11 Şubat 2021 Perşembe

On Kasım


10 Kasım


     Annem anlatmıştı: Atatürk öldüğünde ilkokul öğrencisiymiş. Bir gün, başöğretmenleri öğrencileri bahçede toplayıp, yaşlı gözlerle,

    ''Çocuklarım, bu gün babamız öldü. Okul tatil, herkes önlük   yakalarını çıkarıp evine gitsin. Bu gün en büyük yas günümüz'' demiş.

     Öğrenciler, beyaz yakalarını çıkarıp evlerine dönmüşler, doğal olarak annem de...

Annem, önlük yakası elinde, gözü yaşlı eve gelmiş.

     Anneannem,

    ''Niye er geldin okuldan kızım?''

    ''Babamız ölmüş anne'' deyince; anneannem lafın ardını dinlemeden şakkadak, düşüp bayılmış.

    Annem, feryat figan; komşulardan yardım istemiş.

    Soğandı, kolonyaydı derken komşular anneannemi ayıltmışlar.

    Ayılıp, ölenin büyük babam değil de; Atatürk olduğunu öğrenince; bir horoz adamış...

     Komşulardan biri,

    ''Eminanım, Atatürk ölmüş, horoz adanır mı kele.'' 

    ''Ne bilim anam, herif öldü sandım. Kafam yerinde mi benim? Çıktı ağzımdan bir kere.''


                                                       ***

     Ahmet Karabucak İlkokulu beşinci sınıf öğrencisiyim. Gene bir 10 Kasım günü. Okulun girişindeki merdivenlere, bayrağa sarılı bir kürsü üstünde Atatürk'ün büstü var. Büstün çevresi O'nun sevdiği çiçeklerle; pembe, beyaz renkli kasımpatıları ile süslenmiş. Kürsünün yanı başında, siyah takım elbisesi ile başöğretmenimiz, onun hemen arkasında koyu renk elbise giymiş olan öğretmenlerimiz sıralanmış. Her zaman şık elbiseler giyen Şükran öğretmenimiz bile karalar giymiş, ruj bile sürmemiş dudaklarına...

     Başöğretmenimiz arada bir saatine bakıyor; belli ki, töreni töreni başlatmak için canavar düdüklerinin çalmasını bekliyor.

     Bizim sınıfın yaşça en küçüğüyüm, boyum da sınıfın en kısası. Dolayısıyla yerim, sabahki törenlerde hep baştan birinci sıradadır.

     Törenin başlamasını bekliyoruz.

     Ben heyecanımdan yerimde duramıyor, sürekli ayak değiştiriyorum.

beşinci sınıflar adına bu yıl, Atatürk için yazılmış 10 Kasım şiirlerinden birini de ben okuyacağım. Dudaklarım kıpır kıpır; okuyacağım şiiri içimden yineleyip duruyorum.

     Canavar düdükleri çalmaya başlayınca, önceden tembihlendiğimiz için, başöğretmenimizin 'dikkaaat!’ uyarısı ile saygı duruşu için, ellerimiz iki yana yapışık, başımız önde ‘hazrola’ geçtik.

     Canavar düdüğünün  sesi yavaş yavaş alçaldı ve artık duyulmaz olunca, başöğretmenimizin,

     ''Rahaaatt!'' komutuyla rahatladık...

     Önce başöğretmenimiz konuştu. Ardından başka bir öğretmen  Atatürk'ün bakla tarlasında nasıl karga kovaladığını atlamadan, onun yaşamından örnekler verdi.

     Ben heyecandan yerimde duramıyorum...

     Ardından, şiirler, şiirler...

     Aklım okuyacağım şiirde; kim ne okudu; anımsamıyorum.

     Sonunda sıra bana geldi.

     Töreni yöneten İsmail öğretmen,

     ''Şimdi 5. sınıf öğrencilerimizden Yaşar Atilla, Saat Dokuzu Beş Geçe(2) şiirini okuyacak.

     Adım okunur okunmaz merdivenleri hızla çıktım. Kürsüdeki Atatürk büstünün yanında durdum.

     Şükran öğretmenin önceden uyarmıştı:

     ''Şiiri okumaya başlamadan önce Atatürk büstüne, sonra da arkadaşlarına başınla selam vereceksin. ‘’Sakın unutma!'' Unutur muyum. Öğretmenimin dediklerini tamı tamına yaptım. Önce Atatürk büstünü, sonra da meraklı gözlerle beni izleyen arkadaşlarımı başımla selamladım.

     İlk kez okulumun tüm öğrencilerini bu kadar yüksekten görüyorum.  Ne kadar kalabalıkmışız.

     Duraksadığımı gören İsmail öğretmen,

     '' Hadi başla oğlum'' dedi.

     Şükran öğretmenime baktım.

     Seninin yanındayım, korkma dercesine gülümsedi.

     Gözlerimi kapadım.

     Sesimin yettiğince ezberlediğim şiiri okumaya başladım.


                                      Saat dokuzu beş geçe

                                      Atam Dolmabahçe’de,

                                      Gözlerini kapadı

                                      Bütün cihanı ağlattı

 

                 Doktor! Doktor kalksana,

                 Lambaları yaksana

                 Atam elden gidi... yorr

                 Çaresine..

     Boğazım düğümlendi, sesim çatallandı, şiirin gerisini getiremedim.

     O kadar duygulanmıştım ki; Atatatürk sanki yeni ölmüş de ben onun cenaze törenindeyim..

     Başladım hıçkıra hıçkıra ağlamaya.

     Kendimi toparlamaya çalışıp, kaldığım yerden devam etmek istedim.

                 Atam elden gidiyoor.

                 Çaresine baks...

     Devam etmek ne mümkün? Göz yaşlarımı tutamıyorum.


     Ben salya sümük ağlamaya başlayınca; derin bir sessizlik oldu okulun bahçesinde. Ardından bütün öğrenciler hep birden alkışlamaya başladılar.

     Öğretmenler  şaşkın...

     Önce nasıl davranacaklarını bilemediler. Ama yanı başımda duran   İsmail öğretmen çabuk toparlanıp, başımı okşamaya başladı.

     Ben  hıçkırmayı sürdürüyorum.

     Alkışlarsa kesintisiz devam ediyor... 

     İsmail öğretmen iki elini havaya kaldırıp,

     ''Alkışlamayın, bu gün yas günümüz çocuklar, alkış olmazzz, alkış olmazzzz!''

     Alkışlar kesilince, bana dönüp,

     ''Teşekkür ederim. Hadi artık yerine geç oğlum'' dedi.

     Merdivenlerden aşağı inip yerime geçtim. Ama hala kesik kesik hıçkırıyorum.

     Sıradaki arkadaşlarım, şiir okuma biçimimden memnun kalmış olmalılar ki; gülümseyerek omzuma  dokunup övgülerini esirgemediler benden.

     Yerime geçtikten sonra tören fazla sürmedi zaten.

     İsmail öğretmenin,

     ''Tören bitmiştir arkadaşlar teşekkür ederim. Önce birinci sınıflar olmak üzere, sırayla sınıflarınıza geçebilirsiniz'' demesiyle; önden birinci sınıflar, ardından da diğerleri tören alanından ayrılarak sınıflarına gittiler.

     En son da biz beşler...


                                                               ***

     Sıralarımıza oturduk. 

     Hemen ardımızdan Şükran öğretmen girdi sınıfa.

     Kürsüye geçmeden, gülümseyerek, doğrudan yanıma kadar geldi.

     Ayağa kalktım.

     Şefkatle başımı okşarken, sınıfa döndü.

     ''Bu gün en güzel şiiri, çok duygulu bir şekilde Yaşar okudu değil mi? Onunla gurur duyalım arkadaşlar.''

     Bu sözler üzerine tüm sınıf bir kez daha alkışlamaya başladı.

     Şükran öğretmenim kimseyi susturmadı.

     Arkadaşlarım beni alkışlarken, Şükran öğretmenimin yüzündeki  gülümsemeyi hiç unutmadım.

----

Corona- Tutukevi 

Nisan 2020

-----

1-Canavar düdüğü: Özellikle On Kasım günü saygı duruşunun başladığını duyurmak için fabrikaların hep birlikte çaldığı siren sesi. Tehlike anında çalan güçlü ve tiz siren.

2- Hala ezberimde olan bu şiirin yazarını hep merak etmişimdir. Bu satırları yazarken bir kez daha araştırdım ama bulamadım. Yaşıyorsa sağlıklı ömürler dilerim. Yok hakka yürüdüyse; ışıklar içinde uyusun.

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder