10 Kasım
Annem anlatmıştı:
Atatürk öldüğünde ilkokul öğrencisiymiş. Bir gün, başöğretmenleri öğrencileri
bahçede toplayıp, yaşlı gözlerle,
''Çocuklarım, bu gün babamız öldü. Okul
tatil, herkes önlük yakalarını çıkarıp
evine gitsin. Bu gün en büyük yas günümüz'' demiş.
Öğrenciler, beyaz yakalarını çıkarıp
evlerine dönmüşler, doğal olarak annem de...
Annem, önlük yakası elinde, gözü
yaşlı eve gelmiş.
Anneannem,
''Niye er geldin okuldan kızım?''
''Babamız ölmüş anne'' deyince; anneannem
lafın ardını dinlemeden şakkadak, düşüp bayılmış.
Annem, feryat figan; komşulardan yardım
istemiş.
Soğandı, kolonyaydı derken komşular
anneannemi ayıltmışlar.
Ayılıp, ölenin büyük babam değil de; Atatürk
olduğunu öğrenince; bir horoz adamış...
Komşulardan biri,
''Eminanım, Atatürk ölmüş, horoz adanır mı
kele.''
''Ne bilim anam, herif öldü sandım. Kafam
yerinde mi benim? Çıktı ağzımdan bir kere.''
***
Ahmet Karabucak İlkokulu beşinci sınıf
öğrencisiyim. Gene bir 10 Kasım günü. Okulun girişindeki merdivenlere, bayrağa
sarılı bir kürsü üstünde Atatürk'ün büstü var. Büstün çevresi O'nun sevdiği
çiçeklerle; pembe, beyaz renkli kasımpatıları ile süslenmiş. Kürsünün yanı
başında, siyah takım elbisesi ile başöğretmenimiz, onun hemen arkasında koyu
renk elbise giymiş olan öğretmenlerimiz sıralanmış. Her zaman şık elbiseler
giyen Şükran öğretmenimiz bile karalar giymiş, ruj bile sürmemiş dudaklarına...
Başöğretmenimiz arada bir saatine bakıyor;
belli ki, töreni töreni başlatmak için canavar düdüklerinin çalmasını bekliyor.
Bizim sınıfın yaşça en küçüğüyüm, boyum da
sınıfın en kısası. Dolayısıyla yerim, sabahki törenlerde hep baştan birinci
sıradadır.
Törenin başlamasını bekliyoruz.
Ben heyecanımdan yerimde duramıyor,
sürekli ayak değiştiriyorum.
beşinci sınıflar adına bu
yıl, Atatürk için yazılmış 10 Kasım şiirlerinden birini de ben okuyacağım. Dudaklarım
kıpır kıpır; okuyacağım şiiri içimden yineleyip duruyorum.
Canavar düdükleri çalmaya başlayınca,
önceden tembihlendiğimiz için, başöğretmenimizin 'dikkaaat!’ uyarısı ile saygı
duruşu için, ellerimiz iki yana yapışık, başımız önde ‘hazrola’ geçtik.
Canavar düdüğünün sesi yavaş yavaş
alçaldı ve artık duyulmaz olunca, başöğretmenimizin,
''Rahaaatt!'' komutuyla rahatladık...
Önce başöğretmenimiz konuştu. Ardından
başka bir öğretmen Atatürk'ün bakla
tarlasında nasıl karga kovaladığını atlamadan, onun yaşamından örnekler verdi.
Ben heyecandan yerimde duramıyorum...
Ardından, şiirler, şiirler...
Aklım okuyacağım şiirde; kim ne okudu;
anımsamıyorum.
Sonunda sıra bana geldi.
Töreni yöneten İsmail öğretmen,
''Şimdi 5. sınıf öğrencilerimizden Yaşar Atilla,
Saat Dokuzu Beş Geçe(2) şiirini okuyacak.
Adım okunur okunmaz merdivenleri hızla
çıktım. Kürsüdeki Atatürk büstünün yanında durdum.
Şükran öğretmenin önceden uyarmıştı:
''Şiiri okumaya başlamadan önce Atatürk
büstüne, sonra da arkadaşlarına başınla selam vereceksin. ‘’Sakın unutma!'' Unutur
muyum. Öğretmenimin dediklerini tamı tamına yaptım. Önce Atatürk büstünü, sonra
da meraklı gözlerle beni izleyen arkadaşlarımı başımla selamladım.
İlk kez okulumun tüm öğrencilerini bu
kadar yüksekten görüyorum. Ne kadar
kalabalıkmışız.
Duraksadığımı gören İsmail öğretmen,
'' Hadi başla oğlum'' dedi.
Şükran öğretmenime baktım.
Seninin yanındayım, korkma dercesine
gülümsedi.
Gözlerimi kapadım.
Sesimin yettiğince ezberlediğim şiiri
okumaya başladım.
Saat dokuzu beş geçe
Atam Dolmabahçe’de,
Gözlerini kapadı
Bütün cihanı ağlattı
Doktor! Doktor kalksana,
Lambaları yaksana
Atam elden gidi... yorr
Çaresine..
Boğazım düğümlendi, sesim çatallandı,
şiirin gerisini getiremedim.
O kadar duygulanmıştım ki; Atatatürk sanki
yeni ölmüş de ben onun cenaze törenindeyim..
Başladım hıçkıra hıçkıra ağlamaya.
Kendimi toparlamaya çalışıp, kaldığım
yerden devam etmek istedim.
Atam elden gidiyoor.
Çaresine baks...
Devam etmek ne mümkün? Göz yaşlarımı
tutamıyorum.
Ben salya sümük ağlamaya başlayınca;
derin bir sessizlik oldu okulun bahçesinde. Ardından bütün öğrenciler hep
birden alkışlamaya başladılar.
Öğretmenler şaşkın...
Önce nasıl davranacaklarını bilemediler.
Ama yanı başımda duran İsmail öğretmen
çabuk toparlanıp, başımı okşamaya başladı.
Ben hıçkırmayı sürdürüyorum.
Alkışlarsa kesintisiz devam
ediyor...
İsmail öğretmen iki elini havaya kaldırıp,
''Alkışlamayın,
bu gün yas günümüz çocuklar, alkış olmazzz, alkış olmazzzz!''
Alkışlar kesilince, bana dönüp,
''Teşekkür ederim. Hadi artık yerine geç
oğlum'' dedi.
Merdivenlerden aşağı inip yerime geçtim.
Ama hala kesik kesik hıçkırıyorum.
Sıradaki arkadaşlarım, şiir okuma
biçimimden memnun kalmış olmalılar ki; gülümseyerek omzuma dokunup
övgülerini esirgemediler benden.
Yerime geçtikten sonra tören fazla sürmedi
zaten.
İsmail öğretmenin,
''Tören bitmiştir arkadaşlar teşekkür
ederim. Önce birinci sınıflar olmak üzere, sırayla sınıflarınıza
geçebilirsiniz'' demesiyle; önden birinci sınıflar, ardından da diğerleri tören
alanından ayrılarak sınıflarına gittiler.
En son da biz beşler...
***
Sıralarımıza oturduk.
Hemen ardımızdan Şükran öğretmen girdi
sınıfa.
Kürsüye geçmeden, gülümseyerek, doğrudan
yanıma kadar geldi.
Ayağa kalktım.
Şefkatle başımı okşarken, sınıfa döndü.
''Bu gün en güzel şiiri, çok duygulu bir
şekilde Yaşar okudu değil mi? Onunla gurur duyalım arkadaşlar.''
Bu sözler üzerine tüm sınıf bir kez daha
alkışlamaya başladı.
Şükran öğretmenim kimseyi susturmadı.
Arkadaşlarım beni alkışlarken, Şükran öğretmenimin
yüzündeki gülümsemeyi hiç unutmadım.
----
Corona- Tutukevi
Nisan 2020
-----
1-Canavar düdüğü: Özellikle On
Kasım günü saygı duruşunun başladığını duyurmak için fabrikaların hep birlikte
çaldığı siren sesi. Tehlike anında çalan güçlü ve tiz siren.
2- Hala ezberimde olan bu
şiirin yazarını hep merak etmişimdir. Bu satırları yazarken bir kez daha araştırdım ama
bulamadım. Yaşıyorsa sağlıklı ömürler dilerim. Yok hakka yürüdüyse; ışıklar
içinde uyusun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder