    Kanalın üst yanı kızıl toprak; yer yer de tapır.(3). Artık çizmelerimize önceki kadar çamur yapışmıyor.

    Önümüz sıra yürüyen Corbit, burnu yerde etrafı koklayıp, kesik kuyruğunu(4) sağa sola sallıyor...

    Bir şeyler bulmuş olmalı.

Ne diyor bu der gibi Yusuf'a baktım. Ne de olsa sahibi, dilinden o anlar.

 

    ''Kokusunu aldı bizimki. Onu takip edelim.''

    Corbit’in burnu yerde, o önde biz ardında, çakalın izini sürmeye başladık.

 

    Bir saat kadar yürüdük yürümedik, Corbit, çakalı görmüş olmalı ki, birden havlayarak ileri fırladı. 

    Önde çakal, 20-25 metre gerisinde ona yetişmeye çalışan Tarzan, arkalarında da biz. Çakalla Corbit  bir süre sonra küçük bir tepenin ardında kayboldular. 

    Tepeye vardığımızda, onlar yeni filizlenmiş bir buğday tarlasında koşmaya devam ediyorlardı. Çakal gene öndeydi ama Corbit arayı kapatmış, çakalın bir kaç metre gerisindeydi.  Bizimle onlar arasındaki mesafe ise, yaklaşık 60-70 metreydi. Olanı biteni film izler gibi izliyorduk.

    Corbit, çakala doğru bir hamle yaptı, ancak çakal aniden dönüp hırlayınca bizimki yavaşladı. Bir süre sonra Corbit bir kez daha hamle yaptı ama çakal dönüp gene sivri dişlerini gösterince, korkmuş olmalı ki; çakalı izlemeyi bıraktı..

    Çakal da ardına bakmadan kaçıp, kayboldu. 

    Bir kaç dakika sonra Corbit’e yetiştik; dili dışarıda, soluk soluğa bizi bekliyordu.    Yusuf'un bağırıp çağırmasını başı önünde sessizce dinledi. Çakalın yönünü bize doğru döndüremediği için mahcup gibiydi.

     Yasin,

     ''Amma tabansız çıktı bu it, boşuna getirdik yanımızda.''

     ''Oğlum'' dedi Yusuf. ''Bu ilk defa çakal avına çıktı sen onu tavşandayken gör.   Tavşanın ardından koşar, yanına yaklaşıp omuz atar, çevirir namlunun ucuna kadar getirir.''

    Yasin, alaycı,

    ''Hadi lan! o dediklerini tazılar yapar. Senin bu boku kıllı (4) sadece, tavşanı bulup, ortaya çıkarır.''

    Baktım tartışma büyüyecek araya girdim.

    ''Her neyse, biraz soluklanıp. Daha sonra çakalın gittiği yöne devam ederiz.''

                                                                ***

    O gün hava kararıncaya kadar çakalın peşindeydik. Corbit bir kaç kez daha çakalı buldu, peşine düştü ama bir türlü yakalayamadı. Hep aynı şey oldu. Corbit çakala yaklaştı, çakal aniden geri dönüp, hırlayarak dişini Corbit’e gösterdi, o da her zamanki gibi izlemeyi bıraktı.

    Hafiften bir ahmakıslatan başladı.

    Hava kararmak üzere.

    Birazdan akşam ezanı okunacak.

    Üçümüz de oruçluyuz.

    Adımlarımızı sıklaştırdık. Bir an önce kanala varıp, elimizi yüzümüzü yıkadıktan sonra köye döneceğiz. 

    Tam kanalın kenarındaki tepeye yaklaşmıştık ki; Corbit havlayarak birden ileri fırladı, ardından da biz.

    Biz de onun ardından kaç adımda, kanal temizlenirken çıkarılan toprağın oluşturduğu tepenin üstüne ulaştık. Çakal suyun kıyısında boylu boyunca kımıltısız yatıyordu. Corbit ise, yerde yatan çakal ile arasında güvenli bir mesafe bırakıp, onun çevresinde dönerek sürekli havlıyordu. Anlaşılan, akşama kadar izini sürüp, kovaladığımız çakal yorulup, susayınca su içmek için buraya gelmişti.

    Çakalın yanına ilk Yusuf ulaştı. Önce çakalın çevresinde dolanıp, havlayan Corbit’i susturarak, çakalın yanından uzaklaştırdı. Sonra, dikkatlice çakala yaklaştı, bize dönüp,

     ''Ölmüş lan bu.''

     Oysa çakalların bir özelliği de çok iyi ölü taklidi yapmalarıydı. Gözleri yeşile çalar, dilleri dışarıda, ne bir ses, ne bir nefes...

     Ben ölü taklidi yapan çakalın saldırma olasılığını da göz önüne alarak, sabahtan beri namlusu aşağıda, omzuma asılı tüfeği elime aldım; namluya bir kuş dolusu (5) fişek sürdüm, elim tetikte.

     Çakalı üçümüz ortamıza aldık. Yasin kazma sapıyla çakalı bir kaç kez dürttü. Ne mümkün? Çakalda bir hareket yok.

     Ölü taklidi mi yapıyor, yoksa gerçekten öldü mü?

     Tarzan biraz daha gerimizde, huysuzlanıp, inler gibi sesler çıkarıyor. Benim bildiğim köpekler bir hayvanın ölü mü diri mi olduğunu bizlerden daha iyi anlarlar.

     Yasin,

    ''Yaşar tüfeği bana ver'' dedi.

    ''Na’pacan oğlum, sakın vurmaya kalkma bozuşuruz.''

    ''Yemin olsun vurmayacağım. Sadece namluyu dürtüp, gerçekten ölü mü yoksa rol mü yapıyor, anlayacağım.''

     Ben verip vermeme konusunda ikircikliyim.

    ''Bak oruç ağzımla yemin ettim.''

     İstemeden de olsa verdim 16'lık tek kırmayı.

    Yasin, tüfeği alınca namluyu çakalın ağzına soktu.

    ''Sakın haaa!''

     Yasin,  numara yapıyorum anlamında bir işaret yaptı.

     Bir kaç dakika geçti geçmedi, çakal ayaklandı.

     Önce kaçmaya yeltendi, ama kaçamadı. Her niyet edişinde birimiz önüne çıkıp, engelledik. Ben, Yusuf, Yasin, bir de Tarzan.

     Kendi çevresinde dönüp durdu zavallı.

     Bu oyun yaklaşık 15 dakika kadar sürdü.

     Hocanın eli kulağında, akşam ezanı okundu, okunacak.

     ''Yeteri kadar korktu; bir daha buralara adım atamaz. İftar vakti de geliyor. Haydin gidelim'' deyip köye doğru yürümeye başladım. Yusuf da de benimle geldi. Bir kaç adım atmıştık ki; benim tek kırmanın o bildik sesini duyup geri döndüm.

     Tam o sırada Yasin, kana bulanmış namluyu çakalın ağzından çıkarıyordu.

     Hızla yanına gelip, tüfeği aldım elinden.

     ''Naa'ptın lan, vurmak yok diye gavillenmemiş miydik (6).''

     ''Tavuklarım...''

     Sözünü bitiremedi. ‘ Alnının çatı’ deyip, dipçiği vurdum.

     O ardımızdan söverken, Yunusla ben çoktan köy yoluna koyulmuştuk.

 

                                                     ***

     Yasin'in başına dikkatlice baktığınızda, bu gün bile sağ şakağındaki yıllar öncesinden kalan dipçik izini fark edersiniz...

--------

Şubat 2020

--------


1-Pine:Kümes

2-Özellikle zağar, kopay gibi av köpeklerinin, kuyrukları, av sırasında çalılara takılmasın diye  6-7 santim kalacak şekilde, daha enikken kesilir.

3-Tapır:Yer yer kayalık olan arazi.

4-Uzun bacaklı, ince bir tür av köpeği. Çok hızlı koştuğu için tavşan avında çok başarılıdır.

5-Boku kıllı: Köpek. Hakaret anlamında kullanılır. Söz gelimi ''İt oğlu it yerine, zaman zaman  boku kıllının oğlu'' denir.

6-Kuş dolusu: Saçmaları 6 ya da 7 numara olan, genelde sığırcık ve ona benzer küçük kuşları avlamak için kullanılan fişek.

7-Gavilenmek(Kavil):Söz, Söz vermek, Anlaşmak

 ak, çakalın yanından uzaklaştırdı. Sonra, dikkatlice çakala yaklaştı, bize dönüp,

     ''Ölmüş lan bu.''

     Oysa çakalların bir özelliği de çok iyi ölü taklidi yapmalarıydı. Gözleri yeşile çalar, dilleri dışarıda, ne bir ses, ne bir nefes...

     Ben ölü taklidi yapan çakalın saldırma olasılığını da göz önüne alarak, sabahtan beri namlusu aşağıda, omzuma asılı tüfeği elime aldım; namluya bir kuş dolusu (5) fişek sürdüm, elim tetikte.

     Çakalı üçümüz ortamıza aldık. Yasin kazma sapıyla çakalı bir kaç kez dürttü. Ne mümkün? Çakalda bir hareket yok.

     Ölü taklidi mi yapıyor, yoksa gerçekten öldü mü?

     Tarzan biraz daha gerimizde, huysuzlanıp, inler gibi sesler çıkarıyor. Benim bildiğim köpekler bir hayvanın ölü mü diri mi olduğunu bizlerden daha iyi anlarlar.

     Yasin,

    ''Yaşar tüfeği bana ver'' dedi.

    ''Na’pacan oğlum, sakın vurmaya kalkma bozuşuruz.''

    ''Yemin olsun vurmayacağım. Sadece namluyu dürtüp, gerçekten ölü mü yoksa rol mü yapıyor, anlayacağım.''

     Ben verip vermeme konusunda ikircikliyim.

    ''Bak oruç ağzımla yemin ettim.''

     İstemeden de olsa verdim 16'lık tek kırmayı.

    Yasin, tüfeği alınca namluyu çakalın ağzına soktu.

    ''Sakın haaa!''

     Yasin,  numara yapıyorum anlamında bir işaret yaptı.

     Bir kaç dakika geçti geçmedi, çakal ayaklandı.

     Önce kaçmaya yeltendi, ama kaçamadı. Her niyet edişinde birimiz önüne çıkıp, engelledik. Ben, Yusuf, Yasin, bir de Tarzan.

     Kendi çevresinde dönüp durdu zavallı.

     Bu oyun yaklaşık 15 dakika kadar sürdü.

     Hocanın eli kulağında, akşam ezanı okundu, okunacak.

     ''Yeteri kadar korktu; bir daha buralara adım atamaz. İftar vakti de geliyor. Haydin gidelim'' deyip köye doğru yürümeye başladım. Yusuf da de benimle geldi. Bir kaç adım atmıştık ki; benim tek kırmanın o bildik sesini duyup geri döndüm.

     Tam o sırada Yasin, kana bulanmış namluyu çakalın ağzından çıkarıyordu.

     Hızla yanına gelip, tüfeği aldım elinden.

     ''Naa'ptın lan, vurmak yok diye gavillenmemiş miydik (6).''

     ''Tavuklarım...''

     Sözünü bitiremedi. ‘ Alnının çatı’ deyip, dipçiği vurdum.

     O ardımızdan söverken, Yunusla ben çoktan köy yoluna koyulmuştuk.

 

                                                     ***

     Yasin'in başına dikkatlice baktığınızda, bu gün bile sağ şakağındaki yıllar öncesinden kalan dipçik izini fark edersiniz...

--------

Şubat 2020

--------


1-Pine:Kümes

2-Özellikle zağar, kopay gibi av köpeklerinin, kuyrukları, av sırasında çalılara takılmasın diye  6-7 santim kalacak şekilde, daha enikken kesilir.

3-Tapır:Yer yer kayalık olan arazi.

4-Uzun bacaklı, ince bir tür av köpeği. Çok hızlı koştuğu için tavşan avında çok başarılıdır.

5-Boku kıllı: Köpek. Hakaret anlamında kullanılır. Söz gelimi ''İt oğlu it yerine, zaman zaman  boku kıllının oğlu'' denir.

6-Kuş dolusu: Saçmaları 6 ya da 7 numara olan, genelde sığırcık ve ona benzer küçük kuşları avlamak için kullanılan fişek.

7-Gavilenmek(Kavil):Söz, Söz vermek, Anlaşmak

 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder